14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 EYLÜL 2012 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 13 eş günlük tatilim vardı. Can dostum Nazım Alpman, B “Kalkan’a git, sana çok iyi gelir” dedi ve ekledi: “Türkiye’de oksijen oranı en yüksek hava, orada…” Tarihçi Herodot da “Dünyada yıldızlara en yakın yer” diye söz etmiş, Kalkan’dan. Herodot’a inanmadım. Ama Nazım Alpman ne diyorsa doğrudur. Dolayısıyla İstanbul’da azalan “oksijen” peşinde, düştüm yollara. Kalkan, 1920’lere kadar Kalamaki adıyla anılan bir balıkçı köyü imiş. Rum nüfusu 1921’de Meis’e göçmeye başlamış, kalanlar da 1942’deki mübadeleyle terk etmek zorunda bırakılmış, evlerini, barklarını, ata topraklarını. O kadar akılcı su yolları, güzel evler ve binalar kalmış ki Rumlardan, bugün Kalkan’da mimari bir özellik taşıyan, köyü ayrıcalıklı kılan her şey, camiye dönüştürülen kilise dahil, onların yapıları! Gerisi, dünyanın tüm sahillerinde rastlayacağınız türden “harcıâlem” kurulumlar… ??? Neyse ki kentin eski dokusunu içeren ve “Köyiçi” diye anılan özgün bölge, koruma altına alınmakla kalmamış, gerçekten korunmuş. Harcıâlem yapılaşma, bu dokunun çevresindeki boşlukta, gördüğüm kadarıyla etkin sayılacak bir denetim altında gelişiyor. Kalkan’ın ikinci şansı, Rumlardan kalan güzelliğin değerini bilen ve olağanüstü doğasına saygılı bir ahalisi olması. Eşim Daniel Colagrossi ile birlikte keşfettiğimiz yörede, insanların güleryüzlü nezaketinden gerçekten etkilendik. Kalkanlılar, yaşadıkları güvertesi gibi uzanan White House terasında bize verdiği akordeon konserini hiç unutmayacağım! ??? Kalkan’ın yaslandığı dağların her karışını, her yaprağı ve çiçeği severek bilen, çok özel insan Namık Safyürek’i tanıdım, Kalkan’da. Soyadı gibi duru bir gönül adamı. Bir o kadar bilgili, antik tarih meraklısı. Likya uygarlığının ören yerlerinin yanı sıra, Yörük kültürünün metafizik boyutu ondan soruluyor. Dağlarda kaybolan gezginleri, “Ses ver” deyip sesinin yankılandığı yerde eliyle koymuş gibi ancak o bulabiliyor. “Ben sizin okurunuzum!” diye çıkageldi bir gün Namık, o dağlara götürdü bizi. Bezirgân Köyü’ndeki kır kahvesinin ağaçlarına, beklediği Mehdi gökyüzünden indiği zaman dinlensin diye iskemleler asan devrimci “dost”, Derviş Mahmut’u tanımak onuruna eriştik… İnanın, yok böylesi ilginç bir kişilik, olamaz başka diyarlarda! Ve tabii, Kalkan köyünün çılgını, 80 darbesinin işkenceleriyle hayatın dışına itilmiş Mehmet Kaptan’ın “Gemi” adını verdiği, kimsenin beğenip binmediği kestane kayığıyla denize açıldık… Daniel ve beni o köhne tekneye yakıştıramayan kerli ferli bir İngiliz, alayla karışık bir merakla kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi sordu. “Sirius’tan geliyoruz!” dedik. “Bizim gezegende Kalkan’ın ikiz sahilleri, Mehmet Kaptan’ın da köşkü vardır…” Kibirli İngilizi, alaycı suratı çarpılırken izlemek çok keyifliydi! “Hayatı yaşa, çünkü ölü mü öldüremezsin.” MISIR PİRAMİT YAZI TI Kalkan’da Kaldı Gönül Gözü doğayı öğretmen bellemiş, dağların yüceliğinden özgür düşünce damıtmış, bilge bir halk! Çok uzun süredir rastlamadığım arı duruluk ve gönül zenginliğinde insanlarla tanıştım, dağlara yaslanmış bu sahil kentinde. Örneğin, özgün Kalkan’ın “ağa evi”ni Yüksek Anıtlar Kurulu’nun izni ve denetimi altında aslına tıpatıp uygun restore ederken, yeniden can verdikleri enkaza âşık olup onu bir mücevher gibi işleyen White House’un sahipleri, Kelek ve Söyleli ailesi… Örneğin, iflah olmaz düzeyde coşkulu idealist, Neşe ve Sadık Öğretir çifti… Brüksel’deki NATO’da 35 yıl çalıştıktan sonra Kalkan’a yerleşen eski çevirmen, eski sporcu, hatta eski Cumhuriyet yazarı, ama her daim müzisyen Sadık Öğretir, yöre çocuklarına akordeon çalmayı, şarkı söylemeyi öğretiyor. Fotoğraf: DERVİŞ DAVUT Yetenekli miniklerden kurduğu “Kalkan Akordeon Grubu ve Korosu” öylesine başarılı ki, geçen yaz İtalya’da konser vermişler. Biz oradayken davet edildikleri Meis Adası’nı mest edip geldiler. Sadık öğretmenin üstün yetenekli öğrencisi, 12 yaşındaki Buse Söyleli’nin mehtaba karşı bir uçaksavar Türk Evi’nde kalmak istemiştik. Ama yer yoktu, Selma Hanım bizi White House’a yönlendirdi ve onun sayesinde, Halil, Marion, Hülya, Hüseyin, Sinan ve Buse’yi tanıdık; bu güzel ailenin gerçek bir tutkuyla restore ettiği “ağa evi” Court Yard’da konakladık. Her biri süit büyüklüğünde 6 oda ve zamanında tüm köyiçine su dağıtılan bir sarnıcı barındıran, olağanüstü güzellikteki bu eski Rum evinin taş restorasyonunda çimento kullanılmamış. Anıtlar Yüksek Kurulu’ndan onaylı bir duvarcı ustasının denetiminde Fransa’dan getirilen özel kil ve yumurta karışımıyla sıva yapılmış. Çiçekler içinde bir bahçeye açılan butik otelin ahşap doğramaları, dağlardan gelen sedir ağacından. Mis gibi sedir kokan odalarda uyumak, adeta bir tedavi niteliğinde. Mülkiyetine bile sahip olmadıkları bu güzel binayı aşkla onartan Halil Kelek ve Hüseyin Söyleli, restorasyonun dış mimarı Ayşe Pınar Karabağ ve iç mimarı Bihter Türkfiliz’i içtenlikle kutlarım. alkan’da değerli okurum, sevgili Selma Elitez’in el K emeği, göz nuru butik oteli Mektup Yazmak Tarih mi Oldu? Sözcükler birer insan gibi karşımda durmuş bekleşiyor. “Seç beni” diyen var, “bensiz yazamazsın” diye seslenen var, “ben hepsinden daha önemliyim” diye bağıran var!.. Seçmek zor! Oysa ben bugün havadan sudan söz etmek istiyordum. Hava sıcak mı sıcak! Ağustosun son günleri. Bir çölde gibiyim. Hepsini itiyorum o sözcüklerin! Dursunlar oldukları yerde! Yatsam mı? Bir iki saat kestirsem! Bir düş dünyasında yaşasam. Ama ya tersi olursa... Karabasanlar iniverirse tepelerden!.. Daktilomu bir yana itiyorum. Onun, her biri kendini beğenmiş harflerini istemiyorum. Yazacaksam, onlarla değil, kendi elimle yazmalıyım. Yazmak diyoruz, ama makine yazıyor! Hem kendimizi hem de okurları aldatıyoruz. O satırları parmak uçlarımızın bazı harflere basmamızdan çıkmış. Yapay mı yapay!.. Düşünceler, duygular kimi zaman elle tutulacak kadar bizdendir. Bir parçamız gibidir. Ne güzeldi eskiden! Oturursun masanın önüne, kâğıtları çekersin, kalemi mürekkebe batırırsın, başlarsın çiziktirmeye... Benim el yazım okunmaz. Ben bile zorluk çekerim. Her harfe itina göstererek yazmak gerekir. Okulda dersler de vardı. El yazısıyla yazmak bir ustalık sayılırdı. İçtenlik denen şey ancak parmak uçlarındaymış gibi... Yaşlı yazarlar, Arap harflerini kullanırlardı. O günlerde o harfleri okuyarak dizen mürettipler vardı. Yaşlandılar, gittiler. El ile yazı yazanlar da azaldıkça azaldı, varsa yoksa daktilo, derken daha ustalıklısı... El yazısı mektuplar bir define gibi saklanırdı! Yıllar geçmiş, aşklar iyi kötü sonuçlanmış, çoluk çocuk derken duygulanmaların yerini yaşamın katı gerçekleri almış. Mektup yazmak mı, kime, arkadaşına, sevgiline mi, onun da kolayı var çekersin mailleri, telefonu, birkaç sözcük yeter derdini anlatmaya!.. Oysa mektuplar vardı. Tarihe karıştılar. Kimse el yazısıyla hatta daktilo ile mektup yazmıyor. Edebiyatta bir bölümdü mektup... “Tehlikeli Alakalar”ı düşünün, karşılıklı mektuplaşmalarla koskoca bir roman... Her mektup apayrı bir öykü. Birbirini tamamlayan bir yaşamın ya da birçok yaşamın... Nerden nereye, sözcükler bekleyedursun! Onların istediklerini değil, günün, anın bende yaşattıklarını el yazısıyla deftere dökmek!.. Nice defterleri ta çocuk yaşımdan bu yana doldurduğum gibi... Ne gereği var! Zaman değişmiş, her şey değişmiş, insan mı yerinde kalacak? O da uymuş, kendini akıp giden zamana bırakmış. Melih Cevdet’in dediği gibi, bir akan zaman var bizleri alıp sürükleyen, bir de duran zaman var. Her şeyin bitip tükenmesi... KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ‘ G ’ N O K T A S I [email protected] Tercüman Binası ‘Miras’tır özetlediğim sürecin korumadan sorumlu yeni meslektaşlarca “bilinmediği” ya da “önemsenmediği” kanısına kapıldım. Genç uzmanlardan oluşan koruma kurulu, 2010’da “hoca”larının bu bina için almış olduğu koruma kararını “iptal” etmiş!.. Her yönüyle akıl ve ustalık yüklü çağdaş bir mimarlık eserinin “yıkılma”sına olanak sağlamış! Yazıyı kaleme alan İstanbul Serbest Mimarlar Derneği (İSMD) Başkanı Oğuz Öztuzcu özetle şunları belirtiyor: “1972’de Günay Çilingiroğlu ve Muhlis Tunca tarafından tasarlanan bina, mimarlıkta ‘Yeni Brütalizm’in ülkemizdeki özgün bir örneği...” (27 Temmuz) Cephesi demir tabela ve ilan panolarıyla kaplanan binadaki uygunsuz uygulamaların önlenmesi için İSMD’nin 2011’de kurula başvurması üzerine 14 Haziran 2012 tarihli cevapta deniyor ki: “...yapının tarihi, arkeolojik, çevresel özellikleri bakımından önem arz Mühendislikte “ezber bozan” geniş konsollar… etmediği üyelerce yerinde görüldüğünden korunması uygulanmasını üstlenerek gerekli kültür varlığı tescilinin kurulan GEYYK, kimi 20. kaldırılmasına karar yüzyıl binalarını “Cumhuriyet verilmiştir.” mirası” sayan tanımlarıyla Öztuzcu, kendi deyimiyle korumanın kapsamını “Dimyat’a pirince giderken genişleten tarihsel adımlara evdeki bulgurdan olma” imza attı. durumuna düştükleri bu karar GEEYK’nin bu kararları hakkında daha ağır “içtihat” oluşturduğundan, konuşmamak için “hoppala!” yeni yasanın adı ve özü de demekle yetiniyor... “kültür ve tabiat varlıklarını Ben ise koruma kurullarında koruma” olarak belirlendi. 20’nci yılına yaklaşan Yani bir yapının korunması kıdemimle daha ağır için artık “eski” olması şart konuşmayı yeğleyerek değildi; “kültür varlığı” diyorum ki: “Bir yapının olması yeterliydi. korunması için ille de tarihi, İşte bu gelişme, özgün 20. arkeolojik, çevresel önem yüzyıl binalarının hem aramak; onun çok özgün bir “mimarlık örneği”, hem de çağdaş mimari tasarımla ‘kültür varlığı’ olarak yaratıldığını görmemek, tescillenmelerinin önünü açtı. yazının başında özetlediğim, Tıpkı İstanbul’un Topkapı 80’lerin kültür bilincinden bile semtindeki, o çok geniş geriye düşmek değil midir?” konsollarıyla mühendislikte Kurullardaki genç adeta “ezber bozan” ve yapımcısı olan gazetenin meslektaşlarımızın, adıyla anılan “Tercüman “Türkiye’de koruma” Binası”nın koruma altına konusunda alınan mesafeleri alınması gibi... bilmeleri, “birikimleri sahiplenme”leri, yılların ztuzcu’nun yazısı özverili çabalarıyla sağlanan Geçenlerde Mimarlar Odası bu düzeyi daha da yükseltme İstanbul Şubesi’nin haber sorumluluğu taşıdıklarını bülteni “Mimarlara kavramaları gerekiyor. Mektup”ta okuduğum bir Tabii Tercüman Binası’nı da yazıdansa yukarıda yıkımdan kurtararak... Yürürlükteki “Kültür” Varlıklarını Koruma Kanunu’nun adı, doğal zenginliklerimiz yeni kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlanıncaya kadar “Kültür ve Tabiat” Varlıklarını Koruma’ydı; bu Kanun 80’lerde yürürlüğe girinceye kadar da mimarlık mirasını korumak için 50’lerde çıkartılan 1710 sayılı “Eski Eserler Kanunu” geçerliydi. O yıllarda geçmişin yapılarına “koruma kararı” alınabilmesi için yasaya da adını veren, “eski” ve “eser” olması gerekliydi... Buna aynı yasadaki “19. yüzyıl ve öncesinden kalma yapılar” vurgusu da eklenince, bir 20. yüzyıl binası ‘eser’ sayılsa bile ‘eski’ olmadığı için koruma güvencesi altına alın(a)mazdı. Bu “yanlış”lığı önce Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu (GEEAYK) düzeltmeye çalıştı. 1710 sayılı yasanın ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1/ Roma İmparatoru 1 Caligula’nın, konsül yaptığı iddia edilen 2 atının adı. 2/ Aylık... 3 Üzüntülü düşünce 4 durumu. 3/ “ Ekberg”: İsveçli sinema 5 oyuncusu... Uçurum. 6 4/ Kilime benzer, 7 renkli ve motifli uzun yolluk... Roman 8 ya’nın plaka imi. 5/ 9 Yakacak odun için 1 2 3 4 5 6 7 8 9 kullanılan, 1 metre küpe eşit hacim ölçüsü... Meyve 1 E N D E M İ K K ve sebzelerin suyunu ya da 2 Z A İ M L Ö V E yağını sıkarak çıkarmaya 3 O H M T E R A S yarayan aygıt. 6/ Rütbesiz 4 T İ S A T E N asker... Üzerine yapı yapıl 5 E Y T İ Ş İ M P mak için ayrılmış yer. 7/ İçi6R E A L Ş E O L ne sulu şeyler koymaya ya7 İ K İ R İ Z M A rayan kap... Divan edebiyaOM U Z tında beş mesnevinin bir 8 K A V T A Y T E Z A araya gelmesinden oluşan 9 yapıt. 8/ İzmir’in Selçuk ilçesindeki ünlü antik kent... Din işlerini devlet işlerine karıştırmayan. 9/ Don Kişot’un atının adı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Üstü kapalı olarak anlatma... Uzun tüylü bir köpek cinsi. 2/ Eski dilde ekmek... Kent elektrik akımını sağlayan kuruluş. 3/ Eskiden şairlerin kasidelerinde övgüsünü yaptıkları kişilerden aldıkları para ya da armağan... “Türkçem benim bayrağım” (F. H. Dağlarca). 4/ Satın alma... Bir nota. 5/ Bir renk... Kan gruplarında bulunan antijenin kısa yazılışı. 6/ Satrançta bir taş... Edirne’nin bir ilçesi. 7/ Hayvanın bir yanındaki yük... Yurdumuzda bir petrol bölgesi. 8/ Özsu... Doğal ve tarihsel özelliklerinden dolayı koruma altına alınan alan. 9/ Yurdumuzun batısında bir körfez... Kurnaz, açıkgöz. TÜRK KALP VAKFI 19 Mayıs Cad. No:8 Şişli / İSTANBUL Tel: (212) 212 07 07 (pbx) http://www.tkv.org.tr C MY B C MY B Ö Kalbinizi Koruyun
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle