25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 EYLÜL 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr KÜLTÜR 15 Yalanı yenmek u sezon Ankara Devlet Tiyatrosu’nda Bertolt Brecht’in “Cesaret Ana ve Çocukları” adlı oyununu çalışıyorum. Oyun bir laboratuvar metin gibi. Sanki Brecht, toplumun değişik kesitlerinden insanları alıp savaşın içine sokmuş ve çeşitli durumlar karşısında farklı davranışları, tepkileri, güdüleri inceliyor. Anlatılan Otuz Yıl Savaşı, ama 193839’da yazılmış metin, o sırada Avrupa’nın ufkuna tüm karanlığıyla çöken İkinci Dünya Savaşı’nın gelişi hakkında dâhice bir kehanet niteliği de taşıyor. Savaştan kim ne bekler, kim kazanır, kim kaybeder soruları oyundaki tüm kişilerde, ama en çok da Cesaret Ana’da somutlanırken, esas olarak seyircinin savaş gerçekliğini tüm boyutlarıyla sorgulaması amaçlanıyor. Savaş ve savaş hakkında yalanlar… Hayatımızın iki gerçeği… Zeynep Kuray’ın da içlerinde olduğu 44 sanıklı gazeteciler davası, bugün Çağlayan’da başlıyor atıldıklarını biliyorum. Diğerlerinin de… Bu memlekette aklı olan, vicdanı olan, gözü olan, kulağı olan herkes biliyor bunu. “İnsanlarım, ah, benim insanlarım,/ antenler yalan söylüyorsa, / yalan söylüyorsa rotatifler, / kitaplar yalan söylüyorsa, / duvarda afiş, sütunda ilan yalan söylüyorsa, / beyazperdede yalan söylüyorsa / çıplak baldırları kızların, / dua yalan söylüyorsa, / ninni yalan söylüyorsa, / rüya yalan söylüyorsa, / meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa, / yalan söylüyorsa / umutsuz günlerin gecelerinde ay ışığı, / ses yalan söylüyorsa, / söz yalan söylüyorsa, / ellerinizden başka her şey / herkes yalan söylüyorsa, / elleriniz balçık gibi itaatli, / elleriniz karanlık gibi kör, / elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun, / elleriniz isyan etmesin diyedir. / Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız / bu ölümlü, bu yaşanası dünyada / bu bezirgân saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.” (Nâzım Hikmet) Korkuyorlar sizden kızım, yalanı yenersiniz diye korkuyorlar. Yanılıyorlar kızım, bu memlekette yalanı yenemezsek yaldızlı fon perdelerinin öyle ya da böyle bir gün yırtılacağını, sahneye girecek dehşetin herkesin ve hepimizin üstüne çökeceğini göremiyorlar. Ticareti uğruna üç çocuğunu savaşta kaybettikten sonra perişan arabasıyla yine orduların peşine takılan, yine savaştan mucize bekleyen Cesaret Ana gibi acıdan ve felaketten de bir şey öğrenmiyorlar çünkü. Ama öğrenenler var, öyle umut etmek istiyorum. Ölümü kanıksatmak Gazeteciler davası Bir yandan provalara girip çıkıyorum, ama aklım da İstanbul’da. Kızım Zeynep Kuray’ın da içlerinde olduğu 44 sanıklı gazeteciler davası, bugün (pazartesi) Çağlayan’da başlıyor. 20 Aralık’taki ev baskınının ardından 24 Aralık’ta tutuklandılar ve ilk duruşmaya 10 Eylül’de çıkıyorlar. Neredeyse 9 ay sonra... Peki, bu 9 ayda neler oldu Türkiye’de diye düşünüyorum. Hepinizin bildiği olaylar, ölümler, artık gizlenmesine ola Sonra çevreme bakınıyorum, hayat son derece normal bir şekilde akıp gidiyor, sanki hiçbir şey yok? Korkuyorlar sizden malzeme yaptığını gizlemeyi muş gibi... Televizyon bile beceremeyen bir bayağıkanallarındaki tartışmalakızım, yalanı yenersiniz lık, duyarsızlık, zamana oynara, haber programlarına diye korkuyorlar. yan reklam arası oyuncuları... bakıyorum bazen. DuyarYanılıyorlar kızım, bu Tıpkı televizyon kanallarınlı birkaç ses dışında, memlekette yalanı da reklamların giderek uzayıp ABD’nin Irak işgali sırasında Batı medyasında yenemezsek yaldızlı fon programların kendilerinin “vesile”ye dönüşmesi gibi, yaşananları hatırlatıyorlar perdelerinin öyle ya da ölüm ve acı da artık bir “vesibana. Ölüm de sektörleşböyle bir gün le”... Son saat oyuncuları onmiş artık, ölümün haberlar. Bir tiyatro terimi değil bu, leri, ölümün tartışmaları, yırtılacağını, sahneye insanlık durumunun tarifi. ölümün uzmanları ciddi girecek dehşetin herkesin bir Bindikleri otomobille 1 saatbir sektör oluşturmuşlar. ve hepimizin üstüne lik mesafedeki devasa duvara O dil tüylerimi diken diçökeceğini göremiyorlar. doğru hızla yol alırken, yolun ken ediyor. Kanıksama iki tarafından oluk oluk akan değil bu, diyorum kendi kana şöyle bir bakıp bindiklekendime, başka bir şey, ri otomobilin özelliklerini tartışmaya debu insanlar ölümü kanıksadıkları için vam eden, o tartışmayı oynayan son saat böyle konuşmuyorlar, bu insanların işi, oyuncuları... mesleği ölümü hepimize kanıksatmak... Asıl sorun bu. ulüm bitmesin diyedir...’ Tekrarlandıkça anlamını yitiren, içi Ben senin niye içeride olduğunu biliyoboşaltılan sözcüklerden oluşan son derece rum kızım. O 44 gazetecinin niye içeri sınırlı ve sığ bir terminoloji, can pazarını Zeynep Kuray B nak kalmayan savaş hali, bir bir geçiyor aklımdan. Cezaevi görüşlerinde karşılaştığım, konuştuğum, Zeyno’nun bana tanıştırdığı o gencecik muhabirlerin, gazetecilerin, eski arkadaşlarımın, Büşra’nın, Ayşe’nin gülen yüzlerinin, ışıltılı gözlerinin kayıtlı olduğu bellek karelerimin ardında bir korku filmi oynuyor artık. Kan, ateş, dehşet dolu bir film... Latife’nin Zeytin Ağacı Zeytin ağaçlarının yaşı sorulmazmış, sorulursa ağaca darlık, zeytine azlık gelirmiş. Kimin yalancısıyım, kendimin. Yalancılığım da vakidir, ama galiba bu kez kıskançlık damarım kabardı, zeytinin yüzlerce yıl yaşamasını kıskandım. İnsan kıskançtır, niye, çünkü kısadır. Bir ‘rüya ağacı’ olarak Latife Tekin. Onu Ece Ayhan’a benzetiyorum, gerçi o mahalleden İlhan Berk’le daha yakındı, ama bu onun sokaktan da Ece Ayhan’la benzerliğine engel değildir. Ece’nin kendini ne şair, ne tarihçi, hatta sonunda ne de etikçi saydığı gibi, Latife de ne romancı, ne yazar, hatta ne de şair sayıyor kendini. Biz onu şair sayıyoruz tabii, yani şair olmak hem zaten çok zordur, hem de Latife Tekin gibi bazen bir büyücü, bazen bir cadı, bazen bir melek dururken, insanın kendine şair demesi daha da zordur. Cadı dedim, çünkü yalnızca iyilikle şair olmak nerdeyse olanaksız bir şey, biraz kötücül olmak da gerekiyor sanırım. 15 yıl önce Ahmet Filmer’le birlikte Gümüşlük Akademisi’ni kurdular, hayata bir kolektif ruhla katılan ve müdahale edenlerin diyalektiği orada cisimleşti adeta. O ruh, ya da cin diyelim zaten Latife’nin başyapıtlarından “Sevgili Arsız Ölüm”de, “Berci Kristin’in Çöp Masalları”nda çoktan şiir kılığına girmişti. Gümüşlük Akademisi Vakfı, 15 yıldır desteksiz, yardımsız sanat, bilim, kültür, edebiyat, kısacası hayatın her alanındaki etkinliklere açık olmayı sürdürüyor. Yazarların, sanatçıların evi olarak konuklarını ağırlıyor, onların yaratıcı süreçlerine ev sahipliği yapıyor. Küçük İskender’le başlattıkları şiir atölyesini bu ağustos sonu ben yürüttüm, haziranda da Müge İplikçi edebiyat atölyesi yapmıştı. 3 günlük atölyenin ilk gününde 6 hanım 1 bey vardı. ‘Bey’, 9 yaşında ilkokul 3. sınıf öğrencisi Haluk. Hanımlarsa Yüksel, Beril, Demet, Şebnem, Elif ve Zeynep. Küçük gölün kıyısında ben ordan burdan, şiirden yazıdan, dilden dizeden dem vururken, katılımcı arkadaşlarımdan öyle çok şey öğrendim ki, yaşam atölyesinde öğrenci oluverdim birden. Öğretmek yoktur, öğrenmek vardır, buna bir kez daha inandım. Hep birlikte ve karşılıklı öğrenmek. Sözgelimi Antep’te köylerde şöyle denilirmiş: “Bir köyde ne kadar çok eşek varsa, orada o kadar da iyi insan vardır”, Zeynep bunu söylerken, Demet Hanım da eşeklerle insanlar arasında şairler vardır, diyordu ve eşekler azaldığı için iyi insanların da azaldığını söylüyordu. ‘Uzun çocuk’ ve gençlik arkadaşımız İlhan Berk’i 4 yıldır anıyor Gümüşlük Akademisi, bu yıl da sabahtan gece yarısına dek süren bir anma gerçekleştirdi. Latife’ye İlhan Berk’in şiiriyle ‘Teşekkür’ ettik: “İşte bütün ama bütün bunlar için sana teşekkür ederim”. En çok da anlattığı mesel için. Latife, akademinin bahçesi için uzakyakın diyarlardan gelene gidene bitkiler ısmarlıyormuş. Akademinin bahçesi mi dedim, hayır aslında rüya avlusu demek istedim, kendisi hem bahçe hem avlu, hem ev hem sokak, hem dere hem göl, hem açığı hem kıyısı, hem ağaç hem orman, hem güneş hem gölge... bir yer. Turgutreis’te bir zeytin ağacının kesileceğini duymuş. O da akademiye bir zeytin ağacı arıyormuş. Nar, zeytin kutsal kitaplarda da kutsaldır ya, öyle olmasa da insanın kutsalı sayılır. Nar bereketli, zeytin ömürlü, incir içli, limon giderici... Zeytin taşınabilir bir ağaç, göçebe, bir başka toprağı da benimseyip yaşayabiliyor. Fakat taşınırken çok yaralanmış. İyileşmesi için de taze manda tezeği ya da mayısı gövdesine sarmak gerekiyormuş. Latife’yle Ahmet Filmer sabah taze manda tezeği aramak için çıkmışlar, ellerinde kovayla. Latife biraz sonra birden o sabah İstanbul Kitap Fuarı’nın açılacağını anımsamış. O yoğunluk, o kalabalık, yazar ve şair arkadaşları, koşuşturmaca, imza, konuşmalar... Gözünün önünde sesleriyle, görüntüleriyle belirmiş. “İyi ki burdayım” demiş, biz de öyle söylüyoruz, “iyi ki burdasın Latife”. (Tezeği bulmuşlar, yarasını sarmışlar, fakat zeytin ağacı öyle yorgunmuş ki, uyumuş.) ‘Z RHCP’NİN ÇOK EKRANLI DEVASA TEKNOLOJİK SAHNESİNDE BOL ENERJİ VARDI EYÜP BÜYÜKBOSTANCI’DAN KİŞİSEL SERGİ Alkolsüz acı Şili biberi ? Sahnede basmadık yer bırakmayan basçı Flea, Türkçe teşekkür ettikten sonra ezan sesine atıfta bulundu, ama çaldıkları mekânda alkol satışının yasak oluşu konusunda gıkı çıkmadı... MURAT BEŞER Halının modern yolculuğu Kültür Servisi Tekstil tasarımcısı Eyüp Büyükbostancı’nın ikinci kişisel sergisi Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde açıldı. Halı sektöründe uzun yıllar çalışmış olan Büyükbostancı’nın sergisinde, yeni bir modern halı koleksiyonu yer alıyor. Tasarımları bilgisayar desteği alınmadan, elde çizilen ve her tasarımdan bir halı üretilerek oluşturulan koleksiyon, 20 Eylül’e kadar görülebilir. Serginin katalog yazısını kaleme alan A. Necip Yeşiltepe, Büyükbostancı’yı, özgün kumaş ve halı deseni ta‘Hiiiç’... C MY B C MY B Benzine ayda 34 kez zam yapılan bir ülkede yaşıyoruz. Beleş çözüm var; arabanıza bir Red Hot Chili Peppers CD’si takın; araba onun gazıyla gider. Çok mu hayal görüyorum ya da Zihni Sinir okuyorum acaba? Eğer önceki akşam topluluğu Santral İstanbul’da izlediyseniz, bunun gerçekleşebileceğine ihtimal verirdiniz. Bu adamların enerjilerinin nereden geldiği meçhul; hangi yiyeceklerin bunu sağladığını da henüz hiçbir beslenme uzmanı bulamamış. RHCP’ın çok ekranlı devasa teknolojik sahnesi, son albümünden “Monarchy of Roses” ile açıldı. İlk dikkati çeken şey, gitarcı Josh Klinghoffer’ın geçirdiği bir operasyon nedeniyle sahneye koltuk değnekleriyle gelişi ve üzerine geçirdiği Türk bayrağı tişörtüyle oturarak çalması. 2009’dan beri gitarcı John Frusciante yok. Genç gitarcı Josh, dokusal dinamikleri, şehvetli dokunuşları, şehvetli melodileri onun kadar iyi çalabiliyor mu? Bu tartışılır, ama kesin olan bir şey var ki Josh bu toplulukta zayıf halka değil. Mekânın her kategorisi hınca hınç; Avustralya, Ukrayna, Güney Afrika, Japonya; dünyanın dört bir tarafından gelenler var. Stadyumda 40 bin kişiye çalan Metallica’nın rekoru egale ediliyor. Demek ki burası küçük gelmiş. Ayrıca bu durum, belli bir mesafeden sonra sahnenin görülebilirliğini ortadan kaldırıyor. “Dani California”dan sonra sahnede basmadık yer bırakmayan basçı Flea, Türkçe teşekkür ettikten sonra ezan sesine atıfta bulunuyor, ama çaldıkları mekânda alkol satışının yasak oluşu konusunda gıkı çıkmıyor; böylece geldikleri ülkenin gerçeklerini merak etmeyen müzisyenler listesinde yerini alıyor. Üzerinde “OFF!” yazan şapkasıyla solist Anthony Kiedis, “Can’t İçine İstanbul sözcüğünün sıkıştırıldığı “Did I Let You Know”da konuk sanatçı İlhan Erşahin’di. sarımı yapan Bedri Rahmi, Jale Yılmabaşar, Özdemir Altan, Zeki Faik İzler, Devrim Erbil ve Hamdi Ünal’ın ardından gelen neslin seçkin isimlerinden biri olarak niteliyor. Marmara Üniversitesi’nde üç yıl eğitmenlik yapan, desen uzmanlığı yanında fotoğraf, şiir, batik gibi sanatın diğer kollarında da eserler veren Büyükbostancı’nın ALIVE ve Beşiktaş Yaşam dergilerinde yazıları, gazetemizde de şiirleri yayımlandı. Anthony Kiedis Stop”ın ardından üzerinde “Hayat bir yolculuktur” yazılı tişörtünü sıyırıyor ve onu en çok gördüğümüz elbisesiyle, çıplak dövmeli derisiyle kalıyor sahnede; bir de bir bacağı kısa, bir bacağı uzun pantolonu. “Scar Tissue”de meşrubatla kafayı bulmaya çalışan kalabalık dalgalanmaya başlıyor; bunda arada atak tazeleyen solocuklar geçen kinetik davulcu Chad Smith’in payı büyük. Topluluk bu turne için yardımcı bir klavyeci bir de perküsyonist istihdam etmiş. Esnek ve silikon tonlu çizgilerle geçiliyor “Charlie”. İçine İstanbul sözcüğünün sıkıştırıldığı “Did I Let You Know”da konuk sanatçı İlhan Erşahin geliyor; duyulmayacak kadar düşük tonlanmış saksofonuyla kısa bir solo yapıyor. Bu topluluğun sahnede animasyonlu bir vücut dili var; onları dünyanın en iyi performans topluluklarından biri yapan şeylerden biri de bu. İnsanın yüreğini hoplatan hareketler yapıyor, endişe verici pozisyonlara giriyorlar. Flea’nın elleri üzerinde sahneyi boydan boya geç mesi, lakabına yakışır şekilde pire gibi tek sıçrayışta monitörlerin üzerine çıkması gibi... Gişe rekorları kıran stadyum marşları “Under The Bridge”, “Californication” ve “By The Way”in arasına, bir hafta sonraki Stevie Wonder konserini hatırlatırcasına “Higher Ground” giriyor. Rock’n roll’un acımasız dünyasında 3 onluğu devirmişler bir topluluk olarak; hatta bazı üyeleri seneye 50. Gelin görün ki ne müzik endüstrisinin vahşi koşulları ne de sahnenin zehirli tozu onları pek eskitmemiş gibi. Sanki emekli olmayacaklar. Biste punk ve funk köklerine daha bir kuvvetli basarak üç şarkı daha hediye ediyorlar: “Suck My Kiss”, “Soul To Squeeze”, “Give it Away”. Çıkışta daracık bir yola yönlendirildik; hacı adayları gibi, ne de olsa Kâbe’yi tavaf etmiş bir haleti ruhiye içindeydik. Tüm giriş çıkış işkencesine, yol sefaletine, fiziki açıklarına, mekânın uygunsuzluğuna karşın değdi mi, değdi. O gece her şey çok zordu, ama aynı zamanda heyecan verici... Ölmeden önce dinlenmesi gereken 1001 albüm kitabında “Bob Marley, Black Sabbath ve Bart Simpson; işte RHCP” diye yazar. Bunlara Atom Karınca’yı da ekleyebilir miyiz? (muratbeser@muratbeser.com) Paul McCartney’ye Ulusal Liyakat Nişanı ? Kültür Servisi Efsanevi Beatles grubunun unutulmaz ismi Paul McCartney, Fransa’nın Ulusal Liyakat Nişanı’na (Légion d’Honneur) değer görüldü. Cumhurbaşkanı François Hollande, “Hey Jude” ve “Yesterday” gibi unutulmaz şarkıları yazan ve seslendiren 70 yaşındaki McCartney’ye, Fransa’nın en yüksek ödülü olan Liyakat Nişanı’nı Elysee Sarayı’nda gerçekleştirilen tören ile verdi. Ünlü şarkıcı geçmişte de Britanya Kraliçesi 2. Elizabeth tarafından da “Sir” ilan edilmişti. Rijksmuseum tekrar açılıyor ? Kültür Servisi Amsterdam’ın ünlü müzesi Rijksmuseum, 10 yıl sonra, Nisan 2013 yılında yeniden halka açılacak. Geçen aylarda Sakıp Sabancı Müzesi tarafından “Rembrant ve Çağdaşları Hollanda Sanatının Altın Çağı” sergisi kapsamında bazı eserleri Türkiye’ye getirilen müzenin ana binası 2003 yılında restorasyon ve modernizasyon için kapılarını kapatmıştı. Tadilat sonrasında Rijksmuseum’a ziyaretin iki katına çıkması umuluyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle