18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 AĞUSTOS 2012 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Ataerkil Sevgi Anlayışı ve Kadın Bir Genel Af Beklentisi... Sık sık genel aflar çıkarılırdı bir zamanlar!.. Bir tanesi, Rahşan adını taşıyordu. Başbakan Bülent Ecevit’in eşi!.. Hapishaneler bir anda boşaltıldı. Önce herkes alkışladı, ama çok geçmeden de eleştirmeler!.. Durup dururken neden af? Ne gereği vardı gibi sözler!.. Her af olayında toplumda önce bir rahatlama olur, ama sonra başlar kötülemeler!.. Bu kaçıncısı!. Genel aflar bir topluma yararlı mıdır, yoksa daha mı kötüdür? Afla çıkanların bir kısmı yeniden cezaevine döner, bu yüzden de af karşıtları “Biz demedik mi” diye söylenirler... ??? 1950 yılında da bir genel af olmuştu. Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden birkaç gün önceydi. Yeni iktidar da affa karşı çıkmadı. Tüm cezaevleri, hapishaneler bir anda boşaldı. Bu arada sevgili şairimiz Nâzım Hikmet de bu aftan yararlanmıştı. Bir süre geçti. Bir de baktık Nâzım Hikmet bir yabancı vapurla Rusya’ya gitmiş... Oysa hapisten çıktığından beri gözaltında idi. Evinin, kapısının önünde korumalar, gözleyenler vardı. Kimi simitçi, kimi dondurmacı, kimi bilmem ne, ama hepsi polis!.. ??? Ben şaşmışımdır; bunca korunan, saklanan, bir yere gitmemesi için takipte bulunulan şair, nasıl olmuş da yoldan geçen Rumen vapuruna bir motorla gitmiş... Yıllar sonra öğrendik, bir genç, motoruyla onu yoldan geçen gemiye götürmüş, olmuş bitmiş!.. Kaçmaması için bütün tedbirler alındığı halde nasıl olmuş da Nâzım Hikmet bu işi başarmış; demek bilerek kaçmasına göz yumulmuş!.. O günlerin hükümeti Nâzım’ın ülkeden gitmesini mi istemiş, buna bilerek mi göz yummuş!.. Nerdeyse, askere alınacaktı Nâzım! Oysa Deniz Harp Okulu’ndan çıkmıştı. Ama bilinmezdi, belki de askerde öldürülürdü! En iyisi, dünyaca tanınan bir büyük şairin ülkesinden uzaklaştırılması iktidardakiler açısından çok daha iyiydi. ??? Gelelim genel af konusuna!.. “Rahşan affı”nı niye anımsatıyorum. Rahşan Ecevit’in yaptığını niye Emine Erdoğan yapmasın! Emine Hanım da genel bir aftan yana niye olmasın? Rahşan, bu eylemiyle tarihe geçti, Emine Erdoğan da tarihte yer almak istemesin? Evet, toplum büyük bir genel af bekliyor, asker sivil herkes! Ataerkil toplumlarda yaygın olan kadına yönelik şiddet, aslında söz konusu toplumun kadından ne kadar korktuğunun da bir göstergesidir. Bunun içindir ki bu tür toplumlarda sevgi anlayışı şiddetle iç içedir. Burada anlatılmak istenen, sadece fiziksel şiddet değildir. Yrd. Doç. Dr. Ayşe Atalay MÜ Beden Eğitimi ve Spor YO lkemizde kadına uygulanan şiddet; en hafifi dayak olmak üzere artık kıyım boyutlarına erişmiş durumda. Kadına uygulanan şiddet süregeldiği gibi, bazen insanın mantığının ve insani değerlerinin kavrayış sınırlarını zorlayan nedenler gösterilerek gerçeklik kazanıyor. İşinden evine yarım saat geç gelmek bile, bir kadın için vahşetle karşılaşmanın bir nedeni olabiliyor. Gazetelerin 3. sayfaları ülkemizde kadına çok yaygın olarak uygulanan vahşet haberleriyle dopdolu. Bizi en çok şaşırtan durum ise cinayet işleyen kocanın ya da sevgilinin, mağduru sevdiğini öne sürerek eylemini işlediğini beyan etmesidir. O zaman bu noktada toplum olarak sevgiden, sevme eyleminden ne anladığımızı irdelememiz gerekir. Daha doğrusu ataerkil toplumlara şırınga edilen sevgi anlayışı en çok kimleri egemenlik altına alıyor, en çok kimleri baskı altında tutuyor? Ü tün insancıl duygu ve düşüncelerin sevilen insana yöneltilmesinden başka bir şey değildir. Bu bakımdan sevginin amacı da yaşatmaktır, yeşertmektir, can vermektir, can almak değil. Aydınlanmacı usa baskı Uluslaşma aşamasını tamamlayamamış, dolayısıyla gelenek ve göreneklerin, feodal değerlerin ve bu arada dinin aydınlanmacı usa baskın olduğu bizim gibi toplumlarda, bir insanı (burada bir erkek için kadını) sevmek, onun üzerinde her türlü kültürel, geleneksel ve cinsel hegemonya kurmanın bir aracı olmaktadır. Bu durum da ataerkil sevgi anlayışını beraberinde getirmektedir. Böylece ataerkil toplumlarda kadın, üzerinde her türlü baskının gerçekleşmesi gereken ve bu baskının gerçekleştiği ölçüde erkeklik tanımının yapıldığı bir nesne konumuna indirgenir. Böyle toplumlarda kadının kendini gerçekleştirmeye yönelik çabaları hoş karşılanmadığı gibi, kadın bu çabalarının bedelini bazen yaşamı pahasına öder. Ataerkil sevgi anlayışında ölüm sevgisi yaşam sevgisine ağır basar. Oysa gerçek sevgi, sevilenin onuruna, kişiliğine, fiziksel ve ruhsal bütünlüğüne saygıyı önkoşul olarak içine alır. Ataerkil sevgi anlayışında ise sevileni bireysel özellikleriyle, ona içten bir saygı duyarak kabul etmek yerine kaba, ilkel bir sahiplenme duygusu ön plandadır. Bu bakımdan ataerkil sevgide Sevginin amacı Yaşatmayı değil, yok etmeyi sevgiyle eşdeğer tutan bir toplum, ataerkil bir toplumdur. Çünkü ataerkil toplumlarda birini sevmek; ona hükmetmekle, onun üzerinde sosyal, kültürel ve ekonomik olarak hak iddia etmekle, başka bir deyişle sevilenin tüm kişilik ve insan haklarına tecavüz etmekle, bu hakları despotluk derecesinde tanımamakla eşdeğerdir. Oysa gerçek sevgi, sağlıklı bir sevgi anlayışı bü kadın asla ve asla kendine özgü kişilik özellikleri olan, bağımsız ve özgür bir birey olarak kavranmaz. Ataerkil kültür kadına, sosyal, dinsel ve kültürel toplumsal yapılara bağımlılığı ölçüsünde yer verir, yaşama hakkı tanır. Ondan tek beklenen şey, sadece ve sadece boyun eğmesi ve ataerkil kültürün uzantıları olan toplumsal kurumların varlığına uygun olarak hareket etmesidir. Bir toplum yaşama sevincine kadını da ortak ettiği ölçüde ataerkilliğin o donuk, tekdüze, otoriter ve hiyerarşik egemenliğinden sıyrılmaya başlar. Ataerkil toplumlarda yaygın olan kadına yönelik şiddet, aslında söz konusu toplumun kadından ne kadar da korktuğunun da bir göstergesidir. Bunun içindir ki bu tür toplumlarda sevgi anlayışı şiddetle iç içedir. Burada anlatılmak istenen, sadece fiziksel şiddet değildir. Sözel, tinsel şiddet de ataerkil sevgi anlayışının gizli ya da açık örnekleridir. Berdel, başlık parası, beşik kertmesi gibi gelenekler ataerkil kültürün bir parçası olup, ataerkil sevginin aslında ekonomik ve sınıfsal çıkarların feda edilmemesi için kadına sunulan sözüm ona sevme biçimleridir. Bir insanın diğerini sevmesi için önce kendini tanıması gerekir. Ataerkil kültür ise kadına, kendini tanıma yolunda arayışlara girmesine şiddetle karşı çıkar. Bu bakımdan böyle bir sevgi anlayışı şiddet ve salt cinsellik temeline oturmuştur. Bu tür sevgide hegemonik, hiyerarşik bir yan vardır. Eşitlikçi değildir. Yaşatmaya değil yok etmeye koşullanmıştır. Bundan ötürü de uygar, modern bir sevgi anlayışının aksine patolojik yanları ağır basar. Burada toplum olarak üzerimize düşen görev ise, sözünü ettiğimiz patolojik sevgi anlayışı yerine, yapıcı, barışçı ve dingin bir sevgi anlayışını beyinlerimize kazımaktır. Tayyip Bey Atatürk’ün Kızları ile Olimpiyatta Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR u talihin cilvesine bakar mısınız? Bir kara mizah gibi. İslamcı iktidarın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan laik Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden 66 sporcu genç kızımız ile birlikte olimpiyatlara gitti. Onlar modern kıyafetleri ve açık başları ve saçları ile temsil ettikleri ülkelerine uluslararası arenada başarı müjdeleri ulaştırmak için bütün güçlerini ortaya koyacaklar. Onları ilgi ile, coşku ile, heyecanla izleyeceğiz. Bu iktidarın ve Tayyip Bey’in hararetli destekçilerinden bir ilahiyat profesörü “örtünmeyen kadınlar fuhşu davet ederler” demiş ve Türkiye’nin laik, modern, başı açık kadınlarını fahişelik eğilimi taşımakla suçlamıştır. Bir başka profesör de “Biz laiklerle birlikte yaşayamayız, onlara ancak tahammül ederiz” buyurmuştur. İlahiyat fakültelerinde öğretim yapan profesörler için iktidar tarafından herhangi bir soruşturma, hatta eleştiri söz konusu olmamıştır. Düşünceleri doğrultusunda eğitim ve öğretime devam etmektedir. Şimdi ülkenin başbakanı, bu benzersiz ve ağır itham ve suçlama altında bırakılan, eşine ve kızlarına hiç benzemeyen kızlarımızla birlikte Londra’da Olimpiyatlarda, uluslararası arenada arzı endam etti. Bu olgu Sayın Başbakan’ın iç dünyasında nasıl bir dalgalanma yaratacak ve onun gelecekle ilgili planlarını nasıl etkileyecektir, merak etmeye değer. Eğer karizmatik liderliğini ve gücünü koruyabilirse önümüzdeki yıllarda sıkı sıkıya bağlı olduğu inançlarına hiç de uygun düşmeyen bu çarpıcı ve paradoksal durumun süregelmesine izin verecek midir? Yakın bir tarihte “Memlekette dekolte aldı yürüdü” dediği iyi biliniyor. Bu defa bütün dünyadan dekolte kızları izlerken belki tutumunu belirleyecektir. Bunları ve siyaset dünyamızdaki gelişmeleri önümüzdeki yıllarda merakla izleyeceğiz. Not: Başbakan Tayyip Bey Londra’ya vardığında, yıllardır nedenini bilmeden hapiste tutulan ve yıllardır toplumun vicdanında bir yara gibi işleyen davaların mağdurlarının tahliye talepleri bir kez daha reddedildi. Bu haberi Başbakan nasıl karşılamıştır bilemeyiz. Yarışmacı genç kızlarımızın morallerini sağlam tutmalarını dilerim. Ş Pes Yani… Nusret ERTÜRK nkara Yeni Sahne’de bir oyun izlemiştim. Eve giren hırsız yakalanır, elleri arkada kıskıvrak bağlanır. Tam burada hırsızın, “Ama yaptığınız haksızlık!” demesi, uzun uzun gülüşmelere neden olmuştu. Pes yani... Ünlü sanatçı Müjdat Gezen’e sordular: “Bugüne değin, şunu keşke yapmasaydım.’’ dediğiniz oldu mu? “Oldu!” dedi. “Bursa’da Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ni keşke yapmasaydım!” “Neden?” “Bursa’nın en güzel binasını A yaptım sanat merkezi diye. Belediye ruhsat vermiyor!” Pes yani... Hangisi haksızlık? Hırsızlık mı? Hırsızı yakalamak mı? Yavuz hırsız, ev sahibini bastırırmış. Ne zamana değin? Benzeri olayları her gün sıkça görmek olası. Bir yazlık yerleşim yerinde birileri, onlarca komşusunu, sudan nedenlerle mahkemeye verir. Davacının sağlam dalı olmayınca daha ilk duruşmada mahkemeyi kaybeder. Üstelik, mahkeme giderleri de pek yüklü gelir üstüne. Bizimkinin, onca parayı nasıl öde yeceği konusunda aklı şaşar, kendi kendine yüksek sesle söylenir. “Ama, bu paraları bana ödetmek vicdansızlıktır!” Öyle mi? Komşularını, bir hiç uğruna mahkemeye vermenin adını ne koyalım dersiniz? Pes yani... Okullardaki 4+4+4 düzenlemesiyle, pek çok branşta öğretmen açığı çıkacağı görüldü. Üç yüz bin genç öğretmen, alan dışında bekliyor. Onları gören yok. Bakanlığın çözümü ne? “Mahalli olanaklardan yararlanılsın!” Kimlerden? Kimlerden mi de sorulur mu? Mollalar, meleler ne güne duruyor? Bu kararı, hangi bilim kurulu verdi acaba? Her şey olur da işte bu olmaz. Öğretmenliğin yedeği yoktur. Eğitimdeki, öğretimdeki hatalar o topluma verilecek en büyük kötülüktür. Çocukların, gençlerin geleceklerini açıktan çalmaktır. Buna kimsenin hakkı yoktur. Mustafa Kemal, Cumhuriyeti öğretmenlerle kurdu dense yeridir. Ya şimdi? Dayatılan eğitim ucubesiyle gelen hırsızlıkları sayalım: Çocukların, gençlerin gelecekleri çalınıyor. Yüz binlerce genç öğretmen adayının umutları karartılıyor. Ülkenin aydınlığı yok ediliyor... Pes yani... İnsan, pes der fakat pes etmemeli... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle