18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 AĞUSTOS 2012 PAZAR [email protected] 14 KÜLTÜR Fazıl Say’ın ‘Mezopotamya Senfonisi’ni dinlerken kendimi bir masal dünyasının içinde buldum Anka kuşunun kanatlarında ZEYNEP ALTIOK AKATLI Benim yaşantımda masalların büyük yeri vardır. Her çocuk elbet masallarla büyümüştür. Ancak bana çok erken yaşta alınan Pertev Naili Boratav’ın “Az Gittik Uz Gittik” adlı derlemesi ile çıktığım masal yolculuğu babamın bana okuduğu masallar ve bu kitaptan okuduğumuz masalları resimlemesi ile farklı bir yer edindi yaşamımda. Masalların felsefe ve edebiyat bağını o yaşta henüz net anlamasam da yolculuk ettiğim dünya bu dünyaydı. Doğu’nun gizemi ile de masallarda tanıştım ilk. Edebiyatta masalsı destan yansımalarının takipçisi oldum. Kaf Dağı’nın ardında yaşayan Anka kuşuyla tanışmam böyle oldu. Babam çizmişti kitabımda masalının yanı başına. Zümrüdüanka, uçuşan tüylerinin uçlarında mücevherler ve başında gösterişli bir tacı olan müthiş bir kuş ve o kuş aşabiliyor en yüksek dağları, gidebiliyor en bilinmeze... Sonraki bir tarihte babam şu dizeleri yazacaktı: “Ömrümce kendimi hep sözde buldum / Söz cehennemdi yanıp kavruldum / Yeniden doğdum kendi külümden / Ben Anka’ydım konuşuldum…” Masallar tuhaf bir şekilde pek çocuklara göre olmayan kötülükler ve karanlıklarla doludur ama her nasılsa mutlu sona ulaşırlar. Bizim için öyle olmadı. Evet Sivas göğüne süzülen 35 insan ve babam küllerinden doğdular belki ama benim Anka’yla ilişkim değişti… Yakın dostum Fazıl Say’ın “Mezopotamya Senfonisi”ni dinlerken kendimi çok iyi tanıdığım bir masal dünyasının içinde buldum. Gizemli Doğu’nun masalsı dünyasında bir yolculuğa çıkarttı bizi Fazıl. Kâh kara bir atın sırtında iz sürüyor gibi dolaştık aylı gecede, kâh Dicle’nin sakin sularınde yüreğimizi dinlendirdik. Fazıl’ın müziği önünüze bir dünya açar, kendi içinize yolculuk başlatır. Onun istediği yere gidersiniz, onun içini görürsünüz, ama hep dinlediğiniz müzikten fazlasına akarsınız. Kendi içi ? Fazıl’ın müziği önünüze bir dünya açar. Kendi içinize yolculuk başlatır. Onun istediği yere gidersiniz, onun içini görürsünüz, ama hep dinlediğiniz müzikten fazlasına akarsınız. Derilerde duran, henüz tanışmadığınız düşüncelere, duygulara varırsınız. nizde gerilerde, derinlerde duran henüz tanışmadığınız düşüncelere, duygulara varırsınız. Öylesine gerçek çalar. İşte İstanbul Kongre Merkezi’nde 3500 kişi ile birlikte nefesimi tutmuş dinlerken “Mezopotamya Senfonisi”ni, salonun üzerinden göğe yükseldim. Masala göre Horasan dağlarında yaşayan peri padişahının kızına kavuşmak için Anka kuşundan yardım ister delikanlının biri. Yol boyunca kuş gak deyince su, guk deyince et ve recektir. Aklıma düştü bu masal. Bütün kötülüklerin arasında Fazıl’ın dostluğunun benim için anlamını düşündüm. Fazıl, Anka kuşuydu. Onun sırtında gezdim önce salonu sonra Mezopotamya’yı. Beyaz kanatlarını her çırpışında yükselerek. Önce orta sıranın arkasında annemi aradı gözlerim. Birlikte geldiğimiz son konserde yan yana oturduğumuz koltukta dinliyormuydu acaba? Öyleyse hep üzerine titrediği Fazıl’ın “İstanbul Senfonisi” için duyduğu heyecanın çok üstünde bir mutlulukla dinleyecekti “Mezopotamya”yı… Theremin’in sesinde, o kadın çığlığında Fazıl’ın kanatlarında anneme meleğin sesini gönderdik. Savaşın, ölümün sularında, kötülüğü yakından tanıyan ve bilen biz iyilik için yükseldik. Müzik bittiğinde tüm salon ayakta haykırıyordu. Alkışlar 20 dakika dinmedi. Salonun coşkusu, bu toprakların insanlarının ortak yönleri ve kendi sanatçımıza sahip çıkma, destek olma dürtüsü ile biraz daha anlaşılabilir belki. Ancak bir başka noktaya dikkat çekmek isterim. Fazıl’ın dostu olarak Türkiye’de hemen her konserine git tim. Dortmund’da “İstanbul Senfonisi”nin, Hamburg’da “Hayyam Konçertosu”nun dünya prömiyerlerini izledim. Salonu kuşatan aynı coşkuyu oralarda dostumun başarısından öte sevgili ülkemin gururu ile de yaşadım. Her seferinde Fazıl o kadar büyüdü ki tarif etmek güç. Çok iyi tanıdığım arkadaşımın bambaşka yönlerini keşfettim. Fazıl iyi dosttur. Duygusaldır, asidir, fevridir, derindir, iyidir! Bazen serttir, kestirip atar. Kapalıdır. Hızlıdır. Yetişemezsiniz. Onu iyi tanıdığımı düşünüyorum. Her yeni eserde en iyisi bu diyorum. En tepede Fazıl! Bunun üstü yok, olamaz! O her seferinde şaşırtıyor beni. Hep daha büyüyor, hep daha yükseliyor. Bilmediğim yönleri, kültürel derinliği, donanımı dökülüyor önüme. Ne zaman, diyorum. Nasıl, diyorum. Beni şaşırtmayan tek şey yüreği, toprağına, insanına ve müziğine bağlılığı. Ne yazık ki Fazıl’a suyu da, eti de çok görenler, onu anlamayanlar çok ülkemizde. Müziğini bilmediklerinden, kulak vermediklerindendir. Onu tanımanın en iyi yolu müziğinden geçer, ancak şimdilerde bir kitap çıktı. Jürgen Otten tarafından kaleme alınan ve Almanya’da yayımlanan “Fazıl Say” kitabı onu tanımak için iyi bir fırsat. Bu kitabın Türkçesi Kırmızı Yayınları tarafından okuyucuya sunuldu. Piyanist, besteci ve dünya yurttaşı Fazıl Say’ı bu kitapta birçok farklı yönüyle bulabilirsiniz. Muhalif kişiliğini, dünya görüşünü, eserlerinin ardındaki felsefeyi, yaşamını öğrenebilirsiniz. Onun yurtdışındaki başarılarına tanıklık edebilirsiniz. Kitapta anekdotlar, söyleşiler, enstantaneler var ama elbet sadece Fazıl var. Yazının başında bahsettiğim masalın sonunda et kalmaz. Delikanlı, kuş et istediğinde baldırından bir parça verir. İhtiyaç olmayacaktır ama o son parça bendedir. Ben Fazıl için yazdığımda, övdüğümde dostudur ondan diyebilirler. Bilmezler. Ben hep yeniden tanışırım Fazıl’la. Daha yeni tanıştık. “Mezopotamya Senfonisi”nin ardından Haliç’in sularında başladı dostluğumuz yeniden… Yaşasın Atatürk’ün Kızları! Aslı Çakır Alptekin’i, Gamze Bulut’u, Nur Tatar’ı ve sevgili Merve Aydın’ı kutluyorum. Onlara sımsıkı sarılıyor, kucaklıyorum! Onlarla gurur duyuyorum ve hemen ardından şunları düşünmeden edemiyorum: Ah benim canım memleketim! Çelişkiler arasında savrulan ülkem! “Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” diyeni kendisine hükümdar seçen ülkem! İmamlar, hacılar, hocalar, kadın bedenini lanetlerken… İktidar sahipleri kadın bedeni üzerinde hak iddia ederken… Bu ülkeyi yönetenler sahnedeki balerinin bacağından rahatsız olurken… Antik heykeli günah diye bellerken… Ülkenin Sağlık Bakanı “Tecavüze uğrayanların bebeklerine biz bakarız, yeter ki kürtaj yasaklansın” derken… Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara’nın belediye başkanı kürtajla ilgili olarak “Çocuğun ne suçu var, anası kendini öldürsün” diye fetva verirken… Zaten “namus”, “ahlak” diye diye kadınlar ha bire öldürülürken… Kadın katliamı, öldürenin yanına kâr kalırken… Kadını ve kadın bedenini lanetleyenler baş tacı edilirken… İşte bu ortamda bir Aslı Çakır Alptekin çıkıyor, bir Gamze Bulut çıkıyor… Altın madalya, gümüş madalya, ertesi gün ülkem topyekun onları bağrına basıyor. Başbakan kutluyor, dinci ve yandaş gazeteler yine de haberi fotoğrafsız veriyor! Ne de olsa bacaklar, kollar, boyun ve omuzlar, bel ve karın görünüyor! Hasta kafalar bunları günah sayıyor! Beyler! Onlar Atatürk’ün kızları! Cumhuriyet kızları! “Muasır medeniyet”e inanmış kızlar! Çağdaş uygarlığın gereğini yerine getiren kızlar! Onlarda bir sorun yok! Sorun sizde! Hem başı açık kadını perdesiz eve benzeteceksiniz; “dekolte aldı başını gidiyor” diye yakınacaksınız; kolu bacağı göründü diye günahkâr sayacaksınız hem de madalya getirdiler diye onları kutlayacaksınız! Bu ne riyakârlık, ne sahtekârlık! Bu ne yalancılık! Oha yani! Bir gazeteci de çıkmış, olimpiyatlardaki kadın sporcuların bedenlerine takmış, fırsat bu fırsat kadınları aşağılıyor… Bir kez daha beyler; kadın bedeni güzeldir! Tıpkı erkek bedeni gibi güzeldir! Kadın sporcunun bedenini yaptığı işten (burada söz konusu olan spor eyleminden) soyutlarsanız, onu sadece et deri, kas, adale, meme, popo, baldır, bacak diye parçalara ayırıp değerlendirmeye çalışırsanız, kafanızdaki hastalığı ortaya koymuş olursunuz! Bu neye benzer biliyor musunuz: Doğum yapan ya da süt veren kadını pornografik bulmaya; antik heykelde ahlaksızlık görmeye; bale temsilini izlerken bacak arasına yoğunlaşmaya ve sırf bu nedenle sahneye bakmamaya benzer! Görüntü her şey demek değildir! Görüntüyü, birikiminden, tarihinden, coğrafyasından, toplumsal kimliğinden ayıramazsınız! İki gündür Aslı Çakır’ın, Gamze’nin 1500 metre koşularını izliyorum internette. Tanrım ne kadar güzeller! Ah bir de 800 metre koşuda sakatlandığı halde, o acıya rağmen yarışı bitiren Merve Aydın’ı izliyorum. Gözyaşı içindeki yüzüne ve kıvranan bedenine bakıyorum. Tüm olimpiyat stadının onu nasıl alkışladığını duyar gibi oluyorum. Merve Aydın’ın sakatlanma anı 53 bin kez izlenmişti dün sabaha kadar. “İşte olimpiyatların gerçek ruhunu yansıtan sahneler” tümcesi görüntüye eşlik ediyordu! Gerilmiş bedenler, öne uzatılan başlar, uzayan boyunlar, tere karışan acının ya da sevincin gözyaşları… Muhteşemsiniz! Çok güzelsiniz! Hepinizi kutluyorum, Atatürk’ün sevgili kızları! Bugün 12 Ağustos. Can Yücel’in ölüm yıldönümü… 1999 yılında onu yitirdiğimizde, dizelerden kahkaha çiçekleri ve zehir zemberek eleştiri okları üreten, şiirimizin bu afacan çocuğu 73 yaşındaydı… Dün haberini okudunuz. Ailesi, mezarını kıranlar bulunup suçlular cezalandırılıncaya dek Datça’daki “Can Evi”ni kapattı. Doğru bir karar. Can Yücel’i “Buluşmak Üzere” adlı şiiriyle sevgiyle, saygıyla anıyorum: “Diyelim yağmura tutuldun bir gün/ Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek /Öbür yanda güneş kendi keyfinde /Ne de olsa yaz yağmuru /Pırıl pırıl düşüyor damlalar /Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın /Dar attın kendini karşı evin sundurmasına /İşte o evin kapısında bulacaksın beni Diyelim için çekti bir sabah vakti /Erkenceden denize gireyim dedin / Kulaç attıkça sen /Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan / Ege denizi bu efendi deniz /Seslenmiyor / Derken bir de dibe dalayım diyorsun /İçine doğdu belki de / İşte çil çil koşuşan balıklar /Lapinalar gümüşler var ya /Eylim eylim salınan yosunlar /Onların arasında bulacaksın beni “Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya /Çakmak çakmak gözleri /Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı / Herkes orda sen de ordasın / Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından /Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim /Özgürlüğe mutluluğa doğru /Her işin başında sevgi diyor /Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili /Bi de başını çeviriyorsun ki /Yanında ben varım.” Kadın bedeni güzeldir ? Kültür Servisi 2012 Nobel Barış Ödülü adayı Antakya Medeniyetler Korosu, ağustos ve eylül ayı boyunca beş ili kapsayan bir turneye çıkıyor. Antakya’da yaşayan üç semavi dine mensup yaklaşık yüz yirmi kişiden oluşan kora turnede Türkçe’nin yanı sıra Lazca, İbranice, Ermenice şarkılar söyleyecek. Topluluk, 29 Ağustos’ta Afyon’da, 30 Ağustos’ta Aydın’da, 31 Ağustos’ta İzmir’de, 1 Eylül’de Didim’de ve 2 Eylül’de ise Çeşme’de sahnede olacak. Antakya Medeniyetler Korosu turnede Kültür Servisi “Pandora’nın Kutusu”, “Bulutları Beklerken”, “İz” gibi ödüllü filmlerin yönetmeni Yeşim Ustaoğlu’nun senaryosunu yazıp yönettiği yeni filmi Türkiye, Fransa ve Almanya ortak yapımı “Araf”, 21 Eylül’de gösterime giriyor. İki gencin hikâyesinin anlatıldığı film, Venedik Film Festivali ve Adana Altın Koza Film Festivali yarışma filmleri arasında yer alıyor. ‘Araf’ 21 Eylül’de gösterime giriyor ? Kültür Servisi Ressam Edis Tezel’in Bodrum Sualtı Müzesi Haluk Elbe Sanat Galerisi’ndeki 22. kişisel resim sergisi 19 Ağustos’a kadar devam ediyor. Edis Tezel, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde Şeref Akdik, Cemal Tollu ve Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyelerinde 4 yıl öğrenim gördükten sonra ilk sergisini 1965’te İstanbul’da açtı. www.ediztezel.com Edis Tezel sergisi Bodrum’da FORBES DERGİSİNE GÖRE JAMES PATTERSON BİR YILDA 94 MİLYAR DOLAR KAZANDI Gerilim kazandırıyor İÜ Jeoloji Koleksiyonu’na müze statüsü verildi İSTANBUL (AA) İstanbul Üniversitesi (İÜ) Jeoloji Koleksiyonu’na, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca “tescilli müze” statüsü verildi. İÜ Mühendislik Fakültesi öğretim üyelerinin oluşturdukları müze niteliğindeki Jeoloji Koleksiyonu, 3 yıl süren çalışmalar sonucunda Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından tescil edilip müze statüsüne kavuşturularak resmen “İstanbul Üniversitesi Jeoloji Müzesi” adını aldı. Müze ve Kültür Miraslarının Yönetimi Uygulama ve Araştırma Merkezi (MÜZEYUM) Müdürü Prof. Dr. Fethiye Erbay’ın yönetiminde yürütülen çalışmalarla üniversite bünyesinde yer alan diğer koleksiyonlar da sırayla uluslararası standartlarda düzenlenerek, yurttaşların ve bilim insanlarının ziyaretine açılacak. İÜ Jeoloji Müzesi’nde ilk koleksiyonların oluşturulması Vefa’daki Jeoloji Enstitüsü’nün ilk kuruluş yılı olan 1915’e kadar uzanıyor. Büyük Teşhir Salonu, Özel Koleksiyonlar Odası ve Laboratuvarlar olmak üzere üç bölümden oluşan müzede, iz, bitki, zengin mikro, omurgasız ve omurgalı fosil koleksiyonları, mineral, kayaç (magmatik, metamorfik ve sedimenter), kömür örnekleri ve jeolojinin çeşitli bilim dallarına ait eğitim amaçlı posterler yer alıyor. Kültür Servisi Ekonomi ve iş dünyasının ünlü dergisi Forbes’un yaptığı araştırmaya göre, Amerikalı gerilim romanları yazarı James Patterson, 94 milyon dolarla yılın en çok kazanan yazarı oldu. Geçen bir yıllık dönemde 14 kitabı yayımlanan Patterson’ın, 39 milyon dolarla ikinci sırada yer alan bir başka gerilim yazarı Stephen King’in iki katından daha fazla gelir elde etmesi dikkati çekti. Dikkati çeken bir başka nokta da, en çok kazanan yazarlar listesinde ilk 15’e girenlerin 9’unun erkek olması oldu. En ? Yılın en çok kazanan yazarlar listesinde gerilim yazarları James Patterson ve Stephen King’in ilk iki sırayı almaları dikkati çekti. Son haftalarda erotik üçlemesi “Grinin Elli Gölgesi” ile satış rekorları kıran EL James’in ise gelecek yıl ilk sırayı kimseye kaptırmayacağı sanılıyor. James Patterson çok kazanan kadın yazar Janes Evanovich ise 33 milyon dolarla üçüncü sırada yer aldı. Son dönemde dört haftada 20 milyon satarak Britanya tarihinin en çok satan kitabı olan ve ABD’de de satış rekorları kıran “Fifty Shades of Grey” (Grinin Elli Gölgesi) üçlemesinin yazarı EL James’in gelecek yılın listesinde birinciliği kimseye kaptırmayacağı ileri sürülüyor. Erotik üçlemenin, yazarına haftada 1.3 milyon dolar kazandırdığı ve buna kitapların film haklarından elde ettiği 5 milyon doların dahil olmadığı belirtildi. Öte yandan fantastik Harry Potter romanlarının yazarı JK Rowling’in önümüzdeki eylül ayında yayımlanacak olan ve yetişkinler için yazdığı ilk roman niteliği taşıyan “The Casual Vacancy” adlı kitabının da yazarını gelecek yılın listesinde tepelere taşıyacağı sanılıyor. Rowling, bu yılki listede 17 milyon dolarla 11. sırada yer alıyor. Bu yılın en çok kazanan yazarlar listesinin 4. sırasında John Grisham (26 milyon dolar), 5. sırasında Jeff Kinney (25 milyon dolar), 6. sırasında da Bill O’Reilly (24 milyon dolar) yer aldılar. Can Yücel’den HAREKET EDEN UZUN TAŞ HEYKELLER BURSA’DA Karagöz ile Hacivat bu kez taştan Kültür Servisi Tüm dünyada yaptığı hareketli heykellerle tanınan Alman heykeltıraş Christian Tobin, en büyük ve en ağır tonajlı hareket eden heykel çalışmasını Karagöz ve Hacivat’ın anısına tasarladı. Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nın (BTSO) katkılarıyla yapılan ve Karagöz ile Hacivat’ı temsil eden Yüzen Taşlar Heykeli, Bursa Altıparmak Meydanı’nda sergileniyor. Almanya, ABD, İspanya gibi ülkelerde de heykel sergileri düzenlenen Tobin, çalışmasını tamamlamak için 6 ay Bursa’da yaşadı ve heykellerini, Gemlik’te çıkarılan Diabas taşından yaptığını belirtti. Toplam ağırlığı 45 tonu bulan heykellerin üzerlerindeki 7 ve 8 tonluk parçalar, altlarındaki sütundan bağımsız, suyun kinetik gücü ile hareket ediyor. Gölgeleri ise, heyecanlı ve öfkeli karakteriyle Karagöz ile ağırbaşlı ve eğitimli Hacivat’ın atışmasını çağrıştırıyor. Şimdiye kadarki en uzun hareket eden heykel çalışmasını yapan heykeltıraş, Yüzen Taşlar Heykeli’ni, Karagöz ile Hacivat’ın memleketi olan Bursa Altıparmak Meydanı’nda sergilemeyi tercih etti. Gölgeleri heykeli tamamlıyor Gölgelerin heykelleri tamamladığını söyleyen Tobin, heykellerin özel ışıklandırma ile aydınlatılmasını planlandığını böylece taşların gölgesinin gölge oyununu temsil edeceğini belirtti. Sıradışı heykellerinde doğal taşları ve suyu kullanan Tobin; mühendislik, sanat ve tarihi bir araya getirerek, ince fizik hesaplarını da tasarımlarının arasına yerleştiriyor. Sadri Alışık Konservatuvarı açılıyor ? Kültür Servisi Altıncı yılını dolduran Sadri Alışık Kültür Merkezi eylül ayından itibaren konservatuvar eğitimi de vermeye başlayacak. 1718 Eylül’de seçmelerinin yapılacağı Sadri Alışık Akademi’ye öğrenciler iki aşamalı sınavla alınacak. (www.sakm.net) C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle