29 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 TEMMUZ 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Battal Pehlivan, fotoğraf makinesinin deklanşörüne dokundu. Saat 15.00 sıralarıydı. Metin Altıok, Behçet Aysan, Uğur Kaynar merdivende... O gece ülkenin aydınlarıyla birlikte yakıldılar Kan akıtmayı bilmez onlar Merdivende ORHAN Üç TÜLEYLİOĞLU Şair 1 O telin merdiveninde basamaklara oturmuş bekleyen üç şair: Metin Altıok, Behçet Aysan, Uğur Kaynar... Otelin adı, yaylalarda açan çiçekti, Madımak’tı. Otelin içindekilerse ülkenin yazarları, şairleri, araştırmacıları, ozanları, karikatürcüleri, tiyatrocuları, semahçılarıydı. Sekiz saat süren bekleyişin sonunda bir kibrit çakıldı. Otuz beş eli kolu bağlı insan alev alev can verdi. Otelin etrafını saran güruhun protesto ettiği, halk edebiyatımızın büyük ozanlarından Pir Sultan Abdal için düzenlenen şenliklerdi. Tarih: 2 Temmuz 1993. Gün: Cuma. Yer: Sivas’tı. Katliamın sonunda merdivende oturan üç şair de yaşamını yitirdi. Ü ç insan. Üç şair. Üç aydın kişi. Son kez yan yana gelmişlerdi. Sanki, katliamın belleğimizden silinmeyecek fotoğrafını bizlere iletmek istercesine... Yaşamlarını bilime, sanata, daha güzel bir dünyanın yaratılmasına vermiş insanlar 30 Haziran gecesi, türkülerle, şarkılarla, başlarında şenlik şapkalarıyla, sırtlarında şenlik tişörtleriyle yola koyulmuşlardı. 33 konuğun hepsi sanata, kültüre, insanlığa, barışa adanmış varlıklardı. İçlerinden çoğu çok gençti. Her şey polisin, askerin, devletin ve tüm dünyanın gözleri üzerinde olup bitti. O telde sıkışıp kalan insanların “Bizi kurtarın” diye feryat ederken oteli ateşe veren güruhun keyif içinde alevlerin yükselmesini seyretmesi hiç unutulmadı. Siyasilerin olaydan sonra verdikleri demeçler de... Madımak Oteli’nin merdivenlerine oturmuş üç şairin bekleyişini gösteren fotoğraf da belleklerimizden hiç silinmedi. Uğur Kaynar’ın eli çenesinde; Metin Altıok’un elinde saplı bir süpürge, Behçet Aysan’ın elinde ince bir çubuk, önünde yangın söndürme tüpü… Tam o sırada gazeteci yazar Battal Pehlivan, fotoğraf makinesinin deklanşörüne dokundu. Saat 15.00 sularıydı... Zeynep Altıok Akatlı: ‘ Babam ve hiç tanımadığım iki akrabam Babamı Sivas’a yolculamadım ben. Bilmedim bile gittiğini. Bir yakın tarihli fotoğraf bile yok elimde. O zamanlar fotoğraf çekilmiyor şimdiki gibi her dakika, hoş ben çocukken neredeyse hiç yok fotoğraf çekmek. Çok az fotoğraf kaldı bana geçmişimizden. Biri de “merdivendeki üç şair”in fotoğrafı ve onun türevleridir. Hani şu babamın Aziz Nesin’in önünde çömelmiş sola doğru tedirgince baktığı... Benim de dönüp dönüp baktığım o iki fotoğraf. En yaşlısı babam. 52 yaşında. En genci Uğur Kaynar. Ve Behçet Aysan. Kardeşimin babası. Erenimin doyamadığı... Babam ve hiç tanımadığım iki akrabam. Tedirgin oturuyorlar. Ellerinde anlamsız objeler. Kan akıtmayı bilmez ki onlar... Tuhaftır o resimde babamın yüzüne baktığımda bir puhu bakışı görürüm ben. Sahi bilir misiniz puhu kuşları nasıl bakar? Tuhaf hayvanlardır puhular. Biraz ayrıksı, biraz tedirgin, sanki biraz da ürkek. Ama bilge bir bakış. Bazı inanışlara göre tekinsizdir puhular. Kimilerine göre de uğursuz. Hani “İbret için yakılması gereken” türden. Babamda bilicilik de vardı biraz. O değil miydi “Öyle biriyim ki; geceleri uykusuz kuyuları dinleyen. Adım büyücüye çıktı bu yüzden” diyerek itiraf eden: “Bilmemem gereken şeyler öğrendim. Sorular sordum sormamam gereken. Gördüm apaçık görmemem gerekeni. Söylenmezi söyledim. Suçum büyük ve taammüden!” Puhu kuşları geceleri uyumaz bilirim ama kuyuları dinlerler mi? Derin bir sükunetle dinlerler hem de... Yıl 2012. 25 Ocak tarihli Cumhuriyet gazetesinde bir fotoğrafa takılı kaldı gözlerim. Bakıştık sanki öyle. Sivas’ta bir puhu kuşu dolanmış göklerde. Sonra bir apartman boşluğuna girmiş. Kim bilir arkadaşlarının sıkıştığı, saatlerce karşı apartmana kurtuluş için yalvarıp dil döktüğü o soğuk aralığı arıyordu belki. Belki üç şairin son fotoğrafının çekildiği yeri bulmaya çalışıyordu. İki şair yoldaşının, otuz iki dostunun cansız bedenini izliyordu bir zaman aralığında. Seslenmeye gelmiş de olabilir. Yankılanmış mıdır o dört duvar arasında sesi? “Yüreğime benzin döküp kibrit çakan; ey usta kundakçım iz bırakmayan!” Apartman boşluğundan geçip sığındığı tuvalette yakalamışlar puhuyu. Orman ve Su İşleri 15. Bölge Sivas Şube Müdürlüğü personeli kuşu sabaha kadar dinlendirdikten sonra veteriner muayenesinin ardından doğaya bırakacaklarını söylemiş ve eklemiş, “Görünüş itibariyle kanadında bir şey yok. Sadece heyecanlanmış, korkmuş” Tuhaf hayvanlar bu puhu kuşları. Evet pek az fotoğraf pek çok da tuhaflık var hayatımızda. Kavramlar uçuşuyor her yanımızdan. Kuş kanadı gibi suratımıza çarparak. İnsanlık suçu. Katliam. Zamanaşımı. Adalet. Devlet sırrı. Hukuk. Puhu. Sessizlik... “Öt İshak kuşu öt Bizim de payımıza bir âvâz kaldı!” ‘ ‘ Ahmet Say: Oktay Akbal: Onlar hep benimle Sokak çılgınlaşmış! Ateş duvarları aşmış! Dumanlar bulutlar gibi. Soluk almak? O da yok. Kaçan kaçsın. Nereye? Şairler merdivenin basamaklarında. Bekliyorlar. Bir kurtuluş anını. Yok, gelmiyor, gelmeyecek. Şiirler geçiyor, sözcükler dağılmıyor, şiir olup diriliyorlar bir bir... O resim hep karşımda. Behçet Aysan, Uğur Kaynar ve Metin Altıok... Benim ölümsüz şairlerim, dostlarım, arkadaşlarım! Yok mular artık? Çekip gittiler mi azgın bir fırtınanın kanatlarında! Şiirlerin sonsuzlaştığı bir yerlere... Ben onlarlayım. Onlar benimle. Hep bakışıyoruz karşılıklı. Hep boğulur gibi olurum lerini anlatmaya yetmez. İnsan olarak Metin Altıok, eti kemiği ve ruhuyla bir “şiir üretme organizması”ydı daha çok. Hem de öyle “çok” ki, Metin için “Bu insan, şiir üretmek üzere dünyaya gelmiştir” denmesi yerindedir. Metin, sözgelişi on dört yıl daha yaşasaydı onun şiirimizdeki yeri başka olurdu. Bu tür kurguların en çarpıcısı, Joseph Haydn ve Wolfgang Amadeus Mozart üzerine olandır: Haydn 77 yıl değil de Mozart gibi 35 yıl yaşasaydı müzik tarihinde esamisi okunmazdı. Ama Mozart 77 yıl yaşasaydı müzik tarihi bambaşka yazılırdı. Metin Altıok “Türkçenin filozof şairi”ydi. İnsanın yüceliğine olan inancıyla kaleme aldığı şiirleri sevgisizliğe, kötülüğe karşı bir “misilleme”ydi. “Şiir omuriliğimdir benim, duyarlığımın temelidir. Sözcük evrenine açılan penceremdir. Ben o pencereden bakmaya çağırdım herkesi” diyordu. Ona göre şiir, insanların duygu dünyaları arasında bağ kurmalı, kötülüklerden arınmaya, insanları sevmeye yaramalıydı. 1941’de İzmir, Bergama’da doğan Metin Altıok, 1971’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’nden mezun oldu. Lise yıllarında başlayan şiir serüvenini ilk defa Gezgin adlı kitabıyla (1976) gün yüzüne çıkardı. Bundan sonra yaşamını hep şiirle sürdürdü. 1979’a kadar Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde çalıştı. 1979 yılında Bingöl Lisesi felsefe öğretmenliğine atandı. İlk birkaç yıldan sonra Bingöl’ün Genç kazasına sürüldü. 19871990 arası Karaman İmam Hatip Lisesi’ne gönderildi ve zorunlu durumundan hoşnut olmadığı için 1990 yılı başında emekliye ayrılarak Ankara’ya yerleşti. İki kez evlendi. İlk evliliğinden bir kızı oldu. Biri düzyazı, toplam on iki kitaba imza attı. Metin Altıok, Madımak Oteli’nden yaralı olarak çıkarıldıktan sonra, tam bir hafta direndi ölüme. Yıllar öncesinden yazdığı Sürgün adlı şiirinin son bölümü şöyleydi: ’ “heybesinde yılan işaretleri, baldıran zehiri yüzüğünün içinde ve yanında kav taşıyan ben; tekinsizim size göre ibret için yakılması gereken. bilmemem gereken şeyler öğrendim. sorular sordum sormamam gereken. gördüm apaçık görmemem gerekeni. söylenmezi söyledim. suçum büyük ve taammüden.” Metin’i düşündükçe hep boğulur gibi olurum, sonra uluya uluya ağlarım ve o sırada sövüp saymaya başlarım. Yalnızca bir başkaldırı köpürmesi değildir bu. Yeis içinde kendimi yerim, ağlamaktan gücüm kuvvetim kesildiğinde, bu kez müthiş bir hayıflanma duygusuna kapılırım. Dünyaya bir daha gelecek olsam Metin’e çok iyi davranacağımı düşünmeye başlar, düşler kurarım. İnsanın yaşam boyunca ancak birkaç kalıcı, gerçek dostu olur. Sivas’taki Madımak Oteli yangınında ölen Metin Altıok ve Behçet Aysan, benim en yakın dostlarımdı. Derin anlamıyla “dostluk” kavramı, bu iki şairle benim aramdaki insan ilişki NE Mİ KALIR Ne mi kalır benden sana; Kıpraşan civasıyla, Menevişli göller kalır, Hazır sırdaşın olmaya. Ne mi kalır benden sana, İğde kokan soluğuyla, Perçemli yeller kalır Hazır yoldaşın olmaya. Benden sana az biraz Kül içinde uykuda, Yaşamımdan közler kalır, Hazır candaşın olmaya. Emin Özdemir: Halk avcısı siyasetçiler ‘ ’ Behçet, Metin, Uğur... Kardeşlerim, yakılarak öldürülüşünüz, duyarlı yüreklerde, beyinlerde depremler yarattı; ardınızdan nice ağıtlar, türküler yakıldı; nice şiirler, öyküler, oyunlar, romanlar yazıldı. Bana sorarsanız, bunların hiçbiri, sizlerin dramına; acının, kıstırılmışlığın, umarsızlığın o kavurucu içeriğine bu fotoğraf kadar tanıklık edemez. Şuna inanmışımdır, şairler bir toplumun duyargası, geleceğin bilicileridir. O fotoğraftaki suskunuz, bir altyazı olmanın çok ötesinde daha ağırlıklı bir anlama dönüştü bugün. Adlarınız, acının tarihine geçmiş olanlar arasında, acının coğrafyasında yer aldı... Nasıl bir bağnazlık, nasıl bir çılgınlıktı bu? Sorunun yanıtını, toplumbilimciler, ruhbilimciler incelediler. Vargılar, bulgular ne derse desin, benim için bu toplu kıyımın baş sorumlusu, halk avcısı siyasetçilerdi. Halkın bilincini köreltmiş, onu ilkelleştirecek, toplumsal vicdandan yoksun kılacak koşulların tutsağı kılmışlardı. Ortaçağ dokulu, kurgulanmış bir bağnazlıktı bu. İnsanın düşünsel damarlarını tıkayıp aklın ışığını söndürmeden kaynaklanan bir bağnazlık... ’ Yarın: Ne zaman gözümün önüne o fotoğraf gelse, aklım yerle bir olur Metin Altıok C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle