Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 19 TEMMUZ 2012 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Ortadoğu’da Tehlikeli Satranç Oyunu Sabıkalı Olup Olmamak! Türkiye’nin bütün hapishaneleri dolu, dopdolu. İki kişilik bir hücreye beş kişi konuyor. Koğuşlar tıklım tıklım. İkide bir ordan burdan, dalga dalga insan geliyor. Mahkemeler, yargıçlar, savcılar anlaşılmaz bir şaşkınlık içinde... Halkımız ise böyle şeylere alıştırılmış, sesini çıkarmıyor. İçten içe yanıyor, tutuşuyor. Adalet, adalet sen bir masal mısın diye bağırıyor... Sayıları ne kadar bilmiyorum! Binlerle mi?.. Kim bunlar? Yargılanıp mahkum mu olmuşlar? Yok öyle şey! Mahkum olan varsa da az, ama hapislere tıkılanlar mahkum olmamış, yalnızca gözaltına alınmış, tutuklanmış... Askerler, siviller, gençler, aydınlar, öğretmenler, prof’lar, hepsi “içerde”. Ama hiçbiri mahkemelerden mahkumiyet kararı almamış... Sen git yat, bekle, demişler. Koğuşlar dolmuş taşmış, suçu ne bilinmeyen, hiçbir yasa önünde ceza almamış biçare yurttaşlarla... Ben de üç ay hapis yatmıştım. Gerçek bir mahkum olarak... Öyle uydurma tutukluluk değildi, hapisti yattığım! Özgürlüğe kavuşunca yurtdışına çıkmak için pasaport almaya gittim. Sordular: “Sabıkan var mı?” Ne diyeceğimi bilemedim. “Ne demek, sabıkalılıkla ne ilgim var?” diye çıkıştım. Karşımdaki sordu: “Hapis yattın mı?” “Yattım. Mahkeme üç ay ceza verdi.” “Çektin mi?” “Çektim.” Aldığım yanıt, “Sen sabıkalısın” oldu. Sabıkalı olmak!.. Mahkeme seni yargılamış, cezalandırmış, cezanı bitirmişsin, ama sabıkalı olmuşsun! Kayda böyle geçmiş. Yaşam boyu sabıkalı olacaksın! Ertesi gün gazeteye gelmiştim, sordum İlhan’a, Ali’ye, Dr. Erdal’a: “Siz niye sabıkalı değilsiniz?” Ben üç ay için sabıkalı olmuşum, siz iki üç yıl hapislerde yattınız, ama sabıkalı değilsiniz. Yanıtı verdiler: “Biz mahkum olmadık, tutuklu olarak yattık.” Aylar yıllar geçirmişler, ama mahkum olmadan!.. Şu anda binlerce insan var içerde yatan!.. Hiçbiri mahkum olmamış!.. Hepsi tutuklu, geçici olarak tutuklu, ama geçmiyor bu tutukluluk!.. Yat yatabildiğin kadar, yetkililerin hoşlarına gittiği kadar... Bir karar çıksa ya da ülkenin yazgısını elinde tutan kişi ya da kişiler, deseler ki: “Bu arkadaşlar mahkum olmamışlar, belirli bir suç işledikleri kanıtlanmamış, öyleyse hepsi özgürlüklerine kavuşturulsun.” O saat, tüm Hasdal’lar, Silivri’ler, daha öteki cezaevleri boşaltılır, herkes doğal yaşantısına kavuşur... Durup dururken niye açtım bu tatsız konuyu? Yalnız ben miyim böyle düşünen, böyle düşünmeyenlere de şaşan!.. Ya siz ne diyorsunuz, mahkum olmadan yıllarca hapislerde acı çekenlere ve çektirenlere!.. Türkiye’nin ulusal çıkarlarını bir yana bırakarak Suriye konusunda birincil derecede rol oynamaya kalkmasının, etrafı tehdit etmesinin bir anlamı ve yararı yoktur. Bu politika nasıl bir politikadır? Bu stratejik derinlik midir? Yoksa stratejik bir sığlık mıdır? Alev COŞKUN 6 ayını dolduran Suriye sorunu, giderek uluslararası bir konu oldu. Geçen ay (22 Haziran 2012) Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait F4E tipi bir keşif uçağının Suriye hava sahasında düşürülmesi, konunun daha da karmaşık boyutlara tırmanmasına neden oldu. Uçağın düşmesinden sonra konu acil bir biçimde NATO toplantısına götürüldü. Türkiye, NATO Sözleşmesi’nin 5. maddesine göre Suriye’nin Türkiye’ye karşı giriştiği bu hareketin, NATO’ya karşı yapılmış sayılacağını umut ediyordu. NATO Bakanlar Konseyi’nden “Türkiye’nin yanındayız” açıklaması çıktı ama, konu bir NATO üyesine yapılan saldırı olarak ele alınıp Suriye’ye savaş ilanına vardırılmadı. Bunun hemen ardından 100’den fazla ülkenin ve iktidar karşıtı Suriyeli grupların katılımıyla Paris’te düzenlenen “Suriye Halklarının Dostları” toplantısı yapıldı. Bu toplantının en sinirli ve heyecanlı üyesinin ABD Dışişleri Bakanı Clinton olduğu, bütün dünya basın organları tarafından kabul ediliyor. Clinton, Çin ve Rusya’ya çağırı yaparak onlardan Esad rejimine verdikleri desteği kesmelerini, hatta “Çin’in ve Rusya’nın bu konuda bir bedel ödeyeceklerini” bilmelerini istedi. Clinton’un bu derece öfkelenmesinin derinde yatan nedeni acaba nedir? Suriye halkına mutluluk getirmek midir? Yoksa Suriye’ye demokrasi getirmek arzusu mudur? 1 Birkaç gün sonra, 18 Temmuz’da Başbakan Erdoğan Moskova’ya gidecek. Kuşkusuz bu konuyu Rusya Devlet Başkanı Putin’le görüşecek. Uluslararası sorun Tüm bu gelişmeler Suriye olayının bir Ortadoğu sorunu olmadığını, uluslararası çok önemli bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Soğuk savaşın bitiminden bu yana 22 yıldır ilk kez Rusya ve Çin bir yanda, ABD ve yakın müttefikleri İngiltere, Almanya, Fransa öte yanda pozisyon alıyordur... Taraflar, satranç tahtasının başında, çok tehlikeli hatta ölümcül bir oyun oynamaktadırlar. Satranç tahtasındaki oyunculardan Çin ve Rusya’nın yanında bölge ülkesi İran, ABD’nin yanında ise bölge ülkesi Türkiye yer almaktadır. Suriye olayının bu eksen etrafında ve süper güçler açısından ele alınarak analiz edilmesi gerekmektedir. Ortadoğu, özellikle 20. yüzyılın başından beri dünyanın en önemli stratejik bölgesi olarak kabul edilmiştir. Bunun başlıca iki önemli nedeni vardır. Birincisi, dünyanın petrol ve doğalgaz rezervlerinin yüzde 65’i bu bölgededir. Ortadoğu petrol kaynaklarının merkezi ve geçiş yoludur. İkincisi, coğrafi açıdan Ortadoğu, Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında bir köprü konumundadır. İşte bu nedenlerle, Ortadoğu gerek sıcak savaşta ve yaklaşık yarım asır süren Soğuk Savaş döneminde ve gerekse şu anda bütün büyük güçlerin temel ilgi ve çıkar alanı içinde yer almaktadır. “Ortadoğu’ya egemen olan, bütün dünyada söz sahibi olur” formülü, siyasal bir özdeyiş olarak kabul edilmektedir. ABD’nin Ortadoğu’da çok güçlü bir pozisyonu vardır. Başta İsrail, Mısır, Suudi Arabistan, Körfez Emirlikleri ve Türkiye, Ortadoğu’da ABD ve NATO’nun stratejileri çerçevesinde hareket ediyorlar. İran ve Suriye, Ortadoğu’da ABD ve İsrail’e karşıt politikalar güdüyorlar. Rusya’nın Ortadoğu’da önemli çıkarları vardır ve Rusya uzun yıllardır Ortadoğu politikasında Suriye ile birlikte hareket etmektedir. ker kaybettiği görülmektedir. Arap Baharı sonrası Libya, Tunus ve Mısır’da yapılan seçimlerle Müslüman Kardeşler’in (MK) iktidara gelişi gerçekleşmiştir. ABD ile MK’nin uzlaşma içine girdikleri de Batı basınındaki yorumlarda açıkça yer almaktadır. Suriye olayında da temel amaçlardan birisi, laik çizgisini sürdüren Esad rejiminin devrilmesi ve orada da Müslüman Kardeşler’in egemen olduğu siyasal bir yapının kurulmasıdır. Bu sağlanamadığı takdirde, Suriye’yi Irak’ta olduğu gibi Sünni, Şii ve Kürt bölgelerine ayırarak üçe bölmek, BOP’un amaçları arasındadır. Geçen hafta Barzani Suriye’deki Kürtlere çağrı yaparak birleşmelerini istedi, bu da bir göstergedir. Irak Savaşı’ndan sonra bu tabloyu açıkça gören Rusya, Suriye konusunda ödün vermekten kaçınmaktadır. Git Gel... Tayyip Erdoğan; gidecekmiş gibi yapıyor... Kemal Kılıçdaroğlu; gelecekmiş gibi yapıyor... ? Zaten... Birincisi gitmiyor... İkincisi gelemiyor... ? Önce birincisi: “Son kez adayım” demesine bakıp da “gidiyor” gibi bir şey geçirmeyin aklınızdan... Aslında biraz daha geliyor... Çankaya’ya çıkıp başkan olarak oturacak “gidiyor” derken... (.........) Bunların huyudur; gidiyor gibi yapıp biraz daha gelmek... (.........) Oyları düşen Özal, seçimlerde boynunu büküp “Side’de küçük bir evimiz var, biz de oraya gideriz” dediği gün Türkiye ağlamıştı... Gidip “küçük eve” baktılar... Villa... Zaten gitmedi... Çankaya’ya geldi... (.........) Erbakan... Huy babalarıdır... Baktı ki gidiyor, erkenden gidip kapıyı kilitleyip içeriye oturdu... Polis çağırdılar... Balta ile kapıyı kırdılar, bu sefer koltuktan kalkmıyor... Koltukla birlikte taşıyıp bahçeye bıraktılar, koşup oturmasın diye içerideki tüm koltukları da kaldırdılar... Oda başkanlığından öyle gitti... Ama demek ki bize “gitmiş” gibi geldi... Geliyormuş... Başbakan oldu Türkiye’nin başına... (.........) Bu arkadaş ise “son kez adayım” diyerek gidiyormuş gibi yapıyor ya... Geliyor... Göreceksiniz yeni anayasayı, kendisini “Başkan” yapacak biçimde düzenleyecek ve tek adam olarak çıkıp oraya oturacak... ? İkinciler bizimkiler: Sosyal demokratlar her zaman “gelecekmiş” gibi oldular... Ama genelde gelmeden gittiler... Yetmedi... Tayyip Erdoğan gelemediği zaman kim tutup getirdi?.. Gelmeden giden Deniz Baykal... ? Şu sırada yapılansa “geliş” kurultayı... Aklı başında aydın insanlar CHP’ye destek... Çağdaşlık değerleri yanında... Medeni dünya önünde... Tarih arkasında... Şartlar ittiriyor... Umut dürtüyor... Zaman çağırıyor... Ama gelemiyor... ? (Akıl gelmeyince, yazının sonunu bir yere getiremedim hani... Artık siz getirin, neyi nereye getirecekseniz...) Suriye’nin önemi Kaldı ki Suriye, Rusya açısından çok önemlidir. Enerji, askeri ve ticari alanlardaki ilişkilerin yanı sıra Suriye’nin Akdeniz’deki Tartus limanı, Rusya’nın en önemli askeri üssüdür. Çok sayıda Rus askeri, Suriye ordusunda danışman olarak çalışmaktadır. Tartus limanı, Rusya’nın Akdeniz’deki donanmasının gereksinmelerini karşılayacak duruma gelmiştir. Öte yandan İran’ın önemi ve gücü yanlış değerlendirilmemelidir. İran’ın etkisi altında bulunan Hürmüz Boğazı, dünya petrolünün kaynağı ve en önemli geçiş bölgelerinden birisidir. ABD’nin İran’a karşı yürüttüğü ekonomik yaptırımlar ve buna ilaveten, İran’ın askeri yönden çerçeveye alınmak istenmesi, Çin’i ve Rusya’yı dikkatli davranmaya yöneltmektedir. Ortada çok açık ve net bir stratejik savaş durumu söz konusudur. Ortadoğu’yu tamamen ABD’nin egemenlik etkisine kaptırmak istemeyen Çin ve Rusya bu noktada birleşmişlerdir. Tüm bu nedenlerle Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Ladlov, Suriye’ye yapılacak herhangi bir müdahale karşısında sessiz kalmayacaklarını açık bir biçimde ilan etmiş bulunuyor. Aslında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin keşif uçağının Suriye hava sahasında düşürülmesi ya da son açıklamalara göre o bölgede düşmesi, önemli bir konuya işaret ediyor. Burada Türkiye’ye ve Batı’ya ciddi bir mesaj veriliyor. Bunun da anlamı şudur: “Yapılacak bir müdahalede Rusya, Suriye’nin yanında yer alacaktır.” Öfkenin temeli ABD Dışişleri Bakanı Clinton’ın öfkelenmesinin temelinde, Rusya ve Çin’in böylesi bir uluslararası sorunda birlikte hareket etmeleri yatmaktadır. Her iki ülkenin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Suriye’ye karşı yaptırımları veto etmeleridir. Bu ikili hareket, tek kutuplu dünya sisteminin sonunun geldiğini vurguluyor. Kanımızca, Washington’ı asıl tedirgin eden nokta budur. Unutulmasın ki; Rusya soğuk savaş döneminde süper güçtü. Çin ise dünya ekonomisinde ikinciliğe çıkmıştır ve yakın geleceğin süper güç adayıdır. Tüm bu gelişmeler sürerken Cumhuriyet gazetesi bağımsız ve etkin kimliğini bir kez daha kanıtlıyordu. Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer’i Şam’a gönderdi. Çakırözer Beşşar Esad’la uzun bir söyleşi yaparak çok önemli bir gazetecilik olayına imzasını attı. Paris toplantısının başarısızlığından sonra geçen hafta, Birleşmiş Milletler Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan Suriye’ye gitti. Görüşmeler sonunda, Annan, Esad’la şiddeti bitirecek yeni bir modelde uzlaştıklarını bildirdi ve çözüme İran’ın katılımını sağlamak için hemen Tahran’a geçti. (10 Temmuz 2012) Bu hareket Suriye olayında İran’ın öneminin ve konunun çözümünde İran’ın dışarıda bırakılamayacağının somut bir göstergesidir. Derinlik mi sığlık mı? Bu uluslararası sorunda, en dikkatli davranması gereken ülke Türkiye’dir. Siyasal iktidar, Suriye konusunda hatalı değerlendirme yapmıştır. Esad’ın, Libya, Tunus, Mısır gibi kısa sürede devrileceğini sanmıştır. Rusya, ihracat ve enerji alanlarında Türkiye için şu anda vazgeçilemez bir konumdadır. ABD’nin Suriye politikası, ABD’de bile ağır eleştirilere muhatap oluyor. Türkiye’nin ulusal çıkarlarını bir yana bırakarak Suriye konusunda birincil derecede rol oynamaya kalkmasının, etrafı tehdit etmesinin bir anlamı ve yararı yoktur. Bu politika nasıl bir politikadır? Bu stratejik derinlik midir? Yoksa stratejik bir sığlık mıdır? Sınırların yeniden çizilmesi 2000’li yılların başında, ortaya atılan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde, dönemin ABD Güvenlik Başdanışmanı ve sonraki Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Ortadoğu’da 22 Arap devletinin sınırlarının yeniden çizileceğini ve yeni bir Ortadoğu’nun dizayn edileceğini açıkça ilan etmişti. Hatta Suriye, Irak, Lübnan ve Mısır’ın her birinin kendi içlerinde üç parçaya bölüneceği açıkça yazılmıştı. Öte yandan, Arap Baharı sonrası, Rusya’nın Ortadoğu’daki dayanaklarını teker te Demokrat Aydın Kışlalı’nın Ardından Erhan KARAESMEN A dına kısaca ‘trafik canavarı’ denen dramatik bir sosyal olgunun tam göbeğinde yaşıyoruz. Kentsel büyümedeki plansızlığın, tüketim hummasının göbeğine itilmiş bireylerdeki mal mülk ve bu arada otomobil edinme hırsının bir araya getirdiği akıl almaz bir trafik düzensizliği ülkemizdeki kentsel hayata damgasını vuruyor. Bu talihsiz oluşumun son ürünü aslan gibi bir Mahmut Kışlalı oluyor. Toplumun çok iyi yetişmiş bir aydın insanı aramızdan trajik biçimde ayrılıyor. Mahmut, Kilis orijinli okumuş insanlar grubunun tipik bir temsilcisiydi. Büyük ağabeyi Mehmet Ali ile küçük kardeşi Ahmet Taner arasında entelektüel olarak çok verimli bir yaşam sürdürmüş üç erkek kardeşin ortancasıydı. Ölçülü ve alçakgönüllü karakteri dolayısıyla kendini ön plana çıkarmayan bir çağdaş aydın tipolojisi çizerdi. Bu satırların yazarı çeşitli vesilelerle bu üç güzel kardeşi hayat boyu tanıma fırsatına ulaşmıştı. Sevgili Ahmet Taner başarılı bilim adamlığı ve hocalığın yanı sıra özverili bir devlet adamlığı özellikleriyle hâlâ aramızdadır. Bizim Cumhuriyet camiamıza uzun yıllar güzel ve anlamlı bir toplumsal mücadelecilik sergileyen yazılarıyla yaptığı değerli katkılar unutulmamıştır. Gelişememiş toplumun yurttaşı olmak Gelişmesini tamamlayamamış bir ülkede yurttaş olmak hele aydın bir yurttaş olmak zor bir sanattır. Mahmut Kışlalı bu zorlukların girdabında kaybolmadan yaşamını sürdürmeyi becermişti; ama büyük cehd ile. Lise eğitim yıllarından başlayan ve sonraki yüksek eği tim ve profesyonel çalışma dönemleri boyunca çok yakınında yer aldığı Batı Avrupa kültürü kendisini derin biçimde etkilemiş ve şekillendirmişti. Batılı düşünce rasyonelliğinin ve toplumsal dengeleri insancıl çerçevede gözeten demokrat aydın yaklaşımın geleneğine özgü davranışlarını hayatı boyunca sergiledi, Sevgili Mahmut. Başarılı bir mühendis, eğri yapılan işlere izin vermeyen titiz bir yönetici kişiliği sergiledi. Kendi alanında onu tanıyan çevrelerde devamlı saygınlık kazandı. Teknik karmaşıklık taşıyan bazı önemli projelerde rastlantılarla benim tasarımcı olarak katkıda bulunduğum bazı işlerde Mahmut uygulama yöneticiliği yaptı. Çok başarılı oldu. Çalışanlarına teknik olarak otoriter ancak insani ilişkilerde alabildiğine sıcak ve yardımcı tavırlarla yaklaştı. Toplumsal katmanlar arasındaki hak ve hakkaniyet paylaşımı mekanizmasının bir türlü kurulamadığı ve gelişmesini tamamlayamamış bir ülkede tek başına bu hakkaniyetçiliğin ve insani dürüstlüğün kavgasını verdi. Ülkesinin kamu düzenindeki akılcılığı yakalayamamanın üzüntüsünü sürekli yaşadı ve o alanda hep mücadele verdi. Kendi yakın çevresinde demokrat ve ilerici aydın tavırları içinde daha gençleri motive edecek şekilde önderlik yaptı. Alçakgönüllü kişiliği dolayısıyla, ön plana sıçrayarak lider, yol göstericilik arayışları içine girmedi. Ancak meslek çevresinde ve onun dışında genel aydın insan topluluklarında sürekli bir saygınlık taşıdı. Tüm bireyleri güzel sanatlara saygılı ve duyarlı insanlar olarak gelişmiş bir Kışlalı’lar kalyonuna bir gerçek sanatçının da binmesi gerekiyordu. Müzik yetene ği küçük yaşlarından beri gözlenmiş bulunan sevgili kızı Damla’nın müzik eğitimine ve profesyonel bir müzik kariyerine yönlendirilmesi rastlantısal değildi. Sanat ve kültürle ilgili aile duyarlılığının bir sonucuydu. Sevgili Mahmut’un ve eşi Tülay’ın şimdiye kadar müzik yaşamını çok güzel sürdürmüş olan Damla kızlarından geleceğe dönük de beklentileri vardı. Babası hayatta olmasa bile Damla’nın gelecekteki başarıları ailesini ve yakın dost çevrelerini mutlu edecektir. Bu satırların yazarı yakınlarda çok ağır ve vahim sonuçlar verebilecek şiddetli bir trafik kazasını eşiyle birlikte orta karar hasarlarla atlatmış bulunduğundan kentsel trafik düzensizliği olgusunun tamamen bilincindedir. Özellikle günümüz politik iktidarının toplumun bütün katmanlarına egemen olacak biçimde yaygınlaştırdığı mal mülk edinme hırsı, araba sahibi olma tutkusunu da müthiş kamçılamıştır. Yeterince maddi varlığa sahip olmaksızın kredi kartı oyunları ve kolay alınmış banka kredileriyle, herkes bir otomobil sahibi olma arayışçılığına yenik düşmüştür. Yollarının, sokaklarının ve genel trafik akış yetersizliğinin çok belirgin olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Bu durum, gündelik yaşamı azaba çevirmektedir. Kaza ve kazalardaki can kaybı sayılarıyla ilgili istatistikler artık izlenemez hale gelmiştir. Mevcut iktidar insanları tüketim hummasının iyice dibine sevk etme yolundadır; çünkü bu durumda tüketimden başka bir şey düşünemeyen kitlelerin toplumsal bozukluklara ve aykırılıklara duyarlık ve tepki gösterme gücü gittikçe azalacaktır ve de azalmaktadır. Sevgili Mahmut’un kaybı tüm bu düzensizliklerin de acıklı bir son ürünü olarak kendini dışa vurmuştur. C MY B C MY B