14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 TEMMUZ 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 15 Güngör Dilmen ve Metin And benim tiyatro hayatımdaki iki ‘olağanüstü karşılaşma...’ Hades’e birlikte ineceğiz Klimt’in kayıp duvar resmi bulundu ? Kültür Servisi Önceki gün doğumunun 150. yılı çeşitli etkinliklerle kutlanan Avusturyalı sembolist ressam Gustav Klimt’in yıllardır kayıp olan bir duvar resmi bulundu. Avusturya gazetesi Kronen Zeitung’in haberine göre, Avusturya’da bir garajda bulunan resim, ressamın 1883’ten 1892 yılına kadar yaşadığı Viyana’daki duvarında yer almış, fakat yıllar sonra ortadan kaybolmuştu. İyi durumda olduğu belirtilen duvar resminin yakında sergilenmesi bekleniyor. G. I. Gurdjieff’in çok sevdiğim bir kitabı var: “Olağanüstü İnsanlarla Karşılaşmalar.” Zaman zaman yeniden karıştırırım bu kitabın sayfalarını ve insan hayatının önemli karşılaşmalar, buluşmalarla örülen bir yol olduğunu düşünürüm. Güngör Dilmen ve Metin And da benim tiyatro hayatımdaki iki “olağanüstü karşılaşma”dır. Ne zaman bir dost sohbetinde veya bir konferansta birinden söz etsem, mutlaka diğeri de gündeme gelir. Çünkü meslek yaşamımda uzun bir zaman dilimini kaplayan bir proje, Güngör Dilmen’in eşsiz yapıtı “Kurban” her ikisiyle yaşadığım buluşmaların kesişme noktasında yer alır. Artık bu iki “olağanüstü insan” da yok. Eserleriyle yaşıyorlar, yaşayacaklar elbette. Ama dostlukları, sohbetleri, her zaman orada olduklarını bilmenin verdiği iç rahatlığı yok artık. yok, ben öyle bir sahne yazmadım” demiş, ben de bunu aklımın bir kenarına not etmiştim. Güngör Dilmen yazarlığının hakları konusunda katı, ama sanatın ve sanatçının hakkını veren bir insandı. Bir şeye bozuldu mu tartışır, hatta kavga eder, küser, ama asla ve asla hak yemezdi. O nedenle 20062007’de Ankara’da koyduğum “Kurban”ı izlemeye r ö g gelmeyip bana telefonda “Oyuna n ü G i il g ? Sev benim yazmadığım şeyler eklee in y , ık rt Dilmen yok a ben mişsin yine” diye sitem edince a çok şaşırmıştım. “Güngör Bey’e eksildik. Am a y a m ış birileri bir şeyler anlatmışlar rt ta la onun , herhalde” diye düşünmüştüm. O m ru o iy devam ed nedenle, “Kurban”ı Frankfurt’ta e tartışmaya v seyrettikten sonra söylediği sözam v e d e y e m lerin nedenini hiç sormadım, n öğre a d n fo le kafamda bir cevap vardı çünkü, Te . edeceğim Güngör Bey de “Kurban”da ir b i n e söylediği, “Y es’e “Halime’nin kara kuşları” , ‘Had oyun yazdım oyun gibi bir korokarakter yarat. Bu İniş’ üzerine ka sen mayı bilmiş, insanımızın ruhunu çözmüş usta bir yazardı utla senin için, m en sesi sonuç olarak. diy İki İnsanlar biraz da sözcüklerinden doğru sevilirler, eski sözcüklerinden yenilerinden, mırıldandıklarından, bazen söylenmesi gerekeni söylemediklerinden, doluluktan boşluktan, delilikten hoşluktan, içinden geleni dışına taşıyamamaktan, çok tekrardan, çok suskunluktan, sessiz kalmaktan... İnsanlar biraz da sözcüklerinden doğru anlaşılır ve sevilmezler. “Günler geçer ve çalışır şafağın değirmeni.” Ne tuhaf, ikidir yazı yazıyorum, ikidir yazı yazıyorum ve yalnızca Turgut Uyar’ı hatırlıyorum. Üstelik şiirleri değil, sıkıntısı ezberimde. Sıkıntısından başka hiçbir şeyi de yok ezberimde bu yaz günleri. Belki de en sıkı şiiri sıkıntısıydı Turgut Uyar’ın. Bize şiiri kadar değerli bir şeyi, sıkıntıyı da armağan edip gitti. İkisini hep yan yana düşündüğümden mi ne, Edip Cansever’le Turgut Uyar’ın sıkıntıları da yazla ağırlaşmış, yazdan yasa dönüşürmüş gibi gelir bana. Turgut Uyar’ın sıkıntısından başka hiçbir şeyi de ezberimde değil bu cumartesi yazında. O da ezberimin kuvvetli olmasından değil, tam tersine çok güçsüz olmasından. Öyle güçsüz ki bir daha ezberlemek zorunda kalmamak için hiçbir şeyi unutmuyorum. Demek ki getirip getirip eylüllere ekimlere, alışıldık güz hüzünlerine sıkıştırdığımız Turgut Uyar da yazın güzünde okunmalıymış, yaşın güzünde. Hem onun kendisiyle, sistemle, insanlarla, evle, hayatla, dünyayla, şiirle ve ezcümle varoluşla derdi, sıkıntısı da en çok yazları ateşli bir hastalık gibi yükselirmiş. Acaba bazı insanların da, sözgelimi bir güz olarak yaza sığınanlar gibi, geceye kaçmaları, ruhlarını gündüzde unutup, bırakıp, geceleri kendilerinin bir üst ya da alt katı olarak gövdelerine taşınmaları ve geceleri yanlarına gövdelerinden başka bir şey almamaları da benzer bir varoluş sıkıntısından mıdır? Bazı şiirler kâğıda yazılır, bazı şiirler boşluğa, bazıları önceden yazılır, zamanını, okurunu ve anlamını bekler, bazı şiirler sıcağı sıcağına yazılır, gölgede temize çekilir, bazı şiirler acıtarak tene, bazıları kanatarak ruha, bazıları varlıkla yaralı bir yokluğa, bazıları şaşkınlığa, hayrete, fakat bütün şiirler yarım kalmışlığa yazılır. Hem her şey yarım kalmayacak mıdır? İşte şiir ve hayat, iki yarım. Fakat birbirlerini tamamlayıp bir bütün oluşturacaklarını kim söyleyebilir? Onlar yine iki yarım olarak kalacaklardır. İki yarım bir bütün etmez, biri şiir biri hayatsa o yarımların. Turgut Uyar’ı, trajik duygusunu, o karabasanı, sıkıntıyı, parçalanmışlığı, yarımlığı, kalmışlığı, olanaksızlığı, yalnızca acının tekrarlandığını ve bunlar gibi ağırlıkları, fazlalıkları,eksiklikleri, karanlıkları, sınırda olmayı, kıyıda olmayı, düşmeyi, olmazlığı, umarsızlığı... İnsanlar bazen de kaç kişi olduklarından doğru mu sevilirler, Edip Cansever’in dizesiyle “Bir kişi bile değilim yalnızlıktan” dediğimiz yerde “Beni iki kişi bırak” demenin bir anlamı olacaksa eğer, beni iki yaza bırak demeli, beni iki yarıma... Bir, Can Yücel’in dediği gibi “umutsuzluktur şairin işi”. İki, Turgut Uyar’ın dediği gibi “sıkıntı devrimcidir”. Güngör Dilmen İlhan Şeşen Kadıköy’e konuk oluyor ? Kültür Servisi Yaz aylarında sanat etkinliklerini park ve sokaklara taşıyan Kadıköy Belediyesi’nin düzenlediği konserler kapsamında İlhan Şeşen Kadıköylülerle buluşuyor. Şeşen, 27 Temmuz saat 22.00’de Kadıköy Özgürlük Parkı’ndaki konserinin ardından, 3 Ağustos’ta Yaşam Parkı Koşuyolu Mahalle Evi ve 10 Ağustos’ta yeniden Özgürlük Parkı’nda konser verecek. Şeşen’in konserlerine giriş ücretsiz. Uzun bir yol Değerli hocam Prof. Metin And’ın ölüm haberini Frankfurt’ta almıştım. Yıl 2008’di ve biz Ankara Devlet Tiyatrosu ile “Kurban” turnesindeydik. Sevgili Güngör Dilmen ve Yıldız Kenter de gelmişlerdi oyunu izlemeye. Güngör Bey oyundan sonra beni bir kenara çekmiş, “Mükemmel olmuş oyun, çok iyi oynanıyor. Hele rüya sahnesine bayıldım. Ama ben sana bir şey söyleyim, bizim tiyatro camiası korkunç” demişti. Niye böyle söylediğini sormadım, çünkü zaten bir fikrim vardı bu konuda. Güngör Dilmen ve “Kurban” ile çok uzun bir yol kat ettim. 1967’de oyun ilk kez Gülriz Sururi Engin Cezzar Tiyatrosu tarafından sahnelendiğinde, Gülsüm rolünü oynadım. 1980 darbesinden sonra sürgünde kurduğumuz Halk Oyuncuları Tiyatrosu’nun ilk oyunu da “Kurban”dı. Tiyatromuzun bazı üyeleri, Türkiye bu kadar karanlık bir dönemdeyken niye bu oyunun seçildiğini pek anlayamamışlar, epey tartışma yaşanmıştı. Oysa “Kurban” Halk Oyuncuları’nın temel taşı, yol açıcısı oldu. Çünkü kendi topraklarımızın kültüründen, destanlarından, imgelerinden beslenen bir dille Avrupalıya yeni bir zenginlik sunma olanağını veriyordu. Tuncel Kurtiz rejiyi, ben de koreografiyi yapıp Zehra rolünü oynadım. Stockholm’de büyük beğeni kazanan oyunu ünlü Alman yönetmen Peter Stein da izledi ve o sırada genel sanat yönetmenliğini yaptığı Schaubühne Tiyatrosu’na davet etti bizi. 67 yıl sonra bu kez ben Fransızca olarak sahneye koydum bu oyunu ve “Kurban” bizi Avignon Festivali’ne, Zürih Festivali’ne taşıdı, Paris’te 1 ay boyunca oynadı. Paris VIII Üniversitesi Tiyatro Bölümü tarafından özel bir sunum için davet edildiğinde, Metin And Hoca da oradaydı ve “Kurban”ın bu Metin And yapmalısın” mda. hep kulakları Sözüm söz yeni versiyonunu, özellikle de bir önoyun olarak eklediğim şaman ritüelinin oyunla bağlantısını çok beğendi. Elinde kamerası bütün oyunu çekti; sevgili hocamın çektiği o film bugün “Kurban”ın o versiyonuyla ilgili elimdeki en iyi ve en değerli doküman. Tartışmalar Sonra “Kurban”ı Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sahneye koydum. 20062007 sezonuydu. Sevgili Güngör Dilmen, Devlet Tiyatrosu ile sözleşme imzalarken baştaki şaman ritüelinin yapılmamasını şart koşmuştu. Pek anlamadım bu isteğini, ama saygı duydum. “Hocam sözleşmeye bile gerek yok bunun için; sizin bana söylemeniz zaten yeterli” dedim. 2005’te yine Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sahneye koyduğum “Antigone”nin prömiyerini izlemeye Metin Hoca ile birlikte gelmişlerdi. Metin Hoca Paris’te gördüğü “Kurban”dan ve şaman ritüelinden övgüyle söz edince, sinirlenmişti sevgili Güngör Bey, “Yok, Saraybosna’da ‘Tepenin Ardı’na ödül ? Kültür Servisi Bu yıl 18.’si düzenlenen Saraybosna Film Festivali, yarışma sonuçlarının açıklanmasıyla sona erdi. Festivalde, “Kısa metrajlı film” kategorisinde “Saraybosna’nın Kalbi” ödülüne Blerta Zekiri’nin “Geri Dönüş” filmi, “Uzun Metrajlı Film” kategorisinde ise Radu Jude’nin “Ailemizdeki Herkes” filmi değer görüldü. Festivalde Emin Alper’in yönettiği “Tepenin Ardı” ise “Jüri Özel Ödülü”ne değer görüldü. Güngör Dilmen benim meslek hayatımın büyük bir bölümünde bazen doğrudan bazen düşünsel olarak sürekli tartıştığım bir yazar oldu ve olmaya devam ediyor. O, Türk tiyatrosunun en önemli yazarlarından biri. “Kurban” üzerinde en az 30 yıl çalışmış bir yönetmen olarak bu toprakların en has tiyatro yapıtlarından biri olan bu metinde gizli trajik ve şiirsel güce çok zor erişilebileceğini biliyorum, bunu yaşayarak öğrendim. “Kurban”ı Avrupa’da nerede, ne zaman ve hangi dilde sahnelersek sahneleyelim, yeni bir zenginlik kaynağıyla karşılaşmanın şaşkınlığını yarattı izleyicide. Bunun en son örneği tragedyanın anavatanında, Yunanistan’ın Selanik kentinde yaşandı. Oyundan sonra festival kapsamında düzenlenen bir panelde, bir üniversite öğretim üyesi, “Kurban”la ilgili uzun bir değerlendirmenin ardından, “Bize tragedya kültürümüzü bizden daha iyi anlattınız” dedi. Modern Türk tiyatrosunun köşe taşlarından biri olan “Kurban”, kendi sözel deviniminin, şiirle sahne dilini birleştirmekteki eşsiz ustalığının, örnek sayılabilecek koro kullanımlarının, atmosfer yaratmaktaki becerisinin yanı sıra, Anadolu’nun kültür kökenlerinin çağdaş tiyatroya neler katabileceğinin araştırılması açısından da bir “laboratuvarmetin” özelliği taşıyor. Sevgili Güngör Dilmen yok artık, yine eksildik. Ama ben onunla tartışmaya devam ediyorum, tartışmaya ve öğrenmeye devam edeceğim. Telefonda söylediği, “Yeni bir oyun yazdım, ‘Hades’e İniş’ üzerine. Bu oyun senin için, mutlaka sen yapmalısın” diyen sesi hep kulaklarımda. Işıklar içinde yat Güngör Hocam, unutulmaz oyunların, gücünü topraktan alan şiir dolu bir tiyatronun yaratıcısı, birlikte çok uzun bir yol yürüdük, daha da yürüyeceğiz. Sözüm söz, Hades’e birlikte ineceğiz. DMARIN FESTİVALİ’NDE MUHTEŞEM AÇILIŞ Carreras yıllara meydan okudu! ZEYNEP ORAL Yeşil Peri Gecesi Hırvatçada ? Kültür Servisi Ayfer Tunç’un 2010’da çıkan “Yeşil Peri Gecesi” isimli romanı Hırvatça yayımlandı. Ira Martinovic çevirisiyle Hena Com Yayıncılık tarafından yayımlanan romanda Tunç, güzelliğini sermaye olarak kullanan genç bir kadının düşüş hikâyesi üzerinden Simge Büyükedez ve Josep Carreras ailenin, toplumun ve dolayısıyla Türkiye’nin Domingo). Herkesin yapamaz dediğini gerçekikiyüzlülüğünü, leştirmiş, yeniden hayata ve sahneye dönmüştü… yozlaşmasını anlatıyor. Alkış koptu çünkü Bodrum Yarımadası “DMaKitabın, şimdiye kadar rin Turgutreis 8. Uluslararası Klasik Müzik çeviri hakları İngiltere, Festivali” açılışını yapacak bu konseri nicedir Fransa, İtalya, Çin, bekliyordu. Bulgaristan, Hindistan, David Gimenez yönetiminde CumhurbaşPolonya, Mısır, Bosna kanlığı Senfoni Orkestrası Bizet’nin “ArlesienHersek, Romanya, ne” süitiyle hızlı bir giriş yaptı ve ardından işte Makedonya, Arnavutluk, karşımızda Josep Carreras… (Görünmesiyle, ve Sırbistan’a satıldı. ilk duygum: 20 yıl önce Mersin Operası’nda onunla konuşurken, onu dinlerken, karşımda Sahnede göründüğü an, müthiş bir alkış koptu. Kar gibi bembeyaz saçlarıyla, üzerine bol gelen ceketiyle, içe dönük incecik yüzü ve ufak tefek bedeniyle olduğundan daha da yaşlı görünüyordu. (66 yaşında.) Müthiş bir alkış koptu, çünkü o Josep Carreras’tı! Efsanevi tenordu. Opera tarihinin en ünlü, en popüler, en sansasyonel “3 tenor”undan biriydi. (Ötekiler rahmetli Pavarotti ve Placido bir delikanlıydı, ne zaman böyle yaşlandı?..) Ve ilk şarkı: “L’Ultima Canzone” (Son Şarkı)… Ağzını açıp, şarkılarını söylemeye başlamasıyla birlikte… Bir mucize bu: Gözümün önünde gençleşti, gençleşti, gençleşti, büyüdü, büyüdü, büyüdü… O andan sonra ne saçı ne başı, sadece o muhteşem ses! Konser alanını dolduran 5 bin beş yüz insanın ruhuna işleyen, bütün gönülleri fetheden sesi… O sesle bütünlenen alçakgönüllü, içten ve sakin tavrı... Tüm aryalarını söylerken teknik mükemmelliğine, anlamı çoğaltan yorum ustalığına yılların kazandırdığı bilgeliğine ekliyordu. Carreras, şarkılarını sesini zorlayacak aryalardan değil, daha hafif parçalardan seçmişti. Müzikallere yöneldiğinde aldığı alkış çığrından çıkıyordu. (Halkımız müzikal seviyor!) Kâh fısıltıya dönüşen, usul usul okşayan; kâh dağı taşı yerinden oynatacak güce bürünen o ses yıllara tüm güçlüklere, engellere meydan okuyordu! Konserin ikinci solisti Soprano Simge Büyükedez’di. Leyla Gencer’in sevgili öğrencisi, yurtdışında başarılar kazanan genç soprano, sesiyle, yorumlarıyla, sahne duyarlığıyla olağanüstü niteliklerini cömertçe önümüze seriyordu. Kendine güvenini ve mutluluğunu, tüm dinleyicilere geçiriyordu. Konserin, bence en zorlu ve en çarpıcı bölümü, finalden sonra alkışlara yanıt verdikleri aryalardaydı. Belki 67 kez dinleyici kırmayıp aryalar armağan ettiler. La Traviata’nın ünlü aryası “Libiamo” ile konser sona erdiğinde biz de kanat takmış müzikle birlikte göğe yükselmiş; şarkılarla denize yelken açmıştık. Bu yılki festivalin onur konuğu Muammer Sun Hoca, açılışta özlü ama muhteşem bir konuşma yaptı. Klasik müzik eğitiminin önemini vurguladı, Fazıl Say’a göz kırptı… Doğuş Grubu’nun desteklediği festivalde kurumun CEO’su Hüsnü Akhan ve festivalin sanat yönetmeni Yücel Canyaran festivalden elde edilecek gelirin Tohum Otizm Vakfı ile Bodrum Sağlık Vakfı’na aktarılacağını belirttiler. İşte “DMarin Turgutreis 8. Uluslararası Klasik Müzik Festivali”nin açılışı unutulmaz bir gece olarak belleklere böyle yerleşti. Animasyon Festivali’ne son başvuru 7 Eylül ? Kültür Servisi Bu sene 8.’si gerçekleşecek İstanbul Animasyon Festivali’ne (IAF) başvurular başladı. Filmini 1 Ocak 2010’dan sonra tamamlamış herkese açık olan yarışmaya son katılım tarihi 7 Eylül Cuma. Yarışmaya başvuran filmler “IAF Büyük Ödülü”, “Uzun Metraj”, “Türk Kısa Filmi”, “Öğrenci Filmi”, “İlk Film” ve “Müzik Klibi” dallarında yarışacak. Filiz Yılmaz’ın ilk albümü çıktı ? Kültür Servisi Filiz Yılmaz’ın ilk albümü “Gergef”, müzik marketlerdeki yerini aldı. Sanatçı, iki yıllık çalışmanın ürünü olan albümde farklı yörelerden derlenen anonim Anadolu türkülerini yeniden yorumluyor. Erzincanlı Filiz Yılmaz, müziğe ilgisinden dolayı Cemal Karakuş’tan şan dersleri aldı. Pink’ten farklı aşk yorumları ? Kültür Servisi Grammy ödüllü pop şarkıcısı Pink’in yeni albümü “The Truth About Love”, 18 Eylül’de çıkıyor. Plak şirketi RCA, yaklaşık dört yıl süren sessizliğin ardından çıkacak olan albüm için “Pink aşkı; karanlık, aydınlık, mutlu, üzgün gibi farklı yönleriyle kendine has bir şekilde anlatıyor” sözleriyle tanımladı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle