26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
4 HAZİRAN 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 Teknoloji sadece telefonu dinlemekle kalmıyor. Gezerken de yiyip içerken de her şeyiniz kontrol altında Dikkat, bankanız gözetliyor PELİN ÜNKER AKP’ye Yanlış Bakış! AKP’yi ele alan, düşünen ve inceleyenler, sürekli olarak yöntem yanlışı yapıyor. Yöntem yanlış olunca, çıkarılan sonuçlar da yanlış oluyor. Yöntem yanlışı, AKP olayını bütün olarak görmemektir. Yanlışın temelinde AKP ile ilgili olguların, düşünce ve uygulamaların bir büyük bütünün birbirine eklemlenmiş, birbirini tamamlayan parçaları olarak değil de, tek tek ele alınması yatıyor. Örneğin Başbakan’ın Kars’taki İnsanlık Anıtı’na bakışı ile AKP’nin eğitimde yapmak istedikleri ya da İstanbul Belediyesi’nin tiyatrolara yaklaşımı aynı anlayışın ayrılmaz parçalarıdır. Hiç abartmadan kürtaj yaklaşımının da bu bütünün bir parçası olduğu söylenebilir. Bunları ya da AKP’nin yaptığı herhangi bir işi tek başına alırsanız doğruyu ve gerçeği yakalayamazsınız. Yapılanlar ayrı ayrı ele alınınca, yanılma da kaçınılmaz oluyor. İçine düşülen eksiklik bununla da kalmıyor; AKP, cebinden her gün bir başka kâğıdı çıkarıyor. Başta siyaset ve basınyayın olmak üzere kamuoyu oluşturan çevreler, mesir macununa koşan kalabalıklar gibi, AKP’nin ortaya attığı bu yeni oyuncağı kapmaya, anlamaya ve kendilerine göre yorumlamaya uğraşıyor. Böylece AKP bir taşla iki kuş vuruyor; birincisi ülke gündemini belirliyor; ikincisi, kamuoyu yarattığı şaşkınlıkla uğraşırken, o, başta kadrolaşma ve ihaleler olmak üzere hemen her alanda yol alıyor. Bu açmazdan ve toplumsal şaşkınlıktan kurtulmanın yolu AKP’yi bir bütün olarak görmekten geçiyor. Bora Özkent ‘ Dünyada bankalar, farklı uygulamalarla müşterinin tüm hesaplarını kontrol altında tutabiliyor. Buna göre tüm harcamalarını dışarıdan gözlemleyebildiği müşterilerine hayat tarzı değişiklikleri öneriyor. Mobilite, anında müdahaleye olanak tanıyor. TGS Dış Ticaret’e borsada rekor talep Ekonomi Servisi Türkiye genelinde 200’ü aşkın imalatçı firmanın üretim gücünü 5 kıtada 100’ü aşkın ülkeye ihraç eden TGS Dış Ticaret’in halka arz ettiği hisseler 5.60 TL’den satıldı. 1 milyar dolara yakın ihracat gerçekleştiren firmanın hisselerine, yüzde 20 oranında fazla talep geldi. Gelen taleplerin yüzde 95.16’sını yurtiçi bireysel yatırımcılar, yüzde 4.84’ünü kurumsal yatırımcılar oluşturdu. Şirket ortaklarından Genel Koordinatör Hikmet Tanrıverdi, halka arz büyüklüğünün 14 milyon TL, halka arz sonrası şirket değerinin 42 milyon TL olduğunu söyledi. Tanrıverdi, TGS Dış Ticaret’in Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin 2010 için açıkladığı “İhracatta İlk 1000 Firma” sıralamasında yaklaşık 674 milyon dolar ile onbeşinci, kendi sektöründe ikinci sırada yer aldığına dikkat çekti. 2011’de 743 milyon dolarlık ihracata aracılık gerçekleştirdiklerini vurgulayan Tanrıverdi, “TGS olarak 2012 sonunda yaklaşık 1 milyar dolar ihracat hedefliyoruz. 2012’nin ilk çeyreğinde 231 milyon dolar ihracat gerçekleştirdik” dedi. ’ Teknolojinin sunduğu yeni imkânlar, tüm sektörlerde müşteri hakkında daha fazla bilgiye sahip olmanın önünü açtı. Mobilite sayesinde artık bankalar müşterilerinin peşini bırakmıyor. Bankadan sigortaya, teknolojiden hızlı tüketim ürünlerine kadar farklı sektörlerdeki çok sayıda şirkete inovasyon danışmanlığı yapan Bora Özkent, yaşanan inovasyon dönüşümüyle ilgili “Daha işin başındayız. Finans sektörü dijital dünyanın gelişimine paralel olarak büyük bir evrim geçirecek” dedi. Örneğin bir online mağazada gezerken bir ürünü beğendiğiniz anda Facebook’ta “like” edeceksiniz ve bankanız bunu hemen fark edip size kredi önerisinde bulunacak. Ya da bir otele tatile gittiğinizde bankanız Foursquare’de checkin yaptığınızı anlayıp size kredi kartınızla yararlanabileceğiniz bir indirim önerisinde bulunacak. Özkent’in verdiği bilgiye göre; Türkiye’de dijital bankacılıkta mobilite öne çıkıyor; kanunlar ve düzenlemeler diğer sektörlere göre bankacılıkta alanı daraltıyor. Hâlâ ıslak imza birçok bankacılık sürecinde mecburi. Sosyal medya henüz sa Kocanızdan şüpheleniyorsanız bankayı arayın L Amerika’da bankalar çiftlerin boşanmak üzere olduğunu harcamalarından tespit edebiliyor. Örneğin evli bir erkek yüzük, çiçek vs. almaya başladıysa banka, kredi kartı harcamalarından bunu görüp önlem alıyor. Boşanmalarda miras paylaşımı söz konusu olduğundan bankalar da ona göre konumlanıyor. L Bankalar hangi kalemlere ne kadar harcandığının bir çizelgesini çıkarıyor. Bunu lokasyonla bağlayan uygulamalarla örneğin banka müşterisi henüz restoranda yemek yerken anında cep telefonuna kısa mesaj yolluyor ve dışarıda yemeklere çok fazla harcama yaptığı konusunda uyarıyor. L www.goalmine.com, www.smartypig.com, www.mint.com gibi uygulamalarla kişinin cep telefonundan harcamaları ve nakit durumu sürekli takip ediliyor. L Bazı bankalar blog açıyor ve yatırımcılarla bire bir sohbet ederek filtresiz, sansürsüz finansal önerilerde bulunuyor. L Müşteriler artık bir bankanın sadece kendi ürünleri ile ilgilenmiyor. Örneğin sportif sponsorluklarda bulunan bir bankanın spor haberlerini müşterileri ile paylaştığı ve onlarla etkileşime girdiği bir websitesi müşterilerinin ilgisini çekiyor. L iPhone aplikasyonları ile Bluetooth üzerinden telefondan telefona para aktarabiliyor ya da telefonunuzu bir POS cihazına dönüştürebiliyorsunuz. iPhone üzerinde çalışan Square ile işyeri sahibi, müşteri daha kapıdan girerken ismini soyadını öğrenip ismiyle hitap edebiliyor ve ona yönelik ürünler sunabiliyor. dece şikâyet yönetimi için kullanılıyor. Oysa dijital bankacılık dendiğinde sadece internet bankacılığı değil, aplikasyonlar, sosyal medya kampanyaları, müşteriye farklı ürünler sunma olasılığı ortaya çıkıyor. Tüketici artık şeffaf Özkent, sosyal medyanın tüketiciyi şeffaflaştırdığına dikkat çekti. Müş teri neyi seviyor, neden memnun değil artık anında paylaşıyor ve bu paylaşım eskisi gibi 12 yakın arkadaş, eş, dost ile değil Twitter, Facebook, Youtube gibi mecralarda yüzlerce kişiye, onların da bunu paylaşması ile binlerce kişiye ulaşıyor. Türkiye’de telekom, bilişim, turizm, finans ve hızlı tüketim şirketleri sektörleri inovasyona oldukça ilgi gös teriyor. İnovasyon danışmanlığı alan bazı kamu kuruluşları ve belediyeler de mevcut. İnovasyona ayrılan bütçe de giderek artıyor. Bora Özkent’in eşi Işıl Taysever ile birlikte 2008’de kurduğu Özkent&Taysever inovasyon danışmanlığı şirketi, Türkiye’nin önemli banka, sigorta, hızlı tüketim ürünleri, üretim ve otomotiv şirketleri ile çalışıyor. AKP’nin bütünü nedir? Öncesinde kendisini yaratan iç ve dış koşullar, bilinen ve bilinmeyen nedenler veri alındıktan sonra şu söylenebilir: AKP, ana karnına düştüğü günden bu yana, Türkiye’nin Müslüman bir ülke olduğunu vurguluyor ve bunu tam anlamıyla uygulamaya, toplumsal yapının ve ilişkilerin her hücresine yerleştirmeye çalışıyor, bunu asıl görevi sayıyor. Her şey, ama her şey, kendince kutsal sayılan bu görevin yerine getirilmesini hedefliyor. Kalanı, içi boş ayrıntıdır. Bütün ile ilgili ana çizgilere değinmek gerekiyor. Birincisi, toplumsal yapının dinselleştirilmesinin son sınırları belirsizdir; nereye kadar gideceği ve nerede duracağı bilinmiyor! Kaldı ki AKP İslamı, bu dinin bütününü kapsamıyor; tek bir mezhebe dayanıyor. Özetle, AKP’yi kendine özgü ılımlı İslam çizgisinde tutacak bir iç güvence ve dengeleyici etken bulma olasılığı hızla zayıflıyor. İkincisi, özünde kişiye bağımlılığı ağır bassa da AKP’nin yürüttüğü İslamcı akımın mutlak anlamda kişiye bağlı olduğu sanılmamalıdır; bu bir gömlek giymeçıkarma olgusudur. Sanırım bu köşede daha önce de yazdım; Tayyip gider, Mayyip gelir; bu akımın bayrağı taşınır; görev sürer. Bu nedenle, AKP ile bilmem hangi cemaat arasında kavga çıktı; Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın önümüzdeki seçim sürecinde birbirine ters düşmesi ve çatışması kaçınılmazdır; ya da filanca bakan mı yoksa fişmanca sözcü mü partiyi temsil ediyor veya sorunumuzu Cumhurbaşkanı ya da Meclis Başkanı çözer, bunlardan birine başvuralım, dilekçe sunalım; randevu alalım, türünden yaklaşımların, onca deneyimin kanıtladığı gibi, hiçbir anlamı yoktur. Bunun gibi önemli konularda, bütünü görmeyip AKP içinde çelişki arama çabalarının da, bu hareketin asıl amacı açısından, yani uzun dönem için hiçbir gerçekliği ya da geçerliliği yoktur. Üçüncüsü toplumun çok büyük bir çoğunluğu Müslümandır. Ancak seçmenin yarısı AKP’ye oy vermiyor. Bu gerçekleri veri aldıktan sonra, sorulması gereken soru şudur: Toplumsal ilişkilerin, siyasetin ve kamusal alanın ve giderek son kürtaj örneğinde olduğu gibibireysel yaşam alanının AKP tarafından daha fazla baskı altına alınması nasıl durdurulabilir? Bu sorunun yanıtı üzerine, kuşkusuz derinlemesine, bütünü görerek ve üstelik hiç geç kalmadan çalışılmalıdır. Emlak krizinden en çok etkilenen kurumlardan biri olan İspanya’nın dördüncü bankası Bankia’nın şubeleri, protesto gösterilerinin hedefinde olmayı sürdürüyor. İspanya’da 90’lı yılların sonu ve 2000’lerin başında yaşanan imar patlaması emlak fiyatlarına aldatıcı bir yükseliş getirirken verilen konut kredileri, bankalara geri dönmedi. İspanya Başbakanı’ndan AB’ye çağrı ? Bankacılık kriziyle boğuşan İspanya’da protesto gösterileri sürerken ülkenin başbakanı Rajoy, ortak bir mali otorite kurulması çağrısında bulundu. Ekonomi Servisi İspanya’da onlarca gösterici ülkenin en büyük dördüncü bankası ve ülkedeki krizin sembolü olan Bankia’nın önünde gösteri düzenledi. Ülkedeki bankacılık sektörünün ne kadar kırılgan olduğunu ortaya koyan Bankia en son hükümetin kurtarmak amacıyla vereceği 19 milyar Avro’luk devlet tahvili ile gündeme oturmuştu. İspanya Başbakanı Mariano Rajoy Avro bölgesi ülkelerine çağrıda bulunarak, “Yeni bir mali otorite kurumu üzerinde anlaşmaya varmamız, Avro bölgesindeki mali politikalara da rehberlik edecektir. Üye devletlerin mali politikalarını bir uyuma sokmak aynı zamanda ulusal finansın merkezden kontrol edilmesini sağlayacak” dedi. Rajoy’a göre oluşturulacak bu yeni kurum, Avrupa’da borç yönetiminden de sorumlu olacak. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in de desteklediği konunun ay sonunda gerçekleştirilecek AB Liderler Zirvesi’nde ele alınması bekleniyor. Geçen hafta dünya ekonomisindeki gelişmelere ilişkin veriler, bunlarla ilgili tartışmalar önceki haftayı değerlendirirken dikkat çektiğimiz verilerin, tartışmaların yoğunlaşarak devam ettiğini gösteriyordu. Ancak ilginç yenilikler de var. Kapitalizmin yapısal krizi “büyük buhrana” (“o kriz”) dönüşerek yoluna devam ederken, krizin küreselleşme, finansallaşma döneminde, üretilmiş, zamanla “edinilmiş düşünceler sözlüğüne” girmiş (Flaubert) varsayımları da birbiri ardına yıkıyor. Önde gelen ekonomilerde veriler, senkronize bir gerileme sürecine işaret etmeye devam ediyor. Borsalarda mart ayından bu yana yerleşen gerileme eğilimi, geçen hafta boyunca derinleşerek, Asya piyasalarını da içine alarak devam etti. Önceki hafta veriler, AB ekonomisinde genel bir resesyonun gelişmeye devam ettiğini gösteriyordu. Çin, Brezilya, Hindistan ekonomileri de yavaşlarken, AB bölgesinde daralan talep, Güney Kore, Filipinler, Malezya, HongKong, Endonezya, Tayland ekonomilerinin büyüme oranlarını aşağı çekmeye başlamıştı. Geçen hafta Asya borsalarına genel bir bakış mart sonundan bu yana belirgin ve sürekli bir gerileme yaşandığını ortaya koyuyordu (Wall Street Journal, 31/05). Bu koşullarda gözler ABD ekonomisinin lokomotif olma kapasitesine dönüyor. Ne ki geçen haftanın sonunda gelen veriler bu umutları söndürdü. ABD birinci üç aylık dönem büyüme hızı yüzde 2.2’den yüzde 1.9’a geri çekilmiş, işsizlik mayıs ayında yüzde 8.1’den yüzde 8.2’ye yükselmişti. Belli ki, “ABD ekonomisi momentum kaybediyordu” (Financial Times, 31/05). Önde gelen ekonomiler arasında başlayan bir senkronizasyon (eşzamanlı hareket) ülke ekonomilerindeki sermaye birikim rejimlerinin, sorunlarının birbiriyle çok benzeştiğini gösteriyor. Bu, bulunduğu coğrafyalarda sıkışan sermayenin kaçacak alanlardan hızla yoksun kalmaya başlaması demek. Bu durum finansal piyasalarda riskleri daha da arttırıyor: Önceki Haftadan Devamla... Sermaye dünya ekonomisinin henüz tam anlamda içine çekemediği, kıyılarında, büyüme ve kâr olasılıkları vaat eden, ancak giderek daha riskli, gelen sermayenin ağırlığını kaldırma kapasitesi çok sınırlı alanlarına yönelmek zorunda kalıyor. Böylece kırılganlık, “yıkılma” riski giderek artıyor. Geçen hafta, “İspanya, Yunanistan’ın izinden mi gidecek” sorusu yeniden canlandı. Halbuki İspanya, borçlarının milli gelire oranı yüzde 150 düzeyinde olan Yunanistan’dan çok daha iyi bir durumda. Bu borç oranı yüzde 50 düzeyinde olan İspanya’da sorun, hâlâ söndürülemeyen inşaat piyasaları balonu, 850 milyar dolarlık “morgıç” yükü üzerinde ayakta durmaya çalışan “zombi bankalar”dan kaynaklanıyor. World Affaires Journal’daki bir araştırma, İspanya’da halen yeni yapılmış, satılamayan, 818 bin konut olduğunu aktarıyordu (Mayıs/Haziran 2012). Kimi hesaplara göre, bu fazla kapasite, İspanyol banka sisteminin gücünü çok aşan 470 milyar dolarlık bir bataklık oluşturuyor (Washington Post, 30/05). Geçen hafta, İspanya hükümeti ülkenin dördüncü büyük bankası Bankia’nın kurtarılma maliyetinin 4.4 milyar Avro değil de 23 milyar Avro olduğunu açıklayınca piyasalarda “şafak attı”. İspanya hükümetinin kasasında böyle bir para yoktu, kaçınılmaz olarak piyasalardan borçlanması gerekiyordu. Bu gereksinim, İspanya hazine bonolarının getiri oranlarını, sürdürülemezlik noktası olarak kabul edilen yüzde 7 düzeyine çok yaklaştırdı (New York Times, 30/05). İspanya, AB Merkez Bankası’nın kapısına beklenenden çok daha önce dayanacağa benziyordu. “İspanya Yunanistan’ın izinden mi gidiyor” tartışmaları da bu zeminde patlak verdi ve Portekiz’inkinden daha büyük bir ekonomiye sahip Katalan bölgesi valisinin, “Bizim hazine boşaldı, acilen yardım gerekiyor” açıklamasıyla yoğunlaştı. Perşembe günü IMF’nin İspanya için 300 milyar Avro’luk bir kurtarma paketi oluşturmaya çalıştığına ilişkin bir Wall Street Journal haberini yalanlaması, kaygıları daha da arttırdı. Bu ufuk turundan sonra, kimi varsayımları yıkan ilginç gelişmelere gelmek istiyorum. Bunların en son örneğine, geçen hafta, AB krizi içinde İspanya ile ilişkili tartışmalar sürerken rastladım. Bölgeselleşmenin, otonom bölgeler kurmanın, hem merkezin sırtındaki yükleri azaltarak hem de demokrasiyi güçlendirerek, ülkelerin ekonomik siyasi yönetimlerini kolaylaştırdığına, bunun zaten küreselleşmenin sonucu olduğuna ilişkin savları yıllardır dinliyorduk. Ancak ekonomik krizde, İspanya örneğinde olduğu gibi, bölgeler kendi kendilerine ayakta kalma kapasitelerini hızla yitiriyorlar, yitirince de gelip, merkezi devletin kapısına dayanmaya başlıyorlar. Bu madalyonun öbür yüzündeyse, merkezin bölgeler üzerindeki mali denetimini arttırma çabaları var. İspanya’da devlet, bu krizden yararlanarak, örneğin Katalan bölgesi gibi bölgelere verdiği kredilere, bölgenin finansal otonomisini ortadan kaldırmayı amaçlayan, Franko dönemini anımsatan kurallar koymaya başlamış. Bu, merkezileşme, İspanya’ya has bir Önce bir ufuk turu Şimdi de İspanya mı? Yıkılmaya başlayan varsayımlar... refleks de değil. Avrupa’nın merkez ülkeleri, özellikle Almanya, uluslararası finans kapital, üye ülkelerin mali politikalarını tek merkezden denetlemenin yollarını arıyor. AB Merkez Bankası’nın önceki başkanı Trichet, son G8 toplantısında sunduğu ve Reuters’in aktardığına göre büyük ilgi gören planında, mali krizde, Avro’nun tümünü tehdit eden bir ülkenin siyasi liderleri gerekli kararlı uygulayamıyorlarsa, federal yaptırımları harekete geçirerek, söz konusu ülkenin maliyesinin yönetimine el koymayı önermiş (Reuters 18/05). Bir üye ülkeye doğrudan siyasi müdahale, protektoraya dönüştürme olasılığı içeren bu önerinin, bir okuyucumun uyarısıyla baktığım, “Demokrasi ne kadar geçerli” başlıklı bir çalışmadan (www.germanforeignpolicy.com) Yunanistan bağlamında, Almanya’da seçkinler arasında, medyada gündeme gelen kimi karanlık senaryolarla da uyum halinde olduğunu gördüm. Alman seçkinleri, 17 Haziran seçimlerinden sonra Avro’dan çıkma olasılığının getireceği mali bulaşıcılık riskini almak istemiyorlarmış. Hamburg Uluslararası Ekonomi Enstitüsü Başkanı Thomas Straubaher, seçim sonuçları ne olursa olsun Yunanistan’ın yönetilemeyen bir “başarısız devlet” olduğunu, geçerli devlet kurumlarının oluşmasına kadar protektoraya dönüştürülmesi gerektiğini savunuyormuş. Daniel CohnBendit, yoğun dış müdahalenin kaçınılmazlığını vurguluyor, aksi takdirde kaos, hatta askeri darbenin gündeme gelmesinden korkuyor. Kimi yorumcular, örneğin Wofgan Münchau, Weimar Almanya’sını anımsıyor, askeri diktatörlük riskinden söz ediyor. Frankfurter Allgemeine Zeitung, Yunanistan’ın “başarısız devlet” olması durumunda sınırlarını yabancı sığınmacılara karşı koruyamayacağını ileri sürerek askeri önlem olasılığını tartışıyor. Dün, AB çapında devletler üstü, Kant’çı bir “evrensel barış” dünyası rüyaları görenleri, sanırım bugünlerde Avrupa çapında Hobbes’çu bir dünya, bir “Leviathan devlet” kâbusu bekliyor. Tekzen 40 ilde 82 mağazaya ulaştı 18 yıldır yapı market sektöründe faaliyet gösteren ve yüzde yüz yerli sermaye ile Türkiye genelinde 40 ile ulaşan Tekzen, Antalya’da 81. Ankara’da ise 82. mağazasını açtı. Geçen hafta, iki gün üst üste Ankara’da (Ümitköy) 5. Antalya’da (Kumluca) ise 3. mağazasını açan Tekzen, bu ay Samsun (2. mağaza), Denizli (3. mağaza), İzmirÇeşme ve Mardin’de birer mağaza açacak. Sigarayı bıraktıran T. Telekom’a ödül Sigaranın zararlarıyla ilgili farkındalık yaratmak amacıyla hayata geçirdiği “Türk Telekom Sigara Bıraktırma Poliklinikleri” sayesinde 1.300 çalışanının sigarayı bırakmasına destek olan Türk Telekom bu projesiyle Türkiye Sigarayla Savaş Derneği’nin “İnsanlığın Gerçek Dostu” ödülünü aldı. Akbank müşteri hizmetlerini özel bir Twitter hesabı üzerinden sunmaya başladı. Akbank müşterileri artık @AkbankDestek hesabı üzerinden, Akbank ürünleri ve hizmetlerine ilişkin bilgi alabiliyor, başvuru ve önerilerini iletebiliyor. C MY B C MY B Akbank, müşterisine Twitter’dan ulaşacak
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle