25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 MAYIS 2012 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ‘Devlet Eliyle Tiyatro’ Memurla Amir! Memur vardır, amir vardır. Amirin de amiri vardır. Gide gide iş başbakana kadar uzanır. Örneğin Demirel’in başbakanlığı sırasında verdiği emirleri dinleyen ve onun isteklerini yerine getiren bir görevliye AKP döneminde hesap sorulamaz. Memur o dönemde kendisine verilen işi yapmıştır. Bir sorumlusu varsa, o memurun amiridir. Yani o sıralardaki hükümetin başbakanı... Tuhaf şeyler yaşıyoruz. Erbakan’ın iktidar günlerinde yaşananların hesabı apayrı bir durumdur. Mesut Yılmaz’ın, Bülent Ecevit’in, Tansu Çiller’inki de... Bu kişilerin dönemlerinde yapılanlardan memurlarını sorumlu tutmak yanlıştır. Onlar iktidardaki hükümetlerin emriyle birtakım iyi kötü işleri yapmışlardır. Memur sorumlu olmaz, amiridir sorumlu olan. Zaman geçmiş, yıllar önceki hükümetler döneminde çirkin güzel işler yaşanmış. Bunların yararını da, zararını da halk çekmiş, iş bitmiş. Şimdi kırk yıl sonra o günlerin sorumlusu diye birtakım memurları suçlamak olur mu? Birbiri ardına gelen iktidarlar kendilerinden öncekilerden hesap sorarlarsa, konu yanlış yola girer. Suçlanabilecek ya da kutlanabilecek kişiler dönemlerin başbakanlarıdır. Tayyip Erdoğan’ın kalkıp Demirel’den ya da Evren’den hesap sorması ne denli doğrudur. O kişilerin iktidardayken yaptıkları gerilerde kalmıştır. Zamanlar geçmiş sen kalkmış “ver hesabını” diyorsun. Unutma ki senden sonra işbaşına gelecekler de senin yaptıklarının hesabını soracaklardır. Memur emredilen işi yapar. O iş yanlışsa suçlu memur değil, amiridir. Bu yüzden bakıyorum, “sen falanca görevdeyken şu yanlışları yapmışsın gel hesap ver adalet önünde diyebilmek” doğru değildir. Her memurun görevi amirine itaat etmektir. Bir suç varsa, o amir durumunda olanındır. Memur, “Hayır bu emir yasa karşıtıdır” diye itiraz edebilir, ama bunu yapmaya gücü yeterse... Başbakan’ın devlet tiyatrolarını özelleştirme isteğinin arkasında ise her zamanki gibi eleştirilmiş olmasına karşı duyduğu kızgınlık olduğu anlaşılmakta. “Kusura bakmayın, hem maaşınızı alacaksınız hem de istediğiniz gibi yönetime verip veriştireceksiniz, böyle saçmalık olmaz” demiş. Demokrasi açısından bunun da talihsiz bir cümle olduğunu düşünüyorum. Binnaz TOPRAK CHP İstanbul Milletvekili aşbakan Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Şehir Tiyatrosu’na getirilmek istenen yönetmelik değişikliğine itiraz eden sanatçıları “despot aydın” olmakla suçlayıp “kibirli” bulmuş. Bununla yetinmeyip bir de “zavallılar” yaftasını eklemiş. Siz misiniz Başbakan’a kibirli davranan, “ben size gösteririm” edasıyla bundan böyle devlet tiyatrolarını özelleştireceğini söylemiş. “Hükümet olarak bizler istediğimiz oyunlara sponsor olur, desteğimizi veririz” demiş. Gerekçesi ise “devlet eliyle tiyatro olmaz” iddiası. Ayrıca eklemiş: “Soruyorum, yahu siz kimsiniz? Bu ülkede tiyatro sizin tekelinizde mi? Bu ülkede sanat sizin tekelinizde mi? Sanat konusunda söz söyleme ehliyetine sahip olan sadece sizler misiniz?” Önce şunu belirteyim: Evet, bu ülkede tiyatro ve sanat “onların” tekelinde. Onlar kimdir derseniz, bugüne kadar tiyatroyla, sinemayla, plastik sanatlarla, müzikle, mimariyle, edebiyatla, estetikle, geleneksel sanatlarla uğraşmış herkes. Başbakan açısından ne yazık ki “onlar”, kendi dünya görüşü ve ideolojisine yakın durmayan insanlar. Bugüne kadar İslami çevrelerden gelip de tüm bu alanlarda ye B teneklerini ve yaratıcılıklarını ortaya koymuş kişiler çok sınırlı. Hele hele bu çevrelerden, uluslararası ün kazanmış, önemli ödüller almış tek bir isim bilmiyorum. Sanat alanında Türkiye’yi yüceltmiş, ortalama eğitimin altı yıl olduğu bir ülkede kitlelere sanatı sevdirmek için uğraş vermiş, nesilden nesle bir sanat ve edebiyat çevresi oluşturmak için çaba harcamış insanları “zavallı” diye nitelendirmek başbakan sıfatına yakışan sözler değil. Başka hangi demokratik ülkede bir belediye başkanı “Böyle sanatın içine tükürürüm” diyebilir, bir başbakan “ucube” bulduğu heykelin yıkılmasını emredebilir ya da sanatçıların topuna “zavallı” ve “despot” der? Bu tür bir siyasi ortam edebiyat ve sanat insanlarımızı öylesine bunaltıyor ki çareyi yaratıcılıklarına değer veren başka ülkelere gitmekte buluyorlar. Orhan Pamuk gitti, şimdi sıra Fazıl Say gibi bir müzik dehasında. Evet, sanatçılar kibirlidir. Kibirli olmaya da hakları vardır. İngiliz yazar Oscar Wilde’ın, Amerikalı gümrük memurunun “Deklare edecek bir şeyiniz var mı” sorusuna verdiği cevap ünlüdür: “Dehamdan başka deklare edecek hiçbir şeyim yok!” Sanatçı kibrinin gerisinde or talama insandan farklı yeteneklerinin olması, ortalama kişilerin değer yargıları ve dünya görüşlerinin ötesinde bakış açıları geliştirmesi, genel geçer normları sorgulaması, toplumu kışkırtarak ileriye taşıması, eşyayı, insanı, kurulu düzeni altüst etmesi, sanatına olan saygısı yatar. Onların kibrinin sınırı siyasetçilerde değil, sanattan anlayan sanatseverlerde biter. Sanat konusunda söz söyleme ehliyetine sahip olanlar da siyasetçiler değil, sanatı takip eden, sanat hakkında okuyan/yazan bu gerçek sanatseverlerdir. “Devlet eliyle tiyatro” olup olmayacağını Başbakan bir zahmet incelesin. “Devlet eliyle” neredeyse “hiçbir şeyin olmadığı” Amerika Birleşik Devletleri’nde bile ne çok kent ve eyalet tiyatrosu olduğunu öğrenip şaşıracaktır. Sanatın pek çok devlet tarafından desteklenmesi çağdaşlığı otoyol, köprü, yapay kanal, alışveriş merkezi vb. yapıların inşasıyla sınırlı tutmamalarındandır. Başbakan’ın “Hükümet olarak bizler istediğimiz oyunlara sponsor olur, desteğimizi veririz” cümlesi ise iyice talihsizdir. Bu tür sponsorluklar hükümet eliyle yapıldığında, destek hükümet üyelerinden değil, vergi veren herkesin cebinden çıkacağından cümledeki “bizler ve “istediğimiz” kelimeleri hiç mi hiç uygun düşmemekte. Başbakan’ın devlet tiyatrolarını özelleştirme isteğinin arkasında ise her zamanki gibi eleştirilmiş olmasına karşı duyduğu kızgınlık olduğu anlaşılmakta. “Kusura bakmayın, hem maaşınızı alacaksınız hem de istediğiniz gibi yönetime verip veriştireceksiniz, böyle saçmalık olmaz” demiş. Demokrasi açısından bunun da talihsiz bir cümle olduğunu düşünüyorum. Yol Yürümez, Sen Yürü... 1 Mayıs Meydanı bir nefes gibi... Dibe vurduktan sonra, suyun üstüne çıkıp alınan bir derin nefes sanki... İki gündür yüzü gülüyor sevdalının... Sormaya gerek yok, o soruyor: “Gördün mü?..” ? Ben hiç umudumu yitirmemiştim zaten... Bu gençler... O aydınlık yüzlü baba... O gözü ıslak anne... O kız... O zıplayan oğlan... Hangisini buraya sığdırabilirim ki; 200 bin diyorlar meydandakilere sayı olarak, bence en az 30 milyondu... ? 1 Mayıs, dönüm noktasıdır... Hiçbir şey 1 Mayıs’tan önceki gibi olmayacak... Kırılma yeri... Çoktandır; sindiği, teslim olduğu, biat ettiği, artık belini doğrultamayacağı, korktuğu, tüydüğü sanılanların meydana çıkışı önceki gündü... ? Şimdi sırada 19 Mayıs var... 19 Mayıs farklı kutlanacak, göreceksiniz... Öğrenciler, görevliler, askerler, bandolar değil... Bir ulus Mustafa Kemal’inin Samsun’a çıkışını ilk kez böylesine görkemli kutlayacak... Tek nefesle yaşam olmaz çünkü... ? Göreceksiniz üzülmüş, sinmiş, ürkmüş ve sessizleşmiş yargıçlar, savcılar artık kendilerini yalnız hissetmeyecekler... Bilim adamları, üniversiteler... Medyada; acı çeken ama katlanan arkadaşlarımız... Öğretmenler, doktorlar, mimarlar, mühendisler, avukatlar, eczacılar, esnaf, sendikalar, sivil toplum örgütleri... Artık Türkiye’nin sürüklendiğini gören, canı yanan, razı olmayan, itiraz sahibi kim varsa... Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak çünkü... ? Bu nefesten sonra AKP iktidarını orada tutan tek şey var: CHP’nin bir türlü ana muhalefet partisi olamayışı... (Buna birkaç güne kadar döneceğiz...) Önceki günkü 1 Mayıs Meydanı, CHP’ye de birçok şey söyledi... Artık saçma sapan, tutarsız hatta densiz politikalardan vazgeçip, iktidar alternatifi olduğunu ortaya koyması gerektiğinin notunu meydana düştü... ? “Nehir tersine akmaz” deyip duruyordum, ortak... Ben umudumu hiç yitirmemiştim çünkü... Dibe vuruşun ardından, yüzeye çıkıp bir derin nefes almak gibi... Yürüyün artık... Yol yürümez sen yürü... CHP İstanbul Kongresi Yaklaşırken 13 Mayıs’ta yapılacak il kongresinden CHP büyüyerek ve bütünleşerek çıkmalıdır. Temsil yeteneği yüksek yeni yönetim, sayı avantajını da iyi değerlendirerek büyük olsun hepimizin olsun şiarıyla umudu örgütlemeli, yenilikçi ve devrimci bir çizgide hak arayanların ortak sesi olmalıdır. İstanbul için başka çıkar yol var mı? Hüseyin ÖZKAHRAMAN Eski CHP Bahçelievler İlçe Başkanı nezdinde karşılık bulamayacak gibi gözüküyor. Her iki aday da Genel Başkan’a yürekten bağlı olduklarını söylüyorlar. Bu nedenle CHP Genel Başkanı Sn. Kemal Kılıçdaroğlu, Deniz Baykal’ın yaptığı gibi aday açıklamasında taraf olmuyor ama örgütün ve ilçe başkanlarının eğilimlerinin mevcut il başkanından yana olduğu da biliniyor. Her iki aday da CHP adayıdır ve kendilerine özgü bilgi beceri ve yetenekleri vardır. Hangisi bu süreci üstlenirse üstlensin kollektif bir yönetim anlayışı ile İstanbul’u yöneteceklerdir. İstanbul bir kültür başkentidir. Çeşitli inanç gruplarına, cemaatlere farklı milliyetlerden kimliklere ev sahipliği yapmıştır. Bir kültür mozaiği ve hoşgörü diyarında, seçmenin beşte biri burada yaşar. İrili ufaklı meslek odalarının, sendikal örgütlerin hemşeri derneklerinin yoğunlaştığı İstanbul’da bir yönetim değişikliğine ihtiyaç vardır. Bir özgürlük kenti olan İstanbul’un sorunları giderek büyümekte ve içinden çıkılamaz bir hal almaktadır. Kentsel dönüşüm adı altında halkın yaşam alanları talan edilmekte, ranta dayalı imar değişikleriyle İstanbul adeta yok edilmektedir. İstanbul’un bu işgalden bir an önce kurtarılması şarttır. Bu direnişi örgütleyecek ve önderlik edecek bir yapıyı İstanbullular bekliyorlar. On yıllık AKP iktidarına son vermek, itibarsızlaştırılan Türkiye’yi yeniden kurmak, herkesi ve her kesimi kucaklamak ancak CHP iktidarıyla olanaklıdır. Bu iktidarın yolu da İstanbul’u almaktan geçiyor. 2014 yerel seçimlerinde İstanbul’u kazanmak Türkiye’yi kazanmaksa, 13 Mayıs’ta gerçekleşecek il kongresinden CHP büyüyerek ve bütünleşerek çıkmalıdır. Temsil yeteneği yüksek yeni yönetim, sayı avantajını da iyi değerlendirerek büyük olsun hepimizin olsun şiarıyla umudu örgütlemeli, yenilikçi ve devrimci bir çizgide hak arayanların ortak sesi olmalıdır. İstanbul için başka çıkar yol var mı? S iyasal partiler demokrasilerde politik yaşamın asli unsurlarıdır. Toplumların ihtiyaç duyduğu devlet ve hükümet yönetimlerinde, tarihi süreçlerin bir ürünü olarak ortaya çıkmışlar, gelişerek ve değişerek günümüze kadar gelmişlerdir. Bugün ülke yönetimlerinde söz sahibi olmak isterlerken, ister siyasi erki elinde bulundursun, ister muhalefet olsunlar bütün siyasi partilerin (tabela partileri dahil) ortak amacında yönetmek ve iktidar olmak yazar. Hedeflerini programlarına yazmayan hiçbir parti örgütü düşünülemez. Onlar belirli bir programı, anayasa ve yasalara uygun olarak yazılmış tüzük metinleri çerçevesinde, ideolojik politik öngörülerini, projelerini topluma götürürler ve onlara inanan kitlelerden, üye ve taraftar toplarlar. Kalıcı olmaları ve toplumun en geniş kesimlerince kabul görmelerinde, ne söyledikleri ve nasıl davrandıkları ve o toplumun sosyal ve kültürel değerleriyle çelişmeden nasıl mücadele ettikleri ve hangi argümanları kullanarak örgütlendikleri önemlidir. İktidarı hedefleyen bir parti örgütü, ülkenin bütününde örgütlenmesini il, ilçe ve belde örgütleriyle yaparlar. Her birinin birbirleriyle ilişkileri, hem hiyerarşik hem de uyumlu olmalıdır. Bu da yerel ve genel siyasetin sağlıklı gelişimine olanak sunacağı gibi, canlı, disiplinli ve birbirini denetleyen örgüt yapısının yaratılmasına da katkı sunar. Bundan dolayı örgütlenme ve karar süreçlerinde demokratik merkeziyetçiliği esas alan sol ve sosyalist partilerde örgütsel ahengin oluşmasında, tabanda oluşan düşüncelerin genel merkeze taşınmasında, genel merkezde zenginleşen ve olgunlaşan kararların ilçe ve beldelere hızlı bir şekilde aktarılmasında il örgütlerinin görev ve sorumlulukları hem büyük hem de farklıdır. Hele ki nüfusumuzun, ekonomimizin ve üniversitelerin bunca yoğun olduğu İstanbul... Tarihi değerleri kültürel birikimleriyle bir dünya kenti olan, orta ölçekte bir Avrupa devletine eşdeğer İstanbul, bütün siyasal, sosyal, ekonomik örgütlerin gözde kenti, çekim ve cazibe merkezidir. Otuz dokuz ilçenin oluşturduğu ve her bir ilçenin Türkiye’de birkaç ilin toplam nüfusundan daha büyük olduğu düşünüldüğünde, İstanbul gibi mega bir kenti yönetmenin çok güzel bir duygu olduğu kadar, ne denli zor bir şey olduğunu da görmek ve bilmek gerekir. Bundan dolayıdır ki bütün parti genel merkezleri “ince eleyip sık dokuyarak” İstanbul örgütlenmelerine ayrı bir önem verirler. Hele hele önümüzdeki süreci hiç de şansa bırakmak istemeyen CHP genel merkezi İstanbul İl örgütünü, geçmişin başarılı il başkanları örneklerinden sonra, daha enerjik ve daha çalışkan bir yapıyı kurgulamış, Nebil İlsever, Bahri Şahin deneyimlerinden sonra Oğuz Kaan Salıcı ile bu süreci devam ettireceğini göstermiştir. CHP 13 Mayıs’ta İstanbul il kongresini gerçekleştirecektir. Şu ana kadar il başkanlığına adaylığını açıklamış iki aday vardır. 15 Eylül 2011 tarihinden beri il başkanlığı görevini sürdüren Boğaziçi Üniversitesi mezunu Oğuz Kaan Salıcı ile eski il başkanlarından ve İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu Ali Özcan aday olduklarını kamuoyuna duyurdular. Başka bir aday çıksa bile delege ve örgüt Yitirdiğimiz İstanbul... Daver DARENDE Emekli DiplomatYazar “Gülmeyi unutmuş İstanbul şehri / Karanlık bir gökyüzü / Çökmüş Yeditepe üstüne / Mavnalar çekmez olmuş bunca zahmeti / Kız Kulesi sisler içinde” doğasını, özgün dokusunu ve kimliğini her geçen gün yitiren İstanbul’u değerli ozan dostum Nusret K. Otyam ne güzel anlatmış dizelerinde… Geçen akşam günlerde “France24” televizyonunun haber programında iki yüzyıllık iki tarihi binayı yıkarak yerine alışveriş merkezi yapmak isteyen çıkarcı çevrelere karşı Kiev halkının kentin dokusunu korumak için direnç gösterişini, bu direnişin zaferle sonuçlanmasını hayranlık duyarak izledim. Bu olayı ekranda izlerken en ufak suçluluk duygusuna kapılmadan İstanbul’un tarihsel görüntüsünü acımasızca değiştirenleri düşünmekten de kendimi alamadım. Onlar uygar dünyadan hiç ders almadan ve hiçbir engel tanımadan yollarında rahatça yürüyorlar. Keyifli yaşama alışmış, çıkarından başka bir şey düşünmeyen kimi İstanbullular ise bu kentin hüzünlü halini izlemekle yetiniyorlar. Tarihin akışını değiştiren, uygarlıkların kalıntılarıyla zenginleşen bu kent inanılmaz bir hızla değişirken her biri birer çirkinlik abidesi olarak yükselen onlarca gökdelen kentin eşsiz siluetini bozuyor, insanı ürkütüyor, cehalet ve vurdumduymazlık İstanbul’un kimliğini değiştiriyor. Biz İstanbul’un yalnız doğasına değil tarihsel mirasına da ihanet ettik. Gelecek kuşaklar işlenen bu büyük suçu bağışlamayacaklar. Geçen hafta, terk edilmiş görüntüsü ile yüreğimi sızlatan Haydarpaşa Garı önünde İstanbul’un sesini dinledim. Dostlar, Haydarpaşa’yı kim kurtaracak!? C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle