23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 25 MAYIS 2012 CUMA 2 yerine geçmişle yüzleşmeye vakit ayırmak çok mu ilericiliktir? “İleri demokrasi”nin iktidarı, geri vitese takılı kalmışa benziyor. öyle olduğu halde, AKP iktidarının dinamik, atılgan ve ileri koşar gözükmesi, yapılan işin özünden daha çok, yapılışın tarzından ileri gelmekte: İşbilirlik ve beceriklilik. Çünkü parti lideri iş görecek takımını, yani bakanlar kurulunu oluştururken yerel yönetimlerde başarılı olanları seçmiş ve gereken yetkileri de onlara vermiştir. Ne var ki, gösterilen hedef yanlıştı: Cumhuriyetin kazanımlarını tersine çevirmek ve toplumu başlanan noktanın da gerisine çekmek. Daha doğrusu, gösterilen yol ve varılacak nokta hedef kavramına uygun değildi. Tıpkı, 19501960 dönemindeki iktidarın da, hedef cumhuriyetçi dinamizme ters düştüğü için, başarısızlığa mahkum edilmiş olması gibi. Buna karşılık, o dönemin muhalefet partilerince ortaklaşa ilan edilen “İlk Hedefler”, temel hak ve özgürlüklerin korunması için devlet sistemine başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere yeni bazı organlar eklenmesini istemekle Cumhuriyeti “ileri” götürücü bir nitelik taşımaktaydı. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İran’ın Kazanımları Bu kez ufukta görünen buhran her zamankinden çok daha büyük ve önemli gibi. Sonuçları da bölgeyle sınırlı kalmayabilir, kim bilir, belki yine bir mucize gerçekleşir, bölge ve dünyada sağduyu, akıl ve vicdan galip gelir. Nur MELİTLİ Gericiliğin Hedefleri HİÇBİR başlık bundan daha yanlış, çelişkili, hatta saçma olamaz. Gericiliğin hedefi olur mu? Hedef, hep ileride, önünüzde olmalı, değil mi? Hedef sözü, ileride, gelecekte olması istenen bir duruma ilişkindir. Mustafa Kemal Paşa, ordulara seslenirken, “İlk hedefiniz Akdeniz’dir, İLERİ!” demedi mi? Çok şükür, yenilip “Hedef Ankara’dır, Samsun’dur” demek zorunda kalmamıştı; kalsaydı, o zaman “ileri!” demezdi herhalde. Trikopis’in, teslim olurken ne dediğini bilmiyoruz. ekiyi, nasıl oluyor da, içte ve dışta, bazı insanlar, hem de ciddi ve adı büyük olanlar, AKP iktidarında bir çeşit “ilericilik” görebiliyor ve onun dışındaki partileri tutucu, uyuşuk bulabiliyorlar? İktidarca yapılanların çoğu, hatta neredeyse, hepsi geriye dönük işlemler değil mi? Örneğin, laikliği tersine çevirip devlet işlerine tarikatçılığı bulaştırmak geriye dönüş sayılmaz mı? İktidar olarak asıl yapılması gereken işlere zihin yormak varken, yıllar öncesinin “birtakım takımlaşmalar”ından darbe hesabı sormayı dert edinmek ileriye bakmak mıdır? Geleceği göğüslemek B S P uriye’de yaşanan katliamlar, Amerika, Türkiye dahil bölgede birçok ülkenin Esad rejimiyle iplerini koparmasına yol açmıştı. Arap Birliği’nin son yaptırımlarıyla Sünni dünyasından da izole edilen Suriye Başkanı Esad, sonunda Annan barış planını kabul etti. Buna göre önce Suriye’de şiddet duracak, silahlar susucak, ordu yerleşim yerlerinden çekilecek, sonrasında demokratik seçim aşamasına geçilecek. Ancak Suriye’ye özgü karmaşık koşullar, muhaliflerin ve Suriye rejiminin farklı beklentileri dikkate alındığında, planla ilgili genel kanı, planın başarısız olacağı yönünde. Hatta, şimdiden Suriye’de ateşkesin ihlal edildiğini düşünenler, Suriye’ye direkt ya da dolaylı müdahale seçeneklerini masaya yatırmış durumda. Suriye ayaklanmasında Irak’la birlikte Esad rejimini destekleyen İran ise, Annan planının işleyeceğini düşünen ender ülkelerden. Bilindiği gibi Esad’ın iktidarda kalması İran’ın jeopolitik hedefleri açısından hayati önem taşıyor. Bugün, Arap Baharı’nın derinleştirdiği Suriye İran ilişkileri aslında çok daha eskilere, İran devrimine uzanıyor. İran 80’lerden bu yana Suriye rejimine finansal ve askeri desteğini sürdürüyor. Humeyni devrimi sonrasında, İslam dünyasında etkisini arttırmayı, bölgede ağırlık kazanmayı hedefleyen İran, Lübnan’da radikal Şii gücü Hizbullah’a lojistik ve finansal desteğini de Suriye üzerinden ulaştırıyor. Aynı zamanda Suriye’yi de Lübnan’da temsil eden Hizbullah, bu sayede bölge istikrarını (özellikle İsrail, ABD ve Lübnan’ın politikalarını) etkileyebilen, Suriye ve İran’ın birçok şekilde kontrol ettiği bir güç enstrümanı durumunda. Bu arada, İslamın bölgede politik bir güç olarak yükselmesi, Suriye’nin azınlık Alevi rejimini, güvenlik ve Lübnan’daki politikaları için destek arayışına itti ve Suriye İran, bölgede özellikle İsrail karşıtlığı üzerinden örtüşen çıkarları nedeniyle uzun soluklu bir ittifaka girdi. İran’la sıkı bağlar, Suriye’nin seküler rejimine, kökten dinci Şii güçlerine karşı dokunulmazlık kazandırdı. Bunun da ötesinde Esad yönetimi Sünni çoğunluğu İran sayesinde yıllarca bastırabildi. Esad şu ana kadar, süregelen isyanlarda rejim karşıtlarına yine İran ve ordusunun büyük ölçüde sağlam kalması sayesinde direnebildi. Ancak bugün gelinen son noktada Esad’ın bunu sürdürmesi pek mümkün görünmüyor. Şu an için çok düşük bir olasılık olmakla birlikte; şayet, Esad bir şekilde iktidarda kalmayı başarır, zaman kazanırsa, Lübnan’dan sonra Irak üzerinde de etkisi artan İran, bölgede dominant bir güce dönüşebilir. Ayrıca Suriye, İran’ın desteklerinin bedelini, İran askeri gücünün Batı’ya açılmasına olanak tanıyarak ödeyebilir. Bu durumda İran, Esad yönetimi sayesinde stratejik topraklar üzerinde Afganistan’ın batısından Akdeniz’e, kuzeyde Suudi Arabistan, Ürdün, güneyde Türkiye sınırlarına uzanan bir etki alanı ile ortaya çıkabilir. İran bu girişimlerinde ne kadar ileri gider, dominant bir güce dönüşmeyi başarabilir mi, tüm bunlar tam olarak öngörülemese de bugünkü bölge konjonktüründe İran’ın stratejik toprakların büyük bölümünü içine alan, kendi etkisi altında bir Şii bloku oluşturma potansiyeli oldukça artmış görünüyor. Neden derseniz... ABD’nin Saddam’ı ve Taliban’ı tarihin tozlu sayfalarına gömmesiyle Sünni tehdidinin zayıflaması, İran’ın önünün açılması, dolayısıyla Şii tehdidinin güçlenmesi, ayrıca Irak’ta oluşan güç boşluğu, ekonomik krizin vurduğu ABD’nin savunma bütçesinde kesintiye giderek dış politikasında (limitet intervention) sınırlı müdahale yöntemi izlemesi, Çin ve Rusya’nın Suriye’ye dış müdahale konusundaki karşıt tutumları hep İran’nın lehine görünüyor. Annan planı işlerse durum değişebilir. Fakat Esad, İran’a nükleer güç olması için ne yapıp edip gereken süreyi kazandırmakta kararlı görünüyor. İran’ın tüm bu ihtimalleri gerçekleştirmesi, başta İsrail, ABD ve bölgedeki birçok ülke için bir kâbus. Bu nedenle bu manzarayı korkutucu bulanlar, İran’ın Irak üzerindeki etkisini azaltmak, etkisi altında bir Şii bloku oluşturmasını engellemek için Esad’ın düşmesini istiyorlar. Çözümü de Suriye ordusunun bölünmesinde, Sünni muhaliflerin Lübnan’da el altından desteklenmesinde hatta Suriye’ye direkt askeri tampon bölge, insani koridor oluşturmak gibi dolaylı müdahalelerde görüyorlar. Ancak bunu başarmak o kadar kolay görünmüyor. Hatta Esad’ın ayrılması bile kendi içinde bir sürü risk barındırıyor. Olası bir NATO müdahalesinin bölgeye yansımaları ise son derece tehlikeli görünüyor. Bu kez ufukta görünen buhran her zamankinden çok daha büyük ve önemli gibi. Sonuçları da bölgeyle sınırlı kalmayabilir, kim bilir, belki yine bir mucize gerçekleşir, bölge ve dünyada sağduyu, akıl ve vicdan galip gelir. İnsansız... Biri gördü... Biri nişan aldı... Biri vurdu... Onun için şu Uludere’deki operasyon fiyaskosu; komşunun tavuğunu vuran avcı meselesine benzedi bir bakıma... ? Gören; insansız... Nişan alan; orada değil... Atanı zaten bulamıyorlar... ? “İnsansız” hava aracına birisini oturtsalardı... ? Köylüler nasıl oldu da öldürüldü bilen yok... Diyelim ki hapisteki komutanın mesai arkadaşının kulağına eğilip de söylediğini biliyorlar... Duyulmasın diye Kibariye’yi sonuna kadar açmışlardı... Hatta komutan, anlaşılmasın diye de arkadaşına söyleyeceklerini pesten hicaz makamında söylemişti... Duyuldu... Ama Uludere’de, emirler, talimatlar, görüşler, irtibatlar, emir komuta zinciri içinde “vur” emrini kimin verdiğini bilemiyorlar... ? 34 köylünün, sadece nasıl vuruldukları belli, TBMM’de açıklandı: “Keklik gibi...” Komşunun tavuğu “keklik” olunca, bu kez komisyonda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker’e sordular: “Bilginiz var mı?..” O da “Bilsem söylemem mi?” dedi... “Tavuk”, “keklik” derken, Şahin açıkladı... İçişleri Bakanı dedi ki: “Kuğu...” Tuğgeneral Ali Rıza Kuğu... ? Başbakan?.. Yasalarımız gereğidir; sınır ötesi tüm operasyonlar, Başbakan’ın bilgisi ve izni olmadan asla yapılamaz... Ama bu kez haberi yok... Gazze’den haberi var, Libya’dan haberi var, Somali’den haberi var... Diyelim ki düzeltmeye kalktığı Suriye’de bomba patlasa biliyor... Hama’da, Şam’da, Halep’te, Humus’ta kim kime kurşun sıktı, daha patlar patlamaz “Aha bakın!” diye haberi tüm dünyaya naklen duyurduğu gibi, muhtemel olacakları da biliyor... Ama Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, 34 Türk vatandaşı köylüyü yanlışlıkla bombalayıp öldürdüğünden haberi yok... ? Bence sorun “insansız”da... Görüyor, anlamıyor... Bakıyor, göremiyor.. Gözü var, aklı yok... “Adam” yok içinde... Avro Bir Hayaldi! Prof. Dr. Vural F. SAVAŞ Yeditepe Üniversitesi A 430 5223 NH LİTRE 1.099 BD’de patlak veren İkinci Dünya Krizi’nin sarsıntısı geçmeden, dünya AB’de patlak veren Avro krizi ile karşılaştı. Yunanistan’ın mali iflası ile ortaya çıkan bu kriz, Avrupa Ekonomik ve Parasal Birliği (EMU) konusu üzerinde düşünenler için bir süpriz olmadı, çünkü EMU’nun kuruluşu ve Avro’nun (Euro) tek para olarak kullanılmaya başlanılması ekonomik gerçeklerden çok siyasi ihtiraslara dayanıyordu. Bu nedenle tek para sistemi daha başında yürümeyeceği belli olan bir sistemdi. Bunun sebeplerini kısaca hatırlayalım. Avro, Avrupa Birleşik Devletleri’ni kurma hayalinin bir aracı olarak görüldü. AB’nin kurucuları, Soğuk Savaş yıllarında bir taraftan ABD’nin diğer taraftan Sovyet Rusya’nın baskısı altında bunalmış ve kurtuluşu bir araya gelip federal bir devlet kurmakta aramıştı. Kendilerine ABD’yi örnek aldılar. Bu yanlış bir örnekti. ABD’de elli iki devlet vardı, fakat bu devletlerin hepsinin tek bir bayrağı, tek bir dili, tek bir tarihi, tek bir anayasası ve tek bir kültürü vardı ve kime sorsanız “Ben Amerikalıyım” diyordu. AB’de, şu anda yirmi yedi devlet var ve bunların hepsinin ayrı bayrağı, ayrı dili, ayrı tarihi, ayrı anayasası ve ayrı kültürü var ve insanlarının bir kısmı, “Ben Almanım”, bir kısmı “Ben Fransızım”, “Ben İtalyanım”, vb. diyor. AB’nin birinci hatası “milliyet” kavramının önemini küçümsemiş olmasıdır. Milliyet bilinci, tıpkı bir dini inanç gibi, insan düşüncesinden çıkarılıp atılamaz. AB’nin ikinci hatası, yukarıda kısaca değinilen uluslararası kar maşık yapının “tek para” sistemine uygun olmadığını kabul etmemesiydi. Teknik deyişle, AB bir “optimal para bölgesi” değildi. Piyasaların yapısı farklı olduğu gibi, üretim faktörlerinin ülkeler arası mobilitesi, özellikle emeğin, çok sınırlıydı. Birbirlerinden büyük farklarla ayrılan ülkelerde tek para sistemini uygulamak olanaksızdır. Her ulusal paranın arkasında bir ulusal devlet vardır. Avro her ne kadar on yedi üye devlet tarafından ulusal para olarak kullanılıyorsa da, bu on yedi devletten hiçbiri Avro’nun sahibi değildir. Bu nedenle literatürde Avro’ya “devleti olmayan para” adı verilmiştir. Avro’yu yöneten Avrupa Merkez Bankası da hiçbir üye devlet ile organik bir bağa sahip değildir. Bu nedenle Avro sadece bir değişim aracı olarak kalmış, üye ülkeler ekonomilerinin gereklerine göre ayarlayabilecekleri bir para politikası aracından yoksun kalmışlardır. Bu durumun bir başka sakıncası, uluslararası ilişkilere yansımıştır. G8, G10 ve G20 gibi uluslararası forumlarda ve IMF’de AB tek sesle temsil edilememekte AB’nin her üyesi kendi ulusal çıkarını savunmaya öncelik vermektedir. Kısacası Avro, kum üzerine kurulmuş, gösterişli bir anıt gibidir: Er ya da geç çözülmeye mahkumdur. Yunanistan’ın Avro’dan çıkması ve onu İtalya, İspanya, Portekiz ve İrlanda’nın takip etmesi kaçınılmaz görünmektedir. Çözülmeyi önlemek için harcanan trilyonlarca Avro’nun, çözülme sonrası ortaya çıkacak ekonomik kayıpları karşılamada kullanılması daha akıllı bir politika olacaktır. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle