26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 MAYIS 2012 CUMA CUMHURİYET SAYFA 13 O, “parça tesirli soru” Ankara’da dün yine gündemdeydi: Tayyip Erdoğan’ı kim temsil ediyor? Aslında Erdoğan artık 3 erki birdenyasamayı, yürütmeyi ve yargıyı yönettiğine göre bu “temsiliyet” konusu 3 çatallı. “Biçimsel” anlamda 3 ayrı düzeyde “temsiliyet” söz konusudur: Partide/ Meclis’te/ hükümette. Partideki temsilcisi belli: Kişisel gaflarını bile tamir yetkisine sahip Genel Başkan (Baş) Yardımcısı Hüseyin Çelik. TBMM’de ise yetki genel olarak Grup (Kıdemli) Başkanvekili Mustafa Elitaş’tadır. Hükümetteki Uludere olayındaki iç/dış kargaşanın kanıtıdır. Tayyip Bey, yurtdışına giderken Çelik’e gizli bir “Başbakanlık vekâletnamesi” bırakmadıysa... Çelik, dünden itibaren fiili Başbakan vekilidir. Şahin’in demecinin içeriğindeki perişanlık elbette kendisini ve hükümeti ilgilendirir. Ama sözlerindeki içtenlik tartışılmaz. Çelik ile Şahin arasındaki bu çatışma neyin nesi? Bu soru abestir. Çünkü yanıt açıktır: İktidar 10. yılına büyük bir “metal yorgunluğu” içinde girmektedir. GÖRÜŞ Gülser TÜRKYILMAZ Şahin mi Daha Çelik Çelik mi Daha Şahin? temsilcisi ise konuya göre değişir. Başbakan yardımcılarından birisidir. Ama mutlaka bir bakandır. (Çünkü anayasaya göre bakanlar kendi görev alanlarından tek başına, Bakanlar Kurulu’nun icraatından ise ortaklaşa sorumludur.) Hüseyin Çelik, dün İçişleri Bakanı İ. Naim Şahin’in “Uludere demecini” çok ağır ifadelerle yalanladı. Açıkça “saçmaladı” demeye getirdi. “Ak Parti’ye ve hükümete uygun bir yaklaşım ve üslup olmadığı ortadadır” dedi. İ. Naim Şahin NTV’ye “İçişleri Bakanı sıfatıyla” konuşmuştu. Çelik, bakan değil. Ama bir başka bakanı yalanlayabiliyor. Üstelik İçişleri Bakanı kendi görev alanı ile ilgili konuşmuşken yalanlıyor. Bu AKP içindeki keşmekeşten çok Hemşireler Ne İster? Bu satırları 30 yıllık meslek hayatını geride bırakmış bir hemşire olarak yazıyorum. Bana göre hemşirelik; “İnsana, insanla, insanca” bilimsel bakım sanatıdır. Bu tanımı açacak olursam, hemşirelik biyopsikososyal bir varlık olan “insana” dolaysız olarak hizmet eder! İnsanın biyolojik, psikolojik ve sosyal açıdan tam bir iyilik halini sürdüremediği hallerde hemşirelik tanısı koyarak normalden sapmaları değerlendirerek bilgi ve beceriyle profesyonel yardım sunar. Bunu “insanla” sunar! Çünkü hemşire de bakım verdiği insan kadar insandır. Yaptığı işe duygusunu, fiziksel gücünü, emeğini katar. Öyle bazılarının zannettiği gibi melek değildir. Emeğinin karşılığını almak ister. Hakkıdır çünkü. Hem maddi hem de sosyal haklarının korunmasını bekler. Mesleğini “insanca” yapar! Kendisinden yardım isteyen eli sımsıkı tutar ve ihtiyaç sona ermeden bırakmaz. Merhamet duygusu, empati gücü olmayan birinin yapabileceği bir iş değildir hemşirelik. İnsanı anlamayan, insani duyguları barındırmayan biri hiç değildir. Bir başka insan için uykusuzluğu göze almak, kendi özel yaşantısını hastaya göre ayarlamak, ateşli çocuğunu arkada bırakarak yoğun bakımdaki hastaya aynı duyguyla ulaşmak demektir. Hayata bağladığı her insana ailesiyle beraber sevinmek demektir. Kaybettiği her hasta için hüzün taşımaktır. İnsan olduğunu günün yirmi dört saati unutmamak demektir. Bilimsel bir bakımdır! Çünkü hemşireliğin ilk şartı bilimdir. Gelişi güzel, iki günlük kurslarla yapılacak iş değildir. Anatomi ve fizyoloji bilmektir, uygulanan ilacın hasta üzerindeki etki ve yan etkilerini bilmektir. Olağanüstü durumlara karşı önlem almaktır. Akut problemlerde uluslararası tıbbi standartlara göre sırasıyla ne yapacağını bilmektir. Bilimsel kanıtları takip etmektir. Bu kanıtlara göre hasta için en iyi olan bakımı yönetebilmektir. Sanattır! Hastanın gözündeki ışığı görmek, teşekkürü tevazuuyla kabul etmektir. Onun adına en iyiyi dilemek ve bunun için çaba sarf etmektir. Kırılmış bir heykeli yaparmışçasına, renkleri karışmış resmi incelikle düzelten usta bir ressammışçasına, piyanonun tuşlarında yeni ezgileri ararmışçasına, hizmetini incitmeden ve özenle sunmaktır. Tüm bunları finalde alkışlanmayacağını bile bile yapmaktır. Gönlünden yükselen alkışlarla kendini tebrik ederek, iç huzuruyla evine dönmektir. Peki hemşire ne ister? Hizmet verdiği halk, yöneticiler, politikacılar ve medya tarafından kendisine değer verilmek, saygı duyulmak ve itibar görmek ister. Yok sayılmamak ister. Melek değil insan olduğunu bilmek ister. Çünkü melekler, acıkmaz, susamaz, dinlenmez, para istemez, izne ihtiyacı yoktur, kızmaz, sinirlenmez, huşu içinde işini yapar hiçbir beklentiye girmez. İnatla melek olduğuna inandırmaya çalışanlara itiraz etmek ister. İnsan olduğunu hatırlamak ve hatırlatmak ister. Çalışma koşullarının rahatlatılmasını ve güvence altına alınmasını ister. İnsan üstü çalışma saatlerinin insani sınırlara çekilmesini ister. Sosyal ve ekonomik haklarından yararlanmak ister. Büyük mücadelelerle kazandığı yasal haklarının uygulanmasını ve korunmasını ister. Özlük ve eğitim haklarının genişletilmesini ister. Akademik ilerleme yolunun açılmasını ister. Hasta haklarının korunmasını istediği kadar, kendi haklarının da korunmasını ister. Hizmet ettiği insandan şiddet görmeden yaşamak ister. Barış ister. Meslek onurunun korunmasını ister. Hem kendisi hem de içinde bulunduğu toplum adına sağlık için adalet ister. Karanlık çağlara geri dönülmesin ister. Profesyonel bir sağlık bakım hakkı için mesleğin basitleştirilmesine karşı çıkmak ister. Kendi mesleğine kendisi yön vermek ister. Anlattığı sorunlarının duyulmasını ve dikkate alınmasını ister. İnsana verdiği değer kadar, kendisine verilen değeri hissetmek ister. Kendisi de insan olmak ve insanca yaşamak ister. İnsanca yaşamak ister... İnsanca yaşamak ister... “Gülen Hizmet Hareketi”ne yakınlığı ile bilinen Zaman yazarı Hüseyin Gülerce de Şahin’in, “Uludere için özür dilemeye gerek yoktur” sözlerine ateş püskürüyor. Artık ve asla hiçbir konuda konuşturulmasın ve Başbakan bu konuda kesin bir önlem alsın diyor. Açıkça İdris Naim Şahin’in “bağlanmasını” talep ediyor. Ama ip ile mi, zinciri ile mi bunu söylemiyor. Bizce ikisi de kâr etmeyecektir. Çünkü AKP iktidar yorgunudur. Çelik soyadlı onca bakana, milletvekiline rağmen “metal yorgunu”dur. Yorgunluğun bu türünü İstanbul Teknik Üniversitesi Sözlüğü 3 aşamalı olarak Metal Yorgunluğu ilerleme yönü malzemenin gevşek olan gösteriyor: yerlerindendir. 1 ÇATLAK BAŞLANGICI (Esneklik 3. KIRILMA (Uzun süre gerilmeye limitin altında veya üstündeki gerilmeler maruz kalmış malzemenin yüzeyleri sonucu çatlaklık başlar.) yavaş yavaş birbirinden ayrılmaya başlar 2 – ÇATLAĞIN İLERLEMESİ (Gerilme ve kopma gerçekleşir.) ile yüzeyde oluşan çatlak orta kesime SU U R O ??? doğru ilerler. S K O CUM AKP çelik gibi Özellikle : sad için eğilmez, demir gibi malzemede lik, Beşşar E Sayın H. Çe afi gibi olacak ya da sağlam izlenimi verdi mikro çatlak dd durdu. varsa ve gerilme “Sonu ya Ka ıp sığınacak” demişti. ç Ancak doğada, (ve bu yöne yığılırsa bir ülkeye ka ne ir d E elbette siyasi hayatta) çatlak bu yönden R E L DİL AYDIN ŞEN “metal yorgunluğu” ilerler. Fakat diye de bir gerçek var. genellikle çatlağın Bu 3 aşamalı süreci yakından izlemek gerekiyor. Ucu, okyanusun ötesine uzanan ve orada çatallaşan sürecin parti içindeki ve hükümet ölçeğindeki gerginliklerin, itişmelerin etkileri önümüzdeki aylarda daha da belirginleşecek. Anayasa yazım sürecinin sonu... Anayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanının görev süresi kararı... Ve elbette Tayyip Erdoğan’ın başkanlık hevesinin encamı. Çelik ve Şahin çatışması AKP’nin yazgısının... İTÜ Sözlüğü’ndeki aşamalara göre gelişeceğinin habercisi gibi. Tarafların Başbakan karşısında, takla atma alışkanlığı belki süreci biraz daha uzatacak, o kadar. ‘Karınca Gibi Ezmek!’ MERİÇ VELİDEDEOĞLU KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Faks: 0216 355 31 78 C MY B C MY B İki gün sonra “27 Mayıs 1960” hareketinin “52.” yılını ve ürünü olan “1961 Anayasası”nın da “51.” yılını anacağız. Bir anlığına o günlere dönersek; siyasal muhalefeti “Ehli Salib” diye adlandırıp “Karınca gibi ezmek!”ten söz etmeye başlamıştı “DP” iktidarının Cumhurbaşkanı ve Başbakanı. Bunu gerçekleştirmek için istedikleri de “kuvvetli” bir “icra”ya sahip olabilmekti. Meclis’te üstün bir “çoğunluk”taydılar; ne bir “Meclis araştırması”, ne de bir “gensoru” söz konusu olabiliyordu; hepsini önlüyorlardı. Ama bu yetmiyordu; “yargı”yı da bütünüyle avuçlarına almaları gerekiyordu. Sonunda uygulamaya geçtiler; muhalefeti “yargılamak” için TBMM’de bir “Mahkeme” oluşturdular; böylece “yargı” görevini de üstlenmiş oluyorlardı. “Hedef”lerini bu mahkeme yoluyla gerçekleştireceklerdi; “karınca gibi ezerek”, “muhalefet”ten kurtulacaklardı. 1960 yılının baharında “DP” iktidarı, BayarMenderes ikilisi ülkeyi peşlerine takmış, “gözü kara” götürüyorlardı. Oysa son dakikaya dek uyarılmışlardı; Hukuk Fakültesi Hocaları sözlü, yazılı, onlara seslenmiş; tuttukları yolun sonunun ülke için “felaket” olacağını duyurmaya çalışmışlardı. Şöyle diyorlardı: “Zorbalık, baskı, korku rejimleri her zaman gücün ve yetkinin, ‘sayılı birkaç elde veya bir başta’ toparlanmasından doğmuştur!” “Bir noktada toplanan kabına sığmaz güç” her zaman “hakkın ve özgürlüğün en büyük düşmanıdır!” diye de uyarılıyorlardı. Ayrıca şunu da belirtip dikkat çekmişlerdi: “Demokrasilerdeki ‘çoğunluk’ da zorbalık yoluna sapabilir; bir diktatörden, bir yöneticiden gelen hak ve özgürlük düşmanlığı ile ‘parlamento’daki bir ‘çoğunluk’tan gelen hak ve özgürlük düşmanlığı arasında hiçbir nitelik ‘ayrım’ı yoktur.” Günümüz için de bütünüyle geçerli olan bu saptamadan sonra da “Şu halde, çoğunluğun yönetimi demek olan DEMOKRASİ (...) kendi iç yapısında sakladığı bu tehlikeyi karşılamak için, ‘Güvence Kurumları’ oluşturmak; ayrıca kuvvet ve yetkilerin ‘tek’ elde toparlanması yerine bunları ‘bölüp’, birbirine karşı birer ‘özerk organ’ durumuna getirmek zorundadır” diyorlardı. (Cumhuriyet, 15.3.1987) Bu “güvence kurumları”; “yürütme” nin ve “yasama” nın (TBMM’nin), “yargısal denetim”ini yapan “Danıştay ve Anayasa Mahkemesi” olarak “ilk” kez “1961 Anayasası”nda yer alacaktır. Kısacası; a) Erklerin ayrılığı, b) Demokratik parlamenter yönetim, c) Yargının bağımsızlığı, d) Yasama ve yürütmenin yargısal denetimi öğelerinin, anayasaya girmesi ve bunların tam anlamıyla oluşup uygulanabilmesi için de “LAİKLİK”in “temel ilke” olarak anayasada yer alması; kuşkusuz bu “temel ilke”yi yaratan “ATA TÜRK İlke ve Devrimleri”nin de. Ne var ki, yalnız siyasal alandaki kurallarla artık yetinilemezdi; “sosyal ve ekonomik adalet” düzenine, “evrensel insan hakları”na, “demokratik özgürlükler”e (sendika, dernek, grev ve ötekiler...) bağlılık da “27 Mayıs”ın ürettiği “1961 Anayasası”nda yer alacaktı. Yeri gelmişken hemen belirtmeli diyorum; “emek” ile “sermaye” arasında “denge” (adalet) olmasını sağlayan bu durum, “1961 Anayasası”na yapılan eleştirilerin başında gelecekti. Prof. Y. Karayalçın: “Bugün Türkiye’de, işçileri tarafından devlet sermayesinin sömürüldüğünü söylememiz gerekir” diyerek hem devletçiliğe hem de emeğe yükleniyordu, konuyla ilgili bir seminerde. (19.4.1980) Ama bu “ilk” eleştiri değildi; bu “ilk”i dile getirmeden önce, şunu belirtmek gerekir; Prof. Feyzioğlu, “1961 Anayasası”na “Tepki Anayasası” diyordu; ne ki bu adlandırma bir bakıma her anayasa için geçerliymiş. Oysa “1961 Anayasası”nın ikinci bir adı daha vardı: “Uludağ Anayasası!” Bilmem ki anımsanır mı, “1961 Anayasası”nı Ord. Prof. Dr. H. V. Velidedeoğlu kaleme almıştı, yaz tatilinde tenha, sessiz, serin olan Uludağ’da. Anayasayı eleştirenler bu ad üzerinden; “Uludağ’ın safahat ve eğlence âlemi’nde yazılan yasa bu kadar olur”(!) diyerek Velidedeoğlu’na da saldırıyorlardı; kendisini üzen, bu saldırıyı öğrencisi olmuş bir “profesör”ün başlatmasıydı... Hukukçuların “tepki” konusunda olduğu gibi, anayasalarla ilgili genel değerlendirmelerinden biri de “İnsan Faktörü”dür. “Hangi model olursa olsun başarı; gerek anayasayı uygulayanların; gerekse anayasanın oluşturduğu kuruluşlarda görev alan yöneticilerin; kişiliğine, kültürüne, eğitim, düşün, ahlak düzeyine; diğer insanların varlıklarına, düşüncelerine olan saygılarının ölçüsüne bağlı” olduğunda birleşiyorlar. (Cumhuriyet, 25.5.1980) Bugün ülkemizde anayasanın uygulayıcısı olan Başbakan R. T. Erdoğan’ın, bu “değerler”le bağlantısı ne ölçüdedir, diye soracak olursak; verilecek “yanıt”ın çok büyük bir oranda “olumsuz” olacağını kestirmek zor değil; önemli olan bu “olumsuz”luğun, “yeni anayasa” yapılması sürecinde katlanarak artacak olan “etkisi”dir. Bir de buna, Erdoğan’ın: “Elhamdülillah şeriatçıyım!” meydan okuması eklenirse... Oysa, “1961 Anayasası” yerine yeni bir anayasa (1982 Anayasası) isteyenler bile bunun hazırlığına başlamadan önce; “Atatürkçü milli bir beraberlik” ve “Laik Cumhuriyet İlkesi” temelinde çalışmaların yürütülmesi için “ittifak” sağlanması gerektiğini bildirmişlerdir. (Cumhuriyet 19.4.1980) Bugün böyle bir “ittifak”ın sağlanmasının yolunu Erdoğan, “Laiklik ile İslam bir arada olamaz!” diyerek çoktan kesmiştir. Anayasa çalışmalarına “tepki” verelim; tepki verenlerle “birlikte” olalım! ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Osmanlı or 1 dusunda kullanılmış, uzun 2 menzilli bir top. 3 2/ Daha iyi ürün elde etmek için, 4 bir ağaçtan baş 5 ka bir ağaca dal 6 nakletme işi... Ölüyü gömme. 7 3/ Hükümdar 8 mühürü ya da 9 imzası... Bir göz 1 2 3 4 5 6 7 8 9 rengi. 4/ Utanma, hayâ... Tatlı, tuzlu, ekşi 1 İ S T İ D R A K ve acı tatlar dışında 2 S A U N A K Ü R kalan beşinci tat. 5/ 3 T A R A M A N E Gerçek... Bir nota. 6/ 4 İ T Y A T A K Bir günahı Tanrı’ya 5A S E A R A bağışlatmak umuduyla 6 R O T T E R D A M verilen sadaka ya da tuM İ AM İ tulan oruç. 7/ Hayvan 7 E F E İ N C E L İ G ların doku ve salgıla 8 Ş A NO rından yararlanılarak 9 A S O R insanda eksik olan maddelerin tamamlanması şeklindeki tedavi. 8/ Akıl... Suudi Arabistan’ın plaka imi... Vilayet. 9/ Bozkır... Argoda peşin paraya verilen ad. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Su bulunan bir yerde bina kurulacağı zaman suyu çevirmek amacıyla yapılan geçici set. 2/ Buğday, nohut, fasulye ve çeşitli yemişlerle pişirilen bir tatlı... Üç dört tel ipekten bükülmüş iplik. 3/ Alüvyon... Türlü renklerde kareli olan kumaş. 4/ Bir kumar aracı. 5/ Üzeri kırmızı parafinle kaplanan bir peynir... Silindir biçiminde bir tür başlık. 6/ Kuzu sesi... Ağrı Dağı’na verilen bir başka ad. 7/ Günlük yaşama ait küçük ve geçici belgeleri toplama şeklindeki koleksiyonculuk. 8/ Kilime benzer, renkli ve motifli uzun yolluk... Sanat, hüner. 9/ Olumsuzluk belirten bir önek... Dolmakalem.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle