23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 MAYIS 2012 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 13 azının başlığı, Fransızcaya Y ortaçağdaki saray entrikalarından miras kalan bir deyiştir. Ortalık mı karıştı, birileri birilerini çekemiyor ya da gözünü mü oyuyor? İşin içinde mutlaka bir kadın parmağı vardır. Sorunun nereden kaynaklandığını bulmak için “Kadını arayın!” denir. Ortaçağda on binlerce kadını zaten şeytanla özdeşleştirip cadı, büyücü diye yakan egemen erkek zihniyetinin nifak tohumunu da dişi düşünmesi, elbette olağandır. Fransızlar, altında kadın parmağı aradıkları kaç çekişmeyi çözdüler, hangi belayı savuşturdular, bilinmez. Ama kadın düşmanlığı, toplumların ezelden ebede ortak paydası, belki de ilk “küresel” kanıdır. Egemenlerin tarih boyunca işledikleri “kabul edilemez” cinayetlerden, “bağışlanamaz” yenilgilere, suç her yerde ve her zaman bir kadına atılarak aklandı, erkek erk. ??? Büyük Konstantin, kendisine en çok benzediği için en büyük rakibi görüp gençliğini kıskandığı oğlu Crispus’u öldürttüğünde, Roma’nın resmi ve erkektarihçileri, cinayeti “üvey anne” Fausta’nın entrikasıyla açıkladı.* Kanuni Sultan Süleyman, kendisine en çok benzediği için en büyük rakibi görüp gençliğini kıskandığı oğlu Mustafa’yı öldürttüğünde, Osmanlı’nın resmi ve erkek tarihçileri, cinayetten “üvey anne” Hürrem’i sorumlu tuttu.* Baltacı Mehmet Paşa’nın gece gizlice çadırına ve zorla koynuna girmeseydi Çariçe Katarina, koca Osmanlı ordusu ayağına çelme takması, altını oyması için her türlü “duygusal” nedeni ve en önemlisi, parti içinde dengeleri değiştirecek bir ağırlığı vardı. Hâlâ da var. Ama Segolene Royal, kan, kin, kızılcık şurubu deyip içti ve François Hollande’ın parti üyeleri tarafından önseçimlerde aday gösterilmesinden öteye, yüzde yüz destek verdi eski eşine. ??? Bir kadının, kendisini başka bir kadın için terk eden erkeği, televizyonlarda ve mitinglerde, “Dürüsttür, ahlaklıdır, gerçek bir devlet adamıdır, cumhurbaşkanı olmayı hak ediyor!” diye övmesi, kuşkusuz kolay değildir. Ama Segolene Royal, kin beslediği erkeği överken hem inandırıcı, hem de vakur olmayı başardı. Eh, her şeyin bir bedeli olduğu gibi, her fedakârlığın da ödülü var: Segolene Royal’in, Meclis Başkanı olması bekleniyor. Söylentiye göre Hollande’a verdiği desteği bu makama karşılık pazarlamış. Eğer varsayım doğrulanırsa, Fransız parlamentosuna ilk kez bir kadın başkanlık yapacak. Segolene Royal de o kürsüye çok yakışacak. Sosyalist bakanlar kurulunun yine ilk kez, yarı yarıya kadınlardan oluştuğu da düşünülecek olursa... Kimsenin kadını aramasına gerek kalmadı, Fransa’da. Çünkü kadın, olması gereken yerde, iktidar masasında erkeğin karşısına oturuyor, artık. * Aynı payitahta hükmeden oğul katili iki imparatorun öyküsü, Destina (Literatür Yayınları, 2008) adlı romanımın konusudur. “Ne istediğini bilmek gerekir. Bilince, bildiğini söyleyecek cesaret ge rekir. Söyleyince, dediğini yapacak cesaret gerekir .” CLEMENCEAU ‘Cherchez la femme!’ yenilir miydi hiç Rus ordusuna? Vb... vb… Ne var ki günümüz demokratik iktidar kavgalarında bile kadın parmağı aranması, salt kadın düşmanlığıyla açıklanabilecek bir durum değil. Üstelik, aranan parmak çoğu kez bulunuyor… Bin yıllardır iktidardan uzak tutulan kadın, eline dolaylı iktidar, yani erkek muktediri yönetmek ve etkilemek fırsatı geçtiğinde, kuşkusuz elinin, dilinin ve parmağının hünerini kullanıyor; yönetmekte de erkek kadar yetkin, belki daha da etkin olduğunu kanıtlıyor. ??? Fransa’daki siyasal gelişmeler, işte bu tarihsel eğilimi kadük ve küresel anlamda “aranan kadın parmağı”nı bulmayı gereksiz kılmakta. Oysa François Hollande cumhurbaşkanı seçilene kadar, gerek kendi çevresi, gerekse Fransız Sosyalist Partisi’nde Fotoğraf : ALİ ARİF ERSEN ‘Kültürel Hegemonya’ Sevgili Nilgün Cerrahoğlu dünkü yazısında, katıldığı Bilgi Üniversitesi ve İtalyan RESET Vakfı’nın düzenlediği İstanbul seminerlerinde konuşan eski İtalya Başbakanı Giuliano Amato’nun ünlü İtalyan Marksist düşünür Antonio Gramsci’ye ait olan “kültürel hegemonya” sürecine ilişkin olarak söylediklerinin altını çizmiş. Şöyle diyor Amato: “Gramsci türü ‘kültürel hegemonya’ uygulandığında, ötekilerin alanı doğrudan cebir kullanmak yoluyla değil, baskı koymak suretiyle daraltılır. Böyle bir toplumda yurttaşların aynı düşünce, görüş, inanç ve değerleri paylaşması için gereken koşullar yaratılır. Karşıt fikir ya da muhalif düşünceye zaten artık yer kalmadığı için yasanın zorlayıcılığına hacet kalmaz. Bireye saygının silindiği böyle bir toplum... despot bir toplumdur!” ??? Türkiye, uzunca bir süredir bu süreci yaşıyor. Süreci tek başına AKP iktidarına mal etmek Demokrat Parti’den başlayarak Adalet Partisi, Anavatan Partisi, Doğruyol Partisi gibi bu sürecin hızlanması için ellerinden geleni yapmış olan “muhafazakâr” partilere haksızlık olur. Ne var ki bu partiler sürecin işlemesi doğrultusunda yöntem olarak büyük ölçüde “saman altından su yürütmeyi” benimsemişlerken, AKP varmak istediği hedefi hiçbir soruya, kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta ortaya koyuyor. Başbakan ve öbür AKP sözcüleri eğitim sistemimizde yasalaşan 4+4+4 uygulamasının özünde İmam Hatip ortaokullarının açılmasına olanak veren bir çözüm olduğunu söylüyorlar. Başbakan, “dindar nesiller” yetiştirmek özlemini açıklıyor, bir ara dili sürçüp “tek devlet, tek millet, tek din” diyor. Eğri oturup doğru konuşalım, Türkiye’de “din polisi” benzeri bir zorlama gücü yok, Afyon Valisi’nin koyduğu “içki yasağı” gibi dayatmalar ülke genelinde oldukça sınırlı. Çünkü toplum bu tür “devlet” zorlamalarına, dayatmalarına, yasaklamalarına gereksinim göstermeyecek ölçüde bir dinselkültürel hegemonya altında yaşamaya hazır! ??? Türkiye’nin kendine özgü bir sosyoekonomikkültürel yapısı var. Ülke genelinde ekonomik altyapıyı çok büyük ölçüde kapitalist üretim ilişkileri oluşturuyor. Fakat bu üretim ilişkileri üzerinde yükselen üstyapı özellikle İç, Doğu ve Güneydoğu’da Batı toplumlarında görülen klasik gelişmenin tersine kendi üstyapısını yaratamıyor. Kapitalizm öncesi/feodal üstyapı kapitalist altyapının üzerine bir tencere kapağı gibi oturuyor. Anadolu’daki bu tencerekapak ilişkisi kapak lehine gelişiyor. Bu durumda din polisine de, “resmi” dayatmalara da gerek kalmıyor, çünkü dozu giderek artan “mahalle baskısı” bu işlevi layıkıyla yerine getiriyor. Gelişmeler, son zamanlara kadar AKP’yi “demokrasi” adına destekleyen Ahmet Altan’ı da endişelendirmiş. 8 Mayıs 2012 tarihli Taraf’ta “Eğer böyle durumlarda baştan kuvvetli ve etkileyici bir şekilde karşınızdakini uyaramaz ve onu durduramazsanız, sonra iş hiç kimsenin durduramayacağı bir yere varır” dedikten sonra şunları yazıyor: “Başta AKP yönetimi, tabanı, medyası olmak üzere herkes susarsa, bu gidişe engel olmazsa, uyarmazsa, durdurmazsa öylesine korkunç biçimde çarparız ki, tarihimizde bir eşine rastlanılmamış bir hercümerç yaşarız. Laikliği terk etmeye kalkan bir Türkiye, sadece bölgenin değil dünyanın dengelerini altüst eder.” Soruyor: “Bunun sonuçlarını tahmin edemiyor musunuz gerçekten? Gördüğünüz şey sizi ürpertmiyor mu?” ??? Durum böyle, gidiş vahim. Türkiye’yi kaçınılmaz bir çatışma bekliyor. Bakalım bu çatışmadan kültürel hegemonyayı amaçları yolunda bir basamak olarak değerlendiren siyasal İslamcılar mı yoksa laikliği demokrasinin olmazsa olmaz önkoşulu gören laik kesimler mi galip çıkacak? Göreceğiz. osyalist Parti’nin bir S numarası, zaten bir kadın: Genel Sekreter, “Cherchez la femme!” dedirtecek bir rekabet ve çekişme ortamı vardı. Hollande’ın dört çocuğunun annesi ve Amerikalıların “First Girlfriend” diye andıkları bugünkü eşi Valerie Triewieler’e âşık olunca ayrıldığı Segolene Royal, beş yıl önce aynı partinin adayıydı ve cumhurbaşkanı seçilemedi. Segolene Royal’in, dört çocuğunun babasına hiç de barışçıl duygular beslemediği, kimse için sır değil. Ekleyin üstüne kendisinin yenildiği makam yarışını eski eşin kazanmasını; ilkeli, tutkulu ve güzel bir kadın olan Royal’in Hollande’dan intikam için Martine Aubry. Cumhurbaşkanı adaylığında François Hollande’ın rakibiydi, parti içi ön seçimleri kaybetti. Sosyalist bir hükümette, rakibinin cumhurbaşkanı seçilmesi için verdiği destek ve parti makamına karşılık ancak “başbakanlık” koltuğunu kabul edebileceğini söylüyordu. Oysa Hollande, yeni hükümette kendisine başbakanlık değil, bakanlık önerdi. Martine Aubry, reddetti. Deneyimli politikacının geleceği belirsiz. Sosyalist Parti’ye yeniden genel sekreter seçilir mi, siyasal arenadan çekilir mi, bilinmiyor. Kırgınlığına yenilen Martine Aubry, kazanan partisinin kaybeden kadını oldu. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ‘ G ’ N O K T A S I behicak@yahoo.com.tr Afet Yasası Felaket! İstanbul’daki Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü önünde 18 Mayıs Cuma günü toplanan “Yaşam Platformu” üyesi STK’leri, gönüllü grupları, meslek odalarını ve dernekleri temsil eden kalabalık bir grup, 16 Mayıs’ta kabul edilen “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Kanunu”nu protesto ettiler. Pankartlarda şunlar da yazılıydı: “Halkın barınma hakkı var”; “Dozer yasasına hayır!” Demek ki hemen tümü şehircilik, imar ve kentleşme konusunda birikimli uzmanlardan oluşan bu insanlara göre yasa, halkın barınma hakkını gözetmiyor; “dozer”le haksız yıkımlara olanak sağlıyordu... Nitekim basın açıklamasında özetle Yasanın hedefi... deniyordu ki: “Afet riski altındaki yerleşim bölgelerine acil bir düzenleme yapılmalıdır; fakat bu yasayla ‘kentsel dönüşüm’ denen uygulamalar için antidemokratik, merkeziyetçi, bilimsel temelden yoksun, anayasa ve uluslararası sözleşmelere açıkça aykırı bir düzenleme yürürlüğe konulmuştur.” Açıklamanın önemli bir vurgulaması da şöyleydi: “Bu bir yol ayrımıdır. Bizler evlerimizi, mahallelerimizi, ormanlarımızı, suyumuzu kısaca yaşamımızı, rayiç bedeller üzerinden satışa sunmayacağız.” Demek ki yine bu yasa, halkın evlerini ve arazilerini elinden alarak inşaat firmalarına pazarlamayı amaçlamakta; afet riskini yok etme adına emlak piyasasına yeni iş olanakları yaratma amacını taşımakta. vererek söyledikleri manşetlerdeydi: “Bu yasa ile artık arsa sıkıntısı çekmeyeceğiz. Kentsel dönüşüm projelerini uygulamak için bürokratik engeller de kalkmış oluyor!..” Patronlar haklı; çünkü yasa, sözde afet riski olduğu belirlenen bölgelerde imar yasasından çevre yasasına, tüm koruma mevzuatından mülkiyet yasalarına kadar kentleri, doğayı, kültürü ve kamusal hakları gözeten ne kadar “cumhuriyet yasası” varsa tümünü “geçersiz” kılıyor. İşte bunu kınayan bilgili ve duyarlı kuruluşlarımızın temsilcilerinin basın açıklamaları medyada tek satırla bile yer almazken, bundan yararlanacak emlak tüccarlarının “yasaya methiye”lerinin çarşaf çarşaf sayfaları kaplaması ise ülkemizdeki “imar soygunu”dan ne denli geniş bir kesimin rant payı aldığının kanıtı değil midir? Özellikle pazar günleri bu “sansür”cü gazetelerin sayfalarına bakın, yasaya göbek atanların emlak reklamlarının ne denli dev boyutlarda olduğunu görüp, bu gerçeği siz de fark edeceksiniz. Yasanın gerekçesine göre depreme, sele, heyelana “dayanıksız” yapılar ve yerleşmeler yıkılıp “yeniden inşa” edilecek. Bunun için hesaplanan 400 milyar doların ana kaynağı ise 2B arazilerinin satış geliri olacakmış! Diyelim ki orman arazilerini önce işgalcilerine, paraları yoksa pusuda bekleyen yağlı müşterilere satarak kaynağı yarattılar... Milyar dolarları hangi projelere harcayacaklar? Yanıtını medyanın ilgi göstermediği “sivil deklarasyon”dan okuyalım: “Bugüne kadarki ‘kentsel dönüşüm’ projeleri, toplumun küçük bir kısmının aşırı derecede zenginleşmesine, büyük çoğunluğun yoksullaşmasına, evsizleşmesine, sürgün edilmesine neden olmuştur.” Yasa, işte bu “adaletsiz”liği daha da “kolaylaştıran” bir düzenleme; artık her yer “Sulukule”... ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 HARBİ SEMİH POROY Her yer Sulukule HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com Ertesi gün, bu eylem, sloganlar ve açıklamalar medyada yer almadığı gibi; özellikle çok satışlı gazetelerin sayfalarını yine inşaat sektörünün ünlüleri kapladı... Koca koca yeni konut siteleri görüntülerinin önünde poz Patronların övgüleri 1/ Trabzon’da 1 çıkan tanınmış bir madensuyu. 2 2/ Dökülen to 3 humlarla ertesi 4 yıl çıkan tahıl... 5 Balçık. 3/ Üzerine yazı yazı 6 lan tabaklanmış 7 ceylan derisi... 8 Kurutulmuş ringa balığı. 4/ 9 Hayvan damı... Kar 1 2 3 4 5 6 7 8 9 deş karılarından her 1 MÜ S E L L EM birinin ötekine göre 2 ÜME R A L A F adı. 5/ Bir sözü hem 3 R İ İ MP A L A gerçek hem de mecaz 4Ü T E K İ L İ K anlama gelecek bi5V S A K A B İ çimde kullanma sa6 V İ P L E M U R natı... Parola. 6/ “ 7 E B E L E M E İ sele gitti gözüm yaU Y U Z şından” (Karacaoğ 8 T İ R E N AM lan). 7/ Yerdeki ça 9 Ş İ K E muru kazımak için bir değneğin ucuna geçirilen yassı demir... Donuk renkli. 8/ Utanma, hayâ... Hekimlik... Bir nota. 9/ Cinayetle, ağır suçla ilgili olan. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ankara’nın Beypazarı ilçesinde çıkan bir madensuyu. 2/ Tanrı’yı övmek, ona yakarmak için söylenen dinsel şarkı... Bir işi yaptırabilme gücü. 3/ Olası bir kötü duruma, tehlikeye karşı alınan önlem; ihtiyat. 4/ Azerbaycan’ın plaka imi... Eski Mısır’da güneş tanrısı... Hitit. 5/ Sergen... Genellikle ölülerin ardından söylenen, ağıt ve bozlağa benzer türkü. 6/ Gerçek... Çemberin çevresinin çapına oranını gösteren sayı. 7/ Etken, faktör... İlaç. 8/ Bir kabın oylumunu ya da alabileceği miktarı hesaplama. 9/ İşaretler, belirtiler... İnce ve uzun metal şerit. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle