19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 MAYIS 2012 SALI 6 HABERLER GAZETEMİZ YAZARI BEKİR COŞKUN, ‘PAŞA’ YAZISI NEDENİYLE SAVUNMASINI VERDİ ‘Özgürlüğü vurguladım’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Gazetemiz yazarı Bekir Coşkun, “Paşa” başlıklı yazısı nedeniyle Genelkurmay Başkanlığı’nın hakaret suçlamasıyla suç duyurusuna ilişkin soruşturmada savunmasını verdi. Dava konusu yazıda özgürlüğün önemine işaret ettiğini vurgulayan Coşkun, “Özgürlüğün, bir canlının en değerli hazinesi olduğunu anlatmak istedim” değerlendirmesini yaptı. Coşkun yazılı savunmasında, yazıyı genellikle hayvan sevgisini anlattığı pazar günü, toplumda herkes tarafından bilinen “kurtla köpek masalı” adlı masalı çağrıştıracak şekilde kaleme aldığını vurguladı. “Dava konusu yazı ve bahsedilen masal incelendiğinde iki yazı arasındaki benzerlikler açıkça görülmektedir” diyen Coşkun, “Her iki yazı da özgürlüğün önemini vurgulayan sahipsiz bir hayvanla sahipli bir hayvan arasında geçen diyalogdan ibarettir. Yazıların kahramanları hayvanlar olup, bu tür yazılara edebiyatımızda da yer verilmiş ve fabl olarak tanımlanmıştır. Fabllar sonunda ders verme amacı güden, güldüren, dü Erdoğan Mucize Bekliyor “Bizim rejim sorunumuz yok, demokrasi sorunumuz var”... Siyaset bilimci Ersin Kalaycıoğlu, net bir dille böyle diyordu (Vatan, Mine Şenocaklı ile söyleşi, 14 Mayıs 2012). Bu köşede yayımladığımız uluslararası araştırma sonuçları (“AKP 10 Yıl Uluslararası Göstergelerle Türkiye” kitabımda) Türkiye’nin melez ülke kategorisindeki yerini belirliyor. Bu saptamanın bütün alt kategorilerinde (demokrasi kültürü vb.) de, Türkiye’nin demokrasi kategorisine geçebilmesi için, yıllarca ekmek yemesi gerektiğini gösteriyor... Ama, hayır, AKP ulemaları, durmadan başkanlık sisteminin faziletlerini anlatmakla meşguller. Nedeni de belli: Erdoğan Köşk’e çıkacak, Başkanlık yetkileri istiyor! ??? RTE, hayatının en zor işine soyunmuş durumda. İsteğini durmadan tekrar eden “adamları”na rağmen, Başkanlık Sistemi’ni gerçekleştirmesi, fiili olarak zor veya mümkün değil. Neden “Başkanlık”? Bu sistemin papağanlığını üstlenenlere bakılacak olursa, parlamenter sistem sorunlu, Türkiye bunun acısını çekti... Peki ama Erdoğan’ın ne derdi var parlamenter sistemden? Hiçbir derdi yok, hatta fazlası var: AKP döneminde parlamenter sistem ülkenin tek parti diktatörlüğü gibi yönetilmesine hizmet ediyor! Bütün yasaları geçiriyor Erdoğan... Valileri, belediye başkanları aracılığıyla, toplumun temelinde kültürel olsun dinsel olsun her türlü muhafazakârlığı körüklüyor. İstediğine bal şeker, istemediğine kamçı, cop, biber gazı, dayak.. hapishane... Erdoğan ve yandaşları, üç iktidar döneminde, parlamenter sistemde neyi yapamadı da şikâyetçi? Hepimiz biliyoruz ki, Çankaya’ya çıkmak isteyen Erdoğan’ı, Cumhurbaşkanlığı’nın bugünkü yetkileri “kesmiyor”. O, hükümeti de yöneteceği yetkiler istiyor. Böylece, kabul ederse Gül ve diğerleri de ancak onun emrinde hükümette görev alabilecekler. Erdoğan, kısıtlı yetkilerle Köşk’te oturabilecek bir insan değil. Bu nedenle, zorluyor. Ama imkânsızı zorluyor. Kendi partisinden bile çok sayıda milletvekili Başkanlık Sistemi’ne evet demiyecektir. ??? Peki ne yapacak? Eğer bugünkü hırsı ve tek adamlık ruhu, iki yıl daha sürerse, anayasayı bu yolda değiştiremezse, Çankaya’da oturmaktansa başbakanlığa geri döner! Parti tüzüğü değişir... Tabii ara çözümler de var: Örneğin hınk deyicisi bir başbakan, hınk deyicisi bir parti başkanı bulabilirse ve onları Çankaya’dan yönetebileceğine inanırsa, Çankaya’yı kerhen kabul eder... En son olasılık ise, Gül’ün başbakanlığını kabul etmesidir: “5 yıl sonra yeniden başbakanlığı devralırım” düşüncesiyle... Siyasette dengeler çabuk değişir, ama AKP’deki istikrarlı yapı, olasılıkların hemen hemen hepsinin bugünden belli olmasını mümkün kılıyor... RTE için en büyük belirsizlik de budur: Çankaya’ya çıkarsa, bir daha başbakanlığa dönememe olasılığı güçlü bir şekilde ortaya çıkabilir... Kardeşim, AKP içinde herkes üçüncü, beşinci sınıf insan mı! ??? RTE’nin anayasa yazılımını hızlandırması, ortaklaşa bir sonuç çıkmayacağını bile bile, şunun şurasında Cumhurbaşkanlığı seçimlerine iki yıl kalmasındandır. RTE yeni anayasada Başkanlığı zorlayacaktır, deneyecektir... “Kürt meselesinde çözüm” tavizi verse, BDP’nin 30 milletvekili yetmiyor kendisine. Çünkü Meclis’te anayasa değişikliği 367 oy istiyor... Böyle bir tavizle, MHP’yi yanına alamaz... RTE’nin Başkanlık Sistemli önerisini Meclis’te kabul ettirebilmesi imkânsız. Referanduma götürebilmesi için bile diğer partilerden en az 4 milletvekilinin oyunu alması gerekir.. bırakın kendi partisinden tüm milletvekillerinin oyunu almasını... RTE’nin MHP’yi yanına çekmesi gerekiyor (53 milletvekili). Bu nedenle RTE, Alpaslan Türkeş’in bir zamanlar Başkanlık Sistemi istediğini söyleyerek Bahçeli’yi sıkıştırıyor. Peki, MHP’yi nasıl yanına çeker? Ya “büyük tavizlerle” ya da MHP’yi yutarak... Bu dönem seçimlere kadar, salt anayasa oylaması için, bu iki olasılık da mümkün değil. Tek seçenek kalıyor, Başkanlık Sistemli anayasa önerisini halka götürmek... Peki bu ne kadar mümkün? Bence sıfıra yakın.. Yani RTE, Başkanlık Sistemi’ni ancak rüyasında görmeye devam edecek, öyle gözüküyor. Normal anayasayı bile, salt AKP milletvekillerinin desteği ile kabul ettirmesi de çok çok zorken... Erdoğan’ın iki yıl içinde mucize yaratması gerekmekte... Türkiye “acil demokrasi” bekliyor, RTE’nin derdi ise Türkiye’yi daha bir diktatörlüğün boyunduruğu altına almak... Bakalım “kim” galip gelecek!? lunduğu Coşkun “Paşa” başlıklı yazısında özgürlüğün önemine işaret ettiğini ifade etti. TSK üyelerine hakaret etmeyeceğini vurgulayan Coşkun, “Özgürlüğün, bir canlının en değerli hazinesi olduğunu anlatmak istedim” değerlendirmesini yaptı. şündüren öykülerdir. Dava konusu yazıda da özgürlüğün önemine işaret ederek özgürlüğün, bir canlının en değerli hazinesi olduğunu anlatmak istedim” değerlendirmesini yaptı. Coşkun, söz konusu masaldaki köpeğe insana ait bazı özellikler atfederek “Paşa” adıyla kaleme aldığına, ancak hiçbir şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri üyelerini kastetmediğine dikkat çekti. Coşkun, yazılı savunmasında şunları kaydetti: “Öncelikle belirtmek isterim ki paşa, Osmanlı Devleti zamanında yüksek sivil memurlara ve albaydan üstün rütbede bulunan askerlere verilen unvandır. Daha sonra 1930’lu yıllarda Atatürk tarafından çıkarılan 2525 Sayılı Soyadı Kanunu’nu takiben çıkarılan 2590 Sayılı Kanun’da ‘paşa’ unvanının kullanılması yasaklanmıştır. Dolayısıyla artık TSK’de paşa yerine general rütbesi kullanılmaktadır. Günümüzde akıllı, uslu anlamında çocuklar için kullanılan bu sıfat ayrıca, halk arasında birçok kişi tarafından köpek ismi olarak kullanılmaktadır. Yazımda paşa ismini özellikle seçmemin bir nedeni de halk arasında köpeklere yaygın olarak bu ismin verilmesidir. Kaldı ki, soyu tükenmekte olan golden retriever cinsi köpek literatüre ‘paşa say’ olarak geçmiştir.” Emniyet Müdürlüğü’nde kokain arayan ve teşkilatın gözdesi olan bir köpeğin adının da Paşa olduğuna işaret eden Coşkun, “Bu ismin bir hayvana verilmesi TSK üyelerine hakaret olarak algılanıyorsa kamu görevlisi olan polisler, köpeklere neden paşa ismini vermiş anlamış ? Genelkurmay’ın hakaret iddiasıyla hakkında suç duyurusunda bu Bekir Coşkun değilim” dedi. Yazısındaki “omzunda parlayan şey” diyerek köpek tasmasını kastettiğinin normal düzeyde ortalama bir insan tarafından anlaşılabileceğini vurgulayan Coşkun, şu değerlendirmeyi yaptı: “Çünkü günümüzde genellikle insanlar köpeklerine boyun tasması yerine hayvanın omzundan da geçen göğüs tasması kullanmakta, böylece hayvan daha az eziyet çekmekte ve hemen hepsinde yaşanan öksürük vb. sağlık problemi azalmaktadır. TCY 125’te belirtilen ve şahsına isnat edilen hakaret suçunun oluşabilmesi için bir kimsenin onur şeref ve saygınlığına saldırıda bulunulması gerekmektedir. Ancak belirttiğimiz açıklamalar göz önünde bulundurulduğunda söz konusu yazının TSK personeline karşı hiçbir şekilde hakaret ve saldırı düşüncesi ile kaleme alınmadığı sayın savcılık makamı tarafından da takdir edilecektir.” Yazarımız Coşkun, kendisine yüklenen suçlamaları kabul etmeyerek, hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesini istedi. Güvenlik güçleri tarafından sivillere karşı işlenen suçlar TESEV raporunda ele alındı ‘Cezasızlık zırhı aşılamıyor’ TEKİRDAĞ F TİPİ Cezaevinde evlendiler İstanbul Haber Servisi Devrimci Karargâh davası sanıkları Şeyma Özcan ile tutuklu Deniz Küçükbumin dün Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde evlendiler. Çiftin nikâhı, dün saat 11.00 sıralarında Tekirdağ Belediyesi nikâh memuru tarafından, avukatlarının şahitliğinde kıyıldı. Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü öğrencisi Şeyma Özcan ve İstanbul Üniversitesi öğrencisi Deniz Küçükbumin, altı yıl önce lise birinci sınıfta tanıştılar. Arkadaşlık ilişkileri bir süre sonra yerini duygusal birlikteliğe bıraktı. Çiftin yaşamı, Ortaköy’de birlikte yaşadıkları evlerine, 6 Aralık 2011 günü sabahın erken saatlerinde düzenlenen operasyonla değişti. Devrimci Karargâh örgütüne yardım ettikleri iddiasıyla tutuklandılar. Tutuklandıktan bir süre sonra, evlenmek için cezaevi idaresine başvurdular. Haklarındaki iddianame yaklaşık dört ay sonra hazırlandı. Dosyaları, İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki Devrimci Karargâh ana davasıyla birleştirildi. Şeyma Özcan, 30 Nisan Pazartesi günü yapılan Devrimci Karargâh ana davasının duruşmasında tahliye edildi. Evlenme taleplerine ise geçen hafta yanıt verildi. Savcılık, dışarıdan kimsenin gelmemesi, nikâh şahitliğini gardiyanların yapması durumunda, evlenmelerine izin verileceğini bildirdi. Çiftin itirazı üzerine nikâh şahitlerinin avukatları olmasına karar verildi. Özcan ve Küçükbumin’in nikâhı dün cezaevinin avukat görüşme odasında kıyıldı. Şeyma Özcan’nın nikâh şahidi avukatı İnayet Aksu, Küçükbumin’in şahidi ise avukatı Yeliz Yağmur oldu. ? Raporda, güvenlik güçlerinin “terörle mücadele” adı altında işledikleri ileri sürülen fiillerin cezasızlık rejiminden etkilendiği belirtildi. İstanbul Haber Servisi Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) Demokratikleşme Programı tarafından hazırlanan “Cezasızlık Zırhını Aşmak: Türkiye’de Güvenlik Güçleri ve Hak İhlalleri” adlı rapor, kolluk kuvvetlerinin sivillere karşı gerçekleştirdiği hak ihlallerinde bir norm haline gelen cezasızlık sorununu, devam eden yargılamalarda karşılaşılan güçlükleri ele aldı. Raporda, güvenlik güçlerinin üst düzey devlet görevlilerinin de desteğiyle görev tanımlarını aşarak “terörle mücadele” adı altında işledikleri ileri sürülen fiillerin cezasızlık rejiminden etkilendiği, adliidari kolluk ayrımı yapılmadığı ve güvenlik güçlerinin görev alanlarının sınırlarının net bir biçimde çizilmediğine işaret edildi. TESEV Demokratikleşme Programı’nın “yargı, hukuk ve adalet” çalışma alanı çerçevesinde hukukçular Mehmet Atılgan ve Serap Işık tarafından kaleme alınan “Cezasızlık zırhını aşmak: Türkiye’de güvenlik güçleri ve hak ihlalleri” adlı raporu, yakın siyasi döneme damgasını vuran davalar üzerine eğildi. “Türkiye’de yargı, güvenlik güçlerinin gerçekleştirdiği suçlarda cezasızlığı nasıl bir norm haline getirmektedir?” sorusuna yanıt bulmaya çalışan rapor, cezasızlık sorununun idari, yasal ve uygulama alanlarında varlığını sürdüren karmaşık ve katılaşmış bir ceza hukuku yapısından kaynaklandığını ortaya koydu. Raporda üzerinde durulan davalar arasında Kürt yurttaşlara karşı yargısız infaz; zorla kaybetme, JİTEM, gazeteci Hrant Dink ve 2008 yılında gözaltında işkenceyle öldürülen Engin Çeber davası yer alıyor. Raporda ele alınan davaların ortak konusu, devletin güvenlik güçleri tarafından organize edilmiş ve sivilleri hedef alan hak ihlalleri olarak dikkat çekti. Raporda ele alınan davaların çözüme kavuşması, Kürt sorununun barışçıl biçimde çözümü açısından da hayati önem taşıdığının altı çizildi. Raporda savcıların cezasızlık rejimine katkısı özetle şöyle ifade ediliyor: “Savcıların hem cezanın alt sınırını düşürmeleri, hem de izne başvurmayı gerektiren bir yorumla sanıklara görece hafif suçları isnat etmeleri yaygın bir uygulama. Ayrıca gözaltında ölümle sonuçlanan davalarda bile güvenlik güçlerini koruyan bir tavır sergiliyorlar.” TESEV raporunda cezasızlık sorununun idari ve uygulama alanında varlığını sürdürdüğü belirtildi RAPORDA HÜKÜMETE ÖNERİLER ? Güvenlik güçlerinin insan haklarını ihlal ettiklerine yönelik iddiaları hızlı, tarafsız ve etkin bir biçimde soruşturma yetkisini haiz, bağımsız bir şikâyet biriminin oluşturulması acil bir ihtiyaç olarak öne çıkmaktadır. ? Soruşturma yetkisi zaman kaybetmeden savcılığa devredilmelidir. ? Haklarında ciddi hak ihlali iddiaları bulunan güvenlik güçleri hakkında soruşturma açılabilmesi için gerekli olan idari izin sistemi, “4483” sayılı kanun başta olmak üzere ilgili bütün yasal düzenlemelerde değişiklik yapılarak kaldırılmalı, bu tür ağır suçlar isnat edilen güvenlik güçlerinin yanı sıra tüm kamu görevlilerinin, rütbe ya da kıdemleri ne olursa olsun yargılanmaları sağlanmalıdır. ? Güvenlik güçlerinin insan hakları ihlallerine ilişkin iddiaları soruştururken savcılar asüst ilişkilerini de göz önünde bulundurmalıdırlar. ? Emniyet ve jandarma karakolları, gözaltına alınan kişilerin sorgularını görsel ve işitsel olarak kayıt altına alacak cihazlarla donatılmalı, bu kayıt cihazlarının da sorgu sırasında aktif durumda olmaları sağlanmalıdır. ? Bireysel işkence, zorla kaybetme ve diğer ciddi insan hakları ihlalleri zamanaşımı kapsamından çıkarılmalıdır. Zorla kaybetme suçu TCK’de bir suç olarak tanımlanmalı ve insanlığa karşı suçlar arasında yer almalıdır. 4 ayda iddianame Sanık avukatları ikinci kez ‘reddi hâkim’ talebinde bulundu Tahliye oldu KCK davası olaylı geçti MAHMUT ORAL DİYARBAKIR KCK Türkiye Meclisi ana davasında sanık avukatları ikinci kez “reddi hâkim” talebinde bulundu. Eski İHD Diyarbakır Şube Başkanı avukat Muharrem Erbey’in, kayınpederinin cenazesine katılmasına ilişkin başvurunun reddedilmesine tepki gösten Diyarbakır Barosu Başkanı Mehmet Emin Aktar, “Aldığınız kararlar sanıklara olan nefretinizdendir” dedi. Reddi hâkim talebi mahkemece reddedildi. 152 sanıklı KCK Türkiye Meclisi ana davası, dün Özel Yetkili Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 49. oturumla devam etti. Oturumda, dava sanıklarından eski İHD Diyarbakır Şube Başkanı avukat Muharrem Erbey’in, geçen hafta yaşamını yitiren kayınpederinin cenaze törenine katılması için mahkemeye yapılan başvurunun reddine ilişkin söz alan Diyarbakır Barosu Başkanı Aktar, kamuoyunda “Haberal Yasası” olarak bilinen ve tutukluların birinci dereceden yakınlarının cenezalerine katılmasına ilişkin yasadan Erbey’in de yararlandırılmasını istedi. Aktar, “Aldığınız kararlar sanıklara olan nefretinizdendir. Siz tarafsızlığınızı yitirmiş durumdasınız. Bu nedenle Mahkeme Başkanı Menderes Yılmaz’ı reddediyoruz. Bunun da tutanaklara geçirilmesini talep ediyoruz. Müvekkillerin başından beri en insani talepleri mahkeme tarafından reddediliyor. İnsani davranmıyorsunuz. Bu dava görüldüğü ilk gün tarihe geçti. Siz Kürtçeye ‘bilinmeyen bir dil’ diyerek tarihe geçtiniz. Davanın avukatları hakkında suç duyurusunda bulunarak, bu davayı tarihe geçirdiniz. Müvekkiller 3 yıldır burada tutuklu, masumiyetleri kanıtlanmak isteniyor ama konuşmalarına izin vermiyorsunuz” diye konuştu. Özel Yetkili Savcı Levent Kaya ise sanık avukatlarının reddi hâkim talebinin reddine karar verilmesini istedi. Mahkeme, talebe ilişkin kararı değerlendirmek üzere ara verdi. Aranın ardından devam eden oturumda, mahkeme heyeti, talebin hukuki dayanağının olmadığını belirterek reddi hâkim talebini reddetti. Yüksekova’da kanlı infaz ? DİYARBAKIR (Cumhuriyet Bürosu) Hakkâri’nin Yüksekova ilçesinde önceki akşam saatlerinde ilçenin Kuruköy yolu üzerinde bulunan Atatürk Lisesi yakınlarında ellerinden elektrik direğine bağlı bir erkek cesedi görenler, polise haber verdi. Olay yerine gelen polis ve savcı, ceset üzerinde inceleme yaptı. Yapılan incelemenin ardından, direğe bağlı kişinin başına ateş edilerek öldürüldüğü belirlendi. Ceset, otopsi yapılmak üzere Yüksekova Devlet Hastanesi morguna kaldırılırken, polis olayla ilgili soruşturma başlattı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle