26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 MART 2012 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 “Zengin memur hırsızdır! Bir memur zengin olmuşsa, bilin ki hırsızlık yapıyordur. Çünkü... Memuriyetten para kazanmak mümkün değildir. Memuriyet bir yaşam biçimidir. Bir lokma bir hırka olmasa bile... Sade ve mütevazı yaşam sürmek demektir. Yaşam boyu iş garantinizin olması ve kamusal kimliğiniz ve halka hizmetten alacağınız zevk memuriyetin özüdür.” Bunlar 15 yıl önce kaybettiğimiz Mülkiyeli BOTAŞ Genel Müdürü Hayrettin Uzun’un o sıralarda bu köşeye yansımış sözleridir: Sözü şöyle bağlamıştık: “Keşke dürüstlüğünün 40’ta 1’inin zekâtını verseydi... Ülkede hırsız memur, yozlu siyasetçi kalmayacaktı!” Ama rahmetli Uzun, bunu yapamadan genç yaşta öldü, gitti. Merhumu anımsatan CHP Konya Milletvekili Atilla Kart’ın haftalardır sürdürdüğü “yolsuz memur operasyonu” oldu: Kart, Konya Valisi A. Nezih Doğan ile Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek ile Valilik ve Belediye’deki memurlar hakkında suç duyurusunda bulundu. Söz konusu muhteremlerin marifetlerinin yazılı olduğu temel bir belge olan Sosyal Yardımlaşma Vakfı defteri geçen ay “kaybolmuş”... Evet kaybolmuş! O günden beri de CHP’li Kart bu defterin peşinde. Çünkü “rüşvet”in belgesi Nedenini yine kendi ağzından verelim: Televizyon ve medya çok güzel bir şey. Sizi bir günde yoktan var ediyor. Ama üç gün sonra da öldürebiliyor. Hayrettin Uzun, ilginçlik, yani hayrete düşürücülük bakımından da yeri kolay doldurulmayacak bir yüksek bürokrat. O yüzden televizyonlardan ve medyadan fazla uzak durması gerekmiyor. Ama o ihtiyatı yine de elden bırakmıyor. Nedenini gülerek şöyle açıklıyor: Yaptığımız iş, petrol işi. Azeri dilinde petrole “yanacak” deniyor. Ne olur ne olmaz... Kısa yaşayan Uzun’dan kısa demeçler: İtibarsız ülkenin itibarlı genel müdürü olmaktansa, itibarlı ülkede düz vatandaş olmayı tercih ederim. Türkiye’de karar verme mekanizması demokratik değil, despotiktir. Türkiye’de yalnız siyaset değil, bürokrasi de kirlendi. Alacağımız için çek senet mafyasına mı gidelim! Türkiye yolsuzluğun rutin, dürüstlüğün istisna olduğu bir ülke haline getirildi. Tabular değil, değerler yıkılıyor. Devlet yöneticisinin hata hakkı yoktur. Türkiye’de rüşvet ağı çok yaygın. Ne kadar çok kural koyarsanız o kadar çok suç işlenir. Bütün suçları soruşturursanız, Türkiye bir hapishaneye dönüşür. AMİRİM DİNLENMEDE KAL! eclis’teki kavgaları önleme M görevi TBMM İdare Amirleri’nindir. GÖRÜŞ İ. GÜRŞEN KAFKAS* Konyalım Yürü... Yürüterek Yürü... orada. Valilik ve Belediye Başkanlığı Kart’ın iddialarını ve tüm başvurularını yanıtsız bırakıyor. Defterde (13 milyon TL) yolsuzluğun sırları gizli. Atilla Kart, bu sırrın açığa çıkarılması için Konya Cumhuriyet Başsavcılığı’na da başvuruyor. Ama oradan da haftalardır, vali ve belediye başkanı gibi “çıt!” çıkmıyor! Sonuç mu? AKP iktidarı, kamuyu A’dan Z’ye kapsama alanına alan, yolsuzluk ve hukuksuzluklara sessiz kalarak... Kol kanat germiş oluyor. Türkiye’nin en geniş ili Konya, bunun en son değilse bile en büyük örneğini oluşturuyor. Nokta! ??? Türkiye’deki temel bir modaya dikkat çekiyor. Bu moda ile bakanların, müsteşarların, hatta genel müdürlerin “danışman” çalıştırma tutkularını ifade ediyor: Benim İngiltere’de görev yaptığım 1980’li yılların ortalarında Bayan Thatcher, kendisine bir ekonomi danışmanı tayin etti. Maliye bakanı bu atamaya şiddetle karşı çıktı. Dedi ki, “Başbakanın maliye Konyalıların defteri: 13 trilyonluk ‘Sırıtan Sırrın’ temsili kapağı. (Desen: Ulya Z. Tan) “Sivas’taki yangına rı sıkamadıkla fa e d u b , u y su as’ta tazyikle Siv ınlarının k a y n ri le n öle lar.” tı ık s üzerine CU M U M r ü g Öz danışmanı, maliye bakanıdır. Eğer beni danışmaya değer bulmuyorsanız, o danışmanı, bakan olarak benim yerime atayınız.” Thatcher danışman atamaktan vazgeçti. Uzun’la kısaca doğalgaz ve petrol hatları konusuna da değiniyoruz. Şöyle diyor: Türkiye’nin sağlam, uzun vadeli politikalarının olması lazım. Oysa ki uzun vadeli bir enerji politikamız yok. Örneğin, bugün 8 milyar metreküp olan doğalgaz tüketimini 2010 yılında 40 milyar metreküpe çıkartmak istiyoruz. BOTAŞ Genel Müdürü Hayrettin Uzun, petrol ve doğalgaz gibi toplumsal yaşamın bütününü kapsayan bir alanın başında olduğu halde medyaya fazla yakın durmak istemiyor. Sıra “Milletveki lle Yasa yapa ri... r... Torpil yapa r. Kavga yap .. ar!..” Ama çoğu zaman, sır şaşırır! ayı Bu görevi layıkıyla yapsınlar diye de kırmızı plaka ve özel makam odası vs. ile takviye edilmişlerdir. Ki bunların en takviyelisi iktidar idari amirleridir. Hakİş lideri iken siyasete yatay geçmiş olan Salim Uslu da bunlardandır. Deneyimsizlik ve talihsizlik yüzünden ilk görevi sırasında kaza yapmıştır. Kendisine görevi iyi izah edilmediğinden de “amirlik” görevini “çevik kuvvet amirliği” sanmış ve Kamer Genç’i Meclis kürsüsünde darp etmek zorunda kalmıştır. O günden beri kendisi ortalıkta pek görünmez. 4+4+4 müzakereleri sırasında Milli Eğitim Komisyonu’nda yaşanan gırtlak gırtlağa olaylar sırasında ise... Her nedense, Komisyon Başkanı Nabi Avcı, idare amirlerini göreve çağırmamıştır. Herhalde her bir AKP milletvekilinin bir “çevik kuvvet amiri” kadar cerbezeli olduğunu bildiği için çağırmamıştır. Nitekim AKP’liler de Nabi Avcı’nın yüzünü kara çıkartmamıştır. Muhalefeti etkisiz hale getirerek Tayyip Bey’in 4+4+4 siparişi, yerine getirilmiştir. Sıra Avcı’nın ilk kabine değişikliğinde bakanlığa terfisine gelmiştir. Ama asıl soru: TBMM idare amirleri komisyondaki kavgayı yandaki odadan “canlı yayın”dan mı... İzliyorlardı? Ya Türkçe Giderse? Tarihimizin, kültürümüzün ve ortak duygularımızın sesi Türkçemizin dil kirliliğine duyarsız kalmak içimi acıtıyor. Yabancı dillerde adlar, tanımlar ve gösterimler Türkçemizi bir sis bulutu gibi kaplamış. Türkçemiz bireysel ve toplumsal yaşamımızın öz kaynağı değilmiş gibi düşünülüyor. Yabancı hayranlığımızı, moda, marka tutkusunu Türkçemizde de yaşıyoruz. Türkçede bilinçdışı yabancı söz, deyim, terim ve kavramları kullanmamız dil kirliliğini körüklüyor. Yabancı söz, terim ve kavramları içselleştirerek “yıldızlı gölgeler” diye betimleyenler yanılıyorlar. Onlar daha da ileri giderek “Bu kültürel birikimdir, değişkenliktir ya da sosyalleşmedir” diyorlar ne yazık ki!.. Türkçeyi öz ve duru yapısıyla kullanmak ödül veya ceza olarak algılanmamalı. Her yurttaşın dilimize dönük bilinçli ve tutkulu olması gereklidir. Üretkenliğini yitirmiş bir dil, susuz kalmış bir ağaca benzer. Bugün, Türkçemiz gitmekle kalmak arasında boğuşuyor. Dilimizle ilgili yanlış adımlar, dil ve anlatımda sorunların çoğalmasını kamçılıyor. Bizi biz yapan dilimizdir. “Dilini yitiren uluslar, öz varlıklarını da yitirirler” özdeyişinin içeriğini kavramalıyız. Oktay Sinanoğlu’nun “Türkçe giderse, Türkiye gider” betimlemesinin yerindeliği tartışmasızdır. Uluslar dilleriyle vardır. Mevlana, “Üzülme, bir yanda korkun, bir yanda amacın varsa iki kanatlı olursun” diyor. Dilimizdeki kirliliğe üzülüyor, gelecek için kaygılanıyoruz. Öte yandan dilimizle ilgili bu kara komediden kurtulacağız diye umutlanıyoruz. Kendimize, ulusumuza güveniyoruz. Türkçemiz yeniden biçimlendirilmeli. Hangi nedenle olursa olsun dilimize giren yabancı sözcüklerin Türkçe adlandırılmasına özen gösterilmelidir. Halkımızın sinesinden kopan masalların, düşlerin, ağıtların anlatımından türeyen sözleri uyarlayarak kullanmalıyız. Anadolumuzun bereketli toprağının, bereketli dili zenginleşsin, yabancı sözlerin sisli kuşatması dağılsın diye bekliyoruz. “Dil kirliliği / dil yarası / Türkiye mi burası” diye sorasım geliyor. “Her şey kirlendi, birinciliği beyaza verdiler” özlü sözünü “...birinciliği Türkçeye verdiler” şeklinde kullanır olduk. “Türkçe varsıl (zengin) bir dildir” diyen Kemal Atatürk, dilimizin üretkenliğini zenginliğini ve yaratıcılığını anlatıyor. “Dilini kaybetmeyen uluslar varlıklarını da kaybetmezler” özdeyişinin anlam zenginliği düşünülmelidir. Türkçeden yana olmak, Türkiye’den yana olmaktır. Düşünce yapımızın, kültürümüzün, bilgimizin, eğitimimizin ve sosyal yapımızın dışavurumunun ana kaynağı Türkçemizdir. Yazarlar, ozanlar kültür ve sanat içerikli yapıtlarını yalın, öz ve duru Türkçe ile bütünleştirmelidirler. Türkçe, ulusal kimliğimizdir. Max Müller Türkçeyi, “Türk düşüncesinin yaratıcı gücünün eseridir” özlü sözüyle destekliyor. Toplumumuzun düşünce evi Türkçemizi kirletmeden kullanmak, korumak ve kollamak gerekiyor. Türkçeyi yabancı sözlerden arındırmak için alın terimizin beyin teorimize karışması gerekiyor. Çünkü dil düşüncenin eseridir. Düşünce dilde barınır ve gelişir. Dilimizin korunması ulusal bir kavgadır. Yabancı hayranlığı bir hastalık gibi bedenimizi ve ruhumuzu sarmaktadır. Dilimizdeki kuşatmanın farkına varalım artık. Bozulan dilimiz midir? Türkçe neden bozulsun ki? Türkçeyi kullananlar, özgüveni olmayanlar güzel Türkçemizi bilinçdışı davranışlarıyla bozuyorlar. Ulusal duygu ile dil arasındaki güçlü bağ kopma noktasında. Bana göre aydın kişi, Türkçeye gönül verendir. Türkçenin yenileşmesine, gelişmesine ve öz yapısıyla kullanımına katkı sağlayandır. “Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır” özdeyişiyle Kemal Atatürk 1932’de gerçekleştirdiği devrimle Türkçemizle ilgili endişelerini, çözüm önerilerini dile getirmişti. “Türk dili, insan olma, millet olma davasıdır” diyen İsmet İnönü, dilin ulus olmadaki önemli yerini belirtiyor. Yaşamımızın öz kaynağı olan Türkçe, günlük uğraşlarımızın da olmazsa olmazıdır. Türkçeden yana olmak Türkiyeden yana olmaktır!.. “Ya Türkçe Giderse” adlı eserimi bu sorumlulukla hazırlayarak değerli okurlarıma sunmaktan onur duyuyorum. Yeni ‘Halk Kahramanları!’ MERİÇ VELİDEDEOĞLU KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] [email protected] C MY B C MY B İzleyenler bilir; artık “Silivri”de aynı gün iki dava birden görülüyor. “9 Mart” günü de öyleydi. Büyük salonda “Balyoz” duruşması, tepedeki küçük salonda “1. Ergenekon” duruşması. Balyoz’da salonun “izleyiciler” bölümü yine dopdoluydu. Ama “Türk Ordusu”nun “yüzlerce” komutanıyla doldurulan “tutuklu sanık” bölümünün yoğunluğuyla kuşkusuz karşılaştırılamaz. Gencecik yeşil bereli jandarma erleri “tutuklu komutanlarının” çevresinde “kaçmasınlar” diye nöbette... Sanırım birer saat arayla nöbet değiştiriyorlar; eksiksiz bir “nöbet değişimi” töreniyle... İnsan zaman zaman bir mahkeme salonunda değilmiş gibi bir duyguya kapılıyor. O günkü duruşmada; “5/7 Mart 2009” tarihli, darbe hazırlığı yapıldığı ileri sürülen, ünlü “seminer”in ses kayıtlarının son bölümü dinlenecekti. Yine sağlı sollu büyük ekranlarda haritalar belirdi yalnızca sesini duyduğumuz komutanlar değerlendirmeler yaptı. “Dış tehdit” bağlamında, örneğin Yunanistan’dan gelecek bir saldırıyı karşılayacak önlemler en ince ayrıntılarıyla anlatıldı; “üç tugay”ın yeterli olacağı bildirildi ve konuşmalar bu doğrultuda sürdürüldü. Biz izleyiciler “seminer”in bu ses kayıtlarını dinlerken; “Türk Ordusu”yla, Türkiye’nin “ulusal askeri stratejisi”yle ilgili bu denli ayrıntıların, bu dava ile ortalara dökülüp saçılmasından hep “kaygı” duyduk, duyuyoruz. Duruşma aralarında; dünyanın herhangi bir ülkesinin silahlı kuvvetlerine ait bu tür bilgilerin böyle haraç mezat satılır gibi ortaya dökülmediğini, dökülemiyeceğini üzüntüyle vurgulamaktan bir türlü kendimizi alamıyoruz. “Seminer”in kapanış konuşmasını, bu “plan çalışması”nı düzenleyen 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan yaptı. Kayıttan dinlediğimiz konuşmasından bir ara: “İç tehditlerin başında yer alan irticai” oluşumların, hareketlerin adım adım yayılma eğiliminde olduğunu dile getirdi. Ardından: “Laik yapı bozulduğu zaman, çocuklarımıza emanet edeceğimiz devletin çehresi bir ‘ULUSAL DEVLET’ olmaktan çıkacak, bir ‘ümmet devleti’ olacaktır!” vurgulamasını yaptı. Kuşkusuz bunlar çok haklı “uyarılar”dı. Üstelik “2003”te laik Türkiye Cumhuriyeti’ni; “Laiklikle, İslam bir arada olamaz!” inancında olan bir “hükümet” yönetiyordu. Nitekim bu “kaygılar”a toplum da uyacak, “2007”de milyonların yer aldığı “Cumhuriyet Mitingleri”ni yapacaktı. Mitinglerde halk, bu kapanış konuşmasında yer alan kimi “uyarılar”ı da sloganlaştırarak haykıra caktır... Duruşmaya dönersek, “seminer”e ait ses kayıtları bu konuşmayla son buldu. Balyoz’un “bir” numaralı sanığı olarak belirtilen Em. Org. Ç. Doğan söz aldı: “Bugün de o konuşmamın altına imzamı atarım!” dedi. Çok haklı; bugün “Ulusal Devlet”, “ulusalcılar” inanılmaz boyutta saldırıya uğruyor. Üstelik şaşılası ortamlarda, şaşılası kimselerce... “9 Mart” günü bu “duruma” da tanık olacaktık; öğleden sonra, “1. Ergenekon” duruşmasını izlerken. Duruşmada 2009’dan bu yana bu davada yargılanan “Danıştay Cinayeti” sanığı Osman Yıldırım da söz aldı. Konuşmasını o kuruma, bu kuruma, ona buna çata çata okuyarak sürdürüyordu. “Kürsü”den gelen, “Osman Bey!” diye başlayan yumuşak sesli “uyarı”lara da sanki pek aldırış etmedi. Ve “Kemalistler”e, “ulusalcılar”a “veryansın” etmeğe koyuldu. “Ulusalcılar”ın; “Biz Beyaz Türkleriz!” diyerek, “devlet”e, “ulus”a saldırdıklarını belirtti. Ama daha kötüsü (!) bunların, “yargıyı da baskı altına” aldıklarını yana yıkıla haykırdı. Yetmedi, ulusalcılar “hain”dirler; “yargıya gözdağı veriyorlar” dedi; “YARSAV”ın da bu saldırganlar arasında yer aldığını da bir acı duyarak (!) belirtti. Sesini yumuşatıp: “Sizlere saygım sonsuz!” dedikten sonra da; “Ulusalcılar, size de saldırıyorlar!” diye üzüntüsünü sergiledi, ardından da: “Siz kahramansınız!”; “Sizler halk kahramanısınız!” diyerek “Kürsü”ye “övgü” yağdırdı. Biz izleyiciler; ulusalcı olanlara yapılan saldırılara “Kürsü”den “tık” çıkmadı, “Eh! Artık buna kesinlikle bir ses gelir!” diye boşuna bekledik durduk... Oysa, “özel yetkili” bu “Kürsü”den ne patlamalar duymuştuk... Ayrıca hiçbir “açık oturum”da bile böylesine bir “saldırı”ya, oturum “başkanı” izin vermezdi sanırım. Osman Yıldırım konuşmasını saldırılarını rahatça sürdürüp noktaladığında, “Kürsü” den: “Bunlar mahkemeyi bağlamaz, sizin kanaatlarınız!” açıklaması geldi... Genel adı “Ergenekon” olan bu davalardan ikisini aynı gün içinde izlemek; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bütünüyle değiştirilmesinde; oluşturulan bir “uydu yargı”nın görevinin ne olduğunu somut olarak kavramayı sağlıyor. Bu uygulamanın toplumda daha geniş yayılması için “Silivri”ye akın akın gelmeliyiz. Kuşkusuz “Çağlayan”ı da doldurmalıyız! Biz, “Simgesel Eylem Grubu” bugün Silivri’deyiz; bize katılın! ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] * EğitimciYazar BULMACA HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] SEDAT YAŞAYAN 9 OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Yurdumuzun sulak alanlarında da yaşayan ve “boz dalağan” da denilen ördek cinsi. 2/ Erzurum’un Pasinler ilçesinde bir kaplıca. 3/ Bir çeşit börülce... İnce ve düzgün bedenli sevgili. 4/ Aldatma işi, hile... Kuran’da bir sure. 5/ Yapı... Serbest meslek adamlarını içinde toplayan resmi birlik. 6/ Geminin, zinciri toplayıp demirini kaldırmaya hazır bulunması... Hollanda’da bir kent. 7/ Tanıklık, şahitlik. 8/ “ rengi”: Koyu kırmızı renk... Bir nota. 9/ Kısa ve uç bölümü geniş bir tür kılıç... Arka, sırt. 1 2 3 4 5 6 7 8 SOLDAN SAĞA: 1/ Eşek arısı. 2/ 1 Trakya yöresine özgü, davul zurna eş 2 liğinde oynanan bir 3 halkoyunu. 3/ Tahıl, kepek ve keten 4 tohumu karışımın 5 dan oluşan at ye 6 mi... Fidan, taze sürgün. 4/ Arnavut 7 luk’un plaka imi... 8 İskambil kâğıtlarıy 9 la oynanan bir tür 1 2 3 4 5 6 7 8 kumar. 5/ Arapça eylem çatısını konu edinen bi 1 V O K A L İ S T lim ve kitap... Yeniçeri 2 O D A L I K R kışlası. 6/ “Derli toplu, 3 D Z A Ğ A NO çok şık” anlamında argo 4 V A A Z R Ü Y sözcük... Eskrimde kulla5 İ Ç A L O K nılan üç silahtan biri. 7/ 6 L A K U S T A Yüce bir ülkü uğrunda öl7 R E S T R me, şehit olma. 8/ Bir içNO T ki... Bir soru eki. 9/ Bez 8 L A L E parçalarından dokunan ba 9 A Y E T U L L A sit kilim... Erzincan’ın Kemaliye ilçesinin eski adı. 9 A S A R S A H
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle