18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 ŞUBAT 2012 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Fransa’ya Tepki Ama Nasıl? Zıtlık Aramak SAYIN Başbakan’la sayın ana muhalefet lideri eksik olmasınlar, ara sıra konu sıkıntısı çeken fıkra yazarlarına ikisi de bol malzeme vermeyi ihmal etmiyorlar. Son örnek, onların aralarındaki “gençlik yetiştirme polemiği”. CHP Genel Başkanı iktidarın eğitim politikasında dinsel inançlı yaklaşımı eleştirecek oldu, Başbakan hemen “ne yani” dercesine konuya girdi ve “Dindar yetiştirmeyelim de ateist mi yetiştirelim” diyerek tartışmaya balıklama atladı. Böylece General Evren’in “Asmayalım da besleyelim mi” demesine benzer bir yarışın başlangıcında bulduk kendimizi. Arkasının nasıl geleceğini merak ederek başkalarının zıtlık çakıştırmalarıyla eğlendiririz: “Molla mı, zındık mı”, “softa mı, günahkâr mı”, “meczup mu, gâvur mu” diye diye, kırıp dökerek ve azıtınca hakarete düşerek. Öyledir polemik, bitmek bilmez. şin kötüsü, bu çeşit zıtlık arayışlarının doğru düşünmeyi de bozup zamanla insanı yanlış sonuçlara sürüklemesidir. Örnek mi? Önceki gün, “aşırı soğuklar Amerikalıları Afganistan’dan çekilmeye zorluyor” diye bir haber düşmüştü ajans bültenlerine. Bunun üzerine “ne işleri vardı orda zaten, çekilip gitsinler” diyerek derin bir tartışma başlatabilirdiniz. Birimiz, “Amerika’nın müttefikiyiz, buraları daha iyi bildiğimiz için biz uyarmalıydık” deyince, başkası da “müttefikleriysek, köleleri miyiz ki rahatlarını biz düşüneceğiz” diyecek olursa, zaten yanlış başlamış bir diyalog, müttefiklik ile köleliği yan yana getirince ek zıtlaşmalarla çığırından iyice çıkmaz mı? zaman, eğitim konusunu, yani bugünün çocuklarıyla gençlerini yarınlara hazırlama sorununu laiklik tartışmalarının ilkel zıtlaşmalarından ayırıp daha derin bir yaklaşımla ele almak gerekiyor. Bu açıdan bakınca, “eğitim fakültelerimiz ne güne duruyor” demez misiniz? Öyleyse, sosyal bilim ve felsefe dallarıyla bütün üniversitelerimiz eğitim tartışmalarının içine sokulmalıdır, “Eğitim sorunu partili bir bakana, hatta başbakana bırakılacak kadar yalın değildir” diyerek bütün toplumu seferber etmekten başka çare yoktur. İ O Bozkurt GÜVENÇ asarı senatoya geliyor, oylanıyor derken, geldi ve geldiği gibi de çıktı. Mektuplar, gösteriler, ayıp ve inkâr olur, yakışmaz uyarıları sonuçsuz kaldı. Fransız dostlarımız kişisel ve kamusal iletilerde senato kararına katılmadıklarını ve kaygılarını dile getiriyor; yasama süreci henüz bitmedi, acele etmeyin, anayasa kararını bekleyin, diyor; itidal tavsiye ediyor. Soykırımı Tasarısı meclisten geçtiğinden beri, yapılan değerlendirmeler, diplomatik, politik, askeri ve ekonomik önlemlerin umulduğu kadar etkili olmadığı, olmayacağı görüşünde en azından seçim sonrasında yeni bir hükümet kuruluncaya kadar. Seçim sonrasında, ortak sağduyu tarafları daha ılımlı olmaya davet edecek ve davet sonuçsuz kalmayacaktır. Çünkü büyük devletlerin değişmeyen dostlukları yok, değişmeyen çıkarları vardır. Eee, biz de artık büyük devlet sayıldığımıza göre ulusal çıkarlarımızı gözetelim. Öfkeyle kalkıp zararla oturmayalım. Dostlarımızın elini zayıflatmayalım. Önce, yapamayacaklarımızı söylemeyelim; sonra, davamızı savunurken haksız duruma düşmeyelim. Deneyimli diplomatlar tepkilerimizin “hukuki olması” gereğinde birleşiyor. AB üyesi T olmadığımıza göre Avrupa Birliği’ni ve Fransa’yı hukuk yoluyla nasıl etkileyebiliriz? Geçmişte olduğu gibi yasaya karşı çıkarak sorunu uluslararası gündemde tutabiliriz; ama herhalde başka yollar da denenmeli. Bir dostum, Fransız Anayasa Mahkemesi ile kamuoyunun dikkatini çekecek “hukuki yollar”dan söz ediyor. Açık sözlü bir başkası, “Cam köşkte oturanlar komşusuna taş atmamalı” anayasaya uyuşmazlık, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ni ihlal vb. Fransa’nın sorunudur. Kimsenin ayıbını, inkârını yüzüne vurmadan hukuk yolunu savunurken, akıllıca ve efendice, biz n’apalım, nasıl? Hukuki bir çözüm yolu Aradığımız hukuk yolunun iç pazardan geçtiğini düşünüyorum. Fransız yasasının soykırım yoktur düşüncesini cezalandırması, fikir ve ifade özgürlüğüne aykırı olabilir ama... Birkaç yıl önce, “Ermenileri öldürdük ve Kürtleri kestik” diyen kimi yazarlarımıza yöneltilen “ihanet” suçlamalarını hatırlayalım. Silivri’de “yargısız infaz”la cezalandırılan yazarlar, aydınlar ve komutanların dramı, yazar ve çizerlerin bile terörle suçlanmasını öngören yeni tasarılar fikir özgürlüğüne uygun mu? Fikir her zaman her yerde hürdü; ama “ifade özgürlüğü”ne sahip olmayan fikir gerçekten hür sayılabilir mi? Bayet’in “Karşı Düşüncenin Tarihi” (Varlık 1973), çözümü “ifade özgürlüğü”nde bulur. Şimdi bir taşla iki kuş vurmak benzeri bir yol açılıyor önümüzde: hukuk mutfağımızın birikmiş çer çöpünü temizleyerek çağdaşlık simgesi, özgürlükler ülkesi Fransa’ya zarif bir hukuk dersi sunulabilir. Ülkemizde soykırımdan söz edenleri cezalandıran yasa ve maddeleri, yeni anayasa ile iptal edelim! Yurttaşlar ülkenin resmi tarihine ters düşen görüşlerini serbestçe ifade etsinler. Ayrıcalıklı medyatik basın bunu her gün yapmıyor mu? Bu tepki uluslararası camiaya ve Fransa’ya şok etkisi yapabilir: “Fransa’da soykırım yoktur” demek, hatta küçümsemek suç; ama Türkiye’de vardır demek, toplu ölümleri abartmak suç değil! Gerçekler, vardır demekle var, yoktur demekle de yok olmadığına göre; yüksek yargı divanları “n’olmuş, nasıl olmuş”u sorguladığında, 1915 felaketinin, “bir soyu yok etmek olmadığı”; rahmetli Gündüz Aktan’ın kişisel kanı ve tanısıyla, “tehcirin bir soykırım olmadığı” gerçeği ayan beyan ortaya çıkabilecektir. Ermeni diyasporası da zaten bu nedenle “hukuk yolu”ndan sakınıp ulusal parlamentolara gidiyor. Yıllardır aranan hukuki çözüm böyle cesur bir antitez ile bulunabilir. Gelin, bu tarihi fırsatı kaçırmayalım. Yazarımızın yazısı elimize ulaşmadığından bugünkü yazısını yayımlayamıyoruz. Değerlerin Biçimlendirdiği Bir Yaşam Ali Suat ERTOSUN A HSYK Üyesi tatürk denince gözleri ışıldayan, İnönü denince hatıralara dalan, Türkiye sevdalısı, kalpaksız Kuvayı Milliyeci, kocaman yürekli Engin Aydın’ı kaybedeli bir yıl oldu. Dost meclislerinin düzenleyicisi ve vazgeçilmeziydi. Onun telefonunu beklerdik. “Biz toplanıyoruz, seni de bekliyoruz” der, yerini söylerdi. Her düşünceden insanı çağırırdı. Önemli bir mazeretimiz yoksa giderdik. Onu kırmak olmazdı. Mahzunlaşır, üzülürdü. Yemeklerimiz bazen bir salonda, bazen de bir restoranın çevrede başka masaların da bulunduğu bir köşesinde olurdu. Herkese açıktı. Misafirlerimizle, koruma polislerimizle giderdik. Masrafını katılanların ödediği her yemeğin, konusunda uzman bir konuğu olur, önce onun anlattıkları dinlenir, sonra tartışılırdı. Geçmişte Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Başbakanlık ve Adalet Bakanlığı’nda çalışmış, serbest avukatlık yapmış ve siyasetle uğraşmıştı. Adalet Bakanlığı’nda bakan danışmanı iken tanışmış, aramızda sağlam bir dostluk kurulmuştu. Bir gün birbirimizi görmesek rahatsız olur, telefonlaşır, ertesi gün muhakkak görüşürdük. Görevim olan ceza ve tevkifevlerinden konuşur, sorunları ortaya koyar, çözüm yollarını tartışırdık. Bana devamlı şunu söylerdi. “Söylenenlere boş ver, cezaevlerine hâkim olamayan bir devlet olur mu?” derdi. Alçakgönüllüydü ve seveni çoktu. Herkesin yardımına koşardı. Gümbür gümbür konuşur, posbıyıkları ve o safiyane çocuksu gülüşüyle çevresinde güven yaratırdı. Çocuklarımızı tanır, onlarla çocuklaşır, şakalaşır, hal ve hatırlarını sorar, iyi eğitim görmelerini ister, “Onlar bizim geleceğimiz” der, bir anısını herkesle paylaşırdı. Lisede öğrenci iken iki yıl sınıfta kaldığından belge aldığını, kaldığı derslerden belge sınavlarını beklerken CHP gençlik kollarında görev aldığını, o günlerde Giresun’a gelen Hasan Saka’yı karşılamaya gittiklerini, bu esnada dikkatini çektiği Hasan Saka’nın “Oğlum sen öğrenci misin” diye sorduğunu, sınıfta kaldığını söyleyince, “Oğlum senin kendine hayrın olmamış, önce sınıfını geç, eğitimini tamamla, sonra ülkene hayrın olsun” dediğini anlatır, daha sonra da, “Liseyi bitirdiğini ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdiğini” söylerdi. Kamuoyunda Ergenekon olarak adlandırılan silahlı terör örgütü kapsamında gözaltına alınacağını düşünüyor, bavulunu hazırladığını söylüyordu. Bu konuyu bana açtığında “Öyle şey olur mu Engin Ağabey, sen ülkeni sevmekten başka ne yaptın ki?” demem üzerine, “Olabilir Suat, bu ülkede her şey olabilir, ben hazırım” demişti. O gün yanımdan ayrılırken gideceği yer çok yakın olmasına, hatta araba ile gidilmesi yürüyerek gidilmesinden daha zor olduğu halde, benden bir taksi çağırmamı istemişti. Hali yoktu, güçsüzdü. İkiüç ay sonra dediği çıkmış, onuncu dalgada gözaltına alınmış, dört gün gözaltında kaldıktan sonra tutuklanmış, itiraz üzerine de salıverilmişti. Hakkında açılan davada savunma yapmaya hazırlanıyordu. Savunmasını yapamamış, ölüm daha evvel gelmişti. Tahliye edildiğinde bir gazetecinin sorusu üzerine söylediği “Hukukun üstünlüğüne her zaman inandığını ve siyaseti insanlığın en soylu uğraşısı kabul ettiğine” ilişkin sözleri ve tutuklanma nedeni ile ilgili sorulara verdiği “Sanıyorum hâkim unsur, İlhan Selçuk ile olan dostluğum” cevabı, onun yaşamının özeti gibiydi. Hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye inanmışlığı kadar Cumhuriyet gazetesi ve İlhan Selçuk onun için çok önemliydi. Kızılay’da bir öğle yemeği sonrası gizlice çekilmiş bir fotoğrafımız bir kısım basın organları tarafından devamlı kullanılmış ve suçlu ilan edilmiştik. Engin Aydın, buna çok üzülmüştü. Dinlendiğimiz ve izlendiğimiz şüphesi ile özenli davranıyordu. Çekinmesi kendisi için değil, benim ve diğer dostları içindi. Kalp yetmezliği yanında akciğer kanseri teşhisi konulmuştu. Doktorları umutlu konuşmuyordu. Ölümünden dörtbeş gün önce öğle saatlerinde cep telefonundan aramıştım. Çaldığı halde açmamıştı. Duymamıştır demiştim. Akşam sabit telefondan aramış “Kusura bakma duymamışım” demiş, iyi olduğunu söylemiş, havadan sudan konuşmuştuk. Ölümü üzerine taziyeye gittiğimizde eşi Naciye Hanım “Sizin telefonunuzu duymuştu. Neden açmıyorsun Suat Bey arıyor” diye sorduğunu, onun “Benim yüzümden çocuğun başı belaya girdi. Telefonu dinliyorlardır, ben onu evinden ararım” dediğini anlatınca, gözlerim bir kez daha yaşarmıştı. O, öyle bir candı ki ölüm döşeğinde bile dostlarını düşünmüştü. Yarınlara bıraktıklarımız vardı. Geniş zamanlar umuyorduk. İzmir’e gidecek, Salihli’ye geçecek, ortak dostlarımızla birlikte olacaktık. Vakit kalmadı. 4 Şubat 2012 (yarın) ölümünün birinci yıldönümü. Seni çok özlüyoruz. Allah’ın rahmeti üzerine olsun Engin Ağabey... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle