18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 ŞUBAT 2012 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Hatalarla Dolu Yeni Türk Ticaret Kanunu CHP Kendini Bulsun! CHP Kurultayı toplanıyor... Kaç kez duyduk, kaç kez izledik!.. Kurultaylar partisi diye anılır oldu. Bitmez tükenmez tartışmalar, çelişkiler... Durgun su CHP’ye göre değil, ille de fırtınalar kopacak, gerekirse kavgalar, hatta yumruklaşmalar... Geçen gün yazmamış mıydım Ali Topuz’un yaşadığı bir anıyı! Karar vermişler Ankara il başkanını görevden alacaklar, ama kimse gidip bunu başkana söylemiyor. Topuz ve birkaç arkadaş yükleniyor görevi. Ama yola çıkmadan Topuz, “Aman tabancanızı yanınıza alın” diyor, kavga sonunda iş çözümleniyor. Ama cepte silahla, üstelik görevden alınan kişi de silahlıdır... CHP benim partimdir. Yaşam boyu seçimlerde oylarımı alan parti... Bir iki kez de TİP, o kadar... Ama her zaman seçmen olarak yenildim. CHP bir türlü tek başına iktidar olamadı. Liderler geldi geçti, sonuç yok! Bir kez, Ecevit yüzde kırkları bulmuştu, ama yine de iktidar olamamıştı. Koskoca bir kitap yazmak gerekir CHP’yi anlatmak için! Oyları bir türlü yüzde otuzları aşmadı son çeyrek yüzyılda, muhalefet partisiydi ama istenilen bir muhalefeti bile yapamadı. Hele son on yıl, tam bir bozgun!.. Neden bu yenilgiler? CHP’nin kişiliğinden kopması mı? Kemalist devrimleri unutmak mı? Altı oku, dokuz umdeyi bir yana atıp başka bir yol seçmek mi? Deniz Baykal liderliğinde de gördük, bir türlü kendi kişiliğini bulamadı, hatta aramaya bile kalkmadı. Kolayca oy alan öteki partilere benzemek, onu bozgunlardan kurtaramadı. Kişiliğine dönüş!.. Temel ilkelerini yeniden gündemde tutmak, yaygınlaştırmak, halka benimsetmek, sevdirmek... Oysa ülkemizin köylerinde, kasabalarında, kentlerinde nice yandaşı vardır. Yolunuz düştü mü, CHP’li olduklarını söylerler, ama kırgınlıklarını da ekleyerek! Gerçek CHP’nin bütün görkemiyle ayağa kalkmasını isterler. Ama liderler, lidercikler, onları görmezden gelir, ille de başka yollarda bir çıkış ararlar ama bulamazlar. Şimdi bir değil iki kurultay olacakmış! Üst üste hem de!.. Olacak şey mi? Biri genel başkanınki, öteki de muhalefettekilerin... Demek CHP bir türlü doğru yolu bulamayacak, kendine gelemeyecek, yanlış tutumunu sürdürecek... CHP Atatürk’ün partisi olduğunu unutmamalı... Kemalist devrimlere sımsıkı sarılmalı... Kısacası, CHP, yeni CHP olmamalı... Yine de başarılar, yine de öz benliğine dönüşmesini bekleyerek... Türkiye en az elli yıldan beri “Avrupa Topluluğu” devletleri arasına girebilmek ümit ve hatta bence hayali ile, o topluluğun her istediği şeyi velev ki ulusal çıkarlarımıza ters düşse dahiyerine getirebilme ve o topluluğa hoş görünebilme gayreti içerisine girmiş bulunmaktadır ve hatta bu istekler “zorlama” sınırına ulaşmış bulunmaktadır. İsmail DOĞANAY Yargıtay On Birinci Hukuk (Ticaret) Dairesi Onursal Başkanı ilindiği üzere, çok büyük hukuk rin yüzde 50’den fazlası “özensiz ve bozuk” çu ve Atatürk döneminde Türki cümleleri içermektedir. ye’ye davet edilen Alman profeBeş senelik bir komisyon çalışması süresörlerinden biri olan rahmetli ho si içerisinde topluca çalışmayan bir tasarı kocam, Ord. Prof. Dr. Ernest E. Hirchin, Türk misyonundan, elbette bundan başka bir tahükümetinden, “bir kuruş bile” telif ücreti sarı beklenemez. almadan tek başına hazırladığı ve 1 Ocak Bilindiği üzere, Cumhuriyetin ilanından 1957 tarihinden beri yürürlükte olan “Türk önce “hususi hukukla” ilgili 1851 madTicaret Kanunu”nun değiştirilmesi için, deden oluşan “Mecellei Ahkâmı Adliye” sosyal demokrat bir Adalet Bakanı’nın adlı yasa, Ahmet Cevdet Paşa başkanlı“Oluru” ile, bundan 12 yıl önce, tamı ta ğındaki “beş kişilik” bir heyet tarafından mına 51 kişiden oluşan hukukçu topluluğu hazırlanmıştır. Bu türlü büyük yasalar, “ilile oluşturulan komisyonun “beş yılı aşkın mi ve mesleki” bilgisine güvenilen belirbir süre” içerisinde hazırlayıp ve daha li kişiler tarafından hazırlanır ve bu yasasonra da Türkiye Büyük Millet Mecli ların yürürlükteki başarı veya başarısızlısi’nde, bütün siyasi partilerin anlaşması so ğının manevi sorumluluğu, o tasarıyı hanucu hiçbir maddesi tek tek müzakere zırlayanlara aittir. edilmeden beş dakikada (toptan) kabul ediYeni Yasa Tasarısı lip 13 Ocak 2011 tarihinde kanunlaşan Şimdiki tasarı komisyonunun başkanı, 6102 Sayılı Yeni Türk Ticaret Kanunu 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe girecektir. muhterem hocam çok büyük hukukçu E. 42 yıllık hâkimlik hayatımın tamı tamına Hirch’in, Berlin Üniversitesi rektörü olduotuz yılını, “Türk Ticaret Kanunu”nu uy ğu dönemde; yanında, doçentlik tezi hazırgulayan “Yargıtay On Birinci Hukuk ladığını ve bu durumu bilenlerin halen haDairesi’nde” geçirmiş bir hukukçu olarak yatta olduklarını da nazarı itibare almadan, sırf mesleki bir sorumluluk duygusu altın 7 Şubat 2007 tarihli Milliyet gazetesindeki da bu yeni kanunla ilgili kişisel görüş ve bir konuşmasında, muhterem hocamızın eleştirilerimi bundan yedi sene önce, hem hazırladığı “Ticaret Kanunu’nun Arna“Güncel Hukuk Dergisi”nde ve hem de vutluk Kralı Enver Hoca’nın hazırlattığı “Cumhuriyet gazetesi”nde açıklamış bu Ticaret Kanunu seviyesinde bir kanun olduğunu” söyleyecek derecede vefasızlığılunmaktayım. (1) Söz konusu “Türk Ticaret Kanunu Ta nı ortaya koymuş bulunmaktadır. Söz kosarısı”nı hazırlayan komisyonun kimlerden nusu yeni yasa tasarısının TBMM Adalet oluştuğu hususu, komisyon başkanı Prof. Dr. Komisyonu’na intikal ettiği günden beri, Ünal Tekinalp’in 17 Şubat 2005 tarihli “Su böyle “tutarsız ve hatta anayasaya aykınuş” yazısında ismen ve görevleriyle birlikte rı hükümleri içeren” bu tasarının yasaaçıklanmış bulunmaktadır! Bir kısmını is laşması için her gün bir kısım köşe yazarmen ve şahsen tanımaktayım. Bu tanıdık larına, köşelerinde, tasarı lehine yazılar larımın bir kısmından duyduğuma göre, ta yazdırmaktan bir türlü kendisini alamasarının tamamı kütüphanesi ve hiçbir bi maktadır. Diğer taraftan, değerli vergi ve malimsel atmosferi olmayan Bolu ilinin liye hukukçusu Sayın Prof. Şükrü Kızılot “Abant Tabiat Parkı” adı verilen değişik ise “Hürriyet” gazetesindeki kendi köşeağaçlarla kaplı ve bu ağaçların altında dağ sinde, günlerden beri, Türk Ticaret Kanukeçisi, ceylan ve geyik gibi hayvanlarla, göl nu tasarısındaki hata ve çelişkileri mesleki lerinde, “envai çeşit” balık ve kuşların bir sorumluluk çerçevesinde belirtmeye yaşadığı ve göl etrafında da ancak “fayton” devam etmektedir. Bu makalenin dipnotunda belirttiğim, iki denen at arabası ve tek atla dolaşılabilinen bir yerde “tatil günlerine hasren” gidip eski makalemde de açıkladığım üzere; tagelinmek suretiyle ve fakat bu beş senelik sarının TBMM “Adalet Komisyonu”na uzun süre içerisinde “bir defa olsun” top sevk edildiği ilk şeklinde (m. 359/f.3’te) anoluca yani komisyon üyesi “elli bir” kişinin nim şirket yönetim kurulu üyesi olabilmek birlikte çalıştığı vaki olmamıştır ve bu ne için üyelerin tümünün yükseköğretim gördenle de tasarıda yer alan hukuki deyimle müş olmaları şart koşulmuştu. Bu şartın Tür B kiye’nin bugünkü “sosyal ve kültürel” yapısı ile bağdaşır bir tarafı olmadığı gibi, ayrıca da, anayasanın 10’uncu maddesindeki “eşitlik ilkesi” ve keza yine anayasanın 48 ve 49’uncu maddelerinde yer alan ve “her Türk vatandaşının dilediği alanda çalışma ve sözleşme yapma hürriyeti”ni tümden ortadan kaldıran, anayasaya aykırı bir hüküm olduğunu belirtmiştim. Anayasaya yüzde yüz aykırı bu hüküm, tasarı Adalet Komisyonu’nda görüşülürken bu büyük hatadan dönülerek, “yükseköğrenim görmüş olma” şartı dörtte bire indirilmiştir. Ben o ilk makalemde, “yüksekokul mezunu olma” şartı ile ilgili olarak Türkiye’nin, gerek ticari ve gerekse sanayi hayatında “yüz akı” olan rahmetli Vehbi Koç ile yine rahmetli Sakıp Sabancı beyleri örnek göstermiş idim ve bu eleştiriyi de benden başka hiç kimse ortaya atmamış idi. Tasarı ile ilgili kişisel eleştirilerimizin velev ki TBMM Adalet Komisyonu tarafından da olsa nazarı itibare alınarak, kısmen de olsa düzeltilmesinden, elbette memnun olduk. Bilindiği üzere, Türkiye en az elli yıldan beri “Avrupa Topluluğu” devletleri arasına girebilmek ümit ve hatta bence hayali ile, o topluluğun her istediği şeyi velev ki ulusal çıkarlarımıza ters düşse dahi yerine getirebilme ve o topluluğa hoş görünebilme gayreti içerisine girmiş bulunmaktadır ve hatta bu istekler “zorlama” sınırına ulaşmış bulunmaktadır. Türkiye Avrupa Topluluğu’nun isteği üzerine, evvela en temel kanunlarımızdan birisi olan “Türk Medeni Kanunu”nu 22 Kasım 2001 tarihinde değiştirmiş ve daha sonra da sırasıyla, 26 Eylül 2004 tarihinde “Türk Ceza Kanunu”nu ve buna ilaveten 17 Aralık 2004 tarihinde de eski “Ceza Muhakemeleri Kanunu”nu, bu defa, “Ceza Muhakemesi Kanunu” adı ile çıkarmış ve şimdi sıra “Borçlar Kanunu”na ilaveten“Türk Ticaret Kanunu”nun değiştirilmesine gelmiştir. Bizce, bu saydığımız yasalardan hiçbirisi, “ulusal yasa” içeriğinde hazırlanmış birer yasa değil ve nerede ise hepsi de eski yasalardaki Arapça ve Farsça deyimlerin mümkün olduğu derecede “öz Türkçeye” çevrilmesi ile yetinilmiş değişikliklerdir. Bu arada eski yasalardaki bazı uzun yasa maddeleri de ikiye ayrılmış ve bu suretle de yasalardaki madde sayıları arttırılmış bulunmaktadır. 1) İsmail Doğanay, Yeni Türk Ticaret Kanunu Tasarı Üzerine Görüşler, Güncel Hukuk dergisi, Temmuz/2005, Sayı: 19, s. 3639 Yeni Türk Ticaret Kanunu Tasarısı, Cumhuriyet gazetesi, 18 Kasım 2007 Bay Tiril Tiril... Televizyona baktım; Batılı yaşam biçimine kızıp da “muhafazakâr ve dindar bir nesil” isteyenler tiril tiril... Üzerinde kravat, gömlek, ceket, pantolon... ? Kravat: 1636 savaşında Fransa Kralı Xlll Louis’nin ordusunda bir ilginç lejyon birliği vardı. Bu birliğin özelliği boyunlarına birer çiçekli kumaş parçası bağlamış olmalarıydı... Bu kumaş parçası askerlerin eşleri ve sevgilileri tarafından savaşa giderken boyunlarına geçirilmişti... O seneki kraliyet balolarında birçok erkeğin boynunda o kumaştan vardı artık... Sonradan adı kravat oldu... ? Ceket: Fransızcadır... “Jaquette...” İlk örneklerinin önü uzun, arkası kısaydı... Fransız kraliyet ailesinin şişman erkekleri kıçlarının gözüktüğünü fark edince zamanla önü kısaldı, arkası uzadı... Şimdilerde ise bir uzayıp bir kısalıyor... ? Gömlek... Şu bildiğimiz gömlek tipi Fransa’dan geldi... Hâlâ Anadolu’da çoğu yerde “frenkgömleği” denir... ? Pantolon: Fransa’dan geldi... II. Mahmut bu giysiyi getirtti, ama gericilerin şerrinden korktuğu için bir süre sandıkta sakladı... Sonra dört çavuşa giydirip sokağa saldı... Arkalarından da gözcüler gönderdi ki, ahali nasıl karşılıyor?.. İsyan çıkmamıştı... Çünkü isyan, üzerine bir de şapka giydiklerinde çıkacaktı... Pantolon, Hıristiyan azizi Pantaleone’den gelir, sevilen birisiydi, onun için sonradan kafasını kestiler... Pan, tamamıyla; leon, aslan... Pantaleone ise “tamamıyla aslan” gibisinden... ? Adamlara kızmak tamam da... Adamın giysilerini çıkarıp kravatı, ceketi, gömleği, pantolonu atsan... Kaldı don... ? Peki, neden?.. Niçin çağdaş dünyanın karşısına adam gibi gelişmiş, güçlü, medeni bir toplum olarak çıkmak varken... “Dindar cumhurbaşkanı”, “dindar eğitim”, “dindar laiklik”, “dindar nesil” diye tutturup da Türkiye’yi üçüncü sınıf teokratik ülkeler arasına sürüklemek için yırtınıyorsun?.. Ki el âlem gütsün seni... Ey tiril tiril!.. Dışı Estet İçi Şirret Büyük Frederik Üç Yüz Yaşında Yüksel PAZARKAYA arihin uzmanlar için bile öyle kolay bir iş olmadığına bir kez daha tanık oluyoruz. 24 Ocak 1712 doğumlu Büyük Frederik (ölüm 17 Ağustos 1786), 300. doğum yılında yeni kitap yayınlarıyla, makalelerle, tarihçilerin ve filozofların katıldığı söyleşi ve açık oturumlarla anılıyor. Büyük Frederik’in kimliği, kişiliği, hükümdar olarak, sanatla, felsefeyle uğraşan birey olarak yeniden irdeleniyor, değerlendiriliyor. Ve kesin bir yargıya varılamıyor. Siyasiler söz aldıkları zaman, kendi meşreplerine göre ya göklere çıkarır, ya yerin dibine batırırlarken tarih bilimciler ve filozoflar, Büyük Frederik’in devlet adamı ve birey olarak yaşamını, yapıtını ve etkinliklerini, çelişkili ve bölünmüş kişiliğini, tarihsel, düşünsel ve kültürel olgu olarak saptamaya çalışıyorlar. Bunda babasının şiddete dayalı terbiyesinin etkisi (yakın arkadaşı Von Kutte’nin gözleri önünde idamının) etkisi irdeleniyor. Kesin ve keskin bir yargıya varmak olanaksız. Babası I. Frederik Wilhelm’den sonra 1740 yılında Prusya’da kral olan Büyük Frederik üzerine uzmanlar bugün de iki uçlu, çelişkili kişiliğini vurguluyorlar. Bir yanda, müzik, edebiyat ve felsefeye derin ilgi duyan, beste yapan, Fransızca şiirler yazan ince ruhlu bir kişilik, öte yanda saldırı savaşlarıyla Prusya’yı büyütmek ve güçlendirmek isteyen gözü kara, acımasız bir savaşçı. Bir yanda, ülkesinde işkenceye son veren (“Suçsuz biri cezalandırılacağına, yirmi suçlu serbest kalsın daha iyi”), kendini halkının birinci hizmetkârı olarak tanımlayan, halkın eğitimi için ilkokul zorunluluğu getiren, başta Katolik Fransa’nın zulmünden kaçan Hügnolar, siyasi sığınmacılara sınırları açan, azınlıkları kabul eden aydınlanmacı bir kral, öte yanda Yahudileri dışlayan ve saldırgan savaşçılığıyla olduğu gibi, Yahudi düşmanlığıyla da Nazilerin örnek aldıkları bir hükümdar. Sofrası, aydınlanmacı sanat ve felsefe meclisi olan bir kral. Başta Voltaire olmak üzere, sofra meclislerine zamanın aydın, sanatçı ve düşünürlerini davet etmiştir. Ama fetih savaşları için, müttefik bulma diplomasisini de sonuna dek kullanmıştır. Topraklarını büyütmek isteyen bir yayılmacılıkla Avusturya İmparatorluğu’nun elindeki Şilezya’yı işgal eden, T savaşlar yapan bir kral. Başında bulunduğu Prusya’yı korumanın, Avrupa’nın en büyüklerinden biri olmakla mümkün olduğuna inanmış bir hükümdar. “Yedi Yıl Savaşları”nda (1756 – 1763) yenilip nerdeyse Hitler gibi elinde olanı da yitirme tehlikesinden, Avusturya, Fransa, İngiletere ve Rusya’nın aralarındaki rekabet ve anlaşmazlık yüzünden son anda kurtulan yayılmacı ve saldırgan bir savaşçı. Bir yanda ilk Osmanlı Büyükelçisi Resmi Ahmed Efendi’yi başkent Berlin’de büyük tantanayla karşılayan kral, öte yanda bunu yayılmacı amaçları için stratejik hesaplarla yapan. (Resmi Ahmed Efendi 14 Temmuz 1763 günü 70 kişilik maiyetiyle İstanbul’dan yola çıkmış ve 9 Kasım günü Berlin’e varmış ve 21 Kasım’da Büyük Frederik tarafından ihtişamla kabul edilmiştir.) Bir yanda Prusyalı Almanların, saldırgan düşman Osmanlı imgesi yerine, zengin Türk kültürüne açılım sağlamış, halk yıllarca bir Türk modası dalgası yaşamış, öte yandan bu modayı sarıklı baş imgesiyle alaya almıştır. Aradan geçen 300 yıla bakıldığında, Büyük Frederik’in bu çelişkili kişiliği ve politikasıyla önce Prusya’nın, sonra da bütün çelişkileriyle, düşüş ve kalkışlarıyla günümüz Almanyası’nın ve başkent Berlin’in kurucu kralı olduğunda tarihçiler birleşiyorlar. Kral sofrasının baş konuğu, (Türkler hakkındaki önyargısını da bildiğimiz) aydınlamanın büyük yazar ve düşünürü Voltaire, Büyük Frederik’in kişiliğini, “dışı estet, içi saldırgan” deyişiyle özetlemiştir. Büyük Frederik’in, “Herkes kendi tarzına göre istediği gibi yaşasın” sözü bugün de yalnızca aydınlanmanın anahtarı değil, demokrasi ve özgür toplumun da anahtar sözüdür. Bununla Büyük Frederik, farklı düşünene, farklı yaşayışlara saygıyı getirmiştir. Bu anlamda Büyük Frederik’in kişiliği ve siyaseti üzerine farklı görüşlerin ve kabullerin sürmesini de saygıyla karşılamak gerekir. Bu söz aynı zamanda adaletin anahtarıdır. Yaklaşık 250 yıl önce Büyük Frederik’in söylediği, “Bir suçsuzu cezalandırmaktansa, yirmi suçlu serbest kalsın” ilkesi, 21. yüzyılda bütün hukukçuların ve siyasilerin kulağına küpe olmalıdır. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle