23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 ŞUBAT 2012 SALI kultur@cumhuriyet.com.tr 16 KÜLTÜR Murathan Mungan, kitap alanındaki teknolojik gelişmeyi ve yazarlığını anlattı ‘Kitap hayatımızdan çıkıyor’ MELTEM YILMAZ Keşanlı Ali Destanı Haldun Taner, Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının ve tiyatrosunun önde gelen yazarlarından biri, Türk ve dünya kültürünü özümsemiş bir aydın, önemli bir mizahçıdır. Epik tiyatro ve kabarenin Türkiye’deki öncüsü oldu, bu alanda verdiği eserler çağdaş Türk tiyatrosunun klasikleridir. Yapıtları dış dünyada da ilgi görmüş, birçok dile çevrilmiştir. H. Taner’in müzikal oyunu Keşanlı Ali Destanı, ilk kez 31 Mart 1964 tarihinde Gülriz Sururi Engin Cezzar tiyatrosunda sahnelendi ve kazandığı başarıyla belleklerde yer etti. Zaman içinde birçok tiyatro topluluğu tarafından defalarca oynanarak Türk tiyatrosunun temel eserlerinden biri olma özelliği kazanan eser TRT için dizi ve sinema filmi olarak da çekildi. Oyun gecekondu tanımının ilk kullanıldığı zamandan Demokrat Partili yıllara, yaşanan süreçleri eleştirel bakışla, gülmece tarzında ele alır. Taner’in tiyatromuza getirdiği yeniliğin ve karakter yaratmadaki ustalığının yanı sıra incelikli ve güçlü mizahı, sağlam toplumsal eleştirisi ile güncelliğini hiç yitirmemiştir. Eser ilk kez, 1988 yılında Genco Erkal tarafından bir mini dizi olarak televizyona uyarlandı. Özgün tiyatro oyununda başrol oynayan Engin Cezzar ve Gülriz Sururi dizide de rol aldılar. Oyunun şu sıralar Kanal D ekranında izlediğimiz dizi film uyarlamasında zengin bir oyuncu kadrosu yer alıyor. Yönetmenliğini ise Çağan Irmak üstlenmiş. İlk bölümleri ilgiyle izledim. Sonra ilgim dağılmaya başladı. Mahalle sakinlerinin gereksiz yere uzatılmış diyalogları, özel halleri ile izleyiciyi güldürmek uğruna konmuş içi boş sahnelerle dramatik örgü gevşeyip gerilim dozu aşağılara düştükçe de izlemekten sıkılır oldum. Herhalde bir ben değilim böyle düşünen. Önemli, klasik bir oyunun izleyici beklentisi yüksek oluyor. ??? Son yıllarda, edebiyat uyarlamalarına ilgi arttı. Reşat Nuri’nin “Yaprak Dökümü”, Halit Ziya’nın “Aşkı Memnu”su ve Orhan Kemal’in “Hanımın Çiftliği” adlı romanlarından uyarlanan diziler seyirciden büyük ilgi gördü. Birbirine benzeyen onlarca sıradan dizinin içinde kurgu ve altyapısı sağlam bir romanla beslenen işlerin öne çıkması doğal. Ne var ki reytingler tavan yaptığında başka bir sorunla karşılaşıyoruz. Kitaptaki hikâye bitmiş olsa da dizi dallanıp budaklanarak gereğinden fazla uzuyor. Konu, ortalama zevke seslenen çok bildik yan öykücüklerle içerik ve ruhundan uzaklaşarak bambaşka yerlere gidiyor. Yapımcı ve kanal, tutmuş, para getiren bir diziden vazgeçmek istemedikleri için de kabak tadı veriyor. ??? Edebiyat ile televizyonun algı ve anlama biçimleri farklıdır. Ünlü bir oyunun diziye uyarlanması sırasında yan pencereler açılabilir. Ancak bu ölçü gözetilerek, yaratıcı ustalıkla yapılmalı. Keşanlı Ali, belli uzunlukta bir dizi olmaya uygun ama fazla oynanmayı, yersiz sahnelerle uzatılmayı kaldıracak bir oyun değil. Umarım kararında bırakılır. Keşanlı, şarkılarıyla, müziğiyle bütünleşmiş, sevilmiş bir eser. Koro, oyunun en önemli desteği. Oyunun orijinal müziklerini Yalçın Tura yapmıştı. Oysa dizide bu konuda bir karışıklık olduğu ve müziğin yetersiz kaldığı ortada. Yine de “Keşanlı Ali’nin” yer yer aksayan temposunun hızlanması ve dizinin her yönüyle rayına oturması beklentimi sürdürüyorum. Yazarımız yıllık izninin bir bölümünü kullandığından bir süre yazılarına ara vermiştir. ANTALYA Bu yıl ilki düzenlenen Antalya Kitap Fuarı, Türk edebiyatının en çok okunan yazarlarından Murathan Mungan’ı ağırladı. Okuryazar buluşmalarının konuğu Murathan Mungan, burada “çok katmanlı” olarak tanımladığı yazarlığını, okurlarıyla ilişkisini anlattı. Mungan, söze kitap fuarlarının kendisi için nasıl bir anlam taşıdığını anlatarak başladı: “Kitap fuarlarına, kitabın hayatımızdaki yerini bize tekrar hatırlatması açısından çok önem veriyorum. Çünkü biz kitap çağının çocuklarıyız, bizler için kitap, kutsiyet ifade eden bir nesnedir. Şimdi başka çağlara geldik tabii, teknolojinin çağına... Kitap artık yalnızca söyledikleriyle değil, nesne olarak da hayatımızdan çıkıyor.” Peki, teknolojik gelişmeler okuryazar ilişkisini nasıl etkiliyor? Söz konusu gelişmelerden önce, her okur için farklı bir yazar algısı olduğunu söylüyor Mungan: “Artık okur algısı ile yazarın duruşu, bir tür mücadele kanalına yol açıyor.” Türkiye’de yayımlanan kitap sayısının son yıllarda giderek artmasına da değinen Mungan, Türkiye’nin, yayımlanan kitap sayısı açısından Batı ile arasındaki makasın ? “Biz kitap çağının çocuklarıyız” diyen Murathan Mungan için kitap “kutsiyet ifade eden bir nesne”. Ama, “Şimdi teknoloji çağına geldik” diyor Mungan, “kitap artık yalnızca söyledikleriyle değil, nesne olarak da hayatımızdan çıkıyor.” kapandığı bir yere gelmiş olmasına rağmen yazar ile okurun gelişiminin paralel gitmediğine dikkat çekiyor: “Biz yazarlar gelişirken, kendimizi geliştirirken, okur gündeliğe eğilmiş, ilgileri zayıflamış bir hale geliyor. Bu durum Türk edebiyatını da oldukça olumsuz yönde etkiliyor.” Kendini geliştiren bir yazarın, bir sonraki adımda da “ben oldum” diyen bir yazarın düşeceği tuzaklar da vardır elbette. Mungan, bu tuzakları şöyle tarif ediyor: “Ne yazarsam olur demektir. Usta olduğunu düşünen yazarlar da kendi sonunu hazırlıyor bana göre. Ben her konudan bir hikâye çıkarabilirim, ancak hiçbir zaman ‘ustayım’ demem.” Murathan Mungan, edebiyatın farklı alanlarında üretimi olan çok kimlikli bir yazar. O, bu durumu “Ben bilinmeyen, çok katmanlı bir yapı sunuyorum, farklı edebiyat türlerinde gezinerek. Diğer yandan aynı tür içinde farklı teknikler de deniyorum. Bu durum okur katında algı parçalanmasına neden oluyor” sözleriyle anlatıyor ve ekliyor: “Yazarken kolay etiketlenmeyi reddetmekle ödeşiyorum.” Ve Murathan Mungan, onu en fazla rahatsız eden konuya getiriyor sözü. Evet “Yalnız Bir Opera”nın şairi o, “Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda/ Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim” diyen de o, ama hep böyle mi hissetmek zorunda? “Okur bunu istiyor, benim hep karamsar olmamı bekliyor. Ama ben ‘duygu adamı’ olarak anılmak istemiyorum. Okuru her daim ikna etmem gerekiyor ne yazık ki, bu benim için bir yazarlık yükü.” Önümüzdeki dönemlerde okuyucuyla buluşacak kitaplarının haberini ise ilk kez burada veriyor. Aşkı, ayakları yere basar bir biçimde ele aldığı “Aşkın Cep Defteri”nin martta; 1978’den başlayarak yayımlanan yazılarının güncelleştirilmiş derlemesi olan “Tuğla”nın mayısta; çocukluk ve gençlik anılarından oluşan “Hatıra Metod Defteri”nin ise sonbaharda okuyucuyla buluşacağı müjdesini veriyor. !F İSTANBUL BAĞIMSIZ FİLMLER FESTİVALİ Dört yönetmen Sundance Lab’e seçildi Kültür Servisi !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali ve bağımsız sinema kurumu Sundance Enstitüsü ortaklığının ikinci senesinde, İstanbul’a gelecek Sundance Enstitüsü yetkilileri ve ünlü yazaryönetmenler Gabriel Range, Jeremy Pikser, Athina Rachel Rsangiri ve Reha Erdem seçilen dört genç yönetmene senaryo danışmanlığı yapacak. 2012 Istanbul Sundance Lab’i için seçilen senaryolar ise Zeynep Dadak ve Merve Kayan’ın “Mavi Dalga”, Deniz Gamze Ergüven’in “Krallar”, Erol Mintaş’ın “Annemin Şarkısı” ve Senem Tüzen’in “Ana Yurdu” oldu. Konuk yönetmenler 25 Şubat Cumartesi günü SALT Beyoğlu’nda senaryo üzerine herkese açık ücretsiz bir çalışma sunacaklar. Sundance Senaryo Lab, 1981 yılında Utah’ta ünlü oyuncu Robert Redford tarafından kuruldu. (www.ifistanbul.com) Berlin Film Festivali’nde 400’den fazla filmi 300 binden fazla biletli seyirci izledi İDSO BİR TÜRK YAPITININ DAHA İLK ÇALINIŞINI GERÇEKLEŞTİRDİ İki Çaykovski arasında Perker EGEMEN BERKÖZ Gerçek bir seyirci festivali filmiyle festivalin Panorama bölümünde yarıştı. Kanser hastası olan altı çocuk annesi Fatma’nın BERLİN İtalyan sinemasının ustaları Paolo kocası için seçtiği kumanın Anadolu’nun bir köve Vittoria Taviani kardeşlerin “Sezar Ölmeli” yünden kalkıp Avusturya’ya geldikten sonra geadlı filmleriyle Altın Ayı’yı kazandığı Uluslararası lişen dramatik hikâyesi temelinde kurgulanan öyBerlin Film Festivali, Türkiye sineması adına se kü, Avrupa’daki çoğunluk toplumun Türkiye vindirici sonuçlarla kapandı. Reis Çelik, “Lal Ge konusunda varolan kemikleşmiş klişelerinin yece” ile Generation 14plus bölümünde Kristal Ayı niden üretilmesinin ötesine geçemiyor ne yazık ki. Ödülü’nü kazanırken Emin Alper’in Forum’da Berlinli genç sinema ve tiyatro yönetmeni Tayarışan, “Tepenin Ardı” adlı ilk uzun metrajlı fil mer Yiğit’in Branka Prlic ile birlikte yönettiği mi, Alman Belediye Sinemaları Birliği ile sine “Karaman” ise, cinsiyetlere biçilen roller, 1980 ma dergisi FilmDienst tarafından darbesiyle hesaplaşma, giderek verilen Caligari Ödülü’ne değer göbir toplum gi? Cannes ve Venedik Müslümanlaştırılan rüldü. bi dinamikleri, emekli bir subayın gibi rakipleriyle Yönetmen Reis Çelik’in, evrensel Avrupa’ya okumaya giden başörbir dil ve usta işi minimalist bir sikarşılaştırıldığında en tülü kızının hikâyesi çerçevesinde nema anlayışıyla çocuk gelinler koele alıyor. politik film festivali nusunu işlediği, “Lal Gece”, özelKahramanlarının dünyasını psiolduğu ileri sürülen likle başrol oyuncuları İlyas Salman kolojik bir şekilde açıklamaktan kave Dilan Aksüt’ün müthiş perforBerlinale’nin asıl çınan, belki bu yüzden de kimi zamanslarıyla göze çarpıyor. Birçok man gerçekçilik duygusunu vereözelliği kuşkusuz eleştirmenin resmi yarışma bölümeyen diyaloglara zorlanan bir digerçek anlamda bir münde de yer alabileceği konusunle sahip olan “Karaman”, her şeda hemfikir olduğu “Lal Gece”nin, ‘seyirci festivali’ olması. ye rağmen Türkiye toplumunun festivalin 14 yaş üstü çocuk filmlekırılma noktalarına “dışarıdan” ri bölümünde gösterilmesini eleştibakan bir film olma özelliğiyle ön ren İlyas Salman ise bunu özellikle seçici kurul plana çıkıyor. Berlinale’nin önemini yitirdiği, resların Türkiye yapımı filmlerin altmetnini okumakta mi yarışma bölümünün bir profile sahip olmadızorlanmasına bağladı. ğı şeklinde son yıllarda festivale yönelik giderek Sinema sanatına yeni soluk katan genç yete artan eleştiriler aslında çarpık bir tabloya işaret edineklerin eserlerine yer veren Forum bölümünün yor. jürisi, “Tepenin Ardı”na verdiği ödülü, Emin AlCannes ve Venedik gibi rakipleriyle karşılaşper, “Erkeği erkek yapan olguları, modernlik tırıldığında en politik film festivali olduğu haklı ve gelenek, kent ve taşra gibi karşıtlıklardan olarak iddia edilen Uluslararası Berlin Film Fesyola çıkarak izleyiciye son derece olgun ve ger tivali’nin asıl özelliği kuşkusuz gerçek anlamda çek bir sinema dili duygusunu vererek anla bir “seyirci festivali” olması. tırken farklı kuşaklar arasında var olan di6 binden fazla filmin başvurduğu festival kapnamikleri, eşsiz görüntüler, dramatik bir akış samında gösterilen 400’ün üzerinde eseri bu yıl ve harikulade gerçeküstü sahnelerle bezeme da 300 binden fazla biletli seyirci izledi. Asıl soyi ustaca başarıyor” şeklinde gerekçelendirdi. run daha çok, medyanın festivalin resmi yarışma Festivalde bu yıl da Avrupa’da yaşayan Türkiye bölümüne odaklanıp, Forum ve Panorama gibi feskökenli genç göçmen sinemacıların filmleri var tivalin yan bölümlerinde de gösterilen filmleri göz dı. Viyana’da yaşayan Umut Dağ “Kuma” adlı ardı etmesinde yatıyor olması. TUNÇAY KULAOĞLUMARTİNA PRİESSNER Hikmet Atalay hayatını kaybetti ? Kültür Servisi Devlet Tiyatroları sanatçısı Hikmet Atalay (82) önceki gün Ankara’da yaşamını yitirdi. Bursa’da dünyaya gelen Atalay, 1956’da Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nde Çocuk Tiyatrosu’nda göreve başladı. 1996 yılında emekli olan Atalay, “Felsefe Doktoru”, “Küskünler Kahvesi”, “Müfettiş”, “İstanbul Efendisi”, “Kösem Sultan” ve “Zor Günler” gibi oyunlarda rol almıştı. Yazarlar Birliği Ödülleri sahiplerini buldu ? Kültür Servisi ABD sinema meslek birlikleri ödüllerinin sonuncusu olan 2012 Yazarlar Birliği Ödülleri (WGA) sahiplerini buldu. Oscar’a yaklaşık bir hafta kala, sadece meslek birliği senaristlerinin aday olabildiği ödüllerde Alexander Payne, Nat Faxon ve Jim Rash “Senden Bana Kalan” (The Descendants) filmiyle uyarlama senaryo dalında, Woody Allen ise “Paris’te Gece Yarısı” (Midnight in Paris) ile özgün senaryo dalında ödüle değer görüldü. Belgesel dalında ise Katie Galloway ve Kelly Duane de la Vega, “Better This World” isimli filmleriyle ödül kazandı. İzlediğim bazı konserlerde orkestradaki çalgıların uyumu, birlikte tınlayışları, birbiri ardına söz alışları beni öylesine etkilemiştir ki onların arasında, bir kemanın, bir çellonun ya da bir viyolanın.. yerinde olmak istemişimdir. Şimdi düşünüyorum da bana bu duyguyu veren yapıtların çoğunun Çaykovski’nin yapıtları olduğunu görüyorum. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın (İDSO) Fulya Sanat Merkezi’ndeki konserinde de böyle oldu. Konserin gerek ilk yapıtı (Çaykovski’nin “Romeo ve Juliet” Fantezi Uvertürü) gerekse kapanış yapıtı (yine Çaykovski’nin “Francesca da Rimini” Senfonik Fantezisi) beni aldı götürdü orkestranın bir parçası yaptı düşlemimde. Aslında konse? Konserin rin en önemli, en önemli, akşama anlam akşama anlam katan katan yapıtı, müzik çalışyapıtı, müzik malarını çalışmalarını Amerika’da Amerika’da sürdüren genç bestecimiz sürdüren genç bestecimiz Barış Perker’in ilkçalınışı Barış PerKültür Üniversitesi ker’in ilkçalıKonser Salonu’nda nışı Kültür gerçekleştirilen Alto Üniversitesi Konser SaloSaksofon nu’nda gerçekKonçertosu’ydu. leştirilen Alto Saksofon Konçertosu’ydu. Bestecinin konser kitapçığında, 2006’da Piyano ve Alto Saksofon Sanatı’nı besteleyişinden beri düşündüğünü, ancak 2010’da Amerikalı saksofon sanatçısı Kenneth Radnofsky ile tanıştıktan sonra yazdığını ve bu değerli sanatçıya adadığını belirttiği yapıtın solisti de zaten Radnofsky’nin ta kendisiydi. Perker’in yine konser kitapçığında ilk bölümünde Saygun’un 3. Senfonisi’nden esinlendiğini, üçüncü bölümünü ise çeşitli dans müzikleriyle iki Hicaz dörtlüsünü harmanlayarak oluşturduğunu söylediği yapıtı, bana göre, iki Çaykovski yapıtı arasında hiç aykırı düşmedi ve ezilmedi de. Konserden sonra, İDSO Müdür Yardımcısı Sayın Emin Özistek’in çevirisi yardımıyla görüştüğüm Kenneth Radnofsky’ye, bugüne kadar seslendirdiği onlarca saksofon konçertosu arasında Perker’in konçertosunun yeri nedir, diye sordum. “Bu konçertoyu benim için farklı kılan içindeki Türk müziği tınıları” diye yanıtladı Radnofsky, sonra da “Perker’e bir tür Türk Bartok’u diyebiliriz” diye ekledi. Konuşmanın sonrası sanırım bu habere sığmaz, bu nedenle sanatçının bu benzetmeyi Bartok Saygun ilişkisini bilmeden yaptığını eklemekle yetiniyorum. ‘Tepenin Ardı’ K A M İ L M A S A R A C I K Ü L T Ü R ? Ç İ Z İ K C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle