19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
9 KASIM 2012 CUMA CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR ANNELİK, KADINLARIN ÖZGÜR SEÇİMİ 15 OLMALIDIR: Kadına şiddet doludizgin adına yönelik şiddet hep vardı. Ama bunca konuşulmasına, yazılmasına karşın hiçbir zaman böylesine sıradan ve olağan karşılanmazdı. Biz geriletmeye çalıştıkça, şiddet yayıldı. Baştakilerin üslubuna baktıkça neden diye şaşmaz olduk. Antalya Büyükşehir Belediyesi, geçen yıl 1. Kadın Zirvesi’ni düzenlediğinde kadına yönelik şiddet konusunu işlemişti. Bu yıl ikincisi gerçekleştirilen zirvede bir yıl sonunda ilerleme değil, tam tersine ülke çapında bir gerileme olduğuna dikkat çekildi. Bu yılın teması “Kadın Bedeni Üzerinde Yoğunlaşan Politikalar ve Kadının Doğurganlık Hakları” olarak belirlenmişti. K Kadın Bedeni ve Politika 2. Antalya Kadın Zirvesi’ne katılamadım, ama ayrıntılı sonuç bildirgesini inceledim. Her biri kendi alanında uzmanlaşmış, Yıldız Ecevit, Pınar İlkkaracan, Şenal Sarıhan, Ayşe Sucu, Özen Kulakaç, Hülya Gülbahar, Aylin Nazlıaka, Songül Sallan Gül’ün konuşmacı olarak katıldığı zirvenin sonuç bildirgesindeki kimi noktalara dikkatinizi çekmek istiyorum. “Muhafazakâr yönetimler, ideolojik düzlemde ataerkilliğin kadını baskı altında tutma yöntemlerini çok yönlü kullanır. Bugün Türkiye’de kadını kontrol altında tutmanın birçok şekli görülmektedir. Ataerkil sistem, kız çocuğunun okumasını engelleme, meslek seçimini kontrol etme, küçük yaşta ve zorla evlendirme, eş seçiminde özgür bırakmama, boşanmasını engellemeye çalışma, hatta namus vb. gerekçelerle yaşam hakkını ihlal etme, kadın cinayetleri gibi biçimlerde tezahür eder. Ataerkil aile ile ataerkil devlet arasında birbirini besleyen sıkı bir ilişki, sağlam bir köprü vardır. Kız ve erkekler için ayrı okulların açılmasını teşvik etmek bu geçişi anlamaya iyi bir örnektir. 4+4+4 parçalı eğitim sistemi de bu çerçevede değerlendirilmelidir.” Her satırın altını defalarca çiziyorum. ne karnında bir çocuğu öldürürsünüz ha doğduktan sonra öldürürsünüz; hiçbir farkı yok.” (25/5/2012 Uluslararası Parlamenterler Konferansı) “...Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum ve bu ifademe karşı çıkan bazı çevrelere, medya mensuplarına da sesleniyorum; Uludere diyorsunuz. Her kürtaj bir Uludere’dir diyorum.” (26 Mayıs 2012 AKP Kadın Kolları 3. Olağan Kongresi) Çeşitliliğin Gücü ve Kültürü... Dört yıl önce: “Evet, yapabilirsiniz!” sloganıyla yola çıkmıştı. Toplumunun yönelmesini istediği bütün hedefler için halkına bunu söylemişti. Ve halkı, onu iktidara getirdi. İlk dört yılını tamamladıktan ve toplumundan ikinci dört yıl için de vizesini aldıktan sonra, halkına ve dünyaya yine iki sözcükle seslendi: “Gücümüz, çeşitliliğimizdir!” Çeşitlilikten geçilmeyen bir toplumda ABD’nin tekrar seçilen başkanı Barack Obama, hem olan hem de olması gereken bağlamında halkının kültürel kimliğini çok doğru okumuştu. Bu halk, ancak çeşitliliğini doğrudan bir güç kaynağına dönüştürebildiği, bunun sorumluluğunu bireyler temelinde de üstlenebildiği ölçüde güçlü bir devlete varlık kazandırabilirdi. Bize de benzer olaylarda hep yaptığımız gibi bir kez daha: “Darısı başımıza!” deyip iç çekmek düştü. Peki, darısı başımıza olsun da, içinde bulunduğumuz somut gerçeklerimizi görmeye ne kadar hazırız? Çünkü onları görmeden, görmeyi içtenlikle istemeden, başımıza ne darı düşer ne de başkaca bir tahıl. Bizimkisi gibi toplumların başına, ancak daha dün denilebilecek kadar kısa bir süre önce yapılan çok değerli bir bilimsel araştırmanın sonuçları, üstelik kocaman taşların ağırlığı ile iner. Sözünü ettiğim araştırmadan çıkan, özetle şu: Bir ortalama ölçütünde Türk halkı, içinde hiçbir çeşitliliğe yer vermekten yana değil. Başka deyişle sıradan Türk insanı, Rumuyla, Ermenisiyle, Yahudisiyle, Kürt’üyle, Alevisiyle, eşcinseliyle, lezbiyeniyle vb. hiçbir başkalıkla, hiçbir çeşitlilikle birlikte veya iç içe yaşamaya razı değil. Sıradan Türk insanı, ancak “benim gibi” sıfatını verdikleriyle birlikte ve iç içe yaşamaktan yana. Böyle bir toplumda, ABD ve Barack Obama örneğine bakarak: “Darısı başımıza” demek, neyi değiştirebilir? Resmi politikaların neredeyse her türlü ayrımcılığı üstelik de kimi zaman yasalarla! var gücüyle körüklediği bir ortamda, çeşitlilik hangi yollarla bir güç kaynağına dönüştürülebilir? Daha da vahim olanı ise işin bireysel sorumluluk diye adlandırabileceğimiz yanı. “Darısı başımıza” derken, bunun olabilmesi için tek tek bireyler olarak ne kadar çaba harcamaya hazırız? Ve bu olamadığında, olamamasının sorumluluğunu bireysel olarak da taşımaya hazır mıyız? “Darısının” başımıza gelmesi için ne yazık ki sadece meydanlara çıkmak ya da bildiriler hazırlamak yetmiyor! “Şu halka bak!” demek de yetmiyor. Bunca parçalanmışlık içerisinde yaşayan bir toplumun insanlarını artık çeşitlilik yörüngesinde eğitebilmek için, tek tek herkesin kendi ölçeğinde yapabileceklerini araştırması ve bunun için elini taşın altına koyması gerekiyor. “Peki, ya elim taşın altında kalırsa…” İyi de, çeşitliliğini güç kaynağına dönüştürebilmiş toplumların tarihinde bugüne kadar kaç elin taşlar altında kaldığı ve yola buna rağmen devam edildiği araştırıldı mı hiç? “Başkaları yapsın, darısı da benim başıma…” Tarihte yok böyle bir ucuzluk! irvenin değerlendirmesi şöyle: Kadınların bedenlerini denetleme gücünü elinde bulundurmak isteyen, onları her şekilde araçsallaştıran politik müdahaleler, kadınlara biçilen rol ve değerlerle çok yakından ilgilidir. Kadınlar, kendilerine birey olarak değer verilmek yerine, varlıkları, aile ve evlilik kurumlarının içinde eritilmek istenmektedir. Annelik, kadınların özgür seçimi olmalıdır. Her kadın, çocuk sahibi olma ya da olmama, doğum sıklığını, zamanını saptama ve sahip olmak istediği çocuk sayısını belirleme hakkına sahiptir. Her kadının doğurganlık sağlığı, gebelik, doğum ve yeni doğan bakımı konusunda yeterli eğitim ve bilgi alma hakkı vardır. Zirvede, nelerin yapılması gerektiği de ortaya kondu. Ama yerim bitti, o da başka yazıya kaldı! Z Başbakan ve Kürtaj Zirvede Başbakan’ın söylemleri aracılığıyla, ülkede kürtajın yasaklanmasına doğru yol alındığı da saptandı. “...Ben ülkemde en az üç çocuk istiyorum. ...Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Ha an Sandro Botticelli’nin “Venüs’ün Doğuşu” adlı tablosu. (Detay) MONET’NİN EN BİLİNEN ESERLERİNDEN BİRİ SATILDI ‘Nilüferler’e 43 milyon dolar Kültür Servisi Fransız empresyonist ressam Claude Monet’nin “Nympheas” (“Nilüferler”) tablolarından 1905 tarihli olan eseri, New York’ta yapılan açık artırmada 43 milyon dolara (yaklaşık 80 milyon TL) alıcı buldu. Şu sıralar tablo, adının açıklanmasını istemeyen bir koleksiyoncu tarafından satın alındı. Monet’nin 1905’te tamamladığı yağlıboya eserin 3050 milyon dolar aralığında (yaklaşık 60 100 milyon TL) alıcı bulması bekleniyordu. Aynı açık artırmada Rus ressam Wassily Kandinsky’nin “Studie fur Improvisation 8” (“Doğaçlama Çalışması 8”) adlı eseri 23 milyon dolara (yaklaşık 40 milyon TL), İsviçreli helkeltraş Alberto Giacometti’nin bronz “La Jambe” (“Bacak”) heykeli 11,3 milyon dolara (yaklaşık 20 milyon), İspanyol ressam Joan Miro’nun “Femme, Journal, Chien” (“Kadın, Gazete, Köpek”) adlı tablosu 13,7 milyon dolara (yaklaşık 25 milyon TL), İspanyol sanatçı Pablo Picasso’nun “Buste de femme” (Kadın Büstü)” ise 13 milyon dolara (yaklaşık 25 milyon TL) satıldı. KİTAP TASLAKLARI, MEKTUP, FOTOĞRAF VE SES KAYITLARI Tarkovski’nin arşivi müzayedeye çıkıyor Ümit Kıvanç’ın Roboski’deki katliamı anlattığı filmi yayında Kültür Servisi “Solaris”, “Stalker”, “Ayna” gibi kült filmlerin yönetmeni Andrei Tarkovski’nin kitap taslakları, mektup, fotoğraf ve ses kayıtlarından oluşan arşivi, Londra Sothbey’s Müzayede Evi’nde satışa çıkıyor. Ünlü Rus yönetmenin koleksiyonuna 100 bin sterlin değer biçiliyor. Sotheby’s’den Stephen Roe, 28 Kasım’da gerçekleşecek müzayedenin, Tarkovski’nin sinemaya yaklaşımını anlamak için önemli ipuçları taşıdığını söylüyor. Tarkovski’nin öğrencisi ve asistanı Olga Surkova tarafından satışa çıkarılan arşiv, usta yönetmenin çalışmalarının yanı sıra, özel yaşamına da ışık tutuyor. Arşivde Tarkovski’nin Başkan Brejnev’e hitaben kaleme aldığı ve 3 yıl gösterime girmeyen filmi “Andrei Rublev”de, anti Sovyet propagandası yapmadığını, filme uygulanan yasağın sona erdirilmesini talep ettiği mektup taslağı da yer alıyor. ‘Ağlama AnneGüzel Yerdeyim’ AYŞEGÜL ÖZBEK Türkiye’de Sakıp Sabancı Müzesi’nin “Monet’nin Bahçesi” başlığı altında eserlerine ev sahipliğini yaptığı Monet’nin “Nilüferler” tablolarından biri, Christie’s Müzayede Evi’nde yapılan açık artırmada satıldı. Monet’nin Giverny’de geçirdiği dönemde gerçekleştirdiği 1905 tarihli tuval üzerine yağlıboya TÜRKİYE’NİN İLK GÜNCEL SANAT ÖDÜLÜ FULL ART PRIZE Ödül Çavuşoğlu ve Eğrikavuk’a Kültür Servisi Türkiye’nin ilk güncel sanat ödülü “Full Art Prize” Hasköy Yün İplik Fabrikası’ndaki törenle sahiplerini buldu. “Büyük Ödül”, Aslı Çavuşoğlu ve Işıl Eğrikavuk arasında paylaştırıldı. Aslı Çavuşoğlu ödül konuşmasında “Sanat sadece objeyi satın alıp duvara asmak ya da koleksiyona katmaktan ziyade sanatın üretim sürecini de desteklemektir” dedi. Sevim Gözay’ın sunuculuğunu yaptığı gecede Full Art Prize resmi internet sitesi üzerinden halk oyları ile belirlenen “Halk Jürisi Ödülü”nü kazanan isim ise Cengiz Tekin oldu. Ödül törenine paralel olarak aynı mekânda yarıfinale kalan sanatçıların yeni işlerinden oluşan bir sergi açıldı. Full Art Prize yarıfinalistlerine başvuru dosyalarında yer alan, daha önce üretemedikleri ya da sadece fikir olarak kalan projelerinin gerçekleştirilebilmesi için birer destek bütçesi verildi. Sanatçılar yapıtlarını, Öykü Özsoy küratörlüğünde gerçekleştirerek “tanıklık etme” kavramı üzerinden ürettiler. Hasköy Yün İplik Fabrikası’ndaki bu sergi 28 Kasım’a dek görülebilir. Başkanlığını gazeteci ve AICA üyesi, eleştirmen Evrim Altuğ’un üstlendiği yarışmanın jürisi sanatçı Gülsün Karamustafa, SALT Araştırma ve Programlar Direktörü Vasıf Kortun, İKSV İstanbul Bienali Direktörü Bilge Örer, Borusan Holding CEO’su Agah Uğur, AR Şirketler Grubu CEO’su Hüseyin Arslan’dan oluştu. Roboski’de 28 Aralık 2011’de Türk Hava Kuvvetleri’ne bağlı jetlerin bombalayarak öldürdüğü 34 köylü hakkında, Ümit Kıvanç tarafından hazırlanan belgesel “Ağlama Anne – Güzel Yerdeyim”, önceki gün Cezayir Salonu’nda ilkgösterimini yaptı. MazlumDer ve İnsan Hakları Derneği’nin kurduğu “Roboskî’ye Adalet Platformu” tarafından desteklenen belgesel, aileleri, yakınları ölen 34 insanı anlatıyor. Çekimleri haziranda yapılan Roboski filminin ilkgösterimine, katliamda kardeşi ve 11 yakın akrabasını kaybeden Veli Encü de katıldı. Encü, “Size Roboski’den acılı babaların, annelerin, çocukların selamını getirdim. Bu ülkede yumurta atana bile yasal bir işlem mevcutken Roboski’de 34 insanı katleden suçluları niye hâlâ adaletin cezalandırmadığını bu ülkenin siyasetçlerine sormak istiyorum. Bugün bir telefonla rahmetli Vedat Encü’nün ağabeyi Fikret Encü tutuklanarak cezaevine atıldı. Bunula birlikte baskılar her geçen gün devam etmekte. Roboski için yazılan her bir şiirin, Roboski için çekilen her filmin, fotoğrafın katliamın çözümüne götüreceğine inanıyorum” dedi. Kıvanç ise yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Katliamdan üç gün sonra, sokaklarda, salonlarda çılgın yılbaşı kutlamaları yapıldı. Bu büyük bir toplumsal şerefsizliktir. Bunun altından nasıl kalkılır bilmiyorum. Ben bu filmi yapmayı görev bildim. 34 dediğimiz şey sadece sayı değil, onlar insandı. Biri köpek seviyordu, biri peynir yiyordu, biri âşıktı. Bir insandı. Türkiye’de bizden çaldıkları en temel şey de bu. Birileri öldüğü zaman somut bir insan olarak kavrayamıyoruz. Bu kabiliyetimizi yok etti bu devlet.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle