19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 OCAK 2012 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Tabancayla Görevden Alma... “...Sonunda karar verildi, M. B’nin görevden alınmasına, yerine T. K’nin getirilmesine...” CHP’nin Merkez Karar Yönetim Kurulu’nda alınan kararı kim ilgili kişiye bildirecek? Sorun büyük. Genel sekreter yardımcılarından D.B. bu işi üstlenmez. Öteki yardımcıya bırakır. Bir korku vardır. Görevden alınacak M. B’den neden çekinirler? Ali Topuz’un iki ciltlik anılarını okuyorum... “Değişimi Yaşamak”ta 19321972 yılları, ikinci cilt “Düzeni Değiştirmek”te ise 197280 yılları... Bir roman gibi rahat okunuyor. Bir koca yaşamı, gençlikten yaşlılığa kadar geçen bir süreyi CHP saflarında, hem de milletvekili, bakan olarak geçirmiş bir usta politikacının gündemi... Ne iyi etmiş Ali Topuz! Çocukluğundan bu yana anılarını bir bir, hem de ayrıntılı olarak, hiçbir şeyi gizlemeye kalkmadan anlatmış. Yakınlarda yitirdiğimiz değerli yazar Hikmet Bila da bütün bunları bir bir sormuş, öğrenmiş, teybe almış, bizlere sizlere, daha doğrusu tarih yapraklarına bırakmış... Topuz’la Baykal ve Ecevit!.. Bu üçlü arasında geçenleri okurken hem şaşırıyor, hem kızıyor, hem de eğleniyorsunuz. Biraz değil, epeyce de üzüntü duyarak!.. CHP’nin yakın tarimizdeki olayları, insanları, dirilişi, çöküşü, gide gide bugünkü yeni CHP oluşu... Yazımın başındaki öyküyü daha açık anlatmak isterim. CHP Ankara İl Başkanı Murat Belovacıklı’dır. Ama genel başkanı kırmıştır. Bu yüzden görevinden alınmıştır. Ama bunu ona kim anlatacak, görevi ondan kim isteyecek? Ali Topuz’dan okuyorum: “Merkez Yönetim Kurulu üyesi Kasım Parlar’ı ve Teoman Köprülüler’i çağırdım ‘Takın tabancalarınızı belinize. Ankara il başkanını görevden almaya gidiyoruz’ dedim. ‘Ne tabanca mı?’ ‘Evet tabanca...’ Orada başımıza neler gelebileceğini tahmin edebiliyordum. Tabancaları takıp il başkanlığına gittik. Her taraf adam doluydu, içeri zorla girebildik.” Ali Topuz ve arkadaşları içeri zorla girer. Belovacıklıya görevden alındığını söyler söylemez, “Benim cesedimi çiğnemeden beni bu görevden alamazsınız. Ben Karadenizliyim” der. Buna karşı Topuz da “Ben de Karadenizliyim, hem de Rize’nin, kabadayı yerinden, Kanbozluyum” diye yanıt verir. Görevden alınan il başkanı tabancasını masaya koyar. Odayı, sofayı dolduran yüzlerce yandaşı da olayı ilgiyle seyretmektedir. Her an tecavüze hazır... ??? Bu kadar yeter. İsteyen gitsin Ali Topuz’un “Düzeni Değiştirmek” kitabını alsın, orada daha neler neler var... Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Görev Süresi Yapılması gereken en doğru şey, Sayın Gül’ün yürürlükteki anayasaya göre, 28 Ağustos 2012 günü görev süresinin dolacağını ve bu tarihten sonra kaynağını anayasadan almayan bir yetkiyi kullanamayacağını açıklamasıdır. Böyle bir açıklama, Sayın Gül’e büyük bir saygınlık kazandıracağı gibi, “anayasanın üstünlüğü” ilkesinin en yüksek devlet görevlisi tarafından vurgulanmış olmasını da sağlayacaktır. Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM argı ve hukuk, 1961 döneminde kazandığı sağlam zemini uzun zamandır kaybetti. Ama, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün görev süresi ile ilgili anlamsız tartışmalar, hukuk ve yorum kavramlarını iyice altüst etmiş durumda. Hukukta bu denli karmaşa yaratıldığı, keyfi yorumun bu denli etkili olduğu bir başka dönem hatırlamıyorum. Oysa Gül’ün görev süresinde hukuksal durum o kadar açık ki, yorum bile gerektirmiyor. Belirsizlik, siyasal spekülasyon erbabının amaç ve hesaplarından kaynaklanan tamamıyla yapay bir yorum çabasının ürünü. Şu an yürürlükte olan ilgili anayasa kurallarını alt alta yazalım. Değil hukukçu, en sade yurttaş bile bunu anlar. 1) AY m. 101/1: “Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır.” 2) AY m. 11: “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.” 3) AY m. 6/3 cümle 2: “Hiçbir kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.” Peki, bu açık kurallar karşısında “yedi yıl” nereden çıkıyor? Yedi yıllık süre, anayasanın 101/1. maddesinin bugün artık yürürlükte olmayan eski metninde yer almıştı. Bu metne göre: “Cumhurbaşkanı, … yedi yıllık bir süre için seçilir.” Cumhurbaşkanı Gül’ün, bu kurala göre seçilmiş olduğu doğrudur. Ama, bu kuralın, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan halkoylamasıyla yürürlükten kalkmış olduğu da tartışılmaz bir gerçektir. Peki, yürürlükte olmayan bir kural, nasıl oluyor da yürürlükte olanın yerini alıp Gül’ün görev süresini belirliyor; devlet organlarını bağlıyor ve daha da önemlisi, bir devlet yetkisinin kullanılmasını sağlıyor? Bu sorulara tutarlı ve mantıklı bir cevap vermek mümkün değildir. O zaman Cumhurbaşkanı Gül’ün görev süresinin yedi yıl olduğuna ilişkin görüş neye dayanıyor? Basında yürütülen tartışmalardan saptayabildiğim iki açıklama var: Birincisi, yedi yıllık süreyi “kazanılmış hak” kavramı ile açıklamak. Ne var ki idasa” niteliği taşıdığı nasıl ileri sürülebilir? Bir başka soru: Sayın Gül’ün Cumhurbaşkanlığı süresinin yedi yıl olması sağlanamaz mıydı? Evet, sağlanabilirdi! Üstelik 2010 anayasa değişikliği, bunun somut örneğini içeriyor. Bu değişiklikle Anayasa Mahkemesi yargıçlarının görev süreleri 12 yıl olarak belirlendi. Daha önce böyle bir sınırlama yoktu ve Anayasa Mahkemesi üyeleri, 65 yaşı dolduruncaya kadar görevde kalıyordu. Mahkemenin şimdiki başkanı Sayın Haşim Kılıç, 1990 yılında Anayasa Mahkemesi üyeliğine atanmıştı. 2010 anayasa değişikliğine göre Sayın Kılıç’ın görevinin sona ermesi gerekirdi. Buna rağmen görevinde kalmış olmasının hukuksal nedeni, anayasaya geçici bir madde konulmuş olmasıdır (Geçici madde 18/6 cümle 2). Bu maddeye göre “Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihte üye olanlar, yaş haddine kadar görevlerine devam ederler”. Şayet 2007 anayasa değişikliğinde de “Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Cumhurbaşkanlığı görevini deruhte eden kişinin görev süresi, 101. maddenin değişiklikten önceki metnine tabidir” şeklinde benzer bir kural yer almış olsaydı, Sayın Gül’ün görev süresi yedi yıl olurdu. Böyle bir geçici madde konulmadığı gibi, 16.10.2007 gün ve 5697 sayılı yeni bir anayasa değişikliği ile 5678 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu’nda yer alan geçici maddeler de yürürlükten kaldırıldı. Salt bu değişiklik dahi, türev kurucu iktidar niteliğindeki anayasa koyucunun, beş yıllık sürenin geçerlilik zamanı ile ilgili olarak herhangi bir geçiş kuralı koyma iradesini taşımadığını göstermektedir. Böyle bir kuralın şimdi anayasaya konulması ise “kişiye özgü bir yasa” niteliği kazanır ve hem Gül’e ve hem de Cumhurbaşkanlığı makamına zarar verir. Ya Heron, Ya Merro... Onlar ambargo uyguladıklarında vermiyorlar... Patriot vermiyorlar... Apaçhi vermiyorlar... F18 vermiyorlar... Heron vermiyorlar... ? Biz ambargo uyguladığımızda almıyoruz: Sosis almıyoruz... Çikolata almıyoruz... Dondurma almıyoruz... Yoğurt almıyoruz... ? Çünkü seçim sandığında siyasi tercihini nohuda göre kullanan milletlerin, dış politikasının da ithal peynire dayalı olması normaldir... Hollanda Ermeni soykırımını mı kabul etti?.. Tepki büyük oluyor tabii: “Aha ben de Hollanda meyveli yoğurdu yersem...” Yok eğer tasarıyı geçiren Fransa ise: Salam yeme... ? Soykırım diyenlere kızarken... Bir gece karanlığında, katırlarının sırtına mazotları bağlamış gelen, çoğu 20’li yaşlarda çocukları, koca savaş uçakları ile bombalayıp paramparça ettiler... Öldüler, 50 lira için... Niçin?.. Çünkü kendi teröristinin yerini gidip ABD’ye soruyorsun... Başbakan her gidişinde “İstihbarati bilgi başlıyor” demedi mi?.. Demek ki başladı... Elin tepemizdeki heronlarından alıp bize verdiği adrese göre savaş uçaklarını yönlendirip bomba yağdırdıktan sonra baktılar ki bizim köylüler... İyi ki bizim Genelkurmay’ın adresini vermediler... ? Ve Türkiye sorumluyu arıyor... Ya heron, ya merro... Çünkü kimliğini, benliğini, yolunu, ideallerini, aydınlığını, duygularını, ışığını, yönünü yitirmiş memleketlerde böyle olur... Kendi rejimini tekmeleyenlerin, kendi çağdaşlığını engelleyenlerin, kendi uygarlığını yok edenlerin, kendi hukukunu, eğitimini, kültürünü lanetleyenlerin, kendi devletini ezenlerin peşine takılmış giden ülkelerde suçlar ortaktır... ? Demek ki sordular ele: “Bu gelenler ne?..” Ve bombaladılar... (......) Artık yapacak bir şey yok... Sen de hamburger yeme... Y re hukuku öğrencileri bile, Cumhurbaşkanlığı makamı için kazanılmış bir haktan söz edilemeyeceğini, bu makama seçilmiş olmanın bir hak değil, onurlu bir anayasal görev ve yetki sağladığını bilir. Zaten yedi yıl görüşüne geçerlik kazandırmak isteyenler bile bunu anladıkları için “kazanılmış hak” gerekçesi üzerinde fazla durmuyorlar. Daha ağırlıklı olan ikinci açıklama ise, hukuk devletinin özünü oluşturan “hukuka güven” ve buna bağlı olarak hukuk kurallarının olası etkilerini “önceden bilme ve kestirebilme” ilkesidir. Alman öğretisi, buna “sürpriz yasa yasağı” diyor. Gerçekten de bir yasa, ilgilisinin hukuksal durumunda, onun hukuka olan güvenini sarsacak ölçüde beklenmedik bir değişim yaratıyorsa ve bu değişimi önceden kestirmek mümkün değilse, o değişiklik kazanılmış hak kavramına aykırı olmasa bile hukuk devleti ilkesine aykırı sayılabilir. Gül’ün durumunda böyle bir özellik var mıdır? Şimdi dilerseniz onu inceleyelim. Cumhurbaşkanının görev süresini beş yıla indiren anayasa değişikliği, Sayın Gül’ün cumhurbaşkanı seçildiği tarihten üç ay kadar önce, 31.05.2007 gün ve 5678 sayılı yasa ile kabul edilmiş bulunmaktaydı. Bu yasa, “halkoyuna sunulmak üzere” 16.06.2007 tarih ve 26554 sayılı Resmi Gazete’de yayımlandı. 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra oluşan TBMM, 27 Ağustos 2007 tarihinde Sayın Gül’ü cumhurbaşkanı olarak seçti. Bu seçimden bir gün sonra da Gül yemin ederek göreve başladı. Bu gelişmelere göre Cumhurbaşkanı Gül, 101. maddenin eski metnine göre seçildiği tarihte, görev süresinin daha önce yapılan anayasa değişikliği ile beş yıla indiğini ve bu değişikliğin 21.10.2007 tarihinde yapılacak olan halkoylamasıyla yürürlüğe gireceğini biliyordu. Üstelik bu değişiklik, Sayın Gül’ün kurucuları arasında yer aldığı AKP’nin ileri gelenlerince hazırlanmış, önerilmiş ve AKP’nin belirleyici olduğu nitelikli çoğunlukla karara bağlanmıştı. Bu duruma göre, Sayın Gül ve AKP tarafından bilinen ve istenen bir anayasa değişikliğinin, hukuka güven duygusunu sarsan bir “sürpriz ya Sonuç Buna karşılık, yeni bir anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanının yeniden TBMM tarafından seçilme yöntemine dönülerek, şimdiki cumhurbaşkanının 28.08.2014 tarihine kadar görevde kalacağını belirlemek hem mümkündür hem de parlamenter sistem açısından yanlıştan dönmenin güzel bir örneğini oluşturur. Bu seçenek benimsenmiyorsa, yapılması gereken en doğru şey, Sayın Gül’ün yürürlükteki anayasaya göre, 28 Ağustos 2012 günü görev süresinin dolacağını ve bu tarihten sonra kaynağını anayasadan almayan bir yetkiyi kullanamayacağını açıklamasıdır. Böyle bir açıklama, Sayın Gül’e büyük bir saygınlık kazandıracağı gibi, “anayasanın üstünlüğü” ilkesinin en yüksek devlet görevlisi tarafından vurgulanmış olmasını da sağlayacaktır. Doymayan Sömürücüler ve Açlıktan Ölenler Sömürü düzeninin giderek yozlaştırdığı toplumlarda olayları Tanrısal bir yazgı gibi algılayan ve Tanrı’dan çözüm bekleyenlerin, Jean Ziegler’in “Dünyanın Yeni Sahipleri” isimli yapıtında Georges Bernados’tan alıntıladığı “Tanrı’nın bizimkilerden başka elleri yoktur” özdeyişi üzerinde bir kez daha düşünmelerini öneririm… sadece silahlanmak için yapılan yıllık harcamalar bir trilyon doları aşmaktadır. Ayrıca abartılı lüks tutkusunun neden olduğu ve zengin yörelerde tüketilemeyerek heder edilen gereksinim maddelerinin aşırılığı da düşünülecek olursa bu konudaki sorunların çözüm yolları belli olmaktadır. Açlık, sefalet ve barınma sorunlarının giderilmesi için öncelikle nüfus artışı ve sağlık sorunlarının küresel boyutta çözümlenmesi gerekmektedir. İkinci olarak tüm yerkürede dogmalardan ve ırkçı, şoven düşüncelerden arındırılmış, bilimsel bir eğitimin uygulanması, genç beyinlerin aktarma, ezberci ve bilimsel olarak kanıtlanamayan öğretilerden korunması gereklidir. Böylece “Küresel Aydınlanma”nın gerçekleştirilerek insanların çağdaş ve ortak değer yargılarında birleşmesi sağlanmalıdır. Tüm bunların başarılabilmesi için de, uluslararası, gerçekten yansız ve yaptırım gücü olan bir kurumun, örneğin bu niteliklerle donatılmış olan “Birleşmiş Milletler”in, silah üretimini denetleyip kısıtlayarak parasal kaynak sağlaması gereklidir. Sömürü düzeninin giderek yozlaştırdığı toplumlarda olayları Tanrısal bir yazgı gibi algılayan ve Tanrı’dan çözüm bekleyenlerin, Jean Ziegler’in “Dünyanın Yeni Sahipleri” isimli yapıtında Georges Bernados’tan alıntıladığı “Tanrı’nın bizimkilerden başka elleri yoktur” özdeyişi üzerinde bir kez daha düşünmelerini öneririm… G Prof. Dr. Abidin KUMBASAR ünümüzün koşullarını mesi de olanaksızdır. Sömürü değerlendiren uzman düzeninde insan hakları diye ların ulaştıkları so savunulanlar sadece parası nuçlara göre, olanaklar bilim olanların yaralanabileceği haksel ve akılcı yöntemlerle kul lardır. Yoksullara en doğal gelanılırsa yerküremizde on iki reksinimleri olan yaşama ve milyar insan beslenebilecek eğitim hakkı sağlanmadığı giken, sömürü düzeni nedeniyle bi, yasaların bile eşit uyguyedi milyar kadar olan dünya landığı söylenemez. Dünyada nüfusunun sekiz yüz milyonu en zengin 225 kişinin varlığıaçlık çekmekte, her yedi sani nın, alt gelir düzeyinde 2.5 yede bir çocuk, yine açlıktan milyar insanın varlıklarının ölmektedir. Bunun nedeni, toplamını aşması sömürü olekonominin bilimsel nitelik gusunun somut kanıtıdır. Bu lerini yitirerek sömürücü güç çarpık, yozlaşmış sosyoekolerin denetimine girmesidir. nomik düzende sömürücüler Bu yozlaşma sonucunda, zen yeryüzünde sadece kendileri gin azınlık servetlerini arttı için cennetler yaratırken yokrırken yoksul çoğunluğun se sulları “öte dünya cenneti” düşleriyle uyutmaktalar. Dünfaleti artmaktadır. Çağdaş insanlığın özlemi, yanın her yöresinde yolsuzbilimsel ve teknolojik olanak luk ve yozlaşmanın hüküm kadar ların tüm insanlığın yücelme sürdüğü ülkeler ne si için kullanılması yönün yoksul ve borç içindeyseler deyken, kapitalistsömürü dü yöneticiler ve yandaşları da o zeni, zengini daha zengin kıl kadar lüks içinde yaşamakmayı amaç edinerek para ve talar. kâr için her yolu geçerli sayıp ömürüye ezilenden değil, ezenden yana olmayı sürdürmektedir. Sö açık ülkeler mürücüler bir yandan da halk “Üçüncü dünya ülkeleri” kitlelerini aldatmak için ken dediğimiz sömürüye açık üldi isteklerine göre niteledikle kelerin büyük bir bölümü işri demokrasi ve özgürlük söy birlikçi, kurnaz ve zorba “kleplemleriyle toplumları uyut tokratlar (hırsız yönetimmaktadırlar. Demokrasinin tek ler)” tarafından yönetilmekkoşulu olarak sundukları se tedir. çimlerde, kullanılan oy pusuTüm çağlar boyunca toplaları aç karınları doyurmadığı lumları ekonomik ilişkiler ve gibi, parası olmayanların öz politikalar şekillendirmiştir. gürlüklerden yararlanabil Günümüzde de ekonomi bili S mi doğa ve emek ürünü olan değerleri, politika da toplumları düzenleyip yönlendirmektedir. Bu nedenle, yaşanmakta olan ekonomik bunalımlardan ve sosyal karmaşadan sorumlu olanlar, talan ekonomisinin uygulayıcısı sömürücüler ve işbirlikçi politikacılardır. Sömürücüler ve işbirlikçileri doğa değerlerini ve emek ürünlerini kaba güç ve zorbalıkla yağmalamakta ve talan etmektedirler. Açlık çeken ülkeleri bu acınacak duruma düşürenler, göstermelik yardımlarla göz boyamaya çalışmakta, sözde yardımlar yaparken de duyguları sömürerek siyasal yatırım aracı olarak kullanmaktadırlar. Sorunların gerçekçi çözümü için ekonomik uygulamaların amacının tüm insanlığa mutluluk ve gönenç sağlamak olması gerekir. Bunun için de üretimde amaç kâr değil, gereksinimlerin sağlanması olmalıdır. Geçerli olan düzende olduğu gibi, yönetenler zenginliği toplumlarla paylaşmadan kendi çıkarlarına uygun kesimlere yönlendiriyorlarsa toplumsal sorunlar ve patlamalar kaçınılmaz olur. Güvenilir kaynakların verilerine göre, yerküremizde açlık ve sefaletin önlenebilmesi için yılda kırk milyar dolar gerekmektedir. Gene aynı kaynaklara göre, son yıllarda C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle