19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 OCAK 2012 ÇARŞAMBA 4 HABERLER Başbakan Erdoğan, Uludere olayını değerlendirirken BDP, CHP ve medyayı çok sert sözlerle hedef aldı ‘Vicdanlarını yitirmişler’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Başbakan Tayyip Erdoğan, Uludere’de 35 sivilin bombardımanla öldürülmesiyle ilgili hükümetine yönelik tutumları nedeniyle BDP, CHP ve medyayı çok ağır ifadelerle suçladı. Erdoğan, BDP’ye, “Silahlı efendileriniz ipinizi gevşetmediği sürece tuvalete bile gidemezsiniz” dedi. CHP’nin “BDP’nin değirmenine su taşıdığını” ve “BDP’nin peşinden gittiğini” söyleyen Erdoğan, medyanın derdinin de “acıyı paylaşmak değil, suyu bulandırmak” olduğunu ileri sürdü. Erdoğan, geçirdiği ameliyat nedeniyle uzun bir aradan sonra partisinin grup toplantısında ilk konuşmasını yaptı. Erdoğan, ağırlığını Ulude ‘2012’ Umarım yeni yıla her zamankinden daha dikkatle hazırlanmışsınızdır. Çünkü, Maya rahiplerinin yaklaşık 1500 yıl önce yaptıkları hesaplara göre, 21 Aralık 2012’de uygarlığımız sona eriyor. Maya hatta Sümer kehanetlerine dayandırılan bir senaryoya göre, Marduk, Nibiru, Planet X gibi adlarla tanımlanan, Güneş’e Plüton’dan biraz daha uzak, biraz daha büyük bir gezegen 2012 yılında dünyaya çarpacakmış. Kültür endüstrisi de ciddi gazetelerin köşelerine kadar uzanan bu “uygarlığın sonu” senaryolarına kendince katılmaya başlamış görünüyor. Lars Von Trier’in Eylül 2011’de vizyona giren Melancholia filmindeki, Marduk kehanetini kabul eden yaklaşımın yanı sıra iki senaryo daha var. Biri, The Day After (2004), 2012 (2009) filmlerinde izlediğimiz, ani iklim değişikliği ya da dünyanın merkezindeki magmanın (erimiş metal) Güneş’ten gelen radyasyonun etkisiyle aniden ısınmaya başlaması gibi doğal felaket temelli bir sona ilişkin. İkincisi de uzaydan gelen bir başka uygarlığın etkilerine dayalı bir son. Bu kategoride de The Day The Earth Stood Still (2008), Skyline (Kasım 2010), Battle of Los Angeles ( Mart 2011), The Darkest Hour (Aralık 2011) gibi filmler var. Tüm bu kehanetler, yayınlar, filmler, bize uygarlığımızın bu noktasında “zamanın ruhu”nun, giderek artan bir yoğunlukta “kendi sonunu” hayal etmeye başladığını gösteriyor. Neden? ? Partisinin grup toplantısında Uludere’deki bombardımanla 35 sivilin öldürülmesini değerlendiren Erdoğan, olayın faturasını BDP, CHP ve medyaya çıkardı. BDP’yi PKK ile bir tutan Erdoğan, CHP’nin BDP’nin peşinden gittiğini, medyanın ise dertleri paylaşmak yerine kuzu postuna bürünerek millete istikamet çizme gayreti içinde olduğunu ileri sürdü. re olayına ayırdığı konuşmasında şunları söyledi: Orgeneral Özel’e teşekkür: Bu acı hadisede en küçük detayına kadar adli ve idari inceleme yapılıyor, yapılacaktır. Genelkurmay Başkanlığımız idari ve adli incelemeyi başlattığını açıklamıştır. Ben de dün bu konuyla ilgili olarak bir araya geldiğim Genelkurmay Başkanımla bu konuyu değerlendirdik. Konunun takipçisi olduklarını tekrar duydum, dinledim. Yapılan çalışmalar, gösterdikleri hassasiyet nedeniyle hepsine teşekkür ediyorum. re’de 35 Kürt öldürüldü’ diyerek meseleyi etnik zemine taşıyorsa, o her türlü milli, manevi, insani ve vicdanı değeri ayaklarının altına almış ve çiğnemiş demektir. Uludere’de 35 insan hayatını kaybetmiştir, biz böyle bakıyoruz. Ancak mesela orada ölenlerden bir tanesinin ablası da benim kadın kollarımda çalışan, orada başkanlık yapan bir bayan. Bu da var ama bizden bunun istismarını duydunuz mu? İblisin yolunda şeyta 35 Kürt değil, 35 insan öldürüldü: Kim ki ‘Ulude nın izinde: Bunların kalpleri kararmış, bunlar vicdanlarını yitirmişler. Irkçılık ve faşizm küstahça böbürlenen, kibirlenen iblisin, yani şeytanın açtığı bir yoldur. Cenazeleri bile Kürt Türk diye ayıranlar, işte iblisin yolunda, şeytanın izinde yürüyenlerdir. İşte, İstanbul’da bu acı hadiseyle ilgili olarak yaptıkları basın toplantısının görüntülerini izlediniz değil mi? Güya acı içindeler ama kameraların önünde kahkahalar atmaktan çekinmeyecek kadar insafsızlar, vicdansızlar. Cenazede, terörist başının resmini ta şıyanlar neye hizmet etmek istiyorlar? Sonra birileri çıkıyor, bazı densizler çıkıyor, bu olay üzerinden, ‘Bu ülke bölünmüştür’ diyor. Ya sen kimsin, kimi temsil ediyorsun, kimin adına konuşuyorsun? Siz silahlı efendileriniz ipinizi gevşetmediği sürece tuvalete bile gidemezsiniz. 33 kurşun CHP’nin eseridir: CHP Genel Başkanı bu ULUDERE DEĞERLENDİRMESİ Fotoğraflar: NECATİ SAVAŞ / AA RIZA ÖZEL Bahçeli öleni suçladı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Uludere olayıyla ilgili provokasyon uyarısında bulunurken, “Yüzde 1 bile ihtimal olsa, sınırlarımızdan kanundışı yollardan girenlerin bir tek Mehmetçiğe, bir tek vatandaşımıza zarar vereceği hesap ediliyorsa ve bu bir tehdit olarak görülüyorsa devlet derhal gereğini yapmalıdır ve son olayda da yapmıştır” dedi. Bahçeli, partisinin grup toplantısında 35 sivilin yaşamını yitirdiği olaylarla ilgili “katliamcı devlet” nitelemelerine tepki göstererek, “Kaymakama kalkan elleri, toplum psikolojisi olarak masumlaştıran, ama sıra Uludere’ye gelince özür bekleyen maksatlı zihniyetleri aziz milletimiz hayret ve kızgınlıkla takip etmiştir” dedi. Başbakan Tayyip Erdoğan ve bakanlardan gelen açıklamaların tatmin edici olmadığını ifade eden Bahçeli, olayın hükümet tarafından çok yönlü araştırılmasını istedi. Teröristlerin yaygın olarak kullandığı güzergâhların son yıllarda “kaçakçılık” faaliyetleri için de kullanıldığının anlaşıldığına dikkat çeken Bahçeli, militan sızmaları ve terörle mücadelenin yoğunlaştığı dönemde buraları kullanarak riski göze alanların terör örgütüyle veya güvenlik güçleriyle karşılaşmayı göze almış olması gerektiğini belirtti. Bahçeli, şu görüşleri savundu: “Teröristlerin geçiş ve ilerleyiş güzergâhında kaçakçılıkla meşgul olanlar ya PKK provokasyonlarına, istihbarat yanıltmalarına alet edileceklerdir ve bu şekilde canlı hedef haline getirilerek isyan provalarına mazeret oluşturacaklardır. Ya da yasadışı kaçakçılıkla hayatlarını sarp kayalıklarda ve dar geçitlerde heba edeceklerdir. TSK’nin harekât yaptığı alan meşru bir sınır kapısı değil, teröristlerin sürekli sızıp kanlı eylemlerini yaptığı önemli bir tehdit bölgesidir.” hadiseyi üzülerek söylüyorum, 33 kurşun yani Mustafa Muğlalı olayıyla eş tutarak maalesef çok ciddi bir sorumsuzluk örneği sergilemiştir. Bu hadiseyi 33 kurşun hadisesine benzetmek, en hafif tabiriyle sorumsuzluktur, fırsatçılıktır. CHP’nin PKK’nin diliyle, BDP diliyle konuşmasına açıkçası anlam vermekte zorlanıyoruz. CHP’nin üslubunun PKK ve BDP üslubuyla bu kadar örtüşmesi son derece dikkat çekicidir. Gerçi 12 Haziran’dan önce seçim meydanlarında gördüğümüz siyasi ittifakı bugün taziye çadırında görüyoruz. Söylemiştik ya şimdi de taziye çadırında görüyoruz. CHP gibi bir partinin BDP değirmenine su taşıması, BDP’nin peşine takılması çok hazindir. Muğlalı olayı CHP’nin eseridir. Medya kuzu postuna bürünmüş: Fırsatçı siyaset Melankoli Bu soru üzerinde düşünürken, Lars Von Trier’in Melancholia filmi, hem içerik hem de zamanlama açısından bize yardımcı olabilecek ilginç bir örnek sunuyor. Film çok zengin bir burjuva ailenin, “Marduk”un dünyaya çarpmasını beklerken yaşadıkları son saatlere egemen ruh halini, görüntüler, renkler, tempo, alt izlekler, özellikle de müzik aracılığıyla, melankoli olarak tanımlıyor. Trier bu filmde, bize geleceğini kaybettiğini bilen, ama bu kaybı son ana kadar kabullenemeyen dünya, 7 milyar insan yok olurken yalnızca kendisini düşünen bir sınıfın ruh halini simgeliyor. Gerçekten de melankoli çok değerli bir şeyi kayıp etmiş olmakla ilgilidir. Ama benzer bir durumla ilgili olan yas tutma halinden çok önemli bir noktada ayrılır. Yas tutan neyi kaybettiğini “bilir”, bu kaybı kabullenir, kendi simgesel evreninin içine yerleştirerek yaşamına, bu kaybın getirdiği koşullara uyum sağlayarak devam eder. Melankoli’de kaybeden, neyi kaybettiğini “bilmez” (kendine itiraf etmez, kabullenemez) bu yüzden de bu kaybı kendi simgesel evreninin içine yerleştirerek bu kaybın getirdiği koşullara uyum sağlayarak yola devam edemez. Kaybetmişlik noktasına saplanır kalır. Agamben’in Stanza yapıtında gösterdiği gibi, melankoli, feodalizmin uzun krizi içinde, “dünyasının” dağılmaya, simgesel evrenin istikrarı kaybolmaya başladığı bir noktada, ruhban sınıfı içinde, öncelikle de yazmanlar arasında ortaya çıkmış. Son yıllarda da bir “son” duygusunu canlandıran, kapitalist kriz döneminde, kültür endüstrisi içinde de ortaya çıkması çok anlaşılır bir şey. Geleceğini kaybeden uygarlığın içinde, tarihin derinliklerindeki uygarlıkların “bilge”lerinin (ki onların “bilgileri”nin bir kısmı yanlıştır, kalanı da bugün bir lise giriş sınavını bile geçmeye yetmez) kehanetlerinde hikmet arama çabalarıysa, başka bunaltıların kapısını aşacaktır. Erdoğan’ı makam odası önünde protesto ettiler ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Uludere’de 35 sivilin yaşamını kaybettiği olayların ve Abdullah Öcalan’a “tecrit”in protestosu Meclis’e uzandı. BDP grubunu izlemeye gelen ve kendilerini “Barış Anneleri” olarak adlandıran bir grup kadın, BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’la birlikte olayın siyasi sorumlusu olarak nitelendirdikleri Başbakan Tayyip Erdoğan’ı, Meclis’teki makam odasının önünde oturma eylemi yaparak protesto etti. BDP’nin dünkü Meclis grup toplantısına katılan kadınlar, BDP’li milletvekilleriyle birlikte grup odasına çıktı. Demirtaş ve Eşbaşkan Gültan Kışanak ile görüşen kadınlar, Demirtaş ve Kışanak’la birlikte, BDP grup odaları ile bitişik olan Erdoğan’ın makam odasının önüne geldi. Makamında bulunan Erdoğan’la görüşmek istediğini belirten 8 kadın, izin verilmeyince, başlarındaki beyaz tülbentleri yere sererek oturma eylemi yaptı. TBMM güvenlik görevlileri ise BDP milletvekilleri ve yöneticilerini uyarırken çekim yapmak isteyen medya mensuplarıyla da polis arasında tartışma çıktı. Demirtaş, makam odasının önüne gelince koruma polislerine “Başbakan burada mı” diye sordu. Koruma polisleri net yanıt vermekten kaçınarak, “Bunlar, burada açıklama yapamaz” diye müdahale etmeye çalışınca Demirtaş, “‘Bunlar’ dediğiniz analardır” diyerek tepki gösterirken açıklamayı kendilerinin yapacağını ifade etti. Kadınlardan Havva Kıran, oturduğu yerden Kürtçe ve Türkçe karışık “Askerler ölüyor, çocuklarımız ölüyor. Çözüm istiyoruz. Çözümün anahtarı önder Apo’dur” diye bağırdı. Daha sonra kadınlar BDP’li milletvekilleriyle BDP grup odalarının bulunduğu tarafa geçti. 19 BDP milletvekili de Meclis Genel Kurulu’nda sabahlama kararı aldı. Eylemin Meclis’i protesto amacı taşımadığını belirten Demirtaş, “Parlamentodaki grupları protesto ediyoruz” dedi. Diğer milletvekillerinin ayrılmasının ardından bir süre genel kurul salonunda oturan BDP’liler daha sonra parti grup toplantı salonuna geçerek eyleme burada devam etti. çiler kadar, bazı medya kuruluşları, bazı yazarlar da bu acı hadiseyi istismar etme içine girdiler. Dertleri acıyı paylaşmak değil, dertleri suyu bulandırmak. ‘Devlet, halkını bombaladı’ diyorlar, katliam diyorlar, güya kuzu postu altında toplumu terbiye etmenin, çok bilmiş edasıyla millete istikamet çizmenin gayreti içerisindeler. ‘Ben eli silahlı olandan korkmadım, Kasımpaşalıdan mı korkacağım’ diyor. Şunu unutma veya unutmayın. Ben Kasımpaşalı Tayyip olmaktan şeref duyarım. İstanbul’da Tarlabaşı Caddesi’nde bir otobüsün içindeki vatandaşımızın ne günahı var? Bunları molotoflarla ateşe vermek zihniyetine, hakkına nasıl sahip olabilirsin? İşte onun için şimdi biz molotofkokteylini de bir silah olarak yasalaştıracak bir yasayı inşallah getiriyoruz. Öğrenci kredileri arttırıldı: Yükseköğrenim öğren Molotof silah sayılacak: Meclis’te sabahladılar cilerimizin 240 lira olan aylık burs ve kredilerini 260 liraya çıkarıyoruz. Beslenme yardımı da aylık 150 liraydı, şimdi 180 liraya çıkarttık. Master öğrencilerine 480 lira veriyorduk, bunu da 520 liraya çıkarıyoruz burs ve kredi olarak. Doktora öğrencileri 720 lira alıyordu, bunu da 780 liraya çıkarıyoruz. Geçmiş zaman korkusu... Melankoliyi besleyen “uygarlık sonu” senaryolarına, geleceği kaybetmiş olma duygusunun yanı sıra, geçmişi, kapitalizmin doğum sancılarını, ilkel birikimi, krizlerin tetiklediği paylaşım savaşlarının insanlığa getirdiği felaketleri unutamamaktan kaynaklanan bir korku da biçim verebiliyor. Bu geçmişi unutamamanın getirdiği korkunun izlerini, “uzaydan gelenler” senaryolarında görüyoruz. Bu senaryoların hemen hepsinde, karşımızda teknolojik olarak “bizden” çok ileri, bu “ilkel uygarlığın” insanlarına hiç önem vermeyen, diyalog kurulması bile olanaksız “uzaylılar” var. The Day The Earth Stood Still filmindeki uzaylı, dünyadaki canlı türlerinin var olmaya devam etmesi için içlerinden birinin, insanın, yok olması gerektiğini ve edileceğini haber vermeye gelmiştir; bu gezegenin aslında sandığımız gibi “bize” ait olmadığını da vurgular. Aynı, conquistador’ların, sömürgecilerin, dışardan gelenlerin, Afrika’da, Avustralya’da, Amerika’da yerlilerin toprak hakkını “doğal olarak” yok sayması gibi... Skyline’da uzaydan gelenler, insanların beyinlerini toplamaktadırlar, Battle of Los Angeles’de okyanusların sularını, The Darkest Hour’da da mineralleri ve enerjiyi... İnsanların ise bu kez, 1996’da henüz mali krizler zinciri başlamadan önce kurgulanmış The Independance Day filminin iyimserliğinden, farklı olarak, böcekler gibi ezilmekten, Avustralya, Amerika yerlileri gibi direnseler de umutsuz bir yok olma sürecine girmekten başka seçenekleri yoktur. Gerçekteyse bugün, insanlığın, melankoliyi kapitalist sınıfa bırakarak, yeni başlangıçları düşünmeye başlamaktan başka bir seçeneği yoktur. DEMİRTAŞ, ULUDERE OLAYINDAN ERDOĞAN’IN SORUMLU OLDUĞUNU SÖYLEDİ ‘Sen de İsrail gibisin’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Uludere’de 35 sivilin yaşamını yitirdiği olaylarda partisini suçlayan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “katliamın baş sorumlusu” olduğunu, Kürtlerin Filistinliler gibi direndiğini savunarak, “Sen bu halk için İsrail’sin” sözleriyle çattı. Demirtaş, grup toplantısı öncesinde Başbakan Erdoğan’ı dinlediğini belirterek, “Bırakın siyasetçi olmaktan, insan olmaktan utandım” dedi. Erdoğan’ın konuşmasının duygudan yoksun, sadece “sorumluluğu nasıl başkasına atarım” anlayışını yansıttığını kaydeden Demirtaş, “Elli bin defa lanet olsun, çıkarlarınıza da, oyunuza da, siyasetinize de” sözleriyle tepki gösterdi. Demirtaş, “Başbakan’ın açıklamaları katliam kadar acı olmuştur” dedi. Erdoğan’ın olayın sorumlusu BDP’ymiş gibi kendilerine hakaretler yağdırdığını kaydeden Demirtaş, sesini yükselterek, “Esad BAYDEMİR: ÇÖZÜM MÜZAKEREDİR Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir ve beraberindeki heyeti kabul etti. Görüşmenin ardından açıklama yapan Baydemir, Diyarbakır surlarının korunması ve turizme açılması konusunda Cumhurbaşkanı Gül’e bir rapor sunduklarını kaydetti. Baydemir, Uludere’de yaşanan olaylarla ilgili geçmişte denenen yöntemlerin devre dışı bırakılması gerektiğini belirterek, “Varsın camlar kırılsın ama bir tek can toprağa düşmesin. Bu işin nihai çözümü müzakeredir, diyalogdur, istişaredir, ortak paydalarda bir arada yaşamdır” diye konuştu. için söylemişti, kendi halkını katleden liderler meşruiyetini kaybetmiştir, diye. Biz senin meşruiyetini tanımıyoruz. Kendi halkını katledeceksin, kanlı ellerinle kürsüde konuşacaksın. Bu katliamın baş sorumlususun” dedi. Olaylardan sonra yaptığı “Ülke bölünmüştür” açıklamasıyla ilgili de Erdoğan’ın yanlış değerlendirme yaptığını savunan Demirtaş, “Siz bu acıyı örtmeye çalışarak bu ülkeyi böldünüz. C MY B C MY B Cemaat yanıtı Duygu düzeyinde bakın, şu anda iki ülke var, kimse birbirini kandırmasın” dedi. Demirtaş, Erdoğan’ın “Silahlı efendileriniz ipinizi gevşetmediği sürece tuvalete bile gidemezsiniz” sözlerine de “Cemaatin izni olmadan nefes alamayanlar, Pensilvanya’dan talimat gelmeden ağzını açamayanlar bize hakaret ediyor” sözleriyle yanıt verdi. Filistin halkı gibi kendilerinin de direndiğini belirten Demirtaş, Erdoğan’a “Sen bu halk için İsrail’sin” diye seslendi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle