19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 OCAK 2012 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR Ketencoğlu’yla Balkanlar’a yolculuk ? Kültür Servisi Balkan müziği ve rebetiko yorumcusu, akordeon ustası Muammer Ketencoğlu 13 Ocak saat 20.00’da Tuzla İdris Güllüce Kültür Merkezi’nde sahnede olacak. Muammer Ketencoğlu ve ‘Balkan Yolculuğu’ konseri ücretsiz gerçekleştirilecek. Ketencoğlu, “Balkan Yolculuğu” konserinde dinleyenleri Ege’den Balkanlara ve Trakya’ya müzik yolculuğuna çıkarıyor. 15 Onat Kutlar’ı anıyoruz Kültür Servisi İstanbul Taksim’deki The Marmara Oteli’nde 30 Aralık 1994’teki bombalı saldırıda ağır yaralanan ve kaldırıldığı hastanede 11 Ocak 1995’te yaşamını yitiren yazar Onat Kutlar, bugün saat 11.45’te Aşiyan’daki mezarı başında anılacak. Türk sinemasına 1965’te Türk Sinematek Derneği’ni ve Yeni Sinema dergisinin yanı sıra “Hakkâri’de Bir Mevsim”, “Hazal” ve “Yusuf ile Kenan” filmlerinin senaryolarını da kazandıran Kutlar, aynı zamanda 1981’den ölümüne kadar İstanbul Film Festivali Düzenleme Kurulu ile İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı İcra Kurulu’nda görev yaptı. 1985’te Berlin Film Festivali’nde jüri üyeliği de yapan Kutlar’ın 1959’da yayımlanan “İshak” adlı öykü kitabı ise 1960’ta Türk Dil Kurumu ödülüne değer görülmüştü. 12. Bienal’in kataloğu hazır ? Kültür Servisi 17 Eylül13 Kasım 2011 tarihleri arasında gerçekleştirilen 12. İstanbul Bienali’nin küratörleri Jens Hoffmann ve Adriano Pedrosa tarafından hazırlanan ve bienalin kapsamlı değerlendirmesini sunan katalog yayımlandı. Pelin Derviş’in yayın yönetmenliğinde hazırlanan katalogda Jessica Morgan, Julieta González, João Ribas, Chus Martinez ve Aykut Köksal’ın makaleleri yer alıyor. Kim Van Gogh Olmak İster? Tabloları dünyanın dört bir köşesinde milyonlara satılan, yapıtlarının sergilenmesi için özel müzeler kurulan, hayatı türlü sanat ürünlerine konu olan, adını yeryüzündeki hemen herkesin bildiği bir sanatçı olmayı kim istemez? Ya bu parlak görünümün arkası? Sanatçının zorluklar ve acılar içinde geçen yaşamı unutulmalı mı? Yalnızca hüzünle anılacak bir geçmiş midir bu yaşam yoksa pek çok sanatçının yaratıcılıklarına koşut seyreden trajik öğeyle bütünleşmiş bir yaratıcılık serüveni mi? Sanat tarihinin en ilginç kişiliklerinden biri olan Van Gogh’un deha ile delilik sınırında gidip gelen, çok sayıda yürek paralayıcı öğenin bir arada bulunduğu trajik yaşamını, insanın içinin burkulmadan izleyebilmesi çok zor. Yalnızca otuz yedi yıl süren (18531890) bir yaşam. Resim yaptığı son on yılında iki bin yapıt veriyor. Hollanda yıllarında, kuzeyin karanlık dünyası yansıyor resimlerine. 1886’da Paris’e gelip kardeşi Theo’nun yanına taşınmasıyla İzlenimci ressamların renkli dünyasından, Japon sanatının inceliklerinden etkileniyor. Sonra da, ömrünün son iki yılını geçireceği ve en ünlü yapıtlarını vereceği Güney Fransa’ya iniyor. Akdeniz ışığı ve doğasıyla tanışıyor. Sarı tarlaları, yıldızlı gökyüzünü resmediyor. Bütün yaşamı boyunca resimleri satılmıyor. Ağabeyi Theo’nun gönderdiği kısıtlı para ile yaşıyor. Van Gogh’tan geriye, resimleri dışında bir de ağabeyine yazdığı mektuplar kalıyor. (Theo’ya Mektuplar, Türkçesi: Pınar Kür, Yapı Kredi Yayınları). Bu mektuplar, sanatçının trajik yaşamının güncesi gibidir. Oradaki satırlarda görürüz her gün çekilen acıların boyutlarını. ??? Günümüzün ticaret hayatıyla bütünleşmiş sanat dünyasında, büyük paraların döndüğü televizyon dizilerinden toplumun geniş kesimlerine yansıyan görkemli yaşam biçimlerine bakınca herkes sanatçı olmak isteyebilir. Ama büyük sanatları var eden unsur trajedidir çoğu zaman. Dostoyevski’nin borçlar ve hastalıklar içinde geçen hayatı, Nâzım Hikmet’in on beş yılını nedensiz yere hapiste, kalanını yurdundan uzak geçirmek zorunda kalışı, “Vedalaşmaların İlmini Yaptım Ben” diyen Osip Mandelstam’ın tutuklanıp gönderildiği Sibirya’da ölmesi kimin aklına gelir? Sanatçı ile yaratı arasındaki trajik ilişki, mutlaka yaşamda çekilen zorluklar, karşılaşılan sıkıntılarla sınırlı değildir. Sanatçının başında hiçbir günlük sıkıntı olmasa da, yaratı süreci, dünyayı anlama, yeniden yorumlama, insanlara söylenmemiş biçimlerde sunabilme çabası başlı başına trajik bir serüvendir. Bu uğraştan başarıyla çıkabilmiş bütün sanatçıların yaşamlarını bu trajik unsur belirler. ??? Hakan Gerçek, iki yıldır oynadığı W. Gordon Smith’in yazıp Ülkü Tamer’in dilimize çevirdiği Van Gogh oyunundaki yorumuyla sanatçının yazgısını, bireysel bir öykü olmaktan çıkarıp herkese yönelik bir seslenişe dönüştürüyor. Bütün sanatçıların içindeki o acıyı izleyenlere başarıyla yansıtıyor. Sesiyle, soluğuyla bir Van Gogh görüyoruz karşımızda. Görmekle de kalmıyor, sanatın yalnızca “parlak” dünyalar olarak sunulduğu günümüzde, onun gerçek, “derin” varlığıyla da karşı karşıya geliyoruz. Van Gogh’ta yalnızca bir tiyatro oyunuyla değil, geçip giden hayatın kalıcı değerleriyle de yüz yüze getiriyor bizi Hakan Gerçek. Konser salonlarının altın çağı Dünyanın dört bir yanında var olduğu kentle soluk alıp veren konser mekânlarını görünce AKM’nin değeri bir kez daha ortaya çıkıyor evi inşa edilmiş. Miami’de 2011’de tamamlanan New World Center aynı zamanda New World Senfoni’nin yerleşkesi ve şimdi sanki kentin merkezi haline dönüşmüş. Helsinki’de 2011’de tamamlanan yeni konser salonu minimalist bir tahta iç yapıya sahip. Konser Salonu gümüş bloklardan İngiltere’nin kuzeydoğusunda, oluşmuş gibi. Ayrıca gündüz dinleTyne Nehri’nin kenarında yer alan tileri için gün ışığını geçiren kocaSage Gateshead yalnız konserleri deman pencerelerle çevrilmiş; simgeğil çeşitli müzik etkinliklerini de basel olarak camların dışındaki dünyarındırıyor. Binanın dışındaki cam kaya bağlanıyor, müzik dış dünyadan buk akustik açısından yararlı olduğu kopmuyor. Disney Hall, aynı zakadar içerdeki ışığı dışarı yansıtarak Los Angeles’ta Frank Gehry’nin 2003’te inşa ettiği manda Los Angeles Filarmoni OrTyne Nehri’nde müthiş bir görüntü Walt Disney Konser Salonu. kestrası’nın evi. yaratıyor. Ben de 2003 yılında Mosmüziğe yeni dinleyiciler de kazandırılıyor. Artık Paris’in Bastille Operaevi gibi kentkova Nehri’nin üstünde böylesi bir konser İspanya’daki Tenerife Oditoryumu şileplerin merkezine uzak konser salonları inşa binasının açılışına tanık olmuştum: Moskolerin yanaştığı bir limanın içinde yer alıyor. edilmiyor. En kalabalık noktalarda yaşanan va Uluslararası Konser Salonu’nda izlediDenizin kıyısındaki bu binanın çatısı kıvrılsanat merkezleri yaratılıyor. Örneğin ğim o konser kadar, binanın görkemini, nehmış bir kuş kanadını andırıyor. Roma’daki 2008’de yapılan Oslo’daki operaevi sanki rin üstüne yansıyan masalsı görüntüsünü ve Parco della Musica 2002’de yapılmış, ayrı Oslo Nehri’nin sularından fışkırmış gibi kentle bütünleşmesini yıllar boyu unutamahem kentin ortasında hem de suyun üstünde. birimler halindeki üç büyük konser salonudım. nu içeriyor. Singapur’da 2002’de inşa edilen Bu yapı 2009’da Avrupa Birliği’nin çağdaş Dünyanın dört bir yanında kentlerin ortaEsplanade Konser Salonu daire şeklinde çimimari ödülüne değer bulunmuş. Hamsında, o kentle soluk alıp veren bu yapıları zilmiş. Dışında yer alan iki cam kubbe üçburg’un merkezindeki eski bir deponun kagörünce Atatürk Kültür Merkezi konumulıntıları üstüne yapılan Elphilharmonie aynı gen alüminyum perdelerle korunuyor ve dev nun değeri bir kez daha ortaya çıkıyor. Türzamanda açık bir plaza olarak kullanılacak, bir böceğin gözlerini andırıyor. kiye’nin bugünkü Kültür Bakanlığı yetkiliReykavik’te 2008 yapımı olan Harpa 2012’de tamamlanacak. leri ve İstanbul’un bugünkü yöneticileri bu Konser Salonu’nun halka açık alanları da Bu yeni opera evleri ve konser salonları binayı ölüme terk etmekle hiç mi suçluluk öylesine iyi bir akustiğe sahip ki aynı zainsanların yeni milenyumdaki yaşam biçimduymuyorlar? Akşam nasıl rahat bir uykuya manda konser alanı olarak da kullanılıyor. lerine göre çizilmiş kültür merkezleri. Yaldalıyorlar? Yarın tarih sayfaları bu vurdumBu arada Japonya’da 2000’den beri devanız konser salonu değil, onun çevresinde saduymazlığı nasıl değerlendirecek acaba? sa 8 konser binası yapılmış. Çin’de ise natçılarla izleyicileri birleştirecek ortamlar (http://tr.wikipedia.org/wiki/Dosya:Walt2007’den beri 3 konser salonu ve iki opera da yaratılmış. Bu ortam sayesinde klasik DisneyConcertHall.jpeg) ? Önceki deneyimlerden ders alan mimarların son yıllarda inşa ettiği müthiş binalar konser salonlarının altın çağı olarak değerlendiriliyor. ramophone dergisi bu sayısında milenyumda yapılan konser salonlarından 10 tanesini ele almış. Sayfaları çevirirken sanki bir kurgubilim filmi izler gibiydim. Dışardan bakıldığında mimarinin görkemi, içine girildiğinde akustiğin kristal kadar netliği söz konusu. Önceki deneyimlerden ders alan mimarların son yıllarda inşa ettiği bu müthiş binalar konser salonlarının altın çağı olarak değerlendiriliyor. Mimarlar, akustik uzmanları ve konser dinleyicilerinin işbirliğiyle bir binanın nasıl görünmesi ve nasıl seslenmesi üstüne karara varılıyor. Sadece 2000’li yıllardan günümüze dünyanın dört bir yanında inşa edilen bu binalar estetik varlıkları, akustik donanımlarıyla bir kurgubilim harikası gibi dikiliyorlar. Kimi alüminyumla bezenmiş postmodern parıltıda, kimi eski çağların tahta yapısını yeni günlere taşıyan neoromantik havada... Tümü de büyük kentlerin ortasında tam da ana arterinde yer alıp insanları sanata, yaratıcılığa, müziğin büyülü dünyasına çağrıyor. Tümü de müzikle mimarinin muhteşem evliliğini sergiliyor. Los Angeles’ta Frank Gehry’nin 2003’te inşa ettiği Walt Disney G ‘KADINLARIN ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN SIMONE DE BEAUVOIR ÖDÜLÜ’ Simone de Beauvoir’dan Tunuslu kadınlara UĞUR HÜKÜM PARİS 2012 Paris Üniversitesi ordinaryüs profesörlerinden filozof, yazar Julia Kristeva’nın öncülüğünde, eski Le Monde gazetesi başyazarlarından Josyane Savigneau’nun başkanlığında 2008’den beri dünyada kadın hakları için mücadele eden kişi veya kuruluşlara verilen “Kadınların Özgürlüğü İçin Simone de Beauvoir Ödülü”ne Tunuslu Demokrat Kadınlar Derneği değer görüldü. Önceki gün düzenlenen bir törenle Tunuslu Demokrat Kadınlar Derneği Başkanı Ahlem Belhadj’e sunulan ödül, Tunuslu kadınlar aracılığıyla Arap Baharı’nın tüm mücadeleci kadınlarına ithaf edildi. Belhadj, ödülü alırken mücadelelerinin cinsiyetler arası eşitlik kadar demokrasi ve toplumsal adalet için de olduğunu belirtti. İlk kez 9 ocak 2008’de, Simone de Beauvoir’ın 100. doğum yılında verilen ödül, o yıl Bangladeşli kadın yazar Teslime Nesrin ve Somali kökenli Hollandalı siyaset kadını Ayaan Hirsi Ali arasında paylaştırılmıştı. Bambaşka bir pop müzik ? İbranicede “Aman Yarabbim” anlamına gelen Oi Va Voi grubu, Babylon’u dolduranları farklı yerlere götürdü, zaman zaman duygulandırdı, çoğunlukla dans ettirdi. Her şeyden önce de benzerine az rastlanır bir müzikal zenginlik sundu. HANDE EAGLE Oi Va Voi topluluğu, Babylon müdavimlerine art arda dört gece dünya müzikleri şöleni sundu C MY B C MY B övdesinde Sefarad ve Aşkenaz müzikal geleneklerini barındıran Oi Va Voi (İbranicede “Aman Yarabbim”, “Eyvahlar Olsun” anlamında), Klezmer ile İspanyol Yahudi müziğini bir araya getiriyor, elektronik müziğin katkısıyla dinleyicilerine apayrı bir pop müzik sunuyor. Oi Va Voi, keşke her güncel pop müzik böyle olsa dedirtiyor. Babylon sahnesinde dört gece üst üste konser veren grup 1990’ların sonlarında Londra’da bir araya gelmiş. Babylon’da daha önce de sahneye çıkmış grubun şarkıları, bizleri günümüzde farklı bir yerlere götürüyor, yer yer duygulandırıyor, çoğunlukla dans ettiriyor ama her şeyden önce benzerine az rastlanır müzikal bir zenginlik sunuyor. Oi Va Voi’yi özel kılan iki kadın müzisyen özellikle dikkat çekiciydi: Biri sakin ama güçlü duruşuyla vokalist Bridgette Amofah, öbürü ise olağanüstü kemanı ve enerjisiyle Preetha Narayanan. 7 müzisyenden oluşan grubu davulda Josh Breslaw, klarinet ve vokallerde Stephen Levi, trompette David Orchant, gitarda Nik Ammar ve basta Matt Jury tamamlıyordu. Konsere “Photograph” adlı şarkısıyla başlayan Oi Va Voi, sadece insanın içini ısıtan müzikal geleneklerden aldıkları melodik çağrışımlarıyla değil, aynı zamanda dünya tarihi açısından paha biçilmez değeri olan farklı toplumların hayat anlayışlarını, kültürlerini ve tarihlerini postmodern bir tavırla sunuyor... Ama belki de beni en çok etkileyen şarkıları, klarinet ve kemanın olağanüstü müzikal birlikteliğini ortaya koyan, sahnedeki tüm enstrümanların apayrı tatlarını uyum içinde sunan “Waiting”di. Bu şarkıyı çalmaya başladıklarında Babylon’un mekânı dans etmeye başlayan dinleyicilerle dolup taşmıştı. Aşk, terk etmek ve terk edilmek, yalnızlık, öz G lem, arayış, gerçeklik ve kimlik konularını işleyen şarkılarda Bridgette Amofah’nın sesine arka vokallerle eşlik eden Stephen Levi’nin tarzı ve dinleyiciyle kurduğu iletişim çok çarpıcıydı. Son albümlerine ismini veren şarkı, “Travelling the Face of the World” buram buram Balkan müziği kokuyordu. Konserin çok başında dinleyicilerin dans temposunu epey arttıran bu şarkının ardından daha sakin şarkılara geçildi. Levi’nin söylediği, topluluğun “Laughter Through Tears” (2003) albümünden “Od Yeshoma” adlı şarkının sözleri siyasal çatışmaların yol açtığı acılar ve hüzünlerle baş etmeye, mutlu olmaya yönelikti: “Duyulsun Yahuda Tepeleri’nde ve Kudüs sokaklarında / Kahkahalar ve sevinç sesleri / Bir gelinin sesi, bir damadın sesi.” “Ladino Song”, “Everytime”, “Foggy Day”, “Refugee”, “Long Way” adlı şarkılarının ardından, “Yesterday’s Mistakes” adlı şarkılarını dinleyicilerle paylaştıktan sonra büyük alkış alan grup, bisten sonra tekrar sahneye çıkıp, ilk önce Babylon müdavimlerine özel olarak yeni bir şarkısını seslendirdi. Hayattaki en küçük zevklerin tadını çıkarıp, onlarla yetinmeye çalışan yalnız bir kızın dost arayışını konu alan ve klarinetin gizemli melodisinin, ritim gitarın ve Amofah’nın sesiyle hayat bulan şarkı bu konserin bittiğini ama geleceğin hâlâ ufukta beklemekte olduğunu işaret ediyordu... ([email protected]) Canım Babacığım, Her geçen gün seni daha çok ÖZLÜYORUZ. Tüm sevenlerin adına Kızın NURDAN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle