17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 27 EYLÜL 2011 SALI [email protected] 14 KÜLTÜR Meral Çetinkaya tiyatro, sinema, dizi oyunculuğunda sessiz ve derinden gidiyor Kendisiyle yarışan bir sanatçı Bu yazı Meral Çetinkaya ilk Altın Portakal’ını, Ankara Film Festivali ödülünü ya da başka ödülleri aldığında, yıllar önce yazılmalıydı. Yine de gecikilmiş sayılmaz, çünkü Çetinkaya hemen her yıl bir başka oyunculuk eylemiyle gündeme geliyor. 5 Mart 2011’de Kuşadası Belediyesi’nin oluşturduğu Erkan Yücel Tiyatro Ödülü’nün ilk sahibi oldu. Bugünlerde ise “Öyle Bir Geçer Zaman ki” dizisinde canlandırdığı Hasefe Akarsu karakteri ile onca rakip diziye ve parıltılı oyuncuya karşın gönüllerde taht kurmuş durumda.“Ekranda güzel görünme”nin, öncelikli bir erdem olarak tüm düşünselsanatsal inceliklere üstün görüldüğü “televizyon âlemi”nde yalnızca kendi ölçütleriyle “fark edilme”yi seçiyor. Nedir bu ölçütler? Yaratılan karakter ile oyuncunun sahip olduğu “ayırıcı” özellikleri örtüştürmek; bu doğrultuda, klişeleşmiş jest, mimik, ses, şive kullanımlarını yinelemektense, karakteri ve oyunculuğu özgün kılacak görsel ve işitsel ayrıntıları yaratmak; oyunculuğu, yapımda görevli başka oyuncularla da paylaşım sağlayacak bir düzleme yaslandırmak; dizi film koşullarında, senaryonun bütünüyle bilinmemesine karşın, karakterin tutarlılığının zaman içinde zedelenmeyeceği bir oyunculuk “denge”si oluşturmak; çekim sırasında her an doğru duyguyu yakalayabilmek... Meral Çetinkaya bütün bu noktalar üstünde yoğunlaşmayı bilen bir sanatçı. “Öyle Bir Geçer Zaman ki” dizisinde, pastel tonlardaki eşarpları/giysileri/küpesi, hafif kamburlaştırdığı minyon bedeninin kendine özgü devinimi, hatları derinleşmiş yüzü, yıpranmış elleriyle, sesini ve şive kullanımını “özel” kılacak tınılama ve tonlamalarıyla sürüklüyor seyirciyi peşinden. Ancak, ne birlikte oynadığı yetkin sanetmenleriyle buluşmasını sağlayan incelikli karakter çizimleri de Çetinkaya’yı gündemde tutuyor. Ama oyuncu kişi yaşamının çıkış ve gelişme noktalarını belirleyen alan tiyatrodur. Arnavutköy Kız Koleji’nden yetişen tiyatrocularımızdan olduğuna göre, Çetinkaya’nın sahne deneyimi 45 yılı bulmuş olmalı. 1970’lerin ortalarından bu yana süren profesyonel tiyatroculuk yaşamının Dostlar Tiyatrosu’ndaki aşamalarını baştan sona izledim sanıyorum. (Buna karşılık Bakırköy Şehir Tiyatrosu’ndaki oyunlarını görme şansım hiç olmadı.) Önce Meral Onuktav’dı adı. Bilgesu Erenus’un “İkili Oyun” başlıklı iki kişilik yapıtının başrollerini 1978’de Genco Erkal ile paylaştığında ise genç yaşta yitirdiğimiz Yavuzer Çetinkaya’nın eşiydi. O gün bugündür, “nitelikli oyuncu” kimliğini alçakgönülMeral Çetinkaya, ‘Öyle Bir Geçer lülükle taşıyor. Küçük rolbüyük Zaman ki’ adlı dizide Hasefe rol ayrımı yapmaksızın, beAkarsu’yu canladırıyor. nimsediği her türlü karakteri kucaklıyor. Gerektiğinde ekip Meral Çetinkaya, onca emek oyunculuğuna da katılıyor. İşte karşılığında kazanılmış ününü, bu nedenle, Beckett’in “Oyun Sonu” başlıklı yapıtının sevimli, yapmacıksız kişiliğinde 2006’daki Dostlar Tiyatrosu yarahat bir giysi gibi taşımaktadır. pımında yalnızca “küpten çık‘Büyük olan’ ama ‘büyüklenme’ mış kafası” görünen kısacık “anne” rolüyle, Genco Erkal’ın tuzağına düşmemiş, has sanatçılar Max Frisch’ten uyarladığı “Ayarasındaki yerini çoktan almıştır… mazoğlu ve Kundakçılar” yapımındaki (2005) çoğunlukla sek sosyetenin yalılarda yaşayan kesiminden, görüntüye dayalı Bayan Aymazoğlu yoruparlak kızıl saçlı ve ağır makyajlı, moda evle muyla ve yedi anlatıcıdan birini canlandırdırinden çıkma giysilere bürünmüş, yüksek or ğı “Sivas ‘93”teki (2007) ekip oyunculuğuyta sınıf incelikleriyle bezeli Peride Aksel’i oy la belleklerde yer ediyor. nuyordu. O dizide de gerçek Meral Çetinkaya’yı Onca emek karşılığında kazanılmış ününü, görürdünüz; Peride’nin gözlerini zaman zaman hiç değişmeyen sevimli, sevecen, yapmagölgeleyen belli belirsiz hüznün içinden ba cıksız kişiliğiyle, hafif/rahat bir giysi gibi takarken size… şımayı bilen bir oyuncudur Meral Çetinkaya. Yalnızca “Bizimkiler” dizisinde Sabri “Büyük olan” ama “büyüklenme” tuzağına Bey’in uçukkaçık karısı Ayla Hanım’la baş düşmemiş, has sanatçılar arasındaki yerini çoklayan TV oyunculuğu değil, usta sinema yö tan almıştır… Andres Fava’nın Güncesi “Gerçekten de acı çekeceksen, bu, yazdıklarından değil yazma biçiminden olsun (…) Yazdığım her tümceyle bir öncekinin eksikliklerinin ve boşunalığının doğrulanması; gerçekleşmeyi bekleyen düşünce ile o korkunç boy ölçüşme…” Andres Fava’nın Güncesi, topu topu yüz sayfalık bir kitap. Adı günce ama roman, şiir, deneme, inceleme, hepsi. Julio Cortázar, ilk romanı El Examen’i yazarken kahramanının ağzından notlar almış, onunla diyaloğa girerek etik, estetik ve yazınsal sorunlara değinmiş. Fava’nın kurmaca yaşamını kendi hayatının izdüşümleriyle yeniden kurgulayarak kendini de kurmacaya dönüştürmüş. Gizlemiyor: “Yazmak başkasının yerine geçmek, yerini tutmak değil mi” diyor. Günce düşler, düşünceler, okumalar, gözlemler ve duygularla akıp gidiyor. Belli bir olay örgüsü yok. Cortázar’ın daha sonra yazdıklarında da görülecek izlekler, sanatsal yetkinlik arayışı ve geçen zamanın yarattığı umarsızlıkla ilerliyor. Eserin okurda hayranlık uyandıran yanı ise metnin öznelliği ve dil özgünlüğü. Peron yönetimine aldığı tavır, Cortázar’ın 1951 yılında Arjantin’i terk ederek Fransa’ya gitmesine neden oluyor. Kitap bu gidiş eşiğinde yazılmış. Yazarın siyasi çatışması metindeki iç çatışmalara da yansımış. Yer yer ironik, yer yer hüzünle dokunmuş bir örgü oluşturmuş: “…yazarak dikkatimi boşluğa düşmekten kurtarıyorum; başka bir eylem ya da toparlama yolu bilmiyorum. Bana kalırsa (çoğumuz gibi) ben boşluğun suçlu vicdanıyım; hiçliğin bedeli. Ya da ben boşluğu yaratıyorum, çevremde oluşturup duruyorum onu. (…) Şöyle ya da böyle, ona karşı direniyorum, havadan kanatları karşısında kapanıyorum. Ama onun tam da öyle olmasını istediğini biliyorum, benim ona karşı durmamı istediğini / artık işine yaramayacağım, gücümün tükendiği güne dek. / O günü şimdiden açıkça görebiliyorum. (…) umutsuzluk öyle bir yere varacak ki, artık yaratıcılığı tetiklemez olacak. / Boşluktan esen yel açık pencereden içeri dolacak, orada kimse olmayacak.” Sek Sek, 62 Maket Seti, Mırıldandığım Öyküler gibi eserlerinden tanıdığımız yazar için Neruda; “Cortázar okumamış olmak sinsi ve ölümcül bir hastalıktır. Hiç şeftali yememiş olmak gibidir” demişti. Öyle, ve tüm kitapları gibi bu da dönüp dönüp okunacak benzersiz bir başucu kitabı. Sözü ona bırakalım: “…bu nasıl söylenir bilmiyorum: yaşamım ve kendimin iki ayrı şey olduğunu duyumsarım ve keşke yaşamı sırtımdan bir ceket gibi çıkarabilsem derim, bir iskemlenin arkasına asabilsem bir süre, bir düzlemden ötekine atlayabilsem, tek tip ve hep süren bir aktarıma kaçabilsem. Sonra onu yeniden sırtıma geçirsem ya da başka bir tane arayabilsem. Yalnızca tek bir yaşamımızın olması ya da yaşamın yalnızca tek bir biçimde sürüp gitmesi öylesine usanç verir ki. Olaylarla ne denli dolarsa dolsun, (…) ne denli güzelleştirilirse güzelleştirilsin kalıp hep aynı, o tek kalıp: on beş yıl, yirmi beş yıl, kırk yıl geçit.” Notos Kitap / 2007 Çev: Ayşe Nihal Akbulut natçıları sollamak gibi bir niyeti, ne de rolünü “şişirme” çabası var… Çetinkaya, yalnızca Hasefe’ye can veriyor. Zaman zaman, rolü gerektirdiğinde, aydınlanıveriyor yüzü. Hasefe’nin arkasına gizlenmiş Meral Çetinkaya’nın çocuksu gülüşüyle dünyaya bakışını işte o zaman görüyorsunuz ekranda… Şimdilerde sokakta rahat yürüyebiliyor mu, bilmiyorum ama iki yıl önce “Binbir Gece” dizisinde oynarken gördüğü yoğun ilgiye birinci elden tanık olmuştum. Bir başka anneyi, yük Fransız sanatçı Daniel Buren, ilk kez 1975’te hayata geçirdiği ‘yelkentuvaller’ini bu kez İstanbul için hazırladı Çağdaş sanatta yelkenler fora! EVR M ALTUĞ Rabia Çapa’nın, kardeşi Varlık Yalman Sadıkoğlu ile 1976’da kurdukları Maçka Sanat Galerisi (MSG), kuruluşunun 35. yılını ‘sürpriz’ sanat etkinlikleriyle kutluyor. Bu kapsamda hazırlanan ‘çok özel’ etkinliklerden biri de eserleri dünyanın belli başlı müze ve koleksiyonlarında yer alan çağdaş sanatçı Daniel Buren’den geldi. 1989’daki 2. İstanbul Bienali başta gelmek üzere, pek çok bienalde işleri sergilenen ve kariyerine Venedik Bienali Altın Aslan Ödülü’nü de katmış bulunan Fransız sanatçı Buren, yeni projesi için bu kez 1975’te hazırladığı “Voiles/Toiles Toiles/Voiles” isimli, ‘yelkentuvaller’den oluşan ilginç ‘yerleştirilmiş çalışma’ya 2011 yılında İstanbul’a özgü yeni bir yorum getirdi. 1975’teki ilk versiyonu 9 tuvalyelkenle İsviçre’de yaşayan koleksiyoner Selman Selvi’de bulunan bu dizi eser, daha önce İsviçre, Almanya ve İsrail’de de sanatseverler ve yelken meraklılarının karşısına çıkmıştı. Bu eserini yeni yorumuyla ilk kez İstanbul’a taşıyan Buren’in karakteristik görsel imzası haline gelen renkli şeritlerle örülü soyutminimalist yelkenresimleri, beraberinde bir ‘sergi yarışı’nı da getirdi. Buna göre, sanatçının farklı renklerde hazırladığı 9 ayrı tuval/yelken, önceki sabah, güzel bir pazar gününde İstanbul Fenerbahçe Burnu’nda buluşan 9 minik kaptanın emeğiyle İstanbul peyzajına ve martı sesleri arasına karıştı; bu da unutulmaz bir tecrübe ve manzara ortaya koydu. Buren, Cumhuriyet’in de köpüklü dalgalar arasında anbean izlediği projesini fotoğrafla belgelemek suretiyle yeni eserler üretmek üzere hazırlanan bir botla da denize açıldığında, çocuklar gibi mutluydu. Fotoğraf: UĞUR DEM R Önceki gün ’sergi yarışı’ ile Fenerbahçe’de izlenen eserler, bu akşamdan başlayarak bir aylığına Rahmi M. Koç Sanayi Müzesi’nde izlenecek. Maçka Sanat Galerisi’nin 35. yılı onuruna düzenlenen sergisiyle Buren, 9 yelkentuval ile yaşayan eserinin ’müze ile liman arasında salınıyor olmasının’ önemine dikkati çekiyor. Bakırköylülere ücretsiz sanat kursu Kültür Servisi Bakırköy Belediyesi, İspirtohane Kültür Merkezi’nde ücretsiz sanat kursları açıyor. Bakırköy Belediye Başkanı Ateş Ünal Erzen, 7 yıldır ücretsiz sanat kursları açtıklarını, bu yıl da gitar, org, resim ve tiyatro kurslarını ücretsiz olarak açacaklarını belirtti. Gitar kurslarına 12 yaş üstü, org kursuna 712 yaş, resim kursuna 18 yaş üstü, tiyatro kursuna da 7 yaş üstü ve yetişkinler katılabilecek. 3 Ekim’de başlayacak kurslara ilişkin ayrıntılı bilgi için: 0 212 414 96 52. K A M İ L M A S A R A C I Ç İ Z İ K K Ü L T Ü R DANIEL BUREN YELKEN/TUVALLER N ANLATTI ‘Liman ile müze arasında’ u proje, 1975’te hayata ilk kez geçtiği esnada, oldukça kendine özgü idi. Mekânın tarifinin değişebilirliğine dair bu sanatsal önerme, o zaman aşırılığıyla olduğu kadar bir nebze de didaktik biçimde ortaya çıkmıştı. Yelkenlileri ve limanı, gençleri projeyi o zamanda kullanmak için o yıllarda popüler olan ‘optimist’ model kayıklardan, yelkende ise istediğim ideal ölçülerde olanlarından faydalandım. İkinci olarak, dokuz yelken/tuvali, insanların onları görüp izleyebilecekleri, sanat maksatlı, müze gibi mekân ve durumlara aktarmam gerekiyordu. Yapılan tüm bu yerleştirmeleri Berlin’de, liman ve denizden bihaber biçimde izleyenler, soyut birer tuvalin önün Sergi, yarış olunca Bir saate yayılan yarışı kırmızı renkli yelken/tuvaliyle 12 yaşındaki Ege Kayaoğulları ilk sırada bitirirken ikinciliği sarı yelken/tuvaliyle 10 yaşındaki Derin Bınaroğlu, üçüncülüğü ise turuncu renkli eseriyle 9 yaşındaki Mert Yurteri göğüsledi. Bu sıralama, sanatçının Rahmi M. Koç Sanayi Müzesi’nde açacağı sergiye de ilham vermesi açısından dikkati çekiyor. Açılan yelkenlerin sesini şarkıya benzeten sanatçının bu kapsamda özel olarak çektiği fotoğraflar, ayrıca MSG tarafından düzenlenecek bir sergiyle izlenebilecek. Buren’in 9 yelkenli/tuval kayık, İstanbul’da ilk kez yarışıyor. İşte bu ‘yelken/tuvaller’, İstanbul Hasköy’deki Rahmi M. Koç Müzesi’nde bu akşam düzenlenecek bir açılış kokteylinin ardından 30 Kasım’a dek sergilenecek. Bilgi için: Rahmi M Koç Müzesi Tel: (0)212 369 66 00 B de oldukları hissine kapıldılar. İçlerinden yalnızca bir kişi durumdan haberdardı. Bana göre bu eser bu iki aşırılıkla, liman ve müze arasında salınması açısından son derece ilginç. Elbette, eserin ismindeki ses ve söz oyununu da C MY B C MY B çok önemsiyorum. Bunun yanı sıra projeyi her seferinde farklı liman ve sanat mekânlarında yapıyor olmam da eseri her seferinde kendine bağlı kalmak üzere özgünleştiriyor. Tel Aviv, Cenevre, Kuzey İngiltere gölleri, Lyon, Lille gibi noktalarda yaptığım bu projeyle şimdi, ilk Daniel Buren defa İstanbul’dayım. Eserin orijinalini almak isteyen koleksiyonere, bu eserin müzelik olmadığını, kullanım da gerektirdiğini anlatmıştım. Ancak koleksiyoner bana küçük çocuklarıyla kullanabilmek sözünü vererek bu eseri koleksiyonuna kattı. Rabia Çapa bana projeyi önerdiğinde, yeni bir versiyon yapmanın bir sakıncası olmayacağını belirttim.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle