17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 24 EYLÜL 2011 CUMARTES 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Egemenlik Haklarını mı Kullanıyor? Seyircisizlik HERKES hâlâ onu konuşuyor. Yabancı kanallarda da görüntüyle birlikte çok konuşulmuş. Fenerbahçe, akıllıca bir karar alıp “seyircisiz maç” oynama cezasını boş tribünleri çocuklu kadınlarla doldurup hem müthiş kazanç sağladı hem de dünya çapında bir propaganda başarısı elde etmiş oldu. Olaydan kimlerin ne gibi dersler almış olması gerektiği “çok derin” bir tartışma konusudur; bir cumartesi sütununa ancak sığabilir. bür takımların yöneticileri mi ders almalı? Elbet, her şeyden önce şu bilinmeli: Yalnız futbol âleminde değil, başka alanda, hatta bilim ve fende bile aynı deneyimi başka yerde, başka koşullarda yinelemek hep aynı sonucu vermez. Örneğin, Kadıköy’de başarılı olmuş bir Fenerbahçe deneyimi İstanbul’un öbür yakasındaki Olimpiyat Stadı’nda ve bir Kasımpaşa maçında denense nasıl bir sonuç çıkar acaba? eyircisiz maç, oyunu kendi stadında oynayan ya da taraftarını takımla birlikte ülkenin her yerine taşıyabilen bir kulüp için cezadır ama bilgisi ve özellikle heyecanı eksik çoluk çocukla, tribünleri doldurmak, kararı her iki takım için bir çeşit cezaya dönüştürmek sayılmaz mı? Beşiktaş’ın “Çarşı tezahüratı”ndan yoksun oynanan havasız bir maçı, havası kaçmış topla oynanan futbol gibi sönük olur. Öyle bir durum düşünün ki, her hareket takım farkı gözetmeden herkesçe alkışlanmakta ya da yuhalama yerine sadece bir iki kadın ve çocuk çığlığıyla sözde protesto edilmektedir; kimileri bunu efendice maç seyretme örneği saysa da sonuç hangi takım için ceza ya da ödüldür? Sonuç Şükrü Saraçoğlu’ndaki gibi berabere biten ve pek zevkli sayılamayacak bir oyunsa, kim cezalandırılmış oluyor? Bütün futbolseverler değil mi? amam, küfürlü tezahürat mutlaka önlenmeli ama, çözüm bu tür önlemlerde mi aranmalı? Öyle olduktan sonra, olaya erkek sesi katacak karıkoca eşlerin ancak evlenme cüzdanıyla turnikeden geçirilmesi gibi başka harika çareler düşünülür ama, hepsi hepimizi küçük düşürür. Çözüm, yalnız aile terbiyesi ve dinden medet ummak yerine, toplumun bütün çocuklarına yaygın ve parasız ortaöğrenim sağlayıp felsefe dersinin etik bölümünde sağlam ahlak öğretmektir, belki. Türkiye, GKRY’ye karşı hukuken de haklarını korumakta geçerli nedenlere sahiptir. Bu konuda ABD gibi uluslararası düzeni etkileme durumunda bulunan bir devletin genel bir kuraldan yola çıkarak hareket etmesi yerine konunun bütün yanlarını hesaba katması ve bölgede istikrarın sağlanabilmesi için GKRY’ye bu çalışmaları durdurmayı telkin etmesi hem siyaseten hem de hukuken en doğru yaklaşım olacaktır. Prof.Dr. Hüseyin PAZARCI üney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) münhasır ekonomik bölge ilanı ve ona bağlı olarak sondajlara başlaması, başta ABD olmak üzere çeşitli çevrelerce egemenlik haklarının kullanımı olarak değerlendirilmektedir. Durum gerçekten basit bir egemenlik hakkı kullanımından mı ibarettir? GKRY önceden ilan ettiği münhasır ekonomik bölge alanlarını 2007’de 13 ruhsat alanına bölerek bu konudaki yetkisini somutlaştırmıştır. GKRY, 2003’ten başlayarak da önce Mısır ile, 2007’de Lübnan ve 2011’de de İsrail ile münhasır ekonomik bölge sınırlandırması antlaşmaları yapmış; Türkiye, başından beri GKRY’nin münhasır ekonomik bölge ilanına karşı çıkarak, yaptığı sınırlandırma antlaşmalarını da tanımadığını bildirmiştir. Türkiye’nin karşı çıkış gerekçeleri üç nedenledir: Birincisi özellikle adanın batı tarafındaki ruhsat alanlarının Türkiye’nin o bölgede sahip olduğu kıta sahanlığı ile örtüşmesidir. Türkiye’nin ikinci gerekçesi, Kıbrıs’ta Türk ve Rum halkları arasında birlikte yaşayabilmenin koşulları üzerinde görüşmeler yapılırken ve yeni devlet düzeninde üzere bazı devletler GKRY’ye hak verir görünmektedir. ABD Dışişleri Bakanı Clinton da GKRY’nin egemenlik hakkını kullandığını açıkça ifade etmiştir. Gerçekten GKRY bu konuda egemenlik hakkını mı kullanmaktadır? Duruma genel çerçevede bir bakış, bu izlenimi verebilecektir. Vira Bismillah... Mesela denize açılan bizim Piri Reis gemisi küpmüp buluyormuş... Çünkü gemi yaşlı... 34 yıllık... 36 metre boyu, 7 metre mi ne eni var... Türkiye, Akdeniz’de onunla çıkıyor Rumların ve İsrail’in karşısına... Nedeni; bunca denizi olan koca devletin başka araştırma gemisi yok... Piri Reis karada çok aslında: Piri Reis İlkokulu, Piri Reis Lisesi, Piri Reis Parkı, Piri Reis Caddesi, Piri Reis Sokağı, Piri Reis Hastanesi, Piri Reis Camisi, Piri Reis Karakolu, Piri Reis Salonu, Piri Reis Lokantası, Piri Reis Mahallesi, Piri Reis Tesisleri... Bir tek gemisini yapmadılar demek... Çünkü bu Piri Reis gemisi de Alman yapımı... 1977’de... AKP’liler bir Piri Reis yaptılar gerçi... Ama tren... Denizlerden en uzak iki ilimiz, Ankara ile Konya arasında çalışan trene “Piri Reis” adını verdiler törenle, vira bismillah... Piri Reis dünyanın en büyük denizcilerinden birisidir. Çizdiği harita da (bizimkiler serip üzerinde yemek yerken buldular) hâlâ şaşkınlık yaratacak detaylara sahip... Haritasında gösterdiği Antarktika’daki körfezler, dağlar, vadiler, son yıllarda ancak radyo dalgaları ile belirlenebildi, çağdaş dünyanın bilim adamları karşılaştırdıkça şaşırıyor... “Peki adını niye trene koydular?” derseniz... Akıldan... Ya da kafa... Misal; Enerji Bakanlığı’nın bütçesi 451 milyon 760 bin lira... İlimbilim kurumu TÜBİTAK’ın 1.1 milyar lira... Atatürk Araştırma Merkezi’nin bütçesi; 2 milyon 111 bin lira... Diyanet İşleri bütçesi: 3.2 milyar lira... Ve bir teknik elemana karşı, 38 imam var... Böyle olunca zaten Piri Reis adını trene verdiler... Alman malından Piri Reis gemisi yaptılar... Akdeniz’de sorun çıkınca da düşmana karşı Norveç gemisi kiralandı... Bakarsınız küp bulurlar... G Eşit uzaklık çizgisi yetkilerin ne olacağı belirlenmemişken Rum tarafının tek başına bu tür düzenlemelere gitmesinin yanlışlığıdır. Üçüncü gerekçesi ise, 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin de teyit ettiği gibi kapalı ve yarı kapalı denizlerde yetki alanları belirlenirken öteki bölge devletlerinin de görüşünün hesaba katılması gerekliliğidir. GKRY’nin Türkiye’nin bütün bu karşı çıkışlarına rağmen, İsrail ile sınır oluşturan 12 sayılı ruhsat alanında bir Amerikan petrol arama şirketine sondaj çalışmaları yapma izni vermesi, Türkiye’nin de hem kendi kıta sahanlığı haklarını, hem de Kıbrıs’ın garantörü olarak KKTC’nin hak ve çıkarlarını korumasını gerektirmiştir. Nitekim daha önce Türkiye ile Yunanistan arasında Ege kıta sahanlığı sorunu ortaya çıktığında bazı çevreler (Türkiye taraf olmamasına rağmen), 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin karşılıklı kıyılar arasında eşit uzaklık çizgisine göre sınırlandırma yapılacağını öngörmesine bağlı olarak, Anadolu ile Doğu Ege Adaları arasında eşit uzaklık ilkesinin uygulanmasını çok kolay kabul etmiştir. Ancak ilgili hüküm derinlemesine incelendiğinde, bölgede özel durumlar bulunmasının bu kuralı değiştireceği görülmüştür. Uluslararası Adalet Divanı da 1969’daki Federal Almanya, Hollanda ve Danimarka arasındaki Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı davasında bu son anlayış lehinde yorum yapmıştır. Aynı hataya aceleci bir yaklaşımla GKRY’nin münhasır ekonomik bölge konusunda da düşmemek gerekmektedir. Bu gözle baktığımızda gerçekten uygulanan uluslararası hukuk devletlere münhasır ekonomik bölge ilan etme hakkını tanımaktadır. Ancak bunun birtakım koşulları vardır. En başta bu yolla bir başka devletin sahip olduğu haklara zarar vermemek gerekmektedir. Oysa burada Türkiye kendi kıta sahanlığına girildiğini bildirmektedir. İkincisi de bu hak varlığı ve yetkileri hiçbir sorun çıkarmayan devletler için geçerlidir. GKRY’ye baktığımızda, her ne kadar çok sayıda devlet ve BM gibi uluslararası örgütlerce tanınıyorsa da Kıbrıs devletinin gelecekteki hukuksal ve siyasal statüsü Kıbrıs’taki Türk ve Rum halkları arasında görüşmelerin konusunu oluşturmaktadır. Eğer bu görüşmeler sonucu ortaya iki kesimli bir devlet çıkması söz konusu olursa, bu devletin deniz alanlarına ilişkin yetkilerinin merkezi devlet ile iki kesim arasında nasıl paylaşılacağı konusu çözülmüş değildir. Öte yandan görüşmelerde Annan Planı’nda kabul edildiği gibi, deniz alanları üzerindeki yetkiler merkezi devlete ait olarak kabul edilirse bu kez de bu yetkilerin iki tarafın katılımı ile ortak kararlarla kullanılması gerekecektir. Sonuç olarak, GKRY gelecekteki deniz alanları yetkilerinin kullanımı henüz belirlenmemiş teorik bir egemenliğe sahip kabul edilse bile, bu belirlemeler açıklığa kavuşmadan bu yetkileri somut egemenlik haklarına sahip olmadan kullanamayacaktır. Dolayısıyla Türkiye’de de yapılan bazı yorumlarda kabul edildiği gibi, “GKRY hukuken ve Türkiye siyaseten haklı” gibi görüşler doğru değildir. Türkiye, GKRY’ye karşı hukuken de haklarını korumakta geçerli nedenlere sahiptir. Bu konuda ABD gibi uluslararası düzeni etkileme durumunda bulunan bir devletin genel bir kuraldan yola çıkarak hareket etmesi yerine konunun bütün yanlarını hesaba katması ve bölgede istikrarın sağlanabilmesi için GKRY’ye bu çalışmaları durdurmayı telkin etmesi hem siyaseten hem de hukuken en doğru yaklaşım olacaktır. Ö T ürkiye ile KKTC arasında kıta sahanlığı Türkiye ile KKTC’nin, GKRY’yi iddiasından ve bunu uygulamaya koyma girişimlerinden vazgeçiremeyince yapabilecekleri en mantıklı davranış, Türkiye ile KKTC arasında bir kıta sahanlığı sınırlandırmasına gitmek ve kendi yetki alanlarında doğalgaz ve petrol aramalarını başlatmak olmaktadır. Ancak, Türkiye ve KKTC’nin bu girişimleri üzerine ABD başta olmak T S C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle