17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 EYLÜL 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 15 5. Beyoğlu Sahaf Festivali’nde Nedret Emin İşli’yle günümüz sahaflığının sorunlarını konuştuk ‘Tüm sahaflar, örgütlenin’ MELTEM YILMAZ Fotoğraf: UĞUR DEM R Ali’nin selamı “Hafızamda Zamana Adanmış Sözler, elimde Monna Rosa şiirleri, Nuruosmaniye Caddesi Derin Han’ın birinci katındaki kapının önünde durdum. Saat beşi az geçiyordu. Dedim bu buluşma bir tesadüf değil, bu buluşma vakti gelmiş bir kader, kaderimin içinde. Öyle çaldım zili. Kapı açıldı ve durduğum yere kadar taşmayan gün ışığında belirdi şairin Hazreti Hızır’a benzeyen yüzü: ‘Buyurun’ dedi. ‘Beni size Cemal Süreya ve Ali sevgisi getirdi’ dedim.” Şair Ali Asker Barut’un 11 Temmuz 2011 tarihli günlüğü bu cümlelerle başlıyor ve sürüyor Kitaplık dergisinin Eylül 2011 tarihli 152. sayısında. “Yüzü Hazreti Hızır’a benzeyen şair” Sezai Karakoç, Türk şiirinin ve İkinci Yeni’nin büyük şairi. “Diriliş” düşüncesini oluşturan, aynı zamanda da Yüce Diriliş Partisi’nin başkanı olan Karakoç, Ünsal Oskay’ın sözleriyle de “Türk şiirinin üç parasız yatılısı”ndan biri, diğerleri Ece Ayhan ve Cemal Süreya. Ali Asker Barut’sa Almanya’da yaşayan, 80 sonrasının iyi isimleri arasında yer alan, Dersimli ve Alevi bir şair. Bunları özellikle şairleri az tanıyanlar için vurguluyorum. Çünkü Sezai Karakoç, şiirde geleneği teknik bir mesele olarak görmeyen, tam tersine Hz. Muhammed’in “asrı saadet” dönemindeki gibi bir hayat isteyen, inançlı bir şair. Ali Asker’se, sosyalist düşünceye sahip. Oturmuşlar, sohbet etmişler. Ali Asker Barut, “Ali” ismini şiirde en samimi kullanan şair Karakoç’un “Ali olmaktan bir sedef her çocukta” dizesinin kendisini oraya getirdiğini söylemiş. 30 yıl oluyor, Üç Çiçek dergisini çıkarırken Adnan Özer’le birlikte, şair arkadaşımız Necat Çavuş aracılığıyla Sezai beyi görmeye gitmiştik. 2 saat kadar süren ziyarette pek az şey konuştuğumuzu hatırlıyorum. Sonra da yıllar önce rastlantıyla Eskişehir’de Diriliş Partisi’nin açıkhava toplantısında görmüştüm Karakoç’u. Küçük bir topluluğa konuşuyordu. Büyük şairden ne kadar iyi politikacı, iyi konuşmacı olursa artık... Sık sık “şiir cumhuriyeti”nden söz ederim ve Türkiye Cumhuriyeti de keşke şiir cumhuriyetini örnek alsa diye düşünürüm. “Şair tabiatı”ndan kaynaklanan kıskançlıklar, tartışmalar, kalem kavgaları olsa da, yine de inançlısı, Kemalisti, sosyalisti, ulusalcısı, birlikte etkinliklere katılır, birbirlerinin şiirlerini okur, kitapları için yazılar yazarlar. İsmet Özel’in 2 Temmuz 1993 Madımak yangınından sonra söylediği, yakılan canları ve şairleri bir kez daha yakan, kavuran sözlerinin acısı hâlâ içimizde, elbette sonra söyledikleri de. Bunları da herhalde inancı, dünya görüşü ne olursa olsun hiçbir şair kabul etmez, desteklemez. küçük İskender yalnızca 80 kuşağının değil, Türk şiirinin büyük şairlerinden biridir. Şairin hayatının şiire dahil olduğunun da yaşayan örneklerindendir. Çok yazdığı için tekrara düştüğünü söyleyenlere de hiç katılmam, bunun bir ezber olduğunu düşünürüm. Bunu söyleyenlerin, İskender düzyazılarıyla birlikte 50’den fazla kitabıyla, hem şiirde büyük bir atılım gerçekleştirmiş, hem şiiri gençlere sevdirmiş bir şairken, kendilerinin daha az yazdıkları halde niye silinip gittiklerini düşünmelerini isterim. Diyeceğim, Nâzım Hikmet’ten, İkinci Yeni’den, Edip Cansever’den, Ataol Behramoğlu’ndan, Can Yücel’den aldığı etkileri, sesleri derleyip toparlayıp tümüyle kendisinin olan bir büyük şiiri sürdürmektedir küçük İskender. Geçen hafta bir internet haber sitesinde, küçük İskender’in dine hakaret ettiği safsatasıyla kışkırtıcı bir haber yayımlandı. İskender’den küçük İ... diye söz ediliyor, onun hem Kemalist hem eşcinsel olduğu belirtiliyor, deyim yerindeyse hedef gösteriliyordu. Bildiğim kadarıyla İskender sosyalisttir, ayrıca Kemalist olmak, sosyalist olmak, inançlı olmak da suç değildir. Ali Asker Barut’un Sezai beye hürmeti herhalde herkesin örnek alması gereken bir davranıştır. Suçlamak yerine anlamak esastır. Şairlerin seslendikleri grupların daha ilerisinde, daha özgürlükçü yapıda kişiler olması beklenir, öyleyse bir şaire karşı yapılan bu saldırının hepimize yapıldığını düşünüp küçük İskender’i savunmalıyız. “Anımsa bizim unutulmuş bir yazımız vardı, kıyısından çocukların dokunarak geçtiği” diye başlar Haydar Ergülen bir şiirine. Evet, yaz çoktan bitti, biten çok sayıda yaz gibi. Ve şimdi Eylül’ü yaşama vakti. Eylül adı en çok eskide kalana; sararan “sevgiliye mektuplar”a, kenarları bir bilinmeyen tarafından katlanmış kitap sayfalarına, bir de Edith Piaf’ın “Les Feuilles Mortes”una yakışmaz mı? Eskide kalan, belki unutulan ama asla yok olmayan kartpostallar, sigaralıklar, siyah beyaz hatıra fotoğrafları... Sinema afişleri, Osmanlı tapuları, Cumhuriyet’in ilk yıllarına ait hissse senetleri, çizgi romanlar, edebiyatçıların birbirlerine yazdığı mektuplar, romanlar, dergiler, plaklar... İşte eylül biraz da bu yüzden sahafların kapısını çalma vakti. Bu yıl 5.’si düzenlenen Beyoğlu Sahaf Festivali, 18 Eylül’e kadar Tepebaşı’nda meraklılarıyla buluşuyor. Festivalin öne çıkan sahaflarından Nedret Emin İşli ile TürkiNedret Emin şli ye’de sahaflığı konuşuyoruz. İşli, Osmanlı’nın kuruluşundan itibaren Anadolu’nun merkezi illerindeki Ulu Camii ve medreselerin çevresinde küçük seyyar sahafların oluştuğunu, İstanbul’da ise 17. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar gelen sahaflığın bugün yalnızca İstanbul’da 150 kadar sahafla yürüdüğünü anlatarak söze başlıyor. Peki bugünkü sahaflar meslekleri sahafın cahili de var, kültürlüsü de. Ancak Türkiye’de bu iş henüz çok düşük bir düzeyde ne yazık ki. Gelişen teknolojiye nasıl uyum sağlıyorsunuz? Diğer yandan teknolojinin size ne yönde etkisi, etkileri oluyor? Sahaflar.com adlı yeni bir internet sitemiz var. Bunun dışında, 5 yıl önce kurduğumuz nadirkitap.com adlı bir si Ünlü sahaf Nedret Emin şli, Türkiye’de sahaflığın düşük bir düzeyde yapıldığına inanıyor. Aynı zamanda internet sayesinde bir yandan Anadolu sahaflarına ulaşmak mümkün hale gelirken diğer yandan bu işi evinden yapanların sayısının da arttığını söylüyor. nternetin merak kültürünü de yok ettiği kanısında. ne ne kadar hâkim? Kitaptan örnek verirsek, elinde bulundurduğu kitabı ağırlığına göre, tartarak satan “sahafa” da rastalamak mümkün mü? Dünyanın neresine gidilirse gidilsin temiz de bulunuyor. Burada kendini sahaf olarak tanımlayan, ortalama 400 kişi ve kuruluş satış yapıyor. İnternetin bizim mesleğe iki yönlü etkisi oldu. Bir yandan internet sayesinde Anadolu’daki sahaflardan haberdar olurken, diğer yandan bu işi evinden, vergi vermeden yapan insanlar türedi. Tabii bir de internet üzerinden kitap satın almak da merak kültürünü yok ediyor. Müşterilerinize gelirsek, özellikle de genç kitleye. Gençler son dönemlerde ne tür arayışlarla sahafların kapısını çalıyor? Gençler son dönemlerde en çok eski plaklara, 45’liklere merak salmış durumdalar. Tabii plak alan sonrasında 1930’lara ait bir gazete, 1970’lere ait dergi de alıyor, kitap da alıyor. Denize atılan taşın halkası kademe kademe büyüyor bir başka deyişle. Peki siz müşterilerinizin taleplerinin ne kadarını tedarik edebiliyorsunuz? Özellikle sıkıntı yaşanan alanlar neler oluyor? Kaynaklarımız giderek azalıyor ve kuruyor. Geçmişte ben her yıl 23 bin eski harfli kitap alırken şimdi yılda ancak bu sayının onda biri kadar eski harfli kitap bulabiliyorum. Çünkü ciddi kaynaklar devletin kütüphanelerinde. Bir de bilinçsiz kullanımdan söz etmek mümkün. İnsanlar kitaplarını sokağa atıyor, hurdacıya veriyorlar. Nitekim 70’li, 80’li yıllarda bu durum çok daha fazla yaşandı. Biz de tüm bu olumsuzluklar nedeniyle kitap tedarikinde sorun yaşıyoruz. Önemli bir sorundan söz ediyorsunuz. Peki sahafların baş etmek zorunda kaldığı diğer sorunlar nelerdir? Bugün İstanbul ve Anadolu’nun birçok ilindeki sahaflar arasında bir örgütlenme, dernek çatısı altında buluşma gerçekleşmiş değil. Ciddi bir iletişim ağımız olmaması nedeniyle birbirimizden habersiz hareket etmemiz, yaptığımız etkinliklerin mahalli kuruluşlar tarafından destek görmemesi de önemli sorunlar. Diğer yandan kültür dünyasıyla sahaflar halen iç içe geçebilmiş değil, bunun artık gerçekleşmesi gerekiyor. Beyoğlu Sahaf Festivali ilk günden bugüne nasıl bir değişime uğradı? Festivalin hedefleri nedir? Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’ın öncülüğünde ve hatta özel isteğiyle gerçekleşen bir festival bu. 2008’de yalnızca Beyoğlu’nda ikamet eden 2530 sahafla başladığımız festival, bugün Ankara’dan 2 sahafın da aralarında bulunduğu 70 sahafın katılımı noktasına geldi. Hiçbirimiz ilginin bu kadar artacağını beklemiyorduk. Temel hedefimizse gençleri kazanmak. 36. TORONTO FEST VAL ’NDEN NOTLAR Venedik’e Toronto’dan bakmak MEHMET BASUTÇU TORONTO Pırıl “Faust”un ilk saati dolmadan salonu terk etmiş durumda. Venedik pırıl güneşli, nem oranı sonuçları henüz bilinmiyor. Sokurov’un Altın Aslan alacağı bilinse, da düşük, ideal bir haçıkanların sayısı kuşkusuz azalacaktı; filmin ticari değerinin va var bu cumartesi Toronto’da. Hiç de siartması, alıcı, satıcı ve dağıtımcı kalabalığını, “bazı sahneleri nema salonlarına kaiğrenç bu sıkıcı filmi” sonuna dek izlemeye zorlayacaktı. panmak istemeyeceğiniz türden ılık bir yaz akredite, yani “messonu yaşanıyor. Akıl lekten” izleyicinin alacak gibi değil yarıya yakını, “Faama, salonlar önünde ust”un ilk saati dolkuyruklar daha samadan salonu terk bahtan uzamaya etmiş durumda. başlamış bile. Venedik sonuçları Torontolu sinehenüz bilinmiyor. Somaseverlerle binkurov’un Altın Aslan lerce akredite koalacağı bilinse, çıkannuk için Toronto ların sayısı kuşkusuz Festivali, giderek azalacaktı; filmin ticari vazgeçilmez oldeğerinin artması, alıcı, duğuna inanılan, “Faust” satıcı ve dağıtımcı kalaher türden filme yer verilen balığını, “bazı sahneleri küresel bir pazar… Etkinliğe bu ivmeyi sağiğrenç bu sıkıcı filmi” layan iki itici gücün, sinemanın sanat ve endüssonuna dek izlemeye zorlayacaktı… Küresel tri motorlarının dengeli işleyip işlemediği soruyozlaşma ve çürüme… Sokurov’un işlediği sunun yanıtı, ne yazık ki, gözlemcileri giderek yozlaşma ve çürümenin, tinsel, dinsel, parasal, kötümserliğe götürüyor. toplumsal ya da siyasal düzeylerde her koldan ağdaş Requiem: “Faust”… ilerleyen küresel çöküşün çarpıcı bir metaforu olan filmin, profesyonel seyirci önünde çekiciEvet, Venedik’te yarışan filmlerin yarısından liğini yitiriyor olması hem düşündürücü hem de fazlası yine Toronto’da. Sadece cumartesi güSokurov’un anlatmak istediğinin en son örneği. nü, Lido Adası’nda ödüller açıklanmadan önce, Bugün ruhlarını, bırakın Şeytan’ın kendisine, Altın Aslan adayı 6 filmi art arda izlemek alt düzey, hatta sahte temsilcilerine iki kuruşa mümkün. Aleksander Sokurov’un “Faust”u satmaya koşanların çoğaldığı bir ortamda, Gomerak konusu; salon dopdolu. Bir dörtlemenin ethe yaşıyor olsaydı ne yazardı acaba? Veneson halkası olan film, pastel renkler eşliğinde dik jürisinin kararı, umalım ki, artık son örhem göz kamaştırıcı hem de bulanık olabilen kendine özgü ışığın gerisindeki yoğun estetiğiy neklerini izliyor olduğumuz bir sanat sineması anlayışının, bilinçli ve inançlı bir yaklaşımla, le, olağanüstü bir şiirsel senfoni. Belki de, filmin ana karakterlerinden Wagner’in, yaşasaydı oybirliğiyle onurlandırmasıdır. Sanat sinemasındaki özgün yeri bugüne dek ödüllendirilmebugün bestelemiş olabileceği bir Requiem… miş bir yaratıcı yönetmene, özür dilercesine Sokurov, Goethe’nin Faust’una, Murson anda verilen bir teselli ödülü de olabilir... nau’nun uyarlamasından çok farklı, zaman ve Siyasal düzeyde olduğu kadar sinemada da ikmekân ötesi bir yorum getiriyor. Dünün bilimtidarını kaybetme sürecine giren Batı sinemasel, siyasal ve dinsel güçleri arasındaki iktidar kavgasının, bugünkü genel yozlaşma ortamında sının, yükselen Asya sineması karşısındaki son cengâverine saygı sunuşu da olabilir… giderek iğrenç kokular salan bir çürümeye doğru hızla yol aldığını, metaforik bir dille sahneli “Faust”un Şeytan’la alışverişi, yorum gücünü yor. Sokurov dağıtımcılara ters geliyor… Hepsi de şeytanlaştırıveriyor… Hepsi akredite, yani “meslekten” izleyicinin yarıya yakını, stanbul74 Tracey Emin’i ağırlıyor Sansasyonel işleriyle tanınan ngiliz sanatçı Tracey Emin, ISTANCOOL Festivali’nin kurucu ortağı ve kreatif başkanı Demet Mütfüoğlu Eşeli ile New York’un en önemli sanat galerilerinden Lehmann Maupin’in kurucusu David Maupin’in konuğu olarak stanbul’a geliyor. Birlikte olduğu herkesin ismini işlediği “çadırı” Charles Saattchi’nin 1997’deki “Sensation” sergisinde izlenime sunan, özel hayatını ve kişisel tecrübelerini sanatına aktarmakta sakınca görmeyen ünlü sanatçı, henüz açıklanmayan bir eseriyle stanbul74’ün Karaköy’deki yeni mekânının da açılışını gerçekleştirecek. Sanatçı, Londra Tate Gallery’de sergilenen “My Bed” adını verdiği çalışmasıyla da ses getirmişti. Ç Aktör Cliff Robertson öldü Kültür Servisi Oscar ödüllü ABD’li oyuncu Cliff Robertson, 88 yaşında hayata gözlerini yumdu. Robertson’ın 53 yıllık sekreteri Evelyn Christel, önceki gün New York’ta hayatını kaybeden ünlü oyuncunun doğal nedenlerle öldüğünü söyledi. Ünlü oyuncunun cenaze töreninin 16 Eylül Cuma günü düzenleneceği belirtildi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle