22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 EYLÜL 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA ekonomi@cumhuriyet.com.tr EKONOMİ 11 Avrupa halkları kemer sıkma politikalarından bıkarken dini etkinliklere ait fonların kaldırılmasını istedi Papa’nın kemerini sıkın Borç kriziyle boğuşan ve bu nedenle her geçen gün daha fazla bedel ödemek zorunda kalan Avrupa halkları, Papa’nın pahalı ziyaretlerinin devletler tarafından karşılanmasına dur demek için sokağa çıkıyor. Krizden en ağır darbeyi alan kitleler, yönetim ve din harcamalarını ayırın çağrısı yapacak. PEL N ÜNKER spanya’da 25 milyon Avro harcandı Şark Kurnazlıklarından Kurtulmak CHP üst yönetimi şark kurnazlıklarıyla uğraşıyor. Bu durum, partinin kamuoyundaki etkinliğini giderek zayıflatıyor. Anımsayalım. Seçimlerden hemen sonra CHP kurultay delegeleri sonuçların değerlendirilmesi amacıyla kurultayın toplanması için imza toplamaya çalıştılar. Üst yönetim, kurnazca bir tutumla, TBMM’de sözüm ona bir yemin krizi çıkardı. İmzacı delegeler de büyük bir olasılıkla yönetim AKP’ye karşı mücadele verirken kurultay toplamaya çalışmanın uygun düşmeyeceği gibi doğru bir tutumla, bu girişimden vazgeçtiler. Üst yönetim de hem günü kurtardı hem de yemini! İkinci olarak, söylemleri ve özellikle de milletvekili adaylarını saptama sürecinde partiyi cumhuriyetçi ve solcu kimliğinden iyice uzaklaştırmış olan üst yönetim, hiç olmazsa görüntüyü kurtarmak kurnazlığıyla, başta Ankara olmak üzere il başkanlıklarına daha önce partide çalışmış ve kamuoyunun tanıdığı CHP’lileri getirme yoluna gitti. Ancak bu işi de iyi yönetemedi. Kişiler ve kişiliklerle ilgili onur kırıcı uygulamalara ek olarak Ankara İl Başkanlığı olayında ayrı bir yıkım yaşandı. Önceki vukuatları ve yargılanma süreci kamuoyunca bilinen ve Kılıçdaroğlu’nun en yakını olan bir genel başkan yardımcısının adının karıştığı imar yolsuzluğu gündeme geldi. Olayı ortaya çıkaran Ankara il başkanı görevden alındı; yolsuzluk olayı da en azından şimdilik geçiştirildi. Bu olmaz! CHP üst yönetiminin bu tutumu kurnazlık çuvalına sığmaz. Çünkü, Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nu kamuoyunda parlatan, her şeyden önce AKP bağlantılı yolsuzlukların üzerine gitmesidir. Kılıçdaroğlu, yardımcısıyla anılan son Ankara yolsuzluğu konusunda olayın üstünü örten bir biçimde davranamaz; buna hakkı yoktur; çünkü böylelikle kendi varlık nedeni olan yolsuzluklara karşı duran kararlı ve tutarlı kimliğini inkâr etmiş oluyor. Ayrıca, bu durumda, başta Deniz Feneri olmak üzere, CHP’lilerin yolsuzlukların üzerine gitmesi inandırıcı olamaz ve olmuyor. Kamuoyunda haklı olarak şu soru sorulur: CHP, yolsuzluklar konusunda da mı AKP ile benzeşmeye çalışıyor?.. Örgütün görüş ve önerilerine açılmış bulunan yeni tüzük taslağı konusunda genel başkanın yaptığı açıklamalarda iki nokta dikkat çekiyor (Cumhuriyet, 5 Eylül). Genel başkan, Parti Meclisi (PM) üye sayısının 42’ye düşürüleceğini açıklıyor. Bunların 40’ını kurultay seçecekmiş; ikisini de genel başkan atayacakmış. Genel Başkan’ın kurultayın seçmediği iki kişiyi en üst yönetime alma yetkisi istemesi yeni bir şark kurnazlığı örneğidir. Bu anlayışın demokratik bir tarafı yoktur. Parti okulu girişimi geç kalmış da olsa olumludur. Genel başkan bundan sonra parti içi eğitimin, yükselmelerde esas alınacağını vurguluyor. Geçtik parti içi eğitimi, geçmişte CHP ile hiçbir ilgisi olmayan onca kişiyi, üstelik sağcılar arasından alarak milletvekili seçtiren genel başkan, gerçek CHP’lileri, CHP’yi öğrenmeleri için okula gönderiyor! İster bir büyük tarihsel çelişki deyin, isterseniz küçük bir kurnazlık ya da talihsiz bir kara mizah! Ancak, hiç inandırıcı değil. Yaz boyunca hükümet bildiğini okudu; son olarak, TÜBA olayıyla, bilim kurumlarının AKP’lileştirilmesi süreci tamamlandı. Bugünlerde okullar ve üniversiteler açılıyor. Türkiye bilimsel bilgi ortamından daha da uzaklaştırılıyor. Kimliğini bilimin yol göstericiliğinden ve çağdaş eğitimden alan CHP, bilim ve eğitim konusunda, sorunun uluslararası boyutlarını da içeren kapsamlı bir yeni yaklaşımı kamuoyuna sunmuyor, sunamıyor. Komşularla sıfır sorun yaklaşımını benimsediğini açıklayan AKP, ülkeyi, Suriye ve İsrail ile savaşın eşiğine getiriyor; ABD füze kalkanının ülkemize yerleştirilmesiyle, hem ülkenin kendi güvenliğini tehlikeye atıyor hem de İran ile ilişkilerinin sarsılmasına yol açıyor. CHP, dış politikada da yalpalıyor. Ülke ekonomisi sonbahara, giderek ağırlaşan cari açık ve yükselen fiyatlar ortamında giriyor. Küresel bunalımın ikinci sarsıntısının bir sonucu olarak esen rüzgârlar ekonomideki belirsizlikleri artırıyor. CHP ekonomi konusunda da susuyor! Kamuoyu araştırmalarına da yansıdığı gibi CHP toplumun gözünde konum kaybediyor. Partinin bir canlanmaya gereksinimi var. Bu kıvılcım demokratik tüzükle sağlanabilir. Bütün bu parti içi gelişmeler ve genel politik konular karşısında, CHP’lilerin tüzüğün gerçekten demokratik olması için çaba göstermeleri büyük önem kazanıyor. Partinin milletvekilleri olan ve olmayan yöneticilerinin de partinin etkinliği için daha fazla uğraş vermesi gerekiyor. Ortada bir gerçek var. Küçük şark kurnazlıklarından büyük politika çıkmaz ve de çıkmıyor; genel başkanın geriye kalan inandırıcılığı da buharlaşıyor. Kurnazlıklar, yalnızca yapanları küçültür. Bugünlerde 88. yaş gününü kutladığımız CHP, bu olan bitenleri hiç ama hiç hak etmiyor! vrupa’da yayılan borç krizi nedeniyle, hükümetler birbiri ardına aldıkları kemer sıkma tedbirleriyle acı reçeteyi yurttaşlarına içirirken, sosyal güvenlik harcamalarındaki kısıntılara ve yüksek vergi politikalarına rağmen kamu bütçesinden yapılan yüksek miktardaki din harcamaları sürüyor. Mali krizden ciddi bir şekilde etkilenen ülkelerden biri olan İspanya’da yaklaşık üç hafta önce Papa’nın ziyareti için 25 milyon Avro kaynak ayrıldı. Söz konusu ziyaretin masraflarının vergi mükelleflerine dayatılması, Avrupa’da Katolik kilisesi karşıtı eylemlerin fitilini ateşledi. İtalya’da da geçen hafta yapılan kemer sıkma protestolarına dini harcamalar damgasını vurdu. Yüksek işsizlik ve kesintilere karşı mücadele eden milyonlarca Avrupalı, artık krizin bedelini ödeyen tek kesim olmak istemiyor. Dini etkinliklere ayrılan kamu bütçesine karşı çıkan kitleler, krizin bedelini Katolik kilisesinin lideri Papa’ya da ödetmeye kararlı. A Madridliler, bundan ya klaşık üç hafta önce spanyol hükü me pa’nın ziyareti için kamu tinin, Pabü yaptığı 25 milyon Avro’ tçesinden luk harcama nedeniyle sokaklara dö küldü. Göstericilere polis sert müda hale etti. Protestocular, Papa 16. Bene dikt gelmeden gösterilere başladı. As lında Papa’nın spanya’ya yapacağı ziy aretin masraflarını spanyol vergi mü kelleflerine dayatılması, Madrid halkı nı döken esas nedendi. Bu sokaklara ara pa’da giderek güç kazan da, Avruan kampanya ile sadece dini harca maların hükümetler tarafından ka rşılanması değil, ayrıca Avrupa şe hir kadınların ve çocukların lerinde haklarını ihlal eden, ırkçı ve ins anlık dışı unsurları barındıran “şe riat kontrol bölgeleri” oluştu rulma isteği de protesto ediliyor. Dev protestolar kapıda Ağustos’ta üç gün süren Dünya Katolik Gençlik Günleri kutlamalarına başkanlık etmek üzere İspanya’ya giden Papa Joseph Ratzinger’in (16. Benedikt) bir sonraki ziyareti Almanya’ya olacak. Papa, 22 Eylül’de Berlin’de Federal Parlamento’da konuşacak. Bu nedenle Almanya’da protesto hazırlıkları başladı bile. Kendilerini “özgür yurttaşlar” olarak tanımlayan grubun ülkede dağıttığı İngilizce, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca ve Lehçe el bildirilerinde Papa’nın Almanya ziyaretinin vergi mükelleflerine 100 milyon Avro’ya mal olacağı, bu nedenle din ve devlet harcamalarının azaltılmasını talep ettikleri ifade ediliyor. Öte yandan İngiltere de gelecek cumartesi ge 18 niş katılımlı protesto gösterilerine ev sahipliği yapacak. Papa 16’ncı Benedikt’in ülkeye geçen yıl yaptığı ziyaret halka pahalıya mal olmuştu. Papa, İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth’in daveti üzerine 1619 Eylül’de ülkeyi ziyaret etmiş ve bu ziyaretin vergi mükelleflerine maliyeti 12 milyon sterlin olarak hesaplanmıştı. Papa’nın İngiltere’yi ziyaretinin yıldönümünde, ülkede dini ayrıcalıkları ve dini etkinliklere ait fonların devlet tarafından karşılanmasını durdurmak için kitleler bir araya gelecek. 17 Eylül Cumartesi, “Avrupa’da Laiklik” kampanyasını destekleyen binlerce insan, Londra’da, “Toplan ve Yürü” adı verilen gösteriye katılacak. Eylemlerin, Papa’nın geçen yıl yaptığı ziyarete karşı gerçekleştirilen ulusal pro testolar da dahil, bu alanda yapılan protestoların en büyüğü olması bekleniyor. Kampanya kapsamında, protesto hareketlerinin destekçileri tarafından hazırlanan özel videolar “Avrupa’da Laiklik” başlığı altında YouTube kanalına yüklendi. Facebook ve Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinde gruplar kuruldu. Bunların yanı sıra kampanyaya destek sözleri içeren kartpostallar satılıyor. Yunanistan yine ayakta Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu Selanik Uluslararası Ticari Fuarı’nın açılışında yaptığı konuşmada, Yunanistan’ın, Avrupa’nın kurumsal, siyasi populizm ve diğer sorunlarına günah keçisi olmasına izin vermeyeceğini söyledi. Papandreu, ülkenin içinde bulunduğu mali krize değinerek, tüm vatandaşları ve siyasi partileri bu konuda ortak mücadeleye çağırdı. Bu arada, Papandreu’nun konuşma yaptığı konferans salonunun önünde toplanarak hükümetin ekonomi politikasını protesto eden çok sayıda göstericinin, salonun çevresindeki polis barikatını kırarak içeri girmek istemesi üzerine polis müdahale etti. Polisin göstericileri dağıtmak için göz yaşartıcı gaz kullandığı olaylarda 100’e yakın kişinin gözaltına alındığı belirtildi. Öte yandan, çeşitli işçi sendikaları üyesi grupların yanı sıra, ‘Bıkkın ve öfkeliler’, öğrenciler ve öğretim üyelerinin de bulunduğu çok sayıda gösterici kentin 10 farklı yerinde protesto gösterileri düzenledi. Kurlar haddinden fazla yükseldi Şu anda kısa vadeli sermayede bütün dünyada çıkışlar görüldüğünü vurgulayan Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, “Normalde Merkez Bankası kurlarla ilgili görüş söylemeyi sevmez. Piyasa kurları belirliyor. Buna rağmen döviz kurları haddinden fazla yükseldi” dedi. Şu anda TL’nin en değersiz seviyelerde olduğunu belirten Başçı, “2008 krizinden sonra 2009’da gördüğümüz en dip noktanın şu anda yüzde 7 kadar altında. G7 ülkeleri döviz kurlarının piyasada serbestçe belirlenmesinden yanadır. Ancak aşırı oynaklık hallerinde ve düzensiz dengesiz kur hareketlerinde koordineli bir şekilde burada gereken tedbirlerin alınması da gerekir. Bugün olan kur hareketleri sıra dışı ve finansal faktörlerden kaynaklanan, reel faktörlerden kaynaklanmayan bir takım gelişmelerin sonucunda sapıyor. Bugün için TL, nin bu kadar değer kaybetmesi için, bu noktalara gelmesi için herhangi bir reel sebep yok” değerlendirmesini yaptı. Geçen hafta “11 Eylül”ün 10. yılı münasebetiyle yoğunlaşan tartışmaları iki başlık altında toparlayabiliriz. Birincisinde, “11 Eylül’de ne oldu?” sorusuna, ikincisinde de “11 Eylül’de tarih makas mı değiştirdi yoksa yalnızca hızlandı mı?” sorusuna cevap aranıyor. Resmi açıklamalara göre, El Kaide örgütünden “teröristler” dört yolcu uçağını kaçırdılar. Bu uçaklardan ikisi New York’taki Dünya Ticaret Merkezi kompleksinin “İkiz Kuleleri”ne çarptı, üçüncüsü ABD ordusunun merkezi Pentagon’u hedef almıştı, dördüncüsü de kırsal alana düştü. Böylece dünyanın süper gücü ilk kez kendi toprağında saldırıya uğramış oluyordu. Saldırılarda, Dünya Ticaret Merkezi, “İkiz Kuleleri” çöktü, kompleksin diğer 5 binası, “Üçüncü Kule” olarak adlandıran yapı da başta olmak üzere tümüyle imha oldu, 3 bin 500’den fazla insan yaşamını yitirdi. Akıllara önce şu soru geldi: Nasıl oldu da bir avuç terörist, CIA, FBI, NSA, MI6, MOSSAD, Deuxieme Bureau gibi dünyanın en yetkin istihbarat örgütlerini atlatarak bu saldırıyı gerçekleştirebildi? Bunu birçok başka soru izledi. “İkiz Kuleler”in çöküş biçimi, enkazda karpit kalıntılarının bulunması, bir üçüncü kulenin daha çökmesi, enkazın kriminoloji soruşturması başlamadan, yasalara aykırı olmasına karşın temizlenmesi, Pentagon’da saldırının olduğu yerde duvarda bir delik olmasına karşın tanınabilir bir uçak enkazına rastlanamaması, civardaki kimi CCTV kameralarının kayıtlarının Hâlâ bilmiyoruz bulunamaması, New York ve Washington’ın hava güvenliğinden sorumlu NORAD’ın kaçırılan uçakları havada yakalamayı başaramamış olması açıklanamayan konular arasındaydı. “11 Eylül Soruşturma Komisyonu” bulgularını yayımlarken komisyonun başkanı, başkan yardımcısı, üst düzey hukuk danışmanının, raporu sahiplenmediklerini açıklamaları da soruları arttırdı. Bu soruları sormakta ısrar edenler ise komplo teorileriyle uğraşmakla suçlandılar. Ama Bush yönetiminin, El Kaide’yle başlayan açıklamaları, Irak’ta kitle imha silahları var iddiaları da Paul Craig’in Counterpunch’taki yazısında işaret ettiği gibi aslında “komplo teorisi kategorisine girmiyor muydu?” Bu sorulara bugüne kadar tatmin edici cevaplar bulunamadı. Ben kendi hesabıma bir komplodan çok, tarihte çürüyen imparatorluklarda çok sık rastlanan bir beceriksizlik, acımasız bir fırsatçılık örneğiyle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Birincisi, o sırada yönetimde olanlara bakınca karşıma, bu kadar büyük bir olayı planlayacak, “fanatik” düzeyde inançlı, inancının getireceği riskleri kabul edecek “erdemli” insanlar değil, bir sürü paragöz, oportünist görüyorum. İkincisi, bu kadar büyük bir olayı gerçekleştirmek için gerekli olanakları, personeli bir araya getirebilen bir liderliğin, 11 Eylül sayesinde gündemine alabildiği en önemli konuda tümüyle başarısız kalmış olması, bana “şeytani bir zekâ ve cesaret”le karşı karşıya olmadığımı düşündürüyor. On Yıl Sonra ‘11 Eylül’ Yine de Hannah Arendt’in “iblisin sıradanlığı” üzerine söylediklerini aklımın bir köşesinde tutuyorum. 10 yıl önce “terörizme karşı küresel savaş” ilan edenlerin, şu günlerde, Libya’da El Kaide akımından örgütlerle işbirliği yapıyor olmasının, tarihin bir ironisi olmaktan öte, tuhaflığı da dikkatimden kaçmıyor. 11 Eylül saldırısının yarattığı şok, Bush yönetimine bir “yeni savunma stratejisi” açıklama fırsatı tanıdı. Bu “yeni” stratejinin üç ayağı olduğunda artık tüm yorumcular anlaşıyor. (Örneğin: P. Stephens, Financial Times, 01/09/11) (1) Hegemonya (kabule, örnek alınmaya dayanan bir liderlik) olarak tanımlanabilecek bir stratejiden, imparatorluk (şiddete, dayatmaya öncelik veren) projesine yönelik bir dış politikayı benimsemek. (2) “Soğuk savaş” bittikten sonra, dağılmaya başlayan “Batı Bloku”nu, şimdi “terörizme karşı küresel savaş” yoluyla yeniden ABD kanatlarının altına alarak “tek kutuplu bir dünya” inşa etmek. (3) Stratejik bir enerji bölgesi, jeopolitik alan olan Ortadoğu’yu yeniden ve İsrail’in güvenliğini güçlendirecek yönde yapılandırmak. 10 yılın siyasi bilançosu İmparatorluk stratejisi başarılı olamadı. Terörizme karşı savaş Batı blokunu yeniden kuramadı. Ortadoğu’da da bir yeniden şekillenme başladı. Ama İran’ın bölgedeki etkisinin artmış olması, Türkiye ile İsrail’in arasındaki diplomatikaskeri, hatta ekonomik ilişkilerin kopacak noktaya gelmesi, Fas’tan Suriye’ye Müslüman Kardeşler örgütünün yükselmesi, İsrail ordusu komuta düzeyinde “Ortadoğu’da kitle imha silahlarının da kullanılacağı geniş çaplı bir savaş olasılığının” konuşuluyor olması, bu şekillenmenin, Bush yönetiminin amaçladığının aksi bir yöne doğru olduğunu düşündürüyor. Prof. Leffer’in Council on Foreign Relations’un yayın organı, Foreign Affaires’in Eylül/Ekim 2011 sayısındaki yorumunda vurguladığı gibi, “yeni savunma stratejisi” önüne koyduğu amaçlara ulaşamadı, “Afganistan ve Irak’ta işgalin başarıyla gerçekleştirilememesi, bundan kaynaklanan ABD düşmanlığı ABD’nin küresel üstünlüğüne zarar verdi.” Artık, özellikle “11 Eylül” tartışmalarında, “ABD hegemonyası sona erdi” saptamasının egemenliği dikkat çekiyor. 11 Eylül saldırısının yarattığı yıkım sigorta sektörüne 4.55 milyar dolar yük getirdi. 2001’de ABD’nin savunma harcamaları 304 milyar dolar dolayındaydı, 2008’de 616 milyar dolara çıktı, 2010’da 1 trilyon dolara ulaştı. 11 Eylül’den Ekonomik bilanço... sonra kurulan İç Güvenlik Örgütü, 10 yılda 360 milyar dolar harcadı. Washington Post geçen yıl yayımlanan bir araştırmasında, 1200 yeni güvenlik örgütünün kurulduğunu, 2000 yeni personelin işe alındığını aktarıyordu. Bu alana da 330 milyar dolar civarında kaynak aktarılmış. “Terörizme karşı küresel savaş”, Afganistan ve Irak işgallerinin maliyeti 1.2 trilyonla 4 trilyon dolar arası bir rakamdan oluşuyor. Bu verilerden hareketle, savaştan kazançlı çıkan kesimin savunma ve güvenlik endüstrisi olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, bu kesimin kazancı, borç köpüğünü büyüterek, finansal krizin zeminin oluşmasına katkıda bulundu, ABD ekonomisine, genel olarak kapitalizme pahalıya patladı. 2001’de ABD bütçesi 128 milyar dolar fazla vermişti. 2008’de bütçe 450 milyar dolar açık veriyordu. Bu yıl bütçe açığının 1.3 trilyon dolara ulaşması bekleniyor. ABD devlet borçlarının GSMH’ye oranı 2001’de yüzde 32.2’ydi, 2009’da 53.3’e yükseldi. ABD’nin Çin’le yaptığı ticarette verdiği açık 2001 yılında 83 milyar dolar, Çin’e borcu 78 milyar dolardı. Geçen yıl bu açık 273 milyar dolara yükselmişti, borçlar da 1 trilyon doları geçmişti. Bu nedenlerden olacak, Standart Chartered Bank’ın baş ekonomisti Gerard Lyons “Geçen on yılın en önemli üç sözcüğü ‘terörizme karşı savaş’ değil, ‘bu Çin’de yapıldı’ idi; gelecek on yılda da ‘bu Çin malıdır’ olacak” diyor. (L. Barber, Financial Times 05/09/11). (Çarşamba günü; “11 Eylül’de tarih makas mı değiştirdi yoksa yalnızca hızlandı mı?”) C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle