25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 AĞUSTOS 2011 ÇARŞAMBA CUMHUR YET SAYFA DİZİ 9 Irkçının bahanesi: Çokkültürlülük Avrupa’da çokkültürlülük politikasının uygulandığı ülkelerde, bu politikaların gettolaştırdığı yabancılar, muhafazakârlar tarafından topluma entegre olamamakla, ırkçılar tarafından da toplumu ‘kirletmekle’ suçlandı. A vrupa’da ırkçı hareketler son yıllarda kendi hükümetlerine özellikle “çokkültürlülük” politikaları nedeniyle karşı çıkıyorlar. Söz konusu politikalar, göçmenlerin dil, din başta olmak üzere tüm temel haklarının tanınmasını esas alıyor. Yabancılar lehine alınacak her olumlu karara, uygulanacak her doğru politikaya karşı çıkmalarında şaşılacak bir yan bulunmayan ırkçı hareketler, “çokkültürlülük” politikalarına yaklaşımlarıyla sıradan insanların da desteğini kazanabiliyorlar. Çünkü ülkedeki her ekonomik krizde, emek üretim sürecinde yer alan yabancılara verilen hakların krizi derinleştirdiğine inandırabiliyorlar çok kişiyi. Medya da bu konuda olumsuz bir rol oynuyor. Yabancıların, özellikle sosyal yardım konularındaki istismarlarını, bu politikaların yanlışlığına örnek olarak gösteriyorlar. Nedir bu “çokkültürlülük politikası” peki? Kültürler eşittir Çokkültürlülük, azınlık kültürlerinin çoğunluğu oluşturan kültürle aynı derecede öneme sahip olduğunu savunur. Dolayısıyla azınlık kimliğine saygı duyulmasını da içeren bu politika, azınlıkların asimile olmaları konusunda ısrarcı olunmasını da doğru bulmaz. Bu politikayla ilk kez ‘ırk’ın 1950 yılından beri her zaman çok önemli bir gündem maddesi olduğu İngiltere’de karşılaşıyoruz. 1960’lı yıllarda Avrupalı olmayan göçmen topluluklara yönelik, onların kültürel, dini, milli değerlerini yaşayarak Britanya toplumuna eklemlenmelerini öngören bir politikadır çokkültürlülük. Bu politika doğrultusunda, “beyaz kültür”den uzak toplulukların yaşamını kolaylaştırılacak birçok düzenleme yapıldı. Başta, kendi sorunlarını çözmek için sağlanan örgütlenme özgürlüğü olmak üzere, oluşturulan Irk Eşitliği Yönetmenliği ile de ırkçı önyargılara karşı duruldu. Ancak zamanla, çokkültürlülük politikası, İngiltere ekonomisine katkıda bulunsalar da, sadece kendi değerler sistemi içinde yaşayan topluluklar doğurdu. Bu topluluklar hem İngiliz toplumuyla hem de başka göçmen topluluklarla kaynaşamadılar. Yabancılara eğitim, sağlık, din gibi konularda karşılaştıkları sorunlarının çözümü için, kurdukları dernekler aracılığıyla verilen ödeneklerin çokluğu da ırkçıların harekete geçmesine yetti. Bize oy ver siyah komşun olmasın A vrupa’da, Yahudi düşmanlığından sonraki en büyük nefret objesini siyahlar oluşturmuştur. Bu en eski nefret, sadece renk farklılığından kaynaklanan bir nefrettir bir anlamda. Siyahı, köle ticaretinin zihinlere yerleştirdiği inanışla, “ikinci sınıf insan” görme eğilimi İngiltere sosyal yaşamında uzun zaman yer buldu. Siyahları aşağılama, onları hedef alan fıkralar, espriler gündelik anlamda olağan tutumlar olageldi. Öyle ki 60’lı yıllarda Muhafazakâr Parti’nin seçim sloganlarından biri “Eğer siyah bir komşun olmasını istiyorsan, İşçi Partisi’ne oy ver”di. Bu siyah korkusunun seçim malzemesi yapıldığı en önemli örneklerden biriydi. İnsan hakları mücadelesinin gelişimi, solun ırkçılık karşıtı öncü mücadelesi siyahların mücadelesiyle birleşince durum daha olumlu bir hal aldı. Bugün, bir zamanlar bir korkutma gerekçesi yapıldıkları Muhafazakâr Parti içinde politika yapan siyahlar var. İngiltere’de ırkçı nefretin bir başka objesi de, hem de uzun süre, İrlandalılar olmuştur. Özellikle polisin İrlandalılara aldığı önyargılı tutumu silmek çok uzun bir zamanı almıştır. THATCHER’ N ‘S L NME’ KORKUSU ritanya içerisinde “çokkültürlü” tek bir toplum yaratma düşüncesi, tüm iyi niyetine rağmen başarılı olamadı. Bu başarısızlığın halka yansıması, yabancılara verilen paranın çokluğu konusunda tepkilerin yükselmesi biçiminde oldu öncelikle. Dini özgürlüklerin Britanya kültürünü silip attığı görüşü yaygınlık kazandı. Öyle ki, sonradan ülkenin başbakanı olacak, dönemin muhalefet partisi lideri Margaret Thatcher, “Britanya karakteristiği farklı kültürlerden göçmenler yüzünden silinecek” diyebildi. Benzeri süreçler başka Batı ülkeleri için de B yaşandı. Sarkozy’nin “çokkültürlülük politikasını başaramadık” açıklaması, Fransa hiçbir zaman bu politikayı uygulamadığı için tuhaf bir açıklama olarak hatırlanacak elbette. En katı ulus devlet politikalarına sahip olan bu ülke kendisini hiçbir zaman “çokkültürlü” bir ülke olarak tanımlamadı. Fransa’da aslolan “Fransa vatandaşlığı”dır çünkü. Ancak Sarkozy’nin, ülkesinin böyle bir politikası olmamasına rağmen “çokkültürlülük”e saldırması, ortalama muhafazakâr Avrupalı tepkisinin tipik örneğidir. 4 ırkçı Almanın kundakladığı evde Türkler öldü okkültürlülük politikasını bahane etmekten hiçbir zaman vazgeçmedi Avrupalı ırkçı. Bu karşıtlığını sonu ölümle biten saldırılara dönüştürdü. Almanya’da, son yılların en büyük ırkçı nefret saldırısı bunun en korkunç örneklerinden biri oldu. 29 Mayıs 1993 tarihinde Almanya’nın Solingen şehrinde 4 ırkçı Almanın kundakladıkları evde, Hatice, Hülya, Saime Genç ve Gürsün İnce ile Gülistan Öztürk adlı Türkler yanarak can verdiler. Bu, Almanya’daki ırkçı şiddete karşı toplumun bilinçlenmesinde en önemli dönüm noktalarından biri oldu. Genç ailesi, özellikle saldırıdan kurtulabilen anne Mevlüde Genç, ülkedeki ırkçılık karşıtı mücadelenin simgelerinden birine dönüştü. Ç Solingen dönüm noktası oldu Siyahlara ya da Müslüman olmayan diğer göçmen topluluklara yönelik ırkçı nefretin hedefi son yıllarda Müslümanlar olmuş da olsalar, zaman zaman ırkçılık “eski” düşmanlarına(!) saldırmayı da ihmal etmedi. İngiltere’de, ırkçı sokak çetelerine mensup gençler, siyahların politik, ekonomik ya da sosyal olarak çok daha fazla güçlü oldukları bir dönemde, 1995 yılında, Stephen Lawrance adlı siyah bir genci bıçaklayarak öldürdüler. Olaya bağlı olarak polisin ihmali de içinde olmak üzere, ırk politikalarına ilişkin ciddi tartışmalar yaşandı. Yabancıya ya da ötekine nefret olgusunu geliştiren medya ya da resmi kurumların tutumları ele alındı. Lawrance’ın katilleri uzun süren bir yargılamadan sonra ağır hapis cezalarına mahkum edildiler. Avrupa’nın yeni ‘Yahudileri’ rtık ırkçıların gündeminde İslamofobiyle de beslenen yeni bir hedef vardı: Müslümanlar. Irkçıların, ırk temelindeki düşüncelerinden elbette vazgeçmeden, “değerler” üzerinden yaptıkları ayrımcılık, karşıtlık yepyeni bir mecraya oturmuş oldu. Dinler arası savaş, ırkçıların elinde, sıradan Hıristiyan imanlısını da etkileyebilecek argümanlarla sürdürülmeye başlandı. Özellikle İslamın kadına bakışının öne çıkarıldığı bu argümanlarda, “feodal dönem dini” olan İslamın bireylerinin “çağdaş toplumda” yaşamalarının da mümkün olmadığı, bunun aslında onların kendi seçimleri olduğu görüşü dile getirildi. Tüm bu tartışmalar içinde gelişen önyargılar, gündelik yaşamda Müslümanlara saldırıya dönüştü. Y A R I N : Gelişen slamofobi A IRKÇI CEPHE GEN ŞL YOR 11 Eylül saldırılarıyla birlikte, ırkçı cepheye, ırkçı olmayan, ancak yabancıya karşı tahammülsüzlük duygusuna sahip olanlar da en azından “Hıristiyan değerlere karşı düşman” noktasında birleşerek katılmış oldular. Bu ırkçılığa karşı verilen çok uzun sürmüş mücadelenin yepyeni bir evreye girmesine yol açtı. Irk, cins üzerinden yapılan ırkçılık, bu kez değerler üzerinden yapılmaya başlanmış oldu. Hedeflenen bir “değerler sistemi” vardı artık ırkçının karşısında. Buna, aynı değerler sisteminin ülkesi ile kendi dini için tehlikeli olduğuna, zamanla inanmış/inandırılmış sıradan muhafazakâr da katıldı. Daha fazlası da oldu. Irkçı British National Parti (BNP), ırkçılığını artık, kuşkusuz geçici olarak, ırklar temelinden yürütmeme tutumu takındı. Parti, yasal da bir zorunluluk olduğu için azınlıklardan da üye kabul etmeye başladı. Bunların arasında babası Kıbrıslı Türk, annesi İngiliz olan Lawrance Rüstem de vardı. Daha da kötüsü, bu partinin genel seçimlerde, devletçe tanınan televizyonda propaganda yapma şansını kullanırken konuşturduğu kişinin bir Sih olmasıydı. Irkçı nefretin başlıca hedeflerinden biri olagelmiş Sih toplumundan biri olarak, BNP’ye, bu partinin Müslümanlara karşı verdiği mücadelesine destek olmak amacıyla katıldığını kendince gerekçeleriyle açıkladı. Gerekçelerinden en önemlisi, Hindistan’da Müslümanlardan çok çekmiş olmasıydı. Solingen katliamında 4 ırkçı Almanın kundakladıkları evde 5 Türk yaşamını yitirdi. Bu olay Alman toplumunun ırkçı şiddete karşı bilinçlenmesini sağladı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle