18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 AĞUSTOS 2011 ÇARŞAMBA CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 15 68. Locarno Film Festivali’nin ön açılışında “Tiffany’s’de Kahvaltı”nın yenilenmiş kopyası gösterildi Geleceğe bakan sinematek... MEHMET BASUTÇU LOCARNO Ön açılışlar moda olmaya başladı. İyi de oldu. Venedik gibi, dünyanın en köklü sinema etkinliklerinden biri olan Locarno Festivali de son yıllarda bu eğilimi benimsiyor. Hem sinefil hem de popüler kimliğiyle tanınan, geçmişin ustalarına ayırdığı geniş toplu gösterilerle bir yaz sinemateği işlevi de gören Locarno Festivali, seyircisinin olağanüstü desteğine teşekkür etmek istercesine, resmi açılıştan önceki akşam, Piazza Grande’ye yerleşen 7 bin kişilik devasa açıkhava sinemasında ücretsiz bir ilk gösteri düzenliyor. Dünyanın 5 kıtasından gelen binlerce profesyonel bu küçük Güney İsviçre kasabasına akın etmeden hemen önce yapılan bu ön açılış, bir tür halk suaresi, ya da has bir sinema şenliği anlamına gelmekte. moğlu’nun anma programına katıldıkları festivalde bu yaz Türk sinemasından bir örnek bulunmuyor. Ve tabii, hava kararır kararmaz, büyülü bir sinema mekânına dönüşen Piazza Grande’deki devasa beyazperdenin önünde, Aki Kaurismaki’nin Cannes’da alkışlanan son filmi “Sığınak”ı (Le Havre) ya da Vincente Minnelli’nin (19031986) ünlü klasiklerinden “Paris’te bir Amerikalı”yı (1951) izlemeden önce düzenlenen özel törenlerde değişik ödüller verilecek yine. Böyle Yaşanır mı? Her kültürün yüzyıllar boyu oluşmuş bir yaşam biçimi vardır. Akdeniz kıyılarında gündüzlerin yakıcı sıcağından kaçmak için yaşam geceye sarkar. Geç saatlere dek uzun akşam yemekleri hem eğlence, hem dinlenmedir. Almanya’da gecenin onunda bir lokantanın kapısından girseniz, “mutfak kapandı” sözüyle tersyüz edilirsiniz. Onlar için gecenin onu yemeğin değil, uykunun saatidir. Ertesi gün erkenden çalışma başlayacaktır. Bu konu, ekonomik kriz içindeki Yunanistan ile ona yardım etmeye çalışan Avrupa Birliği’nin başındaki Almanya arasında bir tartışma nedeni. Alman kamuoyu borçlarını ödeyebilmeleri için Yunanlıların daha çok çalışması gerektiğini savunuyor. Böyle tartışmalar olduğunda ister istemez kendi toplumumuzu düşünüyorum. Bizim için değişmez diyebileceğimiz yaşama kültürü alanları nelerdir? İlk aklıma gelen kahvehaneler. Köyde, kasabada, kentte insanımızın büyük bölümü zamanının çoğunu kahvede geçirir. Böyle olmasının bir nedeni buraların buluşma, konuşma, paylaşma alanları olmasıysa, bir başka nedeni de yaygın işsizliktir. Kahvehaneler kırda da kentte de işsizlerin günlerini geçirdikleri işyerleridir. Sermaye düzeni ülkemizde, başlarda kendi buluşlarına dayanan üretimden kaçınarak montaj sanayi denilen, dışardan gelen parçaların birleştirilip hazır ürüne dönüştürüldüğü bir kültürle gelişti. Bu kültür, çalışanların gecekonduda oturduğu, derme çatma, bugün var yarın yok, hayali ihracatçı, olabildiğince kayıt dışı bir sistem, daha doğrusu sistemsizlik oluşturdu. 1980’lerden bugüne sermaye düzenimiz dünyaya açıldı. Artık dünyanın her köşesine satabildiği mallar üretiyor. Gel gelelim bu nitel sıçrama toplumun ne üretim ne de yaşama kültürüne yansıdı. Yine derme çatma, günübirlik bir hayat sürüyor insanlarımız. Yarınları belirsiz. Bunun bir nedeni, işsizliğin her dönemde büyük bir sorun olması; çalışanların geçim peşinde koşarken işsiz kalma tehlikesi karşısında neredeyse tüm hayatlarından, toplumsal isteklerinden vazgeçmeleri. İşsizlik öylesine büyük bir sorun ki, çalışabilenler için yalnızca çalışmak ve iyi kötü bir geliri olmak doyumların en büyüğü. İnsanları bu küçültücü duruma sokan, elini kolunu bağlayan, yaşama sevinçlerini köreltip köleleştiren düzen, “Yeni Dünya Düzeni”nin yeryüzündeki tüm emeğiyle geçinmek zorunda olanlara sunduğu tek seçenek. Bugün çalışanlara sunulan hayat biçimi, yalnızca iş odaklı. Çalıştığın sürece hayatının bir anlamı var. Bu yüzden çalışmanın dışında bir yaşama kültürü aranmamalı. İyi de böyle yaşanır mı? İnsanın çalışma dışında bir yaşam kültürü olmamalı mı? Bağbozumu, hasat kaldırma gibi geleneksel üretimlerini şenliklerle kutlayarak gerçekleştiren insanoğlu ne oldu da böylesine hayatın bütün tatlarından kendini uzaklaştırıp ücretli köleliğe boyun eğdi? Yaptığı işe, yaşadığı hayata yabancılaşmadan başka nedir bu! Kimi toplumlar gece yaşar, kimileri gündüz; kimi toplumlar çalışmayı sever, kimileri eğlenmeyi. Bunların hepsi sonunda hayattan tat almanın türlü biçimleridir. İnsanoğlunu yaşadığı hayattan tat alamaz duruma getirdiğinizde geriye ne kalır? Depardieu festivalin konuğu Fransız sinema ve tiyatrosunun en gizemli, en incelikli kadın oyuncularının kanımca ilk sırasında gelen, eski Hollywood yıldızlarının bugünkü devamcısı sayılabilecek birkaç özgün ad arasında yer alan Isabelle Huppert “Mükemmeliyet Leoparı” alacak… Yine Fransız sinemasının lanetli yönetmenlerinden Maurice Pialat’nın (19252003) vazgeçilmez yorumcusu Gérard Depardieu (1948) festivalin konuğu olacak… Locarno’da son on yıl içinde uluslararası yapımcılar için giderek önem kazanan “Açık Kapılar” (Open Doors) bölümü bu yıl Hint sinemasını konuk ediyor. Yeni projeleriyle yapımcı aramaya gelen yönetmenlerin son filmlerini ve Hint sinemasının kimi klasiklerini bu bağlamda izlemek, meraklı sinemaseverlere yeni pencereler açacak. Altın Leopar Dün gece, Blake Edwards’ın 1961’de çektiği, Audrey Hepburn ile George Peppard’ın yorumladıkları “Tiffany’s’de Kahvaltı”nın yenilenmiş kopyasını, yarı yıldızlı yaz gecesinin nemli ılıklığında izlemek ayrıcılığına kavuşanlar kuşkusuz mutluydular… Bu yaz 313 Ağustos tarihleri arasında 68. kez düzenlenen Locarno Festivali’nde Altın Leopar yarışı yine ilk filmlerini gerçekleştiren genç yönetmenlere sinema etkinliklerinden biri sayılan Locarno’da bu kez Türk sineması yok. Bu yıl yine keşifleri bol bir yarışmalı bölüm izleyeceğiz. ya da sanat sinemasının medyada sözü az edilen has adlarına ayrılmış. Laurent Achard, Danielle Arbid, Mia Hansen Love ya da Tawfik Abu Wael Dünyanın en köklü Tiffany’s’de Kahvaltı gibi, sinefillerin tanıdığı birkaç ad dışında, yine keşifleri bol bir yarışmalı bölüm izleyeceğiz. Son yıllarda Özcan Alper, Aslı Özge ve Tayfun Pirseli Rock’n Coke Festivali’ne katılan Moby, yeni albümü ‘Destroyed’u anlattı Yazar ve şairlerden esinlendi Trier’den ’Dogville’ savunması Kültür Servisi Norveç’te 22 Temmuz’da yaşanan katliamın sorumlusu Anders Behring Breivik’in cinayetleri işlerken “Dogville” isimli filminden esinlenmiş olabileceği iddiaları filmin yönetmeni Lars Von Trier’i kızdırdı. Katliamın gerçekleştiği Utoya Adası’nın “Dogville” ile şaşırtıcı benzerlikler taşıması ve filmin son sahnesinin olaylarla benzerlik göstermesi, iddiaları güçlendirdi. Danimarkalı yönetmen Trier, Politiken gazetesine yaptığı açıklamada, katliamları hastalıklı bulduğunu ve en başarılı filminin bu şekilde anılmasından dolayı büyük üzüntü duyduğunu belirtti. Breivik’in aşırı sağcı Dansk Folkeparti’nin (DPP) etkisinde kalmış olabileceğini söyleyen Trier, DPP başkanı Pia Kjaersgaardan’ı Norveç’te olanlar için sorumluluk almaya davet etti. Kışkırtıcı yorumlarıyla tanınan Trier, Cannes Film Festivali’nde Nazi lideri Adolf Hitler’in görüşlerini destekleyen söylemlerde bulunduktan sonra büyük tepki toplamıştı. Kültürel olarak bakarsam, Plath New Englandlı; Elektronik müziğin önde gelen isimleben de orada büyüdüm. rinden Moby, kısa bir süre önce Rock’n Coİkimiz de oradaki Beyaz ke festivalinin kapanışında unutulmayacak Protestan Amerikalı muhteşem bir konser verdi. Bu yıl kendi (WASP) grubun içinden plak şirketinden yayımladığı “Destroyed” çıktık. Sanatsal açıdan baadlı albümüyle de oldukça gündemde. karsam, çok yetenekli bir yaMoby’yi İstanbul’da bulmuşken, hem kenzar. Şiirindeki duygusal dürüstdi çektiği fotoğraflardan oluşan bir kitaplük, sevgiye duyduğu özlem çarpıcı. la birlikte çıkan kitapalbüm projesini hem Son kitabı ise çok acımasız ve salde edebiyatı, sanatı konuştuk. dırgan. Onu artık her şeyden vazgeç Bu albüm projesi kulağa ve göze himiş bir haldeyken yazmıştı. Daha tap eden bir konsepte nasıl dönüştü? genç ve iyimserken yazdığı şiÜç yıl kadar önce turnedeydim. Canirler çok güzel. Ama lı müzik yapmayı seviyorum ama turhayatının sonuna doğRimbaud ve Sylvia Plath gibi şairlerden neye çıkmaktan pek hoşlanmıyorum. Bu ru yazdığı şiirlerde esinlenen Moby, turnelerde çektiği fotoğraflar ve de sanki bambaşka nedenle turnedeyken kendimi projelerle meşgul etmeye çalışıyorum. Geçen yaptığı müzikleri bir kitap ve bir albümde topladı: bir şairin yazdığı büturnedeki projem de, gittiğim yerlerde “Bunun ‘sabaha karşı 3’te sessiz bir kentte uyanık yüleyici bir hava var. bolca fotoğraf çekip uykusuzluktan Bugüne kadar olma’ kavramını açıklamak bakımından ilginç beslenen müzikler yapmaktı. Bunları bir 10 stüdyo albümükitap ve albümde toplamanın “sabaha nüz yayımlandı. olacağını düşündüm.” karşı saat 3’te sessiz bir kentte uyaBunların arasında nık olma” konseptini açıklamak bakıhangisinde hayata mından ilginç olacağını düşündüm. Tur pıcı bir garipliği de yansıtıyor. ve müziğe dair hislerininedeki yalnızlaşma ve soyutlanmayı ser Yeni albümde “Stella Maris”, “Vic zi en iyi biçimde açıkladığıgiliyor aslında. toria Lucas”, “Lacrimae” gibi ilginç nızı düşünüyorsunuz? Siz bu albümü bir manzara, bir isimleri olan enstrümantal şarkılarınız Hiçbir fikrim yok aslında. renk ve bir resim ile ilişkilendirmek is var. Bu isimleri nasıl seçtiniz? Dürüstçe söylersem, yeni teseniz neleri seçerdiniz? Şarkılarda genellikle en çok tekrar edi albüm ve “Wait For Me” Manzara Los Angeles şehir merkezinin len sözlerden isim çıkarılır. Örneğin “Why sanatsal açıdan en çok tatmin gece geç bir saatteki görüntüsü olurdu. Çün Does My Heart Feel So Bad?” de öyle duyduğum iki albüm. Çünkü kü o saatlerde tuhaf bir şekilde çok boş, dur dir. Enstrümantal şarkılarda ise bir şey bul onları sadece albüm yapgun ve fütürist bir görüntüsü var. Renk için, manız gerekir. Bu son albümde kitaplardan mayı sevdiğim için yaptım; en sevdiğim renklerden birisi olan gece ka ve yazarlardan esinlendim. Şarkılara isim yaparken de otomatik olarak ranlığı çökmeden önceki maviyi seçerim. vermekte zorlandığımda kütüphaneme ba satar mı, radyoda çalınır mı, Tablo ise muhtemelen Edward Hopper’ın kıyorum. Mesela Rimbaud’nun şiir ki eleştirmenler ne der diye dübir eseri olurdu. Hopper’ı sevmemin nedeni, taplarından esinleniyorum. şünmedim. Soruya tek bir yanıt verboşluğu resmetmesi. Çoğu müzisyen, foEsinlendiğiniz şairlerden birisi de mek gerekirse, sanırım “Wait For toğrafçı ya da ressam, eserini mümkün ol Sylvia Plath. Sizin için neyi temsil Me”yi seçerim. duğunca doldurmaya çalışır. Ben, boşluk ediyor Plath? www.zulalkalkandelen.com ZÜLAL KALKANDELEN ların ön plana çıktığı, sadece birkaç unsura yer verilen çalışmaları seviyorum. Bu kitaptaki fotoğraflardan tek bir tanesi çok sayıda insanın ilgisini çekip beğeni kazanacak olsa, hangisi olsun isterdiniz? Muhtemelen kapaktaki fotoğraf. Çünkü orada sadece birkaç unsur var. Benim fotoğrafçı olarak yapmaya çalıştığım, alışılagelmiş bir görüntü olsa da aynı zamanda alışılmışın dışında olabilen şeyleri fotoğraflamak. O kapak fotoğrafında uzun bir koridor ve basit bir yazı var, her şey normal görünüyor. Ama aynı zamanda çok çar ‘Karşıdan Karşıya’ New York Times’da Kültür Servisi Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki (SSM) “Karşıdan Karşıya MÖ Üçüncü Bin’de Kiklad Adaları ve Batı Anadolu” sergisi, The New York Times gazetesinde yer aldı. Türkiye ve Yunanistan’dan bilim çevreleri ile SSM’nin bir araya gelerek geliştirdiği ortak projeyle doğan sergi Yunan basınında da yer bulmuştu. Susanne Fowler tarafından kaleme alınan haberde, Batı Anadolu ve Yunan uygarlığı arasında 5 bin yıl öncesine uzanan etkileşimi ortaya koyan serginin, iki ülke arasındaki barışa sağladığı katkı üzerinde durulduğu ifade ediliyor. Sergi, 28 Ağustos’a kadar açık kalacak. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle