27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Sayı 57 KALEC KAZAĞI Ağabeyi Nejat ile birlikte okuldan çıkıp Cihangir’deki evlerine doğru giden Ercüment Ekrem Talu’nun yoluna bir arkadaşı çıkar: “Haberiniz var mı? Şurada, Sponek salonunda bugün sinematografi gösterecektermiş. Pek meraklı bir şey diyorlar. Yeni icat olunmuş. Fotoğrafın canlısı gibi bir şeymiş.” Sirkeci Garı’nın içinde bulunan 1 numaralı dükkânda fotoğrafçılık yapan Theodore Vafiadis, 22 Aralık 1885’te, Paris’teki Grand Cafe’nin bodrum katında ilk film gösterisini gerçekleştiren Lumiere kardeşlere aynı yıl içerisinde mektup yazar ve bu aygıtlardan birine sahip olmak istediğini bildirir. Vafiadis’in isteği, gösteri aygıtından bir tane bulunduğu için reddedilir. Sinema İstanbul’a 1896’da gelir ama bundan yalnızca saray ahalisi yararlanır. Halka açık ilk gösteriyi yapmak ise Sigmund Weinberg’e kısmet olacaktır. Ercüment Ekrem Talu, ağabeyi Nejat ile ’canlı fotoğrafı görmeye gider. Böylelikle de İstanbul’da 1897 yılında halka açık yapılan ilk gösterimin tanıklığı kâğıda dökülür: “Derken ortalık birden karardı. Zifiri karanlık içinde kaldık, korktuk. Elim, gayri ihtiyari ağabeyimin elini aradı. Buldum ve bir tehlike karşısında imişim gibi sımsıkı kavradım. Arkamızdaki sıralardan ıslıklar fışkırıyordu. Karanlığın, vaziyet icabı olduğunu kimseler takdir edemediğinden, pencerelere örtülen siyah perdelere itiraz ediyorlardı. O vakitler İstanbul’da elektrik yoktu. Abdülhamit’in vehmi elektriğin memlekete girmesine engel olmuştu.” Gösterimin ilk yarısında bir tren yolculuğu, verilen iki dakikalık aradan sonra ise bir boğa güreşi yer alır. Biletler 10 kuruş olduğu için Sponek salonunun iskemleleri dolmaz. Sponek aslında bir sinema salonu değil, birahanedir. Beyoğlu’nda bulunan [email protected] SUNAY AKIN Mahya Babaları!.. Avrupa Pasajı’nın karşısında o yıllarda büyük bir mezbaha vardı. 1870 yılının 5 Haziran günü Beyoğlu bir meşaleye dönüşünce bu yapı da yanar ve yerine yeni bir bina yapılır. Sponek Birahanesi bu binanın üst katındaydı. İstanbul’da ilk sinema binası ise yine Sigmund Weinberg tarafından 1908’deTepebaşı’nda açılır. İstanbul’un ilk sinemasının adı ‘Pathe’dir. Abdülhamit, iki Fransızın Şirketi Hayriye’nin 18 baca numaralı ‘Asayiş’ vapurunu kiralama isteğini geri çevirir. Fransızların amacı vapuru bir sinema salonuna dönüştürüp Boğaz martılarına beleş film seyrettirmekti. Böylelikle bir birinciliği kaybeden İstanbul kazanmış olduğu ikincilik madalyasıyla yetinir: Alexandre Promio, Haliç’te bir kayığa yerleştirdiği kamerasıyla sinema tarihinin ikinci kaydırmasına (travelling) imzasını atar. Işığın her türlü kullanımından rahatsız olan Abdülhamit, mahyacıları saraya çağırmakta ve kimin, hangi camiye nasıl bir mahya kuracağı konusunda bilgi edinmektedir. Uygun görülmeyen mahyalar sansüre uğrayıp ustaları azarlanmaktadır. İslamiyetin egemen olduğu kentler arasında İstanbul’a özgü olan mahya sanatının hangi tarihte başladığı kesin olarak bilinmez.. 16. yüzyılda ortaya çıkan ve iki minare arasına çekilen halata kandillerle yazı yazma sanatı anlamına gelen mahyacılığın babalarından Urfalı Abdullah Efendi’nin 1598’de öldüğü, elimizde konuyla ilgili en eski tarihlerden biridir. Önceleri kandil ve bayram gecelerinde kurulan mahyalar, 1721’den sonra ramazanın bütün günlerine yayılır. Tek minareli camiler de aydınlanmaktan geriye kalmaz. Örneğin, Davutpaşa Camisi’nin minaresi ile kubbesi arasına mahya kurulurdu. İstanbullular aydınlanmayı öylesine sevmişlerdi ki Eyüp Sultan Camisi’nin iki minaresi mahya için kısa kalırken birer şerefe daha uzatılır. Üsküdar İskele Meydanı’nda bulunan Mihrimah Sultan Camisi’ne de halkın mahya isteğinden dolayı ikinci bir minare yapılır. Zaman içerisinde Edirne, Bursa ve bir ramazanlık da olsa Koriya kentindeki camilerin minareleri arasına mahya kurulur. Mahyalarda ramazanın ilk on beş gününde yazılar göze çarparken sonraki günlerde resimler boy gösterir! Kuran’da resmi yasaklayan bir buyruk olmamasına karşın zamanla her türlü hareketli, canlı tasvir put yerine konulup günah sayılır. İstanbul, bu bağnazlığı iki minare arasına kandillerle resim yaparak kırar. Halkın mahyacılığı benimseyip desteklemesi, aydınlanma isteğinin en yürekli ve cüretkâr biçimde dışavurumudur. Minareler arasına kuş, çiçek, elma, köprü, saltanat kayığı, yelkenli gemi ve şadırvan resimleri kurardı mahya babaları!.. Günümüzde ‘kafeterya ve satış merkezi’ yapılmak istenilen Kız Kulesi’nin, kandillerle iki minare arasına çizilen resmi, mahyalar arasında en çok ilgi göreniydi. Yağmurlu ramazan gecelerinde camiye bakanlar kubbenin üstünde bir şemsiye resmi görürlerdi. Mahyacının biri, aydınlanma çorbasında benim de tuzum olsun diye düşünerek çorba kâsesinin resmini bile yapmıştır! Mahya babaları arasında 1826’da, hocası Latif’in elini öperek ve de duasını alarak Süleymaniye’nin minareleri arasında mahyacılığa başlayan Hezarfen Abdüllatif Efendi oldukça ünlenir. Gezdirme mahya konusunda bu muhteremin ustalığına hiç kimse erişemez. Abdüllatif Efendi, Süleymaniye Camisi’nin üç şerefeli minarelerinin arasına üç halat çeker. Ortadaki halata o yıllarda Haliç’te bulunan köprüyü ve Azaplar Camisi’ni resmeder. Üst halata ise kandillerle bir araba çizer. Köprünün altındaki halatta kayıklar ve balıklar vardır. Biz her ne kadar yazımızın başında İstanbul’a sinemanın ilk gelişini anlattıksa da işin aslı şudur: Abdüllatif Efendi’nin kurmuş olduğu mahyada köprünün üstündeki araba ve deniz kısmında yer alan balıklar ile kayıklar hareket halindedir. Sinema sözcüğünün kökeni Gerekçedeki ‘kinema’ dan gelir. Kinema, hareket demektir!.. KAK AR A K K R B R OL BA YR AM  pala piyasaları kıllandı...  hayatımı kazsam maden olur!..  biz seyirciler olarak artık önümüzdeki maçlara bakmayacağız!  iki paralık adamlar da değer kaybetmiştir!..  rembrandt ışıkları kapar mısın?..  matematiği zenginleştirelim!.. iki iki daha dört buçuk eder!..  rahmetli gözü lensli gitti...  baroş hemen şimdi! Baştarafı önceki sayfada...  açıkla susam açıkla!  endüstürüel futbolda iyi basan kazansın!  her insanın içinde çocuk vardır da, benim çocuğun içinde insan var!  en kötü hatalı sollama, kalpten kalbe giden yoldadır!  adalet sarayından tutuklu kaçırma...  12 eylül derbisi...  özel hakaret polisi...  çeyrek yumurtlayan tavuk...  evden çıkarken gözlerimi açık unuttum... 16 AĞUSTOS: Şike Operasyonunda Futbol Federasyonu’nun kararsızlık kararı vermesi, topu yargıya atması kanımca hiç iyi olmadı. Maazallah bu durum ErgenekonBalyoz gibi davalara da sıçrar diye korkuyorum. Ama neyse ki böyle bir endişeye gerek yok. Çünkü bu davalarla ilgili kararı Futbol Federasyonu vermiyor. İş neyse ki toptan yargının elinde. Ya o davalarda da TFF karar verecek olsaydı, daha suç bile oluşmamış diye kendini geri çekip, ortalığı gereksiz yere karıştırırdı. Bazı kalın kafalılar hâlâ anlamış değil ama, bu ülkede suçun oluşması için “muhalif” olmak yeterlidir kardeşiiiiiiim!.. 17 AĞUSTOS: Yücelerden yüce Başbakanımızın tam da “Bir ölürüz, bin diriliriz” demesinin ardından, terör örgütü gene Çukurca’da ölüm saçtı. Oysa Başbakanımız aslında bir ölürüz, bin diriliriz diye, bana kalırsa “En az 3 çocuk” hesabını kastediyordu. Yani siz istediğiniz kadar asker öldürün, biz en az 3 çocuk sistemiyle bir ölsek de bin diriliriz demek istemişti. Yoksa ben mi yanlış anladım?.. Değerler ötesi Başbakanımız, umarım beni mazur görür ama bence “En az 3 erkek çocuk” demeli artık. Böylesi daha direkt, daha garanti olur. 19 AĞUSTOS: Yüzde ellilere karışmış, iktidara ermiş Ak Parti 10. yaşına basmasını tv reklamlarıyla kutluyor. Bence laiklerin elinde oyuncak olan “10. Yıl Marşı” da onlardan alınarak sözleri değiştirilmeli ve 10. Yıl Marşı da “Ak Parti Marşı” olmalı… Sözler şöyle olabilir örneğin: “Çıktıııııııık ak bir alınlaaaaaa, 10 yılda Ak Parti iktidarındaaaaaaan, 10 yıldaaaa 15 milyon yeni yalakaaaaa yaratttııık her yaştaaan, Ak Türk’e durmaaak yaraşmaaaz, Türk Suriye’de, Türk Filistin’de, Somali’deeeee!..” 20 AĞUSTOS: Bir gürültüdür gidiyor, neymiş efendim Beyoğlu bitirilmiş… Beyoğlu da demiyorlar. Hristo gibi “Pera” diyorlar. Sokaklardaki masalar, sandalyeler kaldırıldıktan sonra, sokak müzisyenlerine gelen yasakla Asmalımescit ve İstiklal Caddesi sizlere ömür olmuş vs. vs… Farkında değiller ki, İstanbul artık “Kültür Başkenti” değil. Kültür Başkenti iken, Ak Parti büyük bir hoşgörü göstererek sokaklara taşmış masalarda içenleri, sokak müzisyenlerini sabırla idare etti. Ama artık ramazan sabrı bitmiştir! Kültür Başkenti unvanı biteli ise zaten çok oldu. Bu kadar zaman beklemeleri bile Ak Parti hoşgörüsünü gösterir. Ey şaşkın; sokakta içmek istiyorsan şurda 2013’teki yerel seçimlere dek Ege’de kalan birkaç yer var, bence bir an önce git orda içeceğini iç, 2013’ten sonra Ege de tamamen Ak’lanacak, Biat kardeşinden uyarması!!! C HAN DEM RC T B TAKManevi Bilim Dünyası’ndan 3 iyi 1 kötü haber Kamuoyu baskısı sonucunda, 'Nükleer' Rüzgâr Enerjisine geçilecektir. Hidrolog Dr. Hidayet Ç.; deniz dalgalarından Meksika Dalgası üretmeyi başardı. Buluşunun, balıkçıları galeyana getirip, balık üretiminin artacağını belirtti. Her zaman mutluluktan gülen halkımızın, bir tek soğan doğrarken ağlaması üzerine, Prof. Dr. Şaban K. ve ekibi, 'Güldüren soğan'ın üretimine başlamaları an meselesi. Ünlü Mikrobiyolog Dr. Mutlu Ö., mikroskobuyla terliksi hayvanların çiftleşmesini izlediği için, Etik Kurulu'na sevk edildi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle