19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 AĞUSTOS 2011 CUMARTES CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 15 ‘Sözünü Sakınmadan’ söyleşisinde Elif Şafak, intihal iddialarının belirli bir kaynaktan çıktığını vurguladı: ‘Kültürel elit adacıkları’ Eleştirmen Ömer Türkeş, pop kültürün her alanı etkilediğini söylerken, Semih Gümüş reklamda Şafak’ın okurla roman arasına girdiğini belirtti. Elif Şafak ise, yazara saldırıların kültürel bir elitten çıkıp basına yansıdığını ileri sürdü. MELTEM YILMAZ Eğer gerçekten okuyacaksanız... Tatilini yapıp işinin başına dönmüş beş kişiye sordum: “Tatilde ne okudun?” Hiçbiri tek kelime okumamış. Sadece biri gazetelere şöyle bir göz atmış, o kadar. Üstelik bunlar aydın kişiler. Gazetelerin kitap eklerini karıştırıp “Tatilde ne okuyalım?” yazılarını ciddi ciddi inceleyen “meraklılar”. Yine de soranlar var: “Haftaya tatile çıkıyorum. Ne okuyayım?” Belki bir mucize olur da okur diye şu sıralarda hep aynı kitabı öneriyorum. Memet Fuat’ın kısacık romanını. Memet Fuat’ın bende çok ayrı, çok özel bir yeri var. İnsan olarak da, sanatçı olarak da, düşünür olarak da, eleştirmen olarak da her zaman büyük saygı duydum ona. Bugün üçbeş satır, üçbeş dize yazabiliyorsam, bunda Memet Fuat’ın payı olduğunu hep söylemişimdir. Yalnız bana mı, adlarını sıralamaya kalksam koca bir liste oluşturacak nice yazarlara, çevirmenlere olağanüstü emeği geçmiştir onun. Bir yazısında belirttiği gibi, kendisinden çok başkalarını gözetmiştir Memet Fuat. Bu yüzden kendi yazarlığını bilerek, isteyerek gölgelemiştir. Yayıncılık, editörlük yaptığı dönemlerde uzun süre tek kitabıyla, “Düşünceye Saygı”sıyla yetinmek zorunda kaldık. Yaşamının son yıllarında, geçmişin öcünü alırcasına arka arkaya kitaplar yazdı, yayımladı Memet Fuat. Anılar, denemeler, eleştiriler, derlemeler... Ve romanlar. Geçmişin “Yaşadığımız”ı yeniden günışığına çıktı. “Seni Deliler Gibi”yi okuduk. Arkasından son romanı “Adlin” yayımlandı. Ölümünden sonra. Memet Fuat bize nesnel olmayı öğretmişti. Yargı verirken kişisel duygulardan arınmayı. Bunları yapmaya hep özen gösterdim. Ama söz konusu Memet Fuat’sa, ne yalan söyleyeyim, nesnel olamıyorum. İstesem de olamam zaten. “Adlin”i okurken de herhangi bir okur değildim. Kitapta anlatılanların bir bölümünü onun ağzından dinlemiş, bazı kişileri tanımış, olayların geçtiği yerleri görmüş biriydim. Bu yüzden bir roman gibi okuyamadım kitabı. “Adlin” bir “kısa roman” olarak sunuluyor gerçi, ama roman mı, öykü mü, anı mı, bilemiyorum. “Yaşadığımız”ı, “Gölgede Kalan Yıllar”ı tamamlayan bir yapıt. Ne olursa olsun, bence bir başyapıt. Herkesin okuması gereken bir başyapıt. “Adlin” kısacık bir anlatı. 86 küçük sayfa. Ama bir dönemi, bir çevreyi o kadar renkli, o kadar ayrıntılı yansıtıyor, çeşitli kesimlerden birçok kişiyi “tipler” olarak değil de, “yaşayan karakterler” olarak öylesine başarıyla canlandırıyor ki, şaşırmamak elde değil. Kitapta Memet Fuat’ın temel özellikleri hemen beliriyor: Su gibi akıp giden duru bir dil ve yalınlık. Özentisiz, ustalık gösterilerinden uzak bu dil Memet Fuat’ın bütün yapıtlarında görülüyor zaten. Yalınlık da. Yalınlık peşinde koşarken yavanlığın tuzağına düşen yazarlar için basbayağı bir “ders kitabı” “Adlin”. Memet Fuat’ın öteki “anlatı”larını, “Yaşadığımız”ı, “Seni Deliler Gibi”yi okumuş, sevmiştim. Ama en çok “Adlin”i sevdim. Onu hayran olduğum başka kısa anlatıların, sözgelimi Carlos Fuentes’in “Aura”sının yanına koydum. Bu arada, büyük bir üzüntüye kapıldığımı da belirteyim. Keşke “Yaşadığımız”dan sonra romana ağırlık verseymiş Memet Fuat. Biraz olsun bencillik etseymiş. Başkaları için harcadığı vaktinin yarısını kendine ayırsaymış. Kim bilir ne “Adlin”lerle zenginleşecektik. ‘B R AYRILIK’A 800 B N SEY RC Sabit Fikir ve İstanbul Modern’in işbirliği ile, her ay edebiyat alanından bir konuğun ağırlandığı “Sözünü Sakınmadan” etkinliği, bu kez rutini bozarak sürpriz bir yazarı okuyucuyla buluşturdu. Türkiye’nin önde gelen edebiyat eleştirmenleri Ömer Türkeş ve Semih Gümüş’ün önceki akşam İstanbul Modern’in bahçesindeki konuğu Elif Şafak’tı. Son çıkan ve çok tartışılan romanı “İskender”le başlayan söyleşide Elif Şafak, romanın araştırma ve gözlem sürecinde İngiltere’de kaldığını, yazma sürecinin ise 1 buçuk yıl sürdüğünü söyledi. Romanın ana karakteri olan İskender’i yazmanın zorlukları için, “Her ne kadar kadın yazar erkeği, erkek yazar kadını anlatamaz yargısına katılmasam da bir güçlük olduğu muhakkak” diyen Şafak, Türkeş’in ““Romanın, atmosferi veremediği” yolundaki eleştirisini şöyle yanıtladı: “Bana göre atmosferin ne kadar hissedildiği karakterlere bağlıdır.” Fransa’da Farhadi fırtınası Elif Şafak, edebiyat eleştirmenleri Ömer Türkeş ve Semih Gümüş’ün sorularını yanıtladı. bi dil anlamında benim hiçbir zaman tek bir dilim olmadı, hep yeni kelimeler arayışında oldum. İngilizce yazmak da bu arayışın bir parçası. Üstelik Türkçe yazmaya devam ediyorum. Çok kıymetli çevirmenlerle çalışıyorum ama onlardan sonra yeniden gözden geçiriyor, tekrardan yazıyorum” şeklinde yanıtlasa da farklı dilde yazmanın formu değiştirdiği yönündeki yargıya katıldığını ifade etti. ‘Yazdıklarım Türk Edebiyatı’ Söyleşide, geçen günlerde ortaya atılan, “Elif Şafak’ın Türk edebiyatı yazarı sayılıp sayılmayacağı” yönündeki tartışma da ele alındı. Yazar bu tartışmayı, “Geçen yüzyılın dar kalıplarının içinden konuşmaktan vazgeçmeliyiz. Yazdıklarım bence Türk Edebiyatı’dır” diye yanıtlayarak rahatsızlık duyduğu bir başka konuyu dile getirdi: “Batı’da bana ‘Müslüman coğrafyadan gelmiş kadın yazar’ diye bakılabiliyor. Bu doğrultuda yazmam bekleniyor. Bu anlamda yaftalanmayı sevmiyorum. Edebiyat böyle sınırlandırılmamalı. Diğer yandan Batı’da Türk edebiyatı ile algıların ise zenginleştiğini görmek de beni mutlu ediyor.” Yazar, “İskender” romanında ‘Tek bir dilim olmadı’ Her iki eleştirmenin de, yazarın ilk romanlarında kimlik konusunun ağırlıklı bir yer tuttuğu ancak bunun zamanla değiştiği, son romanda hikâyenin öne çıktığı yönündeki gözlemlerine Şafak’ın “Her kitap farklı çünkü ben değiştim. Diğer yandan her hikâye kendi üslubunu getiriyor” yanıtını vermesinin ardından, Türkeş söyleşiyi, yazarın “Bit Palas”a kadar yükselip zamanla düşüşe geçmesinde başka bir dilde yazmaya geçmenin rol oynadığı eleştirisiyle sürdürdü. Elif Şafak bu eleştiriyi, “Ede ikizlerin bulunması, göçmenlik konusu, pencere meselesi gibi benzerliklerle intihal iddiasında bulunmanın doğru olmadığını söyleyerek, “Türkiye’de edebiyat eleştirisinin yerine yazara saldırmak yaygın. Bu gibi saldırılar dar bir çevreden, kültürel bir elitten çıkıp, basına da oradan yansıyor. Ancak Türkiye’nin tamamı böyle değil” diye konuştu. Bunun üzerine Türkeş’in “Edebiyat eleştirisinin bu kadar magazinel olmasının nedeni pop kültürün her alanı etkilemesi. Biz edebiyata geldiğinde şaşırıyoruz. Ama biz de o kanalları kullanıyoruz. Bizi de bu şekilde içine çekmiyor mu” sorusuna Şafak şu şekilde yanıt verdi: “Bence bu durum popüler kültürden değil, kültürel elit içindeki adacıklardan çıkıyor. Bizdeki elitizm popüler kültürü de küçümsüyor. ‘Çok satıyorsa yozdur’ gibi. Bu, halkı küçümsemek. Tabii ki yazdıktan sonra fazla insanın okumasını isterim.” nin, yazarın asosyalliğini dengeleyen bir süreç olduğunu, bununla birlikte okura rehberlik eden bir tutumdan kaçındığını belirterek yanıtladı ve ekledi: “Kitabım çıktığı zaman, konuyu özellikle kitaba çekmek şartıyla ortalarda gözüküyorum. Özel yaşama ilişkin sorulardan olabildiğince uzak duruyorum. Sanıldığının aksine pek çok fotoğraf çekimi ve röportaj teklifini de reddediyorum. Diğer yandan Ankaraİstanbulİzmir üçgeninin dışına çıkabilmek, okur kazanmak önemli.” UĞUR HÜKÜM ‘ çimde bir monarşi varmış’ Yazar, sözlerini şöyle noktaladı: “Romanlarımın hiçbirinde kendimden yola çıkmadım. Kendimi anlatmayı sevmem. ‘Siyah Süt’ tek istisna. Orada da özel hayatımı anlatmadım. Kendi içimde yaşadığım yaratmak ne demek gibi soruların peşine düştüm. Benim içimde bir monarşi varmış, onu fark ettim. Ben ona ‘Sinik Entel Hanım’ diyorum. Bir de ‘Can Derviş Hanım’ olarak gördüğüm daha sufi bir tarafım var. Diğerlerini, diğer sesleri ise bastırdım. Benim için iç demokrasiye geçişin öyküsü aslında.” Romanla okur arasına girmek Gümüş, “Reklam kişisel bir tercih, karışılmaz ama yazdığınız romanla okur arasına giriyor olmuyor musunuz” sorusuyla tartışmayı devam ettirdi. Şafak bu soruyu, okurla temas etme ve tanıtım süreci PARİS İranlı yönetmen Asghar Farhadi’nin “Bir Ayrılık” adlı filmi, Fransa’da, bir İran filmi için görülmemiş bir başarıyla şimdiye dek 800 bin seyirci çekti. Bu yıl şubat ayında Berlin Film Festivali’nde yönetmen ve başrol oyuncularına “Altın Ayı” ödülü kazandıran “Bir Ayrılık” filmi Fransız sinemaseveri yaz aylarında dahi karanlık salonlara çekmeyi başardı. Yaklaşık 12 haftadır gösterimde olan film, başlangıçta 105 sinema salonunda gösterilirken yoğun ilgi üzerine filmi gösteren salon sayısı 250’ye çıkarıldı. Bir boşanma öyküsü anlatan film, yaklaşık 270 sinema salonu olan İran’da da 3 milyon seyirciyle inanılması zor bir hasılata ulaştı. Daha önce Abbas Kiarostami, Cafer Panahi veya Mohsen Malkmalbaf gibi tanınmış İranlı yönetmenlerin filmleri yaklaşık 150 bin seyirciye ulaşırken Farhadi’nin son filmi beklenmedik bir düzeye vardı. “Benim sinemam demokratiktir” diyen Farhadi’nin “Bir Ayrılık” filmi bu yılki Yabancı Film Oscarı’nın da adayları arasında. Toplam 5 uzun metrajlı film çeviren yönetmenin “Bir Ayrılık”tan önceki iki filmi “Ateş Bayramı” (2007 ) ve “Elly Hakkında” (2009) da Fransa’da yeniden gösterime girdi. 70 ülkede gösterilmekte olan film sonbaharda ABD’de gösterilecek. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle