26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 AĞUSTOS 2011 CUMARTES CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 15 64. Locarno Film Festivali bu gece Piazza Grande’deki ödül töreniyle son buluyor Yaratıcı ‘Leopar’ların gecesi Bu kez 20 aday filmin genel düzeyi önceki yıllara oranla daha yüksekti. Yenilikçi ve içtenlikli filmler birbirini izledi. Binlerce kişi, genç yönetmen Mouret’nin ‘Sevmek Sanatı’ adlı son filmini yağmur altında alkışladı. MEHMET BASUTÇU Sanatçı Denilince… Çocukluğumuzda, ilk gençliğimizde, 1940’lı, 50’li yıllarda Safiye Ayla bir “şarkıcı”ydı. Müzeyyen Senar, Hamiyet Yüceses de şarkıcılardı. “Şarkıcı”, bir küçümseme sözü değildi. O kişinin yaptığı işi belirtiyordu. Şairler, yazarlar bile anılırken “sanatçı” pek kullanılmazdı. Şair Yahya Kemal, muharrir Reşat Nuri denilirdi genellikle. “Sanatçı” ya da o yıllarda kullanılan biçimiyle “sanatkâr”, beraberinde bir “nitelik”i de getiriyordu. Söz gelimi, Yakup Kadri sanatkârdı; Muazzez Tahsin ise “muharrir”likten öteye gidememişti. Cumhuriyet Bayramı törenlerinde, bakırcılar, dülgerler, köşkerler, dokumacılar geçit yaparken “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir” yazısını da taşırlardı. “Sanat”la “zanaat”in karıştırıldığını konuşurduk gülerek. Yine de, bakırcılar çarşısında düz bakırı tıktıktık döverek ona olağanüstü güzel biçimler veren bir usta için “sanatkâr adam” sözünü kullanmaktan da kaçınmazdık. Dediğim gibi, “sanat”, üstün niteliği belirtiyordu. Bana kalırsa, sanatçı sözü üstün nitelikten çok yaratıcılıkla ilgili. Bir yapıt yaratıp ortaya koyuyorsanız, sanatçısınız. Kimine göre iyi, kimine göre kötü sanatçı olabilirsiniz. Ama sanatçısınız. Ama şimdi herkes sanatçı. Şarkıcısından mankenine kadar. Şarkıcı dedim... Müzikten örnek vereyim. Bir şarkı besteliyorsanız sanatçısınız bence. O besteye söz yazıyorsanız da sanatçısınız. Ama o şarkıyı yorumluyorsanız şarkıcısınız. Sadettin Kaynak sanatçıydı. Onun yapıtını seslendiren Bülent Ersoy ise şarkıcı. Münir Nurettin Selçuk “Dönülmez Akşamın Ufkundayız”ı bestelerken sanatçıydı. O şarkıyı söylerken ise şarkıcı. Günümüzde birbiri peşi sıra üretilen, üç ayda unutulup giden sıradan pop şarkıların bestecileri? Onlar da sanatçı. Kötü sanatçı, ama sanatçı. Bu, belki “sanat” sözünün “ulvi”liğini ortadan kaldırıyor. Ama gerçek bu. Aslında “sanat”ı “ulvi”likten çok, “sorumluluk”la bağdaştırıyorum ben. Sanat dallarında her yaratıcının “sanatçı” sayılmasını da pek içime sindiremiyorum. Söz gelimi, Yaşar Kemal gibi has bir sanatçının, uyduruk “bestseller”ler karalayan, anlattığının değil, kullandığı dilin bile sorumluluğunu önemsemeyen herhangi bir gençle aynı sıfatı taşımasını benimseyemiyorum. Ama söyledim ya, gerçek böyle. İçimi rahatlatan, Yaşar Kemal’in yüzyıl sonra bile okunacağı, geleceğe pırıltılar saçacağı, “herhangi bir genç”in ise kısa sürede unutulup gitmişler arasında yerini alacağı... Müzikte öyle değil mi? Bach’ın döneminde kimbilir kaç besteci ortalığı kasıp kavuruyordu... Hangisi kaldı günümüze? Türkiye’de “sanatçı” denilince akla ilk gelen “şarkıcı” oluyor ya, sözü bir şarkıcıya, Woody Guthrie’ye verip aradan çekileyim: “Sana artık bir işe yaramadığını anlatan şarkılardan tiksiniyorum. Dünyaya ‘yitirmek’ için geldiğini söyleyen şarkılardan tiksiniyorum. Yitirmek. İşe yaramamak. Beş para etmemek. Neden? Çok yaşlısın, çok gençsin, çok şişmansın, çok zayıfsın, çok çirkinsin, ondan. Seni yıkan, seninle dalga geçen şarkılar... Son soluğuma, kanımın son damlasına kadar bu tür şarkılarla savaşacağım... Bu dünyanın senin dünyan olduğunu, seni yerden yere vursalar bile ayakta kalabileceğini kanıtlayan şarkılar söyleyeceğim. Kendinle, işinle onur duymanı sağlayan şarkılar. Senin gibi insanları anlatan şarkılar.” geleceğe kara gözlükler ardından bakan gerçekçi filmlerin yarattığı karamsarlıktan kurtulmanın yolu, mutlu sonla noktalanan eski Amerikan filmlerini izlemekti. Festivalin yaz sinemateği nitelikli toplu gösterisi bu yıl Vincente Minnelli’ye (1903 1986) ayrılmıştı: Ustanın programlanan 33 filmi, zaman ötesi keyifli 33 uzay yolculuğu niteliğindeydi. LOCARNO Festival yöneticileri, örneğin 30 yıl sonra yayımlanmak koşuluyla, şeffaf bir günce tutarak yarışmalı bölüm listelerini ve jüri üyelerini nasıl oluşturduklarını açıkça dile getirseler, ne iyi olurdu… Locarno Festivali’nin başında ikinci yılını yaşayan Olivier Père, bu kez biçimleriyle zor, içerikleriyle de kışkırtıcı olabilecek filmleri ya bulamamış ya da yeni dengeler adına programa almamış belki ama, ana jürinin başına, Manoel de Oliveira, Joao César Monteiro, Raùl Ruiz, Alain Tanner, André Téchiné gibi yaratıcı yönetmenlerin yapıtns larının da aralarınBest Intentio da bulunduğu toplam 250 filmin yamaları nedeniyle Leopar ödülleripımcısı Paulo Branco’yu getirni geleceğin anahtarları olarak da mesi, sonuçlarda sanat sinemasına ağırlık verileceğinin göstergesi sa nitelemek mümkün. Yıldızı burada parlayan genç yönetmenlerin lisyılabilir. Farklı türlerdeki filmleri değer tesi uzun. Fatih Akın’la Locarlendirmeye çalışmanın anlamsızlığı no’da, ilk filmi “Kısa ve Acısız” ortada; ancak gereksizliğini kimse (1998) Gümüş Leopar aldığında taileri süremiyor. Genç yönetmenle nıştığımızı anımsamak yeterli. rin yarışmada önemli bir yer tutDaha önce, Yılmaz Güney / Ünlü konuklar... Ayrıca, her gece Piazza Grande’de sinemaseverleri selamlayan ünlü konuklar ve yeni filmler vardı. Geçen cuma gecesi Onur Leopar’ını alan Abel Ferrara, yağmur altında, elinde gitarıyla birkaç şarkı bile söyledi. Ertesi gece, Harrison Ford daha şanslıydı; yağmur son anda dinmiş, Jon Favreau imzalı son filmi “Cowboys & Aliens”, 8 binden fazla seyirci tarafından izlenmişti. Pazar gecesi, kapalı salona sığınmak zorunda kalan Isabelle Huppert “Mükemmeliyet Leopar”ı almasından sonra, ince yağmurluklarıyla birbirlerine benzeyen binlerce kişi, Piazza Grande’de, genç Fransız yönetmen Emmanuel Mouret’nin “Sevmek Sanatı” adlı son filmini alkışladılar... Ertesi gece, Gérard Depardieu, Maurice Pialat ile birlikte çektiği filmlerden oluşan program için Piazza’da boy gösterdi... Festivalin diğer ünlü konuklarının listesi hayli kabarıktı: Claudia Cardinale, Leslie Caron, Ingrid Caven, Daniel Craig, Gérard Depardieu, Bruno Ganz, Adoor Gopalakrishnan, Claude Goretta, Kati Outinen, Pierre Richard... Terri Zeki Ökten imzalı “Sürü”nün (1978) Türk sinemasına ilk Altın Leopar’ını kazandırdığını da unutmamalıyız… Bu yaz 20 aday filmin genel düzeyi önceki yıllara oranla daha yüksekti; başarılı, anlamlı, yenilikçi ve içtenlikli filmler birbirini izledi. Bu gece, yağmur altında bile perdesi kapanmayan Piazza Grande’de verilecek ödüllerin olası adayları arasında, Shinji Aoyama (Tokyo Koen), Azazel Jacobs (Terri), Fernand Melgar (Özel Uçak), Rabah AmeurZaïmeche (Les Chants de Mandrin) ve Adrian Sitaru (Best Intentions) sayılabilir. Locarno’da acı gerçekleri çarpıtmadan işleyen belgesellerin ve Umut Ölümünün 12. yılında Datça’da anıldı Can Baba’ya sevgi seli MEHMET EM N BERBER Kültür Bakanlığı, 11 filmini yenileyip DVD’sini hazırladı Yılmaz Güney barışı Kültür Servisi Kültür ve Turizm Bakanlığı, Yılmaz Güney Vakfı işbirliğiyle, Yılmaz Güney’in 11 filmini yenileyip DVD’sini hazırladı. DVD’ler Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve TBMM’nin yabancı konuklarına hediye edilecek. DVD’ler dünden itibaren Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve TBMM’ye gönderildi. Bu çalışmada, Güney’in senaryosunu yazıp yönettiği “Arkadaş”, “Umut”, “Aç Kurtlar”, “Duvar”, “Seyyithan”, “Ağıt” ve “Zavallılar” ile senaryosunu yazdığı “Yol”, “Düşman”, “Sürü” ve “Endişe” DVD’ye aktarıldı. Çalışmayla, bakanlık arşivinde bulunmayan 11 Güney filmi, bakanlık kayıtlarına girdi. Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürü Abdurrahman Çelik, bu çalışmanın, bir anlamda, devletle Yılmaz Güney’i barıştırma adımı olduğunu belirtti. DATÇA Ünlü şairimiz Can Yücel, aramızdan 12 yıl önce ayrıldığı 12 Ağustos’ta, yoğun ziyaretçi akınının yaşandığı “Canevi”nde, “Cantaşı” ve Orhan’ın Kahvesi’nde, bir şölen havasında anıldı. 3. Datça Edebiyat Günleri’nin ilk günü etkinlikleri Can Baba’ya ayrılmıştı. Bu nedenle yurdun dört bir yanından gelen Yücel dostları, Canevi’nde izdihama neden olurken, yılda sadece 12 Ağustos günü açılan Canevi’nde de şairin kendi sesinden şiirleri dinlendi. Katılımcılar defterlerine duygu ve düşüncelerini yazdı, bol bol anı fotoğrafı çektirdiler. Yücel ailesi adına ziyaretçileri karşılayan torunu N. Defne Gier, duygularını şöyle anlattı: “Her yıl 12 Ağustos’ta Can Dedemi anmaya geliyorum. Her gelişimde bugünün ne kadar anlamlı olduğunu anlıyorum. Her sene Canevi’ni gezmeye gelen ziyaretçi sayısı artıyor ve bu bizi çok mutlu ediyor. Ziyaret edenler duyduğum söz, ‘Böyle bir dedeye sahip olduğun için ne kadar şanslısın’ oluyor. İnsanların beni unutmayışı ve onu yakından tanımak istemesi, bir torun olarak gurur vesilesi.” Daha sonra Orhan’ın Kahvesi’nde toplanan Canseverler, burada Murat Şahin’in yönettiği “Akdeniz Yaraşıyor Sana” konu başlığı ile sunulan paneli izlediler. Panele konuşmacı olarak Şadan Gökovalı, Aydın Ilgaz ve Özkan Mert katıldı. Ardından, yine aynı kahvede, bu kez Ahmet Tuncay Karaçorlu’nun yönettiği “Bir Şair, Bir Can, Bir Vasiyet; Tohumculuk” konulu panel gerçekleşti. Panele konuşmacı olarak, Güzel Yücel, Tunç Soyer, Selimine Karaosmanoğlu ve Prof. Dr. Tayfun Özkaya katıldı. Can Baba akşam saatlerinde de Cantaşı olarak bilinen mezarı başında anıldı. Can Baba’nın eşi Güler Yücel’in rahatsızlığı nedeniyle katılamadığı anma gününde aileden kızları Güzel Gier, Su Yücel ve torunu Defne Gier hazır bulundu. Cantaşı’ndaki etkinlikte Can Baba çeşitli yönleri ile anlatıldı ve Can Baba’dan şiirler okundu, anılar tazelendi. İlk gün etkinlikleri amfi tiyatroda düzenlenen müzik, şiir dinletisi ve belgesel gösterimi ile sona erdi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle