18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 2 TEMMUZ 2011 CUMARTES [email protected] 14 KÜLTÜR Tüm festivallerin anası ZÜLAL KALKANDELEN Londra yakınlarındaki Glastonbury Festivali’ne bu yıl 177 bin kişi katıldı GLASTONBURY Her müzikseverin rüyası Glastonbury Festivali’ne gitmek bu yıl bana da nasip oldu. Bu yıl 41. yılını kutlayan festival hakkında sayfalarca anlatılacak izlenim edindim; ama bu yazıda genel bir değerlendirme yapacağım. Bütün diğer festivallerin anası diye görülen festival, Londra’ya otobüsle dört saat uzaklıkta, Somerset bölgesindeki Glastonbury kasabasında yer alan Worthy Farm’da yapılıyor. Yılın geri kalanında üzerinde ineklerin otladığı bir süt ürünleri çiftliği burası! Festival döneminde inekler çekiliyor, insanlar çadır ve karavanlarda kalarak gerçek dünyadan üç günlüğüne uzaklaşıyor. Aslında “gerçek dünyadan uzaklaşma” konusu biraz tartışmalı. Festivalin ilk yıllarında ve özellikle Thatcher döneminde yansıttığı politik karakteri düşünürsek, bu ifade çok doğru olmayabilir. Hippi hedonizminin tüm karakteristiklerine sahip olsa da, gerçek dünyanın sorunlarına karşı tavır almaktan uzak durmayan bir festival Glastonbury. Ancak giderek bu yönünün zayıfladığı görülüyor. Worthy Farm’da kaldığım dört günde festivalin bu açıdan yetersiz kaldığına tanık oldum. Greenpeace, Oxfam, WaterAid gibi sivil toplum kuruluşları aracılığıyla nükleer silahların engellenmesi, herkesin temiz su edinme hakkına sahip olması, çevrecilik gibi konularda kampanyalar tanıtılıyor ama öne çıktıklarını söylemek zor. Bu yıl en etkili olması beklenen protesto, vergi ödememek için ticari faaliyetlerini İrlanda’dan Hollanda’ya aktaran U2’ya karşı planlanmıştı. Grubun konseri sırasında Art Uncut adlı kuruluşa mensup 30 kadar kişi, “U Pay Your Tax 2” yazılı bir pankart açmak istediyse de, bu küçük çaplı eylem bile şiddetli müdahaleyle engellendi; güvenlik elemanları 23 yaşında bir aktivistin parmağını kırma pahasına o pankartı indirtti... Festivali düzenleyen Michael Eavis, Glastonbury için “‘S’si küçük sosyalizm, ‘p’si küçük politika” tanımlamasını yapıyor; “Sadece konuşmaktan çok, yolumuzda ‘Bodrum Bombalanacak!’ Bodrum’a her gidişimde 1974 Temmuz’unu hatırlıyorum. Kıbrıs’a çıkarma yapıldığında oradaydım. Bodrum, “ufak sahil kasabası”ydı hâlâ; “patlama”nın ipuçları yeni yeni beliriyordu. İncik boncuk satan birkaç dükkân, pansiyona çevrilmeye başlanan evler, Karadeveci’yle gelen turistler. Kıbrıs çıkarması pek bir şey değiştirmedi. Tek eğlencemizden, yazlık sinemalardan yoksun kaldık. Geceleri karartma vardı çünkü. Karşıda İstanköy ışıl ışıl. Sirtaki sesi bizim kıyılara vuruyor, biz ise karanlıkla boğuşuyoruz. Gündüzleri balıkçılarla, Hataylı’yla, Allah’a yan bakan Yaşar’la Azmakbaşı’nda oturup siyahbeyaz televizyonda Ecevit’i dinliyoruz. Akşamları perdeleri çekip mum ışığında kâğıt oynuyoruz. Bir gece sabaha karşı dörtte yataklarımızdan fırladık. Sokaklarda bir koşuşturmadır gidiyor. Biri, zangır zangır titreyen sesiyle hoparlörlerden bağırıyor: “Bodrumlular, sayın Bodrumlu misafirler... Yani Bodrum’a gelen misafirler... Herkes dağlara!.. Sayın Bodrumlular ve misafir turistler... Dağlara çıkmanız gerekmektedir... Saat yedide Bodrum’un bombalanacağı haberi alınmıştır!” Hoppala! “Saat yedide sizi bombalayacağız” diye haber mi göndermişler? Bodrum’u niye bombalasınlar? Dağlara niye kaçalım? İstanköy’den uçakların kalktığını görür görmez Artemis’in önünden dalarız denize, olur biter! Çıktım sokağa. Bodrum’da değilim de, bir Amerikan “felaket filmi”nin göbeğindeyim sanki. Kaçan kaçana! Arabası olan, direksiyona geçmiş, gazlıyor! Arabası olmayan otobüs garajına koşuyor. O hengâmede Bodrumlu bir genç kız, eniştesinin ayaklarına kapanmış, gözyaşları içinde bağırıyor: “Enişte! Enişte! Yalvarıyorum! Beni sen vur! Rumlara bırakma!” Gözen Sineması’nın bekçisi, palabıyıklı bir ihtiyar, artık nereden eline geçirdiyse, koca bir kılıç bulmuş, havada sallayarak, “Gidin siz!” diye kükrüyor. “Gözünüz arkada kalmasın! Bodrum’u ben korurum!” Hoparlörlerdeki ses sürüyor: “Dikkat! Dikkat! Saat yedide Bodrum bombalanacağından...” Saat yedi oldu. Sekiz, dokuz, on... İstanköy’den uçaklar kalkmadı. Bodrum bombalanmadı. Ama boşaldı. Öğle olduğunda “yabancı”lardan sadece Sadun Aren kalmıştı kasabada. Yerlilerden bazıları bile ortalarda yoktu. Herkes Bodrum’un ileri gelenlerinden birini anlatıyordu. Adam, “Bodrum bombalanacak” sözünü duyar duymaz, karısını, çocuklarını bırakmış, motosikletine atlayıp kaçmıştı. Ama Mazı yakınlarında bir ağaca toslayıp yaralanmıştı. “Yahu,” diyordu Hataylı, “herif şimdi şu cemaate hangi suratla bakacak?” O yıl tenha bir ağustos geçirdi Bodrum. Ama ertesi yıl bunun acısını çıkaracaktı. Başka kentlerden gelenlerin getirdiği “eski köye yeni âdet”lerle rengini yitirmeye başlayacaktı. O renkten sadece evlerin beyazlığı kalacaktı galiba. Bodrum’u bilmek, Bodrum’u tanımak bir ayrıcalık olmuştu. Günün birinde Pamili’yle sokakta yürürken bir dükkânın önünde birikmiş üçbeş kişi gördük. Yerli turistler. Dükkânın sahibi bir kadın, onlara söylev çekiyordu: “Efendim, Bodrum hep böyledir. Bu mevsimde mutlaka iki gün yağmur yağar. Bulutlar Karaada’nın üstünde belirirse...” Bodrum balıkçısının hası sanki. “Kim bu kadın?” dedim. Pamili güldü. “Bırak yahu. Geçen ay geldi Bodrum’a. Bu dükkânı da dün açtı. Üç güne kalmaz, ‘Çökertme’den çıktım da yola’yı söylemeye başlar, anadan doğma Bodrumlu oldum sanır.” Anadan doğma Bodrumlu olduğunu sananların sayısı hızla arttı. Kasabanın eski tadının kalmadığını düşünüyorduk artık. İstanbul’da, “Artık oraya gidilmez” diyor, ertesi gün otobüse atlayıp Bodrum’un yolunu tutuyorduk. ALBÜM SATIŞLARINI ETK L YOR Dünyanın en büyük müzik ve performans festivali Glastonbury, müzisyenler açısından hayati öneme sahip. Çünkü buradaki performansı beğenilen grubun albüm satışları önemli ölçüde artıyor. Festivalin yapıldığı arazinin sahibi organizatör Michael Eavis’in kendisi de o bölgede yerel bir çiftçi. Festival sonunda ortaya çıkan 1650 ton çöpün yüzde 55’i 1300 gönüllü tarafından toplanarak geri dönüştürülüyor. 1970’te ilk yapıldığında sadece 1500 kişinin katıldığı festivale gidebilmek için bilet almak işin en zor kısmı. Bu yıl 177 bin kişinin katıldığı festivalin biletleri internette satışa çıktığında birkaç saat içinde tükeniyor. Festival alanında en büyük sorun, hijyen açısından sorun yaratan portatif tuvaletlerdi. Ancak katılan insan sayısının fazlalığını düşünecek olursak, her şeye karşın iyi düzenlenmiş bir festival Glastonbury. Festival alanında her türlü yiyeceği normal fiyatlarda bulmak ve bütün ihtiyaçları karşılamak olanaklı. ilerliyoruz” diyor. Ama bence Glastonbury’nin kökenine bakacak olursak, festivalin bir dönem sahip olduğu radikal kökten uzaklaştığı ortada. Konuşmak isteyenin konuşamadığı yerde ilerleme olmaz... Gelelim işin müzik kısmına... İlk iki gün yağmur altında balçık deryasına dönen alanda çadır içinde yaşamak oldukça zordu. Ama bütün zorluklar bir yana, 50’den fazla sahnede 2000’i aşkın sayıda performans izleme olanağı da vardı. Ana sahne Pyramid’de çıkan U2, Coldplay ve Beyonce büyük ilgi görmesine karşın, benim açımdan asıl ilginç olan, Radiohead ve Pulp’ın sürpriz konserleri oldu. Radiohead her zamanki gibi etkileyiciydi; ama Pulp, gördüklerim arasında festivalin en iyi performansını sundu ve muhteşem bir geri dö nüş yaptı. Medyanın Beyonce, U2 ve Coldplay’in şovlarına odaklanmasına şaşmamak lazım. Morrissey’in dediği gibi, her birinin Afrika’yı aydınlatmaya yetecek kadar ışık ve deprem yaratabilecek kadar güçlü ses sistemleri var. Yüz bini aşkın insan, dev sahnenin önünde o sistemlerin etkisi altında kalınca ortaya maçlardaki gibi bir görüntü çıkıyor. Her fişek atılıp patlayınca komedi dizilerindeki gülme efekti gibi, birileri sanki çığlık atmanız gerektiğini hatırlatıyor. Oysa Radiohead, Morrissey, Pulp, John Grant, The Walkmen, TV on the Radio, BB King, Yuck gibi isimlerin sunduğu tek şey şarkılar. Ben de, o yalın performanslarda şarkılardan dinleyiciye geçen duygunun peşindeyim. Sonuçta Pulp’ın vokalisti Jarvis Cocker’ın dediği doğru; Glastonbury her şeyin ötesinde “birlik duygusu” ile ilgili. Bu tarifsiz duyguyu hissetmek için çamura da batılır, çadırda da kalınır! ww.zulalkalkandelen.com Thom YORKE HOMEROS OKUMA ETK NL Ğ Günbatımında Odysseia destanı Kültür Servisi Bozcaada Derneği tarafından düzenlenen Ozanın Günü ve Homeros Okuması etkinliği bugün Bozcaada’da başlıyor. Etkinlikte Homeros’un İlyada destanının geçtiği Troya kentinin tam karşısında şafak vakti gerçekleştirilen Homeros okuması bu yıl, günbatımında Bozcaada’nın batıya bakan sırtlarında yapılacak ve ozanın Odysseia adlı destanından bölümler çeşitli dillerde okunacak. Yılın ozanı olarak şenliğe çağırılan, Behçet Necatigil Ödülü sahibi Hakan Savlı şiirlerini Mitos sahilinde yakılan şiir ateşinde okuyacak. Hakan Savlı’yı şair Cevat Çapan tanıtacak. Mutlu Torun’un ud konseri bugün saat 16.00’da Talay Şarap Fabrikası’nın mahzeninde gerçekleşecek. Yarın ise “Homeros’tan bize ne?” konulu sohbet toplantısında Troya kazılarını yönetenlerden Rüstem Aslan “Homeros’un Çiçekleri”, arkeologyayıncı Nezih Başgelen ise “Homeros’un Irmakları” konusunda bir sunum yapacak. Kimseye ‘La Joconde’ yok UĞUR HÜKÜM PARİS Louvre Müzesi yönetimi, müze koleksiyonunun en değerli eseri “La Joconde”u (Mona Lisa) artık kimseye ödünç vermeyeceğini açıkladı. Her yıl 120180 arası eseri çeşitli kurumlara ödünç veren müze Leonardo da Vinci’nin (14521519) ünlü tablosu “La Joconde”un son derece kırılgan ve hassas olduğunu duyurdu. Son zamanlarda tabloyu Floransa’da sergilemek isteyen bir İtalyan müzesi izin için uluslararası bir kampanyaya girişmişti. Kamuoyundan Fransa’yı bencillikle eleştiren, hatta suçlayan sesler yükselmişti. 1911’de çalınan efsanevi resim 2 yıl sonra Floransa’da bulunmuştu. Fransa’nın bu nedenle İtalyanlara kin güttüğü yine basına yansıyan görüşler arasında. Söz konusu eleştirileri yanıtlayan Louvre Müzesi Resim Koleksiyonu Bölümü Sorumlusu Vincent Pomarède pazartesi günü düzenlediği toplantıda, “La Joconde”un hassas durumunu şu sözlerle özetledi: “Çok ince bir kavaktan tahta bir pano üstüne boyanmış tablo eğilmiş ve arkasından gözle görülür biçimde bir çatlak oluşmuştur. Bu tespit tüm Fransız ve yabancı uzman meslektaşlarımın yakından bildiği bir gerçektir. Tabloyu yıllık bakımı için dahi laboratuvar götürmüyor, yerinde denetliyor, inceliyoruz. Özel izotremik çerçevesinin dışında geçen iki saatte bile çatlağın genişlediği görülüyor. Tabloyu bu haliyle artık hiç kimseye ödünç vermemiz söz konusu olamaz. Ayrıca tablonun Floransa’da sergilenmesi doğrultusunda hiçbir resmi girişimde bulunulmadı.” Tablonun Floransa’da sergilenmesi etrafında internet aracılığıyla medyatik bir seferberlik yürüten kişiyse, “Ulusal Komite” isimli bir derneğin başkanı olan Silvano Vincenti eski bir televizyon sunucusu. Kendi kendini birkaç yıldır dedektif ve sanat tarihçisi ilan eden Vincenti sözüm ona ulusal kültür varlıklarının yeniden değerlendirilmesi için mücadele veriyormuş. La Joconde tablosuyla Da Vinci’nin hayatı arasında esrarengiz birtakım bağlantılar olduğunu ileri süren medyatik eski televizyoncunun bir dizi girişimi çok sayıda İtalyan uzman tarafından bile “safsata” olarak nitelendiriliyor. Altın Koza ve Altın Portakal’dan özel ödüller Kültür Servisi Adana Altın Koza ve Antalya Altın Portakal film festivalleri özel ödülleri açıklandı. Bu yıl 17 – 25 Eylül tarihlerinde 18.’si düzenlenen Uluslararası Altın Koza Film Festivali “Yaşam Boyu Onur Ödülleri”, Ali Özgentürk, Kadir İnanır ve Nebahat Çehre’ye verilecek. Festivalde Özgentürk, İnanır ve Çehre’nin filmlerinden oluşan seçkiler izleyiciyle buluşak ve sinema yazarı Burçak Evren bu üç sanatçıyla ilgili kitap kaleme alacak. Adana Büyükşehir Belediyesi 18. Uluslararası Altın Koza Film Festivali “Yaşam Boyu Onur Ödülleri” , 17 Eylül Cumartesi günü yapılacak açılış töreninde sahiplerini bulacak. Ayrıca 814 Ekim tarihleri arasında düzenlenecek 48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde bu yıl 13’üncüsü verilecek olan “Yıldırım Önal Anı Ödülü”ne “Godzilla” lakablı Set Amiri Selahattin Geçgel değer görüldü. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali 2006’da, Türk Sinemasında kamera arkasında çalışan, başarılı işlere imza atmış kişilere SİNESEN işbirliği ile “SiNebahat nema Emek Ödülü” verme Çehre Kadir nanır kararı almıştı. Anımsanacağı üzere 1973 Suna Selen, 5’incisi verilecek yılında “Dinmeyen Sızı” filolan “Emek Ödülü”ne ise mindeki rolüyle ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’ seçilerek Altın Portakal Ödülü’nü alan sinema ve tiyatro sanatçısı Yıldırım Önal, yaşamının son yıllarında girdiği ekonomik sıkıntı nedeniyle, ödülünü bir rehinciye bırakmak zorunda kalmış; onu geri alamamıştı. Yıllar sonra rehincinin oğlu tarafından Antalya Kültür Sanat Vakfı’na teslim edilen ödül, 1999 yılından bu yana Yıldırım Önal Anı Ödülü olarak her yıl bir oyuncuya emanet ediliyor. Bu ayın hediyesi ‘Gök Atlası’ Kültür Servisi TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi, temmuz sayısında okurlarına “Gök Atlası” hediye ediyor. Piyasada bulunması zor olan “Gök Atlası” ile gökyüzündeki, yıldız, takımyıldız, bulutsular, yıldız kümeleri ve gökadalarını (galaksileri) tanımak mümkün. “Gök Atlası” sayesinde gökcisimlerinin doğuşbatış saatleri ve gökcisimlerinin koordinatları da kolayca hesaplanabiliyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle