28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 11 TEMMUZ 2011 PAZARTES 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER GÖRÜŞ ATANER YILDIRIM EğitimciYazar Yeni Bir İşçi Konfederasyonu mu? Türk sendikacılığındaki gelişmeler uluslararası kurumların da merceği altındadır. Türk ş kesinlikle tutumu ve sendikacılık yasalarında, sendikal yasalarda Türkİş’e üye on sendikanın başanlayışını değiştirmek zorundadır. Eyyamcı sendikacılık anlayışı Türk işçi hareketini bir kez daha yol ayrımına getirebilir. ILO’nun öngördüğü değişiklikleri lattığı yeni bir sendikal hareket eyleYrd. Doç. Dr. Engin ÜNSAL Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi 821 sayılı Sendikalar Yasası’nın 2. maddesinin son fıkrası, konfederasyonu değişik işkollarında en az beş sendikanın bir araya gelmesi suretiyle meydana getirdikleri, tüzelkişiliğe sahip üst kuruluş olarak tanımlamaktadır. Ülkemizde 28 işkoluna kurulu 504 bin aidat ödeyen işçiyi temsil eden 90 işçi sendikası ve bunların üst kuruluşu olarak üç tane işçi konfederasyonu bulunmaktadır. Bu konfederasyonların içinde, 1952’de kurulmuş olan Türkİş en eski ve en çok üyeyi temsil eden işçi konfederasyonudur. Yanlış bir sendikacılık anlayışı üzerine bina edilmiş olan Türkİş, en güçlü dönemini 196070’li yıllarda Seyfi Demirsoy’un başkanlığı ve Halil Tunç’un genel sekreterliği döneminde yaşamış ama uyguladığı politikalarda değişim öngörmediğinden önce 1967’de ve keyfi tutumunun hedefindedir. İş malıdır. Hukuksuz Demokrasi “Yaşamda en gerekli şey adalettir” der Plotinus. Hukuk olmadan da adaleti gerçekleştirmenin olanağı yoktur. “Biz devletimizi toplumun her kesimine mutluluk sağlasın diye kuruyoruz. Yoksa bir sınıf ötekinden daha mutlu olsun diye değil. (Platon)” Devletin birinci görevi adaleti gerçekleştirmektir, ayaklar altına almak değil... Zira, adalet en yüksek erdemdir. Hukuk devleti, hukukun üstünlüğü ve evrensel hukuk, adalet kavramından doğmuştur. Hukuk nedir? Hukuk, toplum yaşamını düzenlemek için, uygulanması devlet tarafından yaptırıma bağlanmış kurallardır. Türkçe sözlüğe göre hukuk, toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünüdür. Adaletsiz hukuk olmaz. Hukuk, adalete yönelmiş toplumsal yasama düzenidir. Voltaire’e sorarlar; “Hangi devleti seçersin?” Hukuktan başka hiçbir şeye boyun eğmeyen devleti seçerim” der. Bugün ülkemizde hukukun adil ve tarafsız olduğunu söyleyebilir miyiz? Milletvekillerinin hapiste olduğu bir ülkede ‘milli irade’den söz edebilir miyiz? Masumiyet karinesinin yok sayıldığı bir hukuk anlayışı olabilir mi? Bugün ülkemizdeki özel yetkili mahkemelerin yaptığı yargılamalar evrensel hukuk kurallarına ve doğal hâkimlik sistemine uygun mudur? Elbette değil... Kuşkusuz insan hukuka saygılı olacak, toplum hukuka saygılı olacak ve devlet hukuka saygılı olacaktır. Bugünkü evrensel hukuk, hukuku, bir ulusu yaşayan bir hak anlayışı biçiminde ele almaktadır. Tüm yasaların üstünde bir anayasa vardır: Anayasanın 14. maddesindeki hükmün, Mustafa Balbay, Mehmet Haberal ve KCK tutuklularına uygulanması mümkün değildir. Zira 14. maddedeki ibare bir suçu değil, bir niyeti tarif etmektedir. İnsan hakları, insan onuru ve hukuk olmadan demokrasi olmaz. Bugün, demokrasinin gerisinde olanlar, insan haklarını çiğneyenler, insan onurunu yok sayanlar bizleri ileri demokrasiye taşıyamazlar. Anayasa, hukukun genel ilkelerine, objektif hukuk normlarına, hukukun bilinen ve uygar uluslarca benimsenen ilkelerine göre hazırlanmalıdır. Devlet her şeyin üstünde değildir. Onun üstünde akıl vardır, yasa vardır, hukuk vardır. İnsan devlet için değil, devlet insan içindir. İnsanın olduğu her yerde ise ekonomik gerçeklik söz konusudur: İnsan aç kalmaya görsün, onu artık din de avutamaz. Siyaset halkı yönetme, adalet ise hak dağıtma sanatıdır. Bir ülkede hak, hukuk ve adalet duygusu yok olursa o ülkede her şey yok olmuş demektir. Demokrasi de birlikte... 2 DİSK’in doğumuna, sonra 1972’de önce dörtlü, sonra on iki sendikalı sosyal demokrat sendikacılık anlayışının kabulünü isteyen bir ayaklanmaya tanıklık etmiştir. Sonraki yıllarda tutumunu değiştirmeyen Türkİş hem gücünü hem de bağımsızlık anlayışını yitirmiş ve son zamanlarda siyasal iktidarın güdümünde “biat sendikacılığının” tartışılmaz örneklerini vermeye başlamıştır. Sermayenin ve siyasal iktidarın ikili baskısı altında sorunları dağ gibi büyüyen işçi sınıfının ayakta kalabilen örgütleri bu sınıfın eritilmeye çalışılan onurunu, yok sayılan önemini yeniden kazandırmak ve demokratik yapılanma içinde etkili olabilmek için Türkİş içinde yeni ve çok anlamlı bir mücadelenin bayrağını açmışlardır. Genel merkezleri İstanbul’da bulunan on sendikanın 1 Temmuz’da Taksim’de açıkladığı “Yeni Sendikal Hareket Bildirgesi” çok doğru, çok haklı tespitlerde bulunuyor. Sendikal hareketin toplumsal ağırlığının azalmasından, Türkİş yönetiminin sorunların çözümünde rol üstlenebilecek anlayıştan, enerjiden ve inançtan yoksun oluşundan, Türkİş’in baştan savma eylemlerle, ikircikli tavırla, suskunlukla iktidarın sorumluluğuna ortak oluşundan, temsil ettiği kesimden giderek uzaklaşmasından söz edilerek demokratik bir sınıf mücadelesine dayalı yeni bir sendikal hareket yaratmak için yola çıkıldığı vurgulanıyor. İşçi sınıfının ve işçi sendikalarının sorunları giderek büyümektedir. Güvencesiz istihdam, kuralsızlaştırma, özelleştirme politikaları işçilerin geleceğini karartmaktadır. Sendikalar toplusözleşme yetkisi konusunda Çalışma Bakanlığı’nın vesayeti altında yapmaktan ısrarla kaçınan iktidar sadece güdümlü sendikalar yaratma peşindedir. İşçilerin ve sendikaların bu sorunlar yumağına dolanmış olmasında elbette başta Türkİş olmak üzere sendikaların ciddi payı vardır. Yıllardır politikadan uzak durmaları “partiler üstü politika” anlayışı gereği öğütlenen işçiler ve sendikalar şimdi bu tarihi hatalarının bedelini ödemektedirler. Siyasi partiler emeğe ve emek örgütlerine uzaktır, sendikaların da siyasette söz sahibi olma kararlılığı ve gücü yoktur. Bu nedenle on yedi milyon yoksulluk sınırında insan, altı milyon işsiz yaratan, işçi yararına hiçbir yasal iyileştirme yapmayan bir siyasal iktidara oy veren işçi ve sendikacı garabetini de anlamak mümkün değildir. Özellikle CHP emek ilişkileri konusundaki tutumunu gözden geçirmeli, sendikalar da emek eksenli bir politika uygulama ve politik ortamda aktif olarak var olma sürecini başlat mi, biraz geç kalınmış olsa da, çok anlamlı ve çok doğru bir girişimdir. Bu eylemi başlatanlar bu eylemin nasıl sonuçlanması gerektiği konusunu da iyi düşünmelidirler. Türkİş kamuda örgütlü sendikaların çoğunlukta olduğu bir yapıya sahiptir. Bu sendikaların yöneticileri siyasi iktidarın aktörleri ile yakın ilişki içindedir ve asla bu iktidara karşı bir oluşuma destek vermezler. Bu demektir ki başlatılan bu yeni ve haklı eylemin Türkİş Genel Kurulu’nda başarılı olma şansı zayıftır. Bu girişim Türkİş yönetimine karşı bir ayaklanmadır ve Türkİş yöneticileri kendilerini ve geleceklerini korumak için öne çıkan örgütlere karşı disiplin hükümlerini uygulamaya koyabilirler. Türk sendikacılığındaki gelişmeler uluslararası kurumların da merceği altındadır. Türkİş kesinlikle tutumu ve sendikacılık anlayışını değiştirmek zorundadır. Eyyamcı sendikacılık anlayışı Türk işçi hareketini bir kez daha yol ayrımına getirebilir. ugünlerde herkes seçim sonuçlarını nasıl değerlendirdiğimi soruyor ve ben, ülkemizde yaşanmış bir seçim değerlendirmesiyle durumu anlatmaya çalışıyorum. Hatırladığım kadarıyla olay şöyle oluyor: Yıl Olaya bir başka ya da kendi durdukları yerden haklı olarak bakan AKP’liler de bizim onlara 1969, Adalet Partisi tek başına iktidarda ve Türneden oy vermediğimizi merak edip araştırma yaptırıyorlarmış. Ben de onların bu kiye İşçi Partisi 15 milletvekiliyle parlamentoda. Harbiye Cumhuriyet Caddesi üzerinde sahibi psikolojisini anlamaya çalışıyorum, ama nafile bir çaba içinde olduğumun farkındayım. Türkiye İşçi Partili, sosyalist olan birisinin apartmanı var. Bina sahibi, kapıcıya oyunu Türki Ercan YEŞ LYURT ye İşçi Partisi’ne vermesini, kurtuluşunun sosyalizmde olduğunu, bir çalışan olarak Adalet ama onlar olayın hâlâ farkında değiller. Bun karsak doğru sonuca ulaşırız. Bu, fukaralıkta Partisi’ne vermemesini telkin ediyor. Ve se lar Türkiye İşçi Partisi’nin 1965 seçimlerinde solculuk arayanların hüsranıdır aslında. Türçimler oluyor, Adalet Partisi büyük bir ço İstanbul’da en çok oyu Teşvikiye’de, en az oyu kiye’nin siyasi haritasını önünüze alıp bakarğunlukla seçimi yeniden kazanıyor. Sabah ka ise o zamanki adı Taşlıtarla olan, şimdiki Ga sanız durum daha net görülür. İnsanlar oy kulpıcı, patronunun kapısını gazetelerini vermek ziosmanpaşa da aldığını da bilmezler. Ülkemiz lanırken neyi önceliklerine alıyorlar? Hiç deüzere çalıyor. Bugüne kadar seçim sonuçları insanını en iyi tanıyan Demirel’in bu konuda mokrasi istiyorum, demokratik haklarımı istinı açıklayan o enfes lafı söylüyor: “Beyefen önemli bir sözü var. Demirel, Erdal İnönü’yle yorum diyene rastladınız mı? Şimdi birileri di seçimi yine biz kazandık” patronun buna yani DYPSHP koalisyon hükümeti döne Kürtler istiyor ya diyebilir, onu bir başka zaverecek hiçbir cevabı yok, adam haklı çünkü. minde; milletvekillerinin olumsuz davranışla man tartışırız. Şimdi bir milletvekili nasıl ya da kimler olTelevizyonlarda günlerdir bilim adamı kılıklı rıyla ilgili bir soruya “parlamento temsilidir” ve sahibinin sesi gazeteciler, tahliller yapıyorlar, diye atasözü niteliğinde bir cevap veriyor. Evet malıdır sorusuna cevap arayalım. “Milletveama kapıcının tahlil sonucuna bir türlü ulaşa seçim sonuçlarını seçilenlerin niteliği değil, se killiği temsil ettikleri kesimlerin ve gruplamadılar. Kapıcı sağduyusuyla, saflığıyla, ce çenlerin niteliği belirler. Sonuçları değerlen rın yararlarını, ülke yararlarıyla bağdaştıhaletiyle en doğru tahlili kırk yıl önce yapmış, dirirken seçenlerin kim olduğundan yola çı rabilen, sorunların çözümüne ve yeni poli B Seçimi Yine Onlar Kazandı... tikaların oluşturulmasına katkı sağlayabilecek bilgi ve deney birikimine sahip olan ve sadece bu amaçla parlamentoda yer almak isteyenlerin ilgi duyacağı bir konuma getirilmelidir”…. (Mehmet Aslan eski TİP Genel Başkanı) İşin seçilen tarafı böyle de, seçenlerin yani bizlerin de bu nitelikleri talep edecek biliç seviyesinde olmamız gerekiyor. Olaya bir başka ya da kendi durdukları yerden haklı olarak bakan AKP’liler de bizim onlara neden oy vermediğimizi merak edip araştırma yaptırıyorlarmış. Ben de onların bu psikolojisini anlamaya çalışıyorum, ama nafile bir çaba içinde olduğumun farkındayım. AKP’nin başarılı seçim sonucuna rağmen 9 yıllık iktidardan sonra partinin ikinci adamı Bülent Arınç hâlâ ağlıyor. Kalan yüzde elli onları neden anlamadı diye mi ağlıyor? Çok merak ediyorum ülkenin, halkın durumuna mı, yoksa kendisine mi? Eski RP milletvekili Şevki Yılmaz, iktidarlarken öldükten sonra Allah’ın yüzüne nasıl bakacağım diye dizlerine vura vura bağırarak ağlardı. Acaba Bülent Arınç da onun için mi ağlıyor. “Yine seçimi onlar kazandı.” Sorumluluk Bilinci ve Uzlaşı Kültürü Siyasi liderlerimizin sorumluluk bilinci içinde ve bir uzlaşı kültürüyle hareket etmeleri gerekmektedir. Ancak, ne yazık ki, böyle bir anlayışın olmadığı, böyle bir tutum ve davranış sergileyemedikleri, en önemlisi de çocuklara ve özellikle gençlere kötü örnek oldukları görülmektedir. Prof. Dr. brahim DÖNMEZER orumluluk, kişinin kendi davranışlarını ya da kendi yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesidir (TDK). Başka bir deyişle sorumluluk, bir görevi üstlenme, bu görevin gereklerini yerine getirebilme ve bu sürecin olumlu ve olumsuz sonuçlarını kabullenme anlamına gelmektedir. Sorumluluk bilinci gelişmiş kişiler, yaptıklarının ve yapamadıklarının sorumluluğunu alırlar; yapamadıklarıyla ilgili olarak başkalarını suçlamadan önce karşılaştıkları olumsuz durumlara kendi katkılarını düşünürler. Sorumluluk almak ve başkalarını suçlamak birbirine karşıt iki durumdur. Suçu başkalarında arayan, kendi tutum ve davranışlarından geri bildirim alarak düşünce sistemlerini yeniden yapılandıramayan insanlar kendilerini geliştiremezler. Sorumluluk, içinde bulunduğumuz yaş ve döneme, toplumsal rollerimize, içinde yaşadığımız kültüre ve zamana göre değişebilen bir olgudur. Bu bağlamda bir babayla bir çocuğun, bir genel müdürle bir memurun, bir bakanla bir başbakanın, bir siyasi liderin görev ve sorumlulukları çok farklıdır. Uzlaşmak, bir insanda bulunması gereken en önemli özelliklerden biridir. Her insanın farklı düşüncesi ve anlayışı vardır. Bu farklılıklar insanlığın gelişimi için bir zenginlik bir gerekliliktir. Uzlaşmanın temelinde bilgi, erdem, sevgi, hoşgörü, kabullenme ve insanlık adına yararlı olmak söz konusudur. Uzlaşma ortak aklı kullanmayı sağlar. Önyargı uzlaşmanın Oysa her iktidara göre değişmeyen, esnek olmak koşuluyla, uzun erimli eğitim politikalarına gereksinim vardır. Ancak ne yazık ki, eğitim uygulamaları her iktidara, her bakana göre değişebilmekte, dolayısı ile de kurumlaşma olamamaktadır; öğretmen yetiştirme konusunda olduğu gibi. Örnekler arttırılabilir. Ancak ben bu örneklerle yetinmek istiyorum. S önünde bir engeldir. Barış ve bir arada yaşama uzlaşı kültürünü zorunlu kılar. İnsan hak ve özgürlüklerini dikkate almak gerekir. Bu da uzlaşı kültürüyle mümkündür. Ülkemizin birçok sorunu olmasına, Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinin çok kötü bir süreçten geçmesine ve bu sürecin bizi de etkileme olasılığının çok yüksek olmasına karşın, siyasi liderlerimizin sorumluluk bilinci içinde ve uzlaşı anlayışı ile hareket etmedikleri, şiddet içerikli bir iletişim dili kullandıkları, toplumu gerilime ve çatışmaya ittikleri söylenebilir. Rektör atamalarında binden fazla öğretim üyesinin iradesi yok sayılarak yalnız kendine oy veren kişi (bir tek oyla) rektör atanabilmiştir. Bu rektörün o üniversiteyi, hem kurumsal hem de kurumlar arası düzeyde temsil etmesi, etkili bir iletişim ortamı oluşturması, akademik gelişme için uygun ve demokratik bir ortam sağlaması olanaksızdır. Kuvvetler ayrılığının gerçek temelleri üzerinde yapılandırılmadığı, yargı bağımsızlığının olmadığı, yüzde on barajı nedeniyle temsili sistemin yaşama geçirilemediği bir ülkede demokrasiden söz edilemez. Günümüzde eğitim sistemlerinin amacı ve toplumsal işlevi, çok yönlü, çokdilli, çokkültürlü, değişme ve gelişmelere açık, sorgulayan, eleştiren, olaylara değişik açılardan bakabilen, yaratıcı, üretken ve kendini sürekli yenileyebilen insanlar yetiştirmektir. Bu açıdan bakıldığında eğitim sistemimizin baştan aşağı bozuk olduğu görülmektedir. Sonuç Her paradigma, her ideoloji kendi içinde tutarlı ve doğru olabilir; ancak, başka paradigmalar açısından bakıldığında en azından eksiktir. Bu nedenle, bilişim ve iletişimin çok hızlı geliştiği, küreselleşmenin bir olgu olduğu günümüz dünyasında salt kendi düşüncelerinizle, inançlarınızla, kendi ideolojilerinizle küresel dünyayı anlayamazsınız, ağacın altında oturarak yalnız kendinizi görürsünüz, ormanı özellikle de dünyayı göremezsiniz. Bu bağlamda, küresel dünyanın sorunlarını çözebilecek, diğer uluslarla rekabet edebilecek insanlar yetiştiremezsiniz. J. Piaget bundan yıllar önce, “Eğitimin işlevi evrensel insanı yetiştirmektir” demektedir. Kısaca, günümüzde en üst kimlik insan olmaktır. Eğer başka bir ülkede doğmuş olsaydık, insan olma dışında, bugün sahip olduğumuz kimliğe sahip olamazdık. Bu nedenle, bir lider ayrıştırmayı değil kaynaştırmayı, çatışmayı değil barışı / uyuşmayı, ötekileştirmeyi değil birlikte yaşama bilinç ve kültürünü oluşturmayı ve geliştirmeyi amaçlamalıdır. Özellikle siyasi liderlerimizin sorumluluk bilinci içinde ve bir uzlaşı kültürüyle hareket etmeleri gerekmektedir. Ancak, ne yazık ki, böyle bir anlayışın olmadığı, böyle bir tutum ve davranış sergileyemedikleri, en önemlisi de çocuklara ve özellikle gençlere kötü örnek oldukları görülmektedir. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle