25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 11 TEMMUZ 2011 PAZARTES dishab@cumhuriyet.com.tr 10 DIŞ BASIN Dün Libya’nın doğusu, bugün batısı... Suriye krizinde de Türkiye’nin tutumu çelişkilerle dolu Ankara’nın hesabı tutmayacak ALİ GADERİ srail’in Mavi Marmara gemisine saldırdığından iki ay sonra El Cezire Kanalı’nın Lübnanlı muhabiri Abbas Nasır’ı tesadüfen İstanbul’da gördüm. Nasır, gemide bulunan muhabirlerden biriydi. Ona, “Sen o gemideydin ve orada olan bitenleri haberleştirdin. Bir muhabir ve Ortadoğu uzmanı olarak Türkiye’nin bu bölgedeki yeni rolüne iyimser bakıyor musun?” diye sordum. Abbas, benim de kişisel görüşüm olan cevabı verdi: “Hayır.” Türkiye’de İslamcıların iktidara gelmesinden sonra Ankara’nın tutum değişikliği hakkında bahis yapanlar için Ortadoğu’daki son gelişmeler büyük bir sınav oldu. Onlar bugün yanlış yaptıklarını itiraf etmeliler. Hem Tahran’da yeni Türk İslamcıların başarısını zevkle yazıp onları alkışlayanlar, hem Beyrut’ta Türkiye bayrağını kafalarının üstünde sallayarak “yaşasın Erdoğan” diyenler. Erdoğan’a Şimon Perez’e Davos’ta İ Türkiye, her zaman bölgesel çatışmalarda krizlerin sıfır noktası olarak davranmaya çalışmıştır. Elbette bunu, krizin çözümü için net bir vizyon olmadığı zaman yapmaya çalışmıştır, çünkü rahatlıkla saf değiştirebiliyor. Hangi tarafta çıkarları daha fazla sağlanıyorsa. Yani Mısır’da Mübarek’ten cumhurbaşkanlığı sarayını çabuk terk etmesini istediği gibi, Libya’da ticari anlaşmalardan dolayı bekleyip Batı ve Libya’daki muhalif Ulusal Geçiş Konseyi’nden istediği puanı aldıktan sonra Trablus’tan Bingazi’ye geçiyor. yaptığı itirazın ardından büyük bir kahraman gözüyle bakanlar onun, her gün de artarak devem eden, yeni çifte davranışlarını anlamakta zorluk yaşıyor. Ankara, hiçbir zaman vefalı bir dost olmamış. Erdoğan, Davos’taki koltuğunu terk ederken Türkiye Ekonomi Bakanlığı’nın istatistikleri Türkiyeİsrail ticaret hacminin en yüksek noktaya ulaştığını gösteriyordu. Türkiye, her zaman bölgesel çatışmalarda krizlerin sıfır noktası olarak davranmaya çalışmıştır. Elbette bunu, krizin çözümü için net bir vizyon olmadığı zaman yapmaya çalışmıştır, çünkü rahatlıkla saf değiştirebiliyor ve kendine krizin taraflarının birinin yanında yer bulabiliyor. Hangi tarafta çıkarları daha fazla sağlanıyorsa. Yani Mısır’da Mübarek’ten cumhurbaşkanlığı sarayını çabuk terk etmesini istediği gibi, Libya’da ticari anlaşmalardan dolayı bekleyip Batı ve Libya’daki muhalif Ulusal Geçiş Konseyi’nden istediği puanı aldıktan sonra Trablus’tan Bingazi’ye geçiyor. Dün Libya’nın doğusu, bugün batısı! Akıllı bir politika. Suriye krizinde de Türkiye’nin tutumu çelişkilerle dolu. Bu büyük çelişki, bir stratejik muhasebe hatasından kaynaklanıyor. Ankara, Şam’da da, Kahire’de olanların olacağını düşünüyordu. Türkiye, Beşşar Esad’ın krizi kontrol edeceğini düşünmüyordu. Davutoğlu’nun hesabında çoğu Sünni olan Suriye halkı Alevi Beşşar’dan nefret ediyor ve onun düşürülmesini istiyor. Türkiye, Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğu bölgesindeki Kürtlerin Irak’taki bazı Kürt liderlerin aracı olması ile isyandan vazgeçeceğini düşünmüyordu. Suriye Sünnilerinin, Selefi ve Müslüman Kardeşlerin Suriye kanadının sahneye çıkmasından kaygılanıp Alevi Beşşar’ı onlara tercih edeceğini Ankara düşünmedi. Ankara, Şam ve Halep’te halkın sokaklara çıkmayacağını, ordunun Esad’a bağlı kalacağını, Libya ve Yemen gibi çeşitliliğin olmayacağını düşünmemekle yanlış yaptı. İsrail Filistin Barışının Engellenmesinde Aşırı Dincilerin Rolü.. Ortadoğu’daki gelişmelerden, alışılmış deyişle ‘Arap Baharından’ herkesin olduğu gibi İsrailFilistin barışının da nasibini alacağından kuşku yok. Gerçi henüz kargaşa sürüyor. O kadar ki olup bitenlere bakanlar, sözü edilen baharın bugünden yarına geleceği hakkında kuşkularını saklamıyorlar. Ne ki zamanla her şeyin rayına oturacağı da uzak bir ihtimal olarak görünmüyor. Demokrasiye giden yol sancılı. Özellikle de yıllardır tüm olumsuzluklarıyla despot rejimlerin sultasında yaşayan Arap ulusları için. Bu bağlamda değişim öncelikle İsrailFilistin sorununu etkileyecek. Zira demokrasi yönündeki gelişmelere koşut olarak Filistinlilerin 40 yılı aşkın çilesine mutlaka bir çare bulunması, sözü edilen gelişmelerin doğal sonucu sayılmak gerekmektedir. Kutsal kitabımız böyle yazıyor gibi akıldışı bir gerekçeyle İsrail’in 1967’de işgal ettiği Filistin topraklarını, kendi yurdunda esir binlerce göçmenin içler acısı durumunun 40 yıl daha sürdürülmesine izin verileceği ne Filistinliler için, ne de yakın gelecekte demokrasiye geçecek Arap ulusları için olasıdır. Bir iki ay önce Başkan Obama’nın 1967 sınırları içinde bağımsız bir Filistin devleti kurulmasına yönelik önerisi, bilmem kaçıncı kez Filistin’in çilekeş halkı için bir umut yaratmış, ne ki İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun ABD Kongresi önünde, kuşkusuz güçlü Yahudi lobisinin de etkin çabalarıyla ayakta alkışlanan karşı çıkışıyla Başkan geri adım atmak zorunda kalmış ve İsrailFilistin sorununun barışçı çözümü bir başka bahara ertelenmiştir. Bu arada olumlu bazı gelişmeler de olmamış değildir. Örneğin Gazze şeridine hâkim köktendinci yönetimle Batı Şeria’daki Filistin otoritesi başkanı Mahmut Abbas birleşme kararı almışlardır. Gerçi bu mutlu olay, Gazze yönetiminin birleşik Filistin’in başbakanlığına getirilmesi düşünülen Fayad’a karşı çıkmasıyla sekteye uğramışsa da sorunun kısa sürede aşılacağı sanılmaktadır. Ancak laisizmin demokrasiye gidişin olmazsa olmazları arasında olduğu da unutulmamalıdır. Bu kuşkusuz kolay değil. Ama gereklidir. Örneğin Arap dünyasının yakından tanıdığı Müslüman Kardeşler örgütü eğer “takıyye değilse” köktendinciliği terk edip demokratik ve çok partili rejimlerin gereklerine uygun yapılanmalara girişmişlerdir. Yedioth Ahronoth’un saygın başyazarlarından Nahum Barnea’nın köktendincilikle ilgili şu sözleri son derecede ilginçtir. Başyazar “Aşırı dincilik salt İslam ülkelerine özgü değildir” derken aslında İsrail’i işaret etmektedir. Gerek İslam ülkelerinde gerekse de İsrail’deki aşırı dinciler her zaman hesapsız kitapsız girişimleriyle barışın önünde aşılması güç engeller yaratmışlar ve her defasında da bu yersiz çıkışlarından en çok kendileri zarara uğramışlardır. Le Monde gazetesinin deneyimli Kudüs özel muhabiri Laurent Zeccihini’nin aşağıda önemli bölümünü aktaracağımız “İsrailFilistin barışının önündeki engellerden İsrail aşırı dincilerinin giderek artan etkisini sorgulamaktadır” başlığıyla kaleme aldığı yazıda konuyla ilgili ilginç bilgiler sergilemektedir. (Le Monde, 7 Temmuz 2011.) Geçen 27 Haziran3 Temmuz’da polis aşırı dinciler konusundaki aldırmazlığını bırakarak Dov Lior, ardından da kuşkulanılan Yaakov Yosef’i, halkı raşizme ve şiddete kışkırtmaktan gözaltına almış, ancak bu davranışı porotesto eden aşırı dincilerin polisle çatışmasına yol açmıştı. Sözü edilen iki aşırı dinci, yoğun polemiklere yol açan ve 2009’da yayımlanan ne ki dağıtımı yasaklanan ‘Torat Hamelech’ (Musa’nın Yasaları) kitabını desteklemişlerdi. Sözü geçen kitapta şu tüyler ürpertici satırlar yer almaktadır: “Yahudi olmayanları önlem olarak öldürmek yasaldır. Burada Yahudi olmayanlardan kasıt Filistinli Araplardır. Savaşta buna kadın ve çocukların da öldürülmesi dahildir.” Ancak Dov Lior ve Yaakov Yosef, din adamı olarak Yahudi yasalarına göre adalet önündeki sorulara cevap vermeme hakkına sahiptirler. Ayrıca Dov Lior aşırı dinci yerleşimci Kiryat Arba’nın mensubudur. 1994’te Hebron yakınında kutsal saydıkları kişilere dua eden 29 Filistinlinin katlinin planlayıcısı Baruh Goldstein’nın taviz vermez partizanları arasında yer almaktadır. Son zamanlarda aşırı dincilerin etkilerinin arttığı ise kimse için sır değildir. Çok sayıda yazar kendilerine sürekli İsrail toplumumun teokrasiyle mi yönetildiğini sormaktadırlar. Biraz da bu nedenle İsrail’i bundan böyle laik bir devlet olarak nitelemek zorlaşmaktadır. Ayrıca aşırı dinciler ordu içinde hemen her birimde siyasi komiser türü görevler üstlenmişlerdir. Bizzat Netanyahu’nun koalisyonunun devamı da, koalisyonda yer alan aşırı dincilerin iki dudağı arasındadır. Filistinlilerle barış görüşmelerinin sürekli kolonizasyona takılıp kalmasının ardında koalisyon ortağı aşırı dinciler vardır. Son Obama barış girişiminin başarısızlığının ardında da Netanyahu koalisyonunu oluşturan aşırı dincilerin mevcut bulunduğu kimsenin saklısı değildir. Ancak sürmekte olan Arap Baharının sonucu olarak barış bundan böyle Birleşmiş Milletler mecrasında aranacaktır. BM’nin eylül genel kurulunda şimdiden 113 devlet, Filistin devletinin kurulması hazırlıklarını tamamlamıştır. Filistin’e reva görülen kırk yıllık haksızlığın muhatabı, artık Filisinlilerin yanı sıra BM’ye kayıtlı dünya devletleridir. İsrail bu yeni gelişmeyi ciddi olarak düşünmelidir. Ayrıca Netanyahu’nun bu hamleyi durdurması için Filistin devletinin kurulmasına “moral” için karşı çıkacak otuz ülke araması da abesle iştigaldir. Türkiye yeterli güce sahip değil Bin Ladin’in ölümünden sonra, Washington’da Türkiye’ye yakın gelecekte Suudi Arabistan’ın bölgedeki rolünü vaat edenler ve Ankara yanılıyor. ABD’nin bölgedeki konumu eskiye göre daha titrek ve Türkiye’de bu rolü üstlenecek yeterli güce sahip değil. Gazze’ye bir gemi göndermek ve hararetli konuşma yapmakla Türkiye ilelebet bölge kamuoyunu kendine çekemez. Kaldı ki Osmanlı İmparatoru’nun acı hatıraları aydın Ortadoğu Araplarının hafızasından hâlâ silinmiş değil. Suriye, Mısır değil ve Libya ile çok farklıdır. Eğer son aylarda Hakan Fidan (MİT Müsteşarı) tüm çabalarını özellikle Cizr elŞuhur ve Cebel El Zaviye kentleri olmak üzere Suriye’nin kuzeyindeki selefileri silahlandırmaya yoğunlaştırsa ve bu bölgedeki binlerce Suriyeliyi Türkiye sınırına göç ettirme planını organize etse de Şam’ı Tahran ve Zahiye’den ayırma hesabında yanlış yapmıştır. Türkiye’nin, Suriye ile 850 kilometre ortak sınırı varsa Suriye’nin de Türkiye ile 850 kilometre ortak sınırı var! Genç Hakan bunu unutmamalı. Bugün Ankara sesini azaltmış ve Şam ile ilişkilerini düzeltmek için Tahran’ın kapısını çalıyor. Tüm bu gerçekleri bilen Tahran, kapısını Ankara’ya açık tutacak. Kapıyı açık tutacak ancak unutmayacak! Farsçadan çeviren: Ekber Karabağ (İran Asriran.com HaberYorum Sitesi 5 Temmuz 2011) ATİLİO BORON (*) İspanyolcadan çeviren: Engin Demiriz (Venezolana de Television, Venezüella, 6 Temmuz 2011) C MY B C MY B havez’in Küba’nın başkenti Havana’dan yaptığı ve kanser operasyonu geçirdiğini kabul ettiği açıklaması, ardından ülkesine sürpriz geri dönüşü Venezüella içinde ve dışardaki kamuoyunda heyecan yarattı. İspanya ve ABD’deki finansörlerin beslediği, Washington ve Madrid’in yüzsüzce desteklediği Venezüella sağı, 12 yılda yapamadığını şimdi başarabileceğini düşünerek sevinmişti: Bolivarcı liderin başkanlığını hangi yöntemle olursa olsun (darbeyle, seçimlerle, petrol grevleriyle beceremediğini şimdi kanserin sayesinde yapabilmek) bitirmek. Chavezci halk ise Chavez’in sağlığı hakkında haber alamamanın yarattığı belirsizliğin kurbanı olmuştu. Dahası bir apse operasyonundan sonra Havana’da kalış süresinin uzaması üzerine yapılan kafa karıştıran açıklamaların ardından Dışişleri Bakanı Maduro’nun başkanın sağlığı için savaştığını belirtmesi kötü kehanetleri doğrular biçimdeydi. Bununla birlikte kısa bir süre sonra bir dizi çelişik gelişme oldu: 28 Haziran’da yayınlanan bir videoda Chavez’in Fidel Castro’yla neşeli bir biçimde sohbet ettiği görülüyordu. Bu insanları biraz olsun rahatlatmıştı. Ancak iki gün sonra Chavez, Venezüella televizyonundan halka seslenerek kanserle savaşmakta olduğunu açıkladı. Halk bu kötü haberi sindirmeye çalışırken Chavez, 4 Temmuz’da Venezüella’nın bağımsızlığının 200. yılı kutlamalarının başladığı günün sabahı sürpriz bir biçimde C Chavez’in zor sınavı medyasının ve yerel işbirlikçilerinin saldırganlığını ikiye katladı. ülkesine döndü. Bu, taraftarlarını canlandırmaya yetti, aynı gün akşam saatlerinde Başkanlık Sarayı önündeki etkileyici gösteri halkın desteğinin göstergesiydi. Bir kez daha Venezüella siyaset tablosunda beklenmedik bir değişim yaşanmıştı. Chavez’in hastalığı imparatorluk medyasının ve yerel işbirlikçilerinin saldırganlığını ikiye katladı. Oligarşinin restorasyonuna kendini adamış politik ajanlar gibi çalışan medya, profesyonelliğin gerektirdiği nesnellikten uzak, hiç de inandırıcı olmayan savlar ortaya atmaktan geri kalmadı. CNN İSPANYOL, kasıtlı olarak Dışişleri Bakanı’nın açıklamasını çarpıtmış, içinden seçtiği üç kelimeye indirgeyerek “Chavez Yaşam Savaşı”nda başlıklı haberiyle felaket tellallığı yapmıştır. Anımsayalım, aynı şeyleri Fidel’in hastalığı sırasında da söylemişlerdi. Ama belli ki biraz acele etmişlerdi. Bolivarcı devrimi yıkmayı başaramayan eski düzenin bekçileri, onursuz davalarında bu yolla ilerleyebileceklerini düşündüler. Venezüella’daki sağcı basın, başkanın hastalığını felaket başlıklarıyla duyurmaktan mutlu olmuştu. Bir yandan 2012 başkanlık seçimleri için muhalefetin birleşmesini hayal ederken, öte yandan Başkan Yardımcısı Elias Jaua’nın Chavez’den başkanlık görevini devralmasını talep ettiler. Böylelikle Bolivarcı Başkan Chavez oyun dışı kalacaktı. Chavez’in geri dönüşü ve ona hoş geldin diyen halkın müthiş coşkusu, aslında ülkedeki istikrarı bozma çabasından başka birşey olmayan bu taleplere en güzel yanıttı. Chavez, Plaza Bolivar’da toplanan halkla olağanüstü hitabet yeteneğini sergileyerek konuştu. Bu gösteri, örgütlenme kapasitesi epeyce sorunlu PSUV’un (Venezüella Birleşik Sosyalist Partisi) başarısı değildir. İnsanlar kendiliklerinden meydanı doldurmuş ve başkanın geri dönüşünden duydukları mutluluğu göstermişlerdi. Başka bir ayrıntıyı da eklemek gerekir: Chavez, geçirdiği kanser operasyonuna karşın şaşırtıcı biçimde iyi görünüyordu. Başkanlık Sarayı’nın balkonundan herzamanki güçlü sesiyle halka ulusal marşı söyletti, destekçilerini coşturdu. Alışıldık biçemiyle konuştu, hatta alanın uzak köşelerinden bile sesinin duyulması için ses sistemini denetlemeye zamanı olmadığını belirterek özür diledi. Venezüella Devlet Başkanı’nın hastalığı imparatorluk Kışkırtma stratejisi Bakanları bu sözlerin anlamını çok iyi biliyorlar, ufak ayrıntılara bile hep dikkat etmiştir, bu özelliği içinde bulunduğu tedavi sürecinde artan dozlarda sürecek. Yani imparatorluk ve Chavez’in siyaset sahnesinden silineceğini ya da hükümetin felç olacağını iddia edenler için kötü haber. Chavez geri döndü ve gösterdi ki büyüsü ve karizması yerli yerinde. Hükümetin felç olacağı beklentisine gelince, muhalif ‘“Kasandraların’” öngörülerinin tersine Chavez’in Havana’daki 29 günlük tedavisi süresince çoğunluğu gençlerden oluşan bakanlar kurulu bu beklenmedik durumu başarıyla yönetebilmiş ve ne bir iktidar boşluğu oluşmuş, ne yönetim felç olmuş ne de siyasi bir çalkantı olmuştur. Bu kehanetler oligarşinin yüzde 85’ini kontrol ettiği medyada yani imparatorluk ve muhalefetin “diktatör” Chavez’in baskısından yakındığı medyada bolca yer almıştı. Şimdi Bolivarcı liderin 2012 seçimlerine katılabilmesi için sağlığını önceleyerek bu savaşı kazanması gerekiyor. Düşmanlarının kışkırtma stratejisi sürecek. Daha önce de denedikleri gibi onu yarattıkları çatışma ortamında fiziksel ve psikolojik olarak yıpratarak 2012 seçimindeki şansını azaltmak isteyecekler. Umalım ki volkanik ruh hali geçmişte olduğu gibi bugün de ona yardım etsin; hastalığının ve muhaliflerinin yarattığı zorluklara karşı soğukkanlılıkla karşı durabilsin. 4 Temmuz’da yaptığı konuşmada çok iyi görünüyordu. Ancak geçmişte olduğu gibi hiperaktif çalışma temposunu sürdürmesi ölümcül bir hata olur. Tedavisinin gereklerini yerine getirmesi onun Bolivarcı devrime en önemli hizmeti olacaktır. Venezüella, Latin Amerika ve Karayipler halkının daha uzun yıllar ona gereksinimi var. Onun stratejik ve küresel vizyonu, güçlü iradesi ve halklarımızın özerkliğini güçlendiren çabaları (PetrokaribeKarayip petrolleri, ALBALatin Amerika için Bolivarcı alternatif, Telesur televizyonu, Güney Bankası, Güneyin Radyosu, Güney Petrolleri ve daha niceleri gibi) Chavez’i, Amerika’mızın özgürleşmesi savaşımında yeri doldurulamayacak bir lider yapıyor. Onlarca yıldır pekcçok savaştan başarıyla çıkmış bir insan ama bu farklı bir şey. Çok dikkatli olmak zorunda, çünkü yaklaşan kritik zamanlar için onun varlığına ihtiyacımız var. (*) Arjantinli politik bilimci, sosyolog
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle