17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 29 HAZ RAN 2011 ÇARŞAMBA [email protected] 16 KÜLTÜR ‘Sanatın ilk işi başkaldırı’ Yaşar Kemal’in, Gallimard Yayınevi’nin ‘20. Yüzyılın Romanı’ soruşturması için La Nouvelle Revue Française’de yayımlanan yazısı YAŞAR KEMAL Bozcaada’da Şiir Rüzgârı Bozcaada’da her yaz düzenlenen “Ozanın Günü ve Homeros Okumaları” etkinlikleri onuncu yaşını doldurdu. Haluk Şahin’in girişimiyle, Cevat Çapan’ın danışmanlığında sürdürülen etkinliklerde günümüz ozanlarından biri şiirlerini okuyor, İlyada okumaları yapılarak antikçağ kültürü üzerine söyleşiler gerçekleştiriliyor. Bu yıl Homeros okumaları Odysseia destanı ile sürecek. 2 Temmuz Cumartesi günbatımında adanın Polente (Batı) sırtlarında farklı dillerde gerçekleşecek okumalardan sonra akşam da Mitos sahilinde yakılan şiir ateşinin çevresinde, bu yılın ozanı olarak şenliğe çağırılan, Hakan Savlı şiirlerini okuyacak. 3 Temmuz Pazar günü ise Itırlı Bahçe’de, “Homeros’tan Bize Ne?” konulu toplantıda Troya kazılarını yönetenlerden Rüstem Aslan “Homeros’un Çiçekleri”, arkeologyayıncı Nezih Başgelen ise “Homeros’un Irmakları” konusunda konuşacaklar. Ozanın Günü’nün öteki şiir etkinliklerinden ayrılan temel özelliği, geçmiş kültürle bugün arasında kurduğu bağlar. Ozanın Günü ve Homeros okumasıyla, bir yandan şiir sanatının dünüyle bugünü birleşirken, öte yandan da bu buluşmayla insanoğlunun yeryüzü konukluğu boyunca değişmeyen temel çizgisi ortaya çıkıyor. Günümüzden üç bin yıl önce yaşamış olsa da, insan temel özellikleriyle aynı insan. Aynı şeylere üzülüp seviniyor, aynı tutkuların peşinde koşuyor, benzer değerleri yüceltiyor. Popüler kültürün uçuculuğuna, gelip geçiciliğine, yaygın beğenilerine karşın, insanoğlunun kalıcı, evrensel değerlerinin savunulduğu, öne çıkarıldığı bir şenlik Ozanın Günü. Bu yanıyla bakınca Halikarnas Balıkçısı, Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat kuşağının başlattığı Anadolu hümanizması düşüncesinin Bozcaada’da sürdürüldüğünü söyleyebilir. Şenlik kapsamında bir dinleti sunacak olan Mutlu Torun, seçtiği ezgilerle üç bin yıl önceki seslerin nasıl bugüne ulaştığını gösteriyor: Troya Savaşı’nda Hektor’un eşine “düşmana karşı” gidiyorum deyişiyle, Çanakkale türküsündeki “Ana ben gidiyom düşmana karşı” deyişini ezgilerin tarihi içinde buluşturuyor. Günümüzün sersemlemiş, yaşadığı dünyadan kopmuş, her şeyin anlık olduğunu sanan bireylerine, tam karşıt bir tavırdır burada karşımıza çıkan. Bu yıl şenlikte şiirlerini okuyacak Hakan Savlı, 1990’ların ortalarından günümüze dek yayımladığı kitaplarıyla kendi özgün dünyasını kurmuş bir ozan. Çağdaş insanın hüzünlere bulanmış serüvenleri yansıyor şiirlerinde. Geleneğinde büyük bir “hüzün” birikimi olan çağdaş şiirimizde, bu duyguyu çağdaş boyutlarıyla geliştirip donattı. İnsan ve acıları odağında kurdu şiirini. 2 Temmuz günü, Bozcaada’da şiirler okunurken ülkemizin pek çok yerinde de aynı gün 1993’te Sivas’ta yakılan aydınlarımız anılacak. Hakan Savlı’nın “Behçet Aysan” başlıklı şiirinden dizelerle birleşsin bu iki olay: karanlıkta elini aramak birisinin bir patika bulmak ansızın yeşil dışarda davullar avuçlarında boğar gibi bir tavşanı ben orada sadece kalbimle durdum ben orada sadece kalbimle durdum buruk bir düelloda Bir yüzyılı arkamızda korkular içinde bıraktık, acılar içinde, ölümleri kanıksayarak... Bu yüzyılda insanlığımızı onurlandıran işler de yapıldı. Bu işler, insanların yüzünü ağartan işlerdir. İnsanlık, yüzyılımızın yaptıklarıyla övünebilir de. Yine de geçirdiğimiz 20. yüzyıl belki de insanlığın en acılı yüzyılıydı. Milyonlarca insan, çoğunluğu da genç, bu yüzyılda öldürüldü. 20. yüzyıl, insan soyuna yakışmayan olayların yaşandığı bir yüzyıldır. Kanlı dünya savaşları bu yüzyılda çıktı, büyük soykırımlar bu yüzyılda yapıldı. Korkunç bir yüzyılı arkamızda bıraktık. Birinci Dünya Savaşı’ndan geriye kalan insanlar, savaştan önceki insanlar değildi. Korkulara teslim olmuş, kendine güveni kalmamış, yaratıcılığı, kişiliği zedelenmiş, umutsuz... İkinci Dünya Savaşı’ndan kalanlar daha beter durumda. Hele Üçüncü Dünya Savaşı, yani Soğuk Savaş, insanlarımızın nasıl canına okudu... Dünyayı bir ateş yumağı edecek atom savaşını beklemek... Savaşın ne zaman çıkacağını beklemek, ölümü beklemek gibidir. Her savaş, adı ne olursa olsun, bir yıkım, bir ölümdür, insanlığımızı çürütür, vicdanımızı çürütür. Yenenler de yenilenler de, savaşların dışında kalanlar da aynı yıkımdan kurtulamazlar. Bu üç dünya savaşı, dünyayı perişan eyledi. Savaşa girmeyen ülkeler de neredeyse giren ülkeler kadar savaştan etkilendiler. Birinci Dünya Savaşı bittiği zaman dünyamız değişmişti. Bu değişimi de birçok usta yazdı. Savaşı görmüş ülkelerin de, görmemiş ülkelerin de romancıları bu korkunç olayı yazdılar, yazmak zorundaydılar. Savaşa girmemiş ülkelerin yazarları da savaşa girmişler gibi kıtlıklar gördüler, yoksullaştılar, aç kaldılar, savaşa girmişler kadar değiştiler. (...) 20. yüzyılda insanlık önemli pek çok şey ya Fransa’nın saygın yayınevlerinden Gallimard, kuruluşunun 100. yılında, dünyanın önde gelen romancılarından, 20. yüzyılı temsil eden romanı seçmelerini ve bir yazı yazmalarını istedi. Ünlü romancımız Yaşar Kemal, Erich Maria Remarque’ın 1929’da yayımlanan “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” romanını seçti. Yaşar Kemal’in, La Nouvelle Revue Française dergisinde yayımlanan yazısından bölümleri okurlarımıza sunuyoruz. ratmıştır. Dünyanın birçok ülkesinde yeni bir eğitim anlayışı gelmiştir. Medya ve iletişim araçları değişmiş, gelişmiştir. Savaş silahları şaşılacak kadar değişmiştir. Bunların en önemlisi atom bombasıdır. Teknoloji ve üretim araçları şaşılacak kadar değişmiştir. Bir de Sovyetler Birliği var, doğuşu, yarattığı umutlar ve sevinç ve ortadan kalkması... Bu dünyamıza bir gün baktık ki dünya değişmişti. Benim için 20. yüzyılı en iyi anlatan roman hangisidir derken üç eser arasında gittim geldim: Heller’in “Catch 22”su, Şolohov’un “Ve Durgun Akardı Don”u ve Remarque’ın “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok”u. “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok”; bu kiRemarqe Bu roman 20. yüzyılımızı en yaralı yönüyle, yani savaşla derinlemesine gösteriyor. Çoğu şimdiye kadar görülmemiş silahlar, insanlık dışı silahlar, karşı tarafın askerlerinin köylerinin, şehirlerinin üstüne yağmur gibi yağıyor, insanlar ölüyor, ölmeyenler yaralanıyor, insanlıktan çıkıp deliriyorlar. Bu romana göre savaşa giren iflah olmaz, delirmese bile şöyle veya böyle hastalanır. Savaştan çıkanlar eksik bir insan olurlar. (...) Roman, sözlü sanatın en önemli koludur, çünkü her okuyucu bir romanı okurken okuduğu romanı başından sonuna kadar yeniden yaratır. Romanların gücü bu yaratmaya bağlıdır. Bizim çağımızda romancıların başları beladadır, çünkü insanları en çok yalana, zulme, bütün kötülüklere karşı roman uyarır, çünkü roman insanlara insan olduklarını söyler. Onca acıyı, zulmü, savaşı, doğa kırımıLewis Milestone, romanı 1930’da nı romanda yeniden yaratarak yaşayan insinemaya uyarlamıştı. san, insan gibi yaşamayı özler, değerlerine sahip çıkar. tabı gençliğimde okumuştum. Bu kitap Savaşlar insanların ölüm fermanıdır, savaş20. yüzyıl dünyasının el kitabı sayıla lar üstünde yaşadığımız toprakların, doğamızın bilir. Böylesi kitaplar büyük ustalıkla ya ölüm fermanıdır. zılır, dahası can pahasına yazılır. HaSanat, gerçek sanat savaşın, zulmün, şiddetin, tırlayalım, bu kitabı Hitler meydanda tüketici oburluğunun, insanca olmayan her davyaktırmıştı. Yazarı da ortadan kaldırmak ranışın karşısındadır... Çünkü ne olursa olsun, her için aramışlar, kaçmayı başaran Remar biçim sanatın birinci işi başkaldırıdır. Sanat inque’ı bulamamışlar, buna karşın geride sanları yalana, zulme, bitip tükenmeyen anlamkalan kız kardeşini öldürmüşlerdi. sız savaşlara, bütün kötülüklere karşı uyarır. 20. Bu kitabı bir daha okudum. Yıllar önce oku yüzyılda roman bu uyarıcılığı dirençle sürdürdü. duğum bu kitap daha bugünlerde yazılmış gibi. Erich Maria Remarque’ın 1929’da yazdığı “BaBöylesi kitapları insanoğlu sonuna kadar götü tı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” bugün de taprecektir. taze, bugün de her okuyucusu tarafından yeni(...) Remarque “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey den yeniden yaratılarak uyarıyor, direnme gücü Yok” romanıyla çağımızın destanını yazmıştır. veriyor. RANLI YÖNETMEN Mahnaz Mohammadi tutuklandı Kültür Servisi İranlı muhalif internet sitesi Kaleme.com, film yapımcısı ve kadın hakları savunucusu Mahnaz Mohammadi’nin tutuklandığını duyurdu. Ev hapsinde tutulan İranlı muhalif lider Mir Hüseyin Musevi’nin açıklamasına yer verilen haberde, Mohammadi’nin, pazar günü kimliği belirsiz güvenlik güçleri tarafından evinde tutuklanarak gözaltına alındığı, tutuklanma nedeninin ise bilinmediği belirtildi. Kaleme.com, Mohammadi’nin İran Devrim Muhafızları tarafından tutuklanmış olabileceğini ileri sürdü. Bu olay resmi kaynaklarda ya da diğer medya kanallarında yer almadı. “Gölgesiz Kadınlar” adlı kısa belgeseliyle pek çok ödül kazanan, tanınmış İranlı kadın yönetmen Rahşan BaniEtemad’ın İran’ın tartışmalı 2009 seçimlerini ele alan “İran Halkının Yarısıyız” adlı belgeseline de destek veren Mohammadi, 2009 yılında Cafer Penahi ile birlikte tutuklanmış, sonrasında serbest bırakılmıştı. Mohammadi’nin hakkında herhangi bir suçlama ya da kesinleşmiş bir karar olmamasına karşın tutuklandığına dikkat çekildi. ‘Anadolu daha gerçekçi’ ‘Sınırlar Yörüngeler 10’ sergisinin küratörleri, stanbul, Ankara gibi merkez illerin dışından gelen başvuruların daha başarılı olduğunu söylüyor MELTEM YILMAZ Siemens Sanat’ın bu yıl 5.’sini düzenlediği “Sınırlar Yörüngeler” sergisi, dün kapılarını açtı. Banu Cennetoğlu, Nilüfer Ergin, Mürteza Fidan, T. Melih Görgün ve Hakan Onur’un oluşturduğu seçici kurul tarafından yapılan değerlendirme sonucunda, bu yıl çalışmalarına yer verilecek genç sanatçılar Sibel Ay, Hüseyin Arıcı, Güler Aşık, N. Güneş Güven, Faruk Yigen, Rabia Öner ve Zeynep Güler olarak belirlendi. “Sınırlar Yörüngeler 10” başlığıyla Siemens Sanat’ta 31 Temmuz’a kadar sürecek olan sergiye ilişkin serginin küratörleri T. Melih Görgün ve Mürteza Fidan, sorularımızı yanıtladı. Siemens Sanat’ın düzenlediği ‘Sınırlar Yörüngeler’ sergisinin gelenekselleşme eğiliminde belli bir amaç var mı? “Sınırlar Yörüngeler” sergisi, adından da anlaşılabileceği gibi genç sanatçıların ki burada lisans ve lisansüstü sanat öğrencileri tanımlanmaktadır eğilimleri, deneyimleri ve göstermek istediklerini doğrudan sunabilmelerine yönelik bir ortamın yaratılmasını, genç sanatçıları destekleyerek, güncel bir sanat platformu oluşturulmasını amaçlıyor. Bu bağlamda her yıl ortalama 300’ün üstünde başvu N. Güneş Güven ‘Sınırlar Yörüngeler’ sergisinin küratörleri T. Melih Görgün ve Mürteza Fidan Türkiye’deki sanat eğitim kurumlarını eleştirerek, ‘sorgulamanın yerine biçimsel algılatmanın kullanıldığı bir eğitim yöntemi sonucunda çokça kendi işini, ne yaptığını sorgulamayan, karşılaştırmayan ve görmeyen bir öğrenci tipi ortaya çıkıyor’ diyor. ruyu değerlendiriyoruz. Bu yıl başvurusu yapılan işlerin sergilenme aşamasında neleri göz önünde bulundurdunuz? Bu yıl seçilen genç sanatçılar her yıl olduğu gibi farklı yönelimleri olan, farklı tekniklerle çalışan ve farklı sorunsallar üzerinden giden sanatçılar oldu. Ve bu sanatçılar Türkiye’deki farklı sanat eğitim kurumlarından geliyorlar. Gerek “Sınırlar Yörüngeler 9” gerekse dün açılan “Sınırlar Yörüngeler 10” sergilerinde farklı teknikleri kullanarak kendi sorunsalını tanımlayan sanatçıları bir araya getirmeye dikkat ettik. Konvansiyonel sanat formlarından yararlanan sanatçıları ya da daha teknolojik formlarla yapıt üretenler aynı sergide buluşturuyoruz. Serginin ilk yılından bugününe kadar, gerek başvurular, gerek başvurulan işler açısından bir değerlendirme yapmak gerekirse, nasıl bir değişim göze çarpıyor? “Sınırlar Yörüngeler”in başlangıcından bu yana ciddi bir değişimin olduğunu söylemek yanlış olur, ancak şartlar dahilinde bu değişimi açıklamak mümkündür. “Sınırlar ve Yörüngeler”in hedef kitlesi sanat eğitimi alan öğrenciler olduğundan değişken bir yapı karşımıza çıkıyor. Hemen her sergide, bazı okulların hocalarının etkisini çok yoğun olarak öğrencinin yapıtında doğrudan görüyoruz. Bazı başvurular sadece bir yöntemi benimseyerek yapıt üretim sürecine girmiş bir tipolojinin durumunu gösteriyor ve bu sadece tek bir eğitim kurumu olabiliyor. Bir de İstanbul, Ankara gibi merkezlerin dışından gelen başvuruların çok daha gerçekçi ve çokça da başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Genç yetenekler Galeri Işık’ta Kültür Servisi Bu yıl ilk mezunlarını veren Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin sanatçı ve tasarımcı adayı öğrencileri tarafından hazırlanan “Mezunlar 2011” sergisi, Galeri Işık Teşvikiye’de dün kapılarını açtı. Endüstri Ürünleri Tasarımı, Görsel Sanatlar, Grafik Sanatlar ve Grafik Tasarım, İç Mimarlık, Moda ve Tekstil Tasarımı bölümlerinden mezun olan öğrencilerin sanat ve tasarım eğitimi serüveninin ilk ürünlerinin yer aldığı sergi, 23 Temmuz’a kadar Galeri Işık Teşvikiye’de ziyaret edilebilir. İstanbul Üniversitesi’nden almış olduğum öğrenci pasomu kaybettim. Hükümsüzdür. BERNA BATMAZ Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. MELİKE YÜCEL C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle