17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29 HAZ RAN 2011 ÇARŞAMBA CUMHUR YET SAYFA [email protected] EKONOMİ 13 Temmuz zamları yeterli bulunmadı, Erdoğan’ın sözünü tutması ve intibak yasasının acilen çıkarılması isteniyor Emekliden zam isyanı MUSTAFA ÇAKIR ANKARA Emekliler, temmuz ayında maaşlarına yapılacak zamları yeterli bulmazken, “Bu bir kilo kıyma alacak para bile değil” diyerek tepkilerini dile getirdiler. Emekliler, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim öncesinde verdiği sözü tutmasını ve tüm emeklileri kapsayacak intibak yasasının bir an önce çıkarılmasını istedi. Temmuz ayında işçi emeklisinin maaşına 28.5 TL, SSK tarım emeklisinin maaşına 22.2 TL, BağKur esnaf emeklisinin maaşına 23 TL ve BağKur tarım emeklisinin maaşına da 17.4 TL zam yapılacak. Tüm Emekliler Sendikası (EmekliSen) Genel Başkanı Veli Beysülen, maaşlardaki artışları “harca harca bitmeyecek zamları” olarak nitelendirdi. Beysülen, artışları zam olarak telaffuz etmenin, “emekliye EmekliSen Başkanı Beysülen tarafından ‘harca harca bitmeyecek olan zamlar’ olarak nitelendirilen temmuz artışları, emeklinin keyfini kaçırdı. Emeklilerin kredi kartları ile yaşadıklarına dikkat çeken Beysülen, Erdoğan’ın verdiği sözü tutması gerektiğine vurgu yaptı. zam verdim” demenin sadece hükümetin övüneceği şeyler olacağını kaydetti. Beysülen, Başbakan’ın seçim öncesinde intibak yasasının çıkarılacağı vaadinde bulunduğuna dikkat çekerek, “Hükümetten bu sözün arkasında durmasını, emeklilerin mağduriyetini gidermesini bekliyoruz” dedi. Çok da umutlu olmadıklarını da kaydeden Beysülen, “Seçim öncesinde anamuhalefet partisi çok fazla intibak yasasını seslendirdi. Kılıçdaroğlu, intibak yasasının çıkarılacağını, mağduriyetlerin giderileceğini açıkladı. Bunun üzerine hükümetin de taktik olarak intibak yasasının çıkarılacağını açıkladığını düşünüyoruz” diye konuştu. Beysülen, “Bu vaadin takipçisiyiz. Sırtlarında boza pişireceğiz. Vaadin yerine getirilmesi için çalışacağız” dedi. Son zamların emeklilerin yaşamlarında iyileşmeye neden olmayacağını, emeklinin kredi borçları nedeniyle sıkıntıda olduğunu vurgulayan Beysülen, “Emekliler banka kredileriyle yaşıyor. Sadece emekliler değil, toplumun büyük bir bölümünün borcu gelirinden daha hızlı artıyor” görüşünü kaydetti. Türkiye Emekliler Derneği Genel Başkanı Kazım Ergün de, emeklilerin yıllardır zor durumda olduklarını, büyük bir ço ğunluğunun aldıkları aylıkların aç9 milyon kişi lık sınırının altında kaldığına bekliyor dikkat çekti. Başbakan’ın seçim öncesinde intibak yasaEkonomi Servisi SSK ve sının çıkarılacağı sözünü BağKur emeklilerinin maaşverdiğini dile getiren Erlarında önümüzdeki ay yüzde gün, “Yeni kurulacak 4’lük artış yapılacak. Buna göre hükümetin öncelikle halen 710 lira alan en düşük SSK bu meseleye el atmaemeklisinin eline ancak 739 lira sını bekliyoruz. İngeçecek. 434 lira alan en düşük BağKur emeklisi de 451 lira alabişallah intibak yasası lecek. Halen 574 lira olan BağKur ile sorun halledilmiş esnaf emeklisinin maaşı 23 liralık olur. İnsanlar da artışla temmuzda 597 liraya çıkaömürlerinin sonunda cak. En düşük maaş alan SSK tainsan onuruna yakışır rım emeklisinin 555 lira olan aybir hayat sürerler. Yalığı, temmuzda 22 liralık artışla sanın bir an önce çıka577 lira olacak. En düşük rılmasını bekliyoruz. HüBağKur çiftçi emeklisinin kümet kurulur kurulmaz maaşı 17 liralık artışla bu işin takipçisi olacağız” di434 liradan 451 TL ye konuştu. olacak. Büyük Durgunluk Sürerken Küresel kriz 2007’nin yaz aylarında Amerikan konut piyasasında varlık fiyatlarının ani çöküşüyle tetiklendi. Ancak krizin “tetikleyici” unsurları ile “yapısal nitelikli koşulları”, kuşkusuz, birbirinden farklı olgulardı. Krizin ardında yatan yapısal nedenler, küresel kapitalizmin merkez ekonomilerinde 1970’lerin ortalarından başlayarak kâr oranlarının düşme eğilimine girmesi ve dolayısıyla, sabit sermaye yatırımlarının temposunun yavaşlamasında yatıyordu. Sermaye, gerileyen/köhneleşen teknolojilerin, eskimiş kurumların ve küresel ölçekte artan rekabetin getirdiği birikim sorunlarını finansallaşma diye anılan birikim rejimi ile aşma çabası içindeydi. Finansallaşma, sermaye birikiminin reel ekonomiye yönelik sabit sermaye yatırımları yerine, spekülatif nitelikli ve çoğu kez sıcak unsurlara dayalı kısa dönemli finansal birikim çabasını yansıtmaktaydı. Popüler iktisat yazınında kumarhane kapitalizmi diye de anılacak olan bu gelişme, sabit sermaye yatırımlarının yavaşlamasına ve küresel ölçekte istihdamın gerilemesine neden olacak, orta sınıflar çökerken, gelir dağılımının kutuplaşması ve emeğin proleterleşmesi süreçlerini hızlandıracaktı. Kapitalizmin 2007 sonrası krizi bu şartlar altında patlak verdi. 2009’da OECD ülkeleri bir bütün olarak yüzde 6 küçülmüş; dünya sanayi üretimi yüzde 13 gerilemiş durumdaydı. 2009’da küresel ekonominin büyüme hızı yüzde eksi 0.5 olurken, İkinci Dünya Savaşı sonrasında bir bütün olarak ilk defa topyekun bir daralma içine sürüklenmiş durumdaydı. Dahası, beşinci yılına girdiğimiz şu günlerde, kapitalizmin merkez ekonomilerinde toparlanma sürecinin sekteye uğradığı ve krizin zamana yayılarak sürmekte olduğu anlaşıldı. ABD’de 2010’un son çeyreğinde yüzde 3 olan büyüme hızı, 2011 başında yüzde 1.8’e geriledi; İngiltere ekonomisi ise sadece yüzde 1.8 düzeyinde büyüme gösterdi. Bu büyüme oranlarının dünya ekonomisine herhangi bir ivme veremeyeceği ve dünya ölçeğinde yaşanan işsizlik sorununun 2011 yılında daha da derinleşeceği anlaşıldı. Oysa kapitalizmin bundan önceki bu çaplı krize sürüklendiği 1929/30 yılında “toparlanma” süreci çok daha hızlı büyüme oranları göstermişti. Amerika, örneğin, 1934 ve 1935 yıllarında yüzde 8; 1936’da da yüzde 14’lik rekor büyüme hızları ile büyük buhran dönemini geride bırakabilmiş idi. Şimdi ise krizin beşinci yılına girdiğimiz şu yaz aylarında Amerikan ekonomisinin büyüme hızı yüzde 3’ü aşamamakta, işsizlik oranında yüzde 6’ya varan kayıplar ise henüz onarılmaktan uzak kalmaktadır. Küresel krizin giderek uzayan bir durgunluk sürecine sürüklenmesi nedeniyle 2007 sonrası dönem büyük durgunluk diye anılagelmektedir. Büyük durgunluğa yol açan en önemli neden ise kapitalizmin merkez ekonomilerinde kâr oranları toparlanmış olmasına karşın sermaye yatırımlarının henüz kriz öncesi (zaten çok düşük olan) düzeylerine dahi çıkartılamamış olmasıdır. ABD’de özel sabit sermaye yatırımlarının 2010 düzeyi kriz öncesinin hâlâ yüzde 15 gerisindedir. Buna karşın, başta Amerika, İngiltere ve Kanada olmak üzere birçok gelişmiş ülkede şirketler ellerinde tuttukları fonları sermaye yatırımına yöneltmek yerine nakit olarak değerlendirmekte ve küresel finans piyasalarının, deyim yerindeyse, kumarhane masalarında spekülasyon amaçlı olarak kullanmak arzusunda gözükmektedir. Amerika’da finansdışı şirketler ellerindeki 2 trilyon dolarlık nakit varlığı (ABD milli gelirinin yaklaşık yüzde 13’ü) finansal spekülasyonun büyüsü altında atıl olarak tutmakta ve sermaye birikiminden uzaklaştırmaktadır.(*) Küresel ekonomide sabit sermaye yatırımının yavaşlaması büyük durgunluğun ardında yatan en önemli nedendir. Sermaye yatırımlarının yeniden ivmelenmesi ancak talep artışlarının hızlanmasıyla olasıdır. Bu ise orta sınıfların ve emekçi sınıfların gelirlerinin arttırılabilmesine bağlı bir olgudur. Oysa ki büyün dünyada arz yönlü, muhafazakâr iktisat politikalarının geçerli olduğu günümüz koşullarında bu beklenti gerçekleşmekten uzaktır. Özellikle kriz koşullarında aşırı genişletilmiş olan para arzlarının ve bütçe açıklarının yaratacağı enflasyon endişesiyle birlikte bütün dünya ekonomilerinde yeniden daraltıcı istikrar politikaları gündeme gelmiş durumdadır. Daraltıcı maliye ve para politikalarının gelirler üzerine yansıması ise kuşkusuz, küresel talebin daha da gerilemesi anlamına gelecektir. Sermaye, krizden çıkış yolu olarak elindeki fonları sabit sermaye yatırımlarına dönüştürmek yerine yeni bir finansal köpük beklentisi içinde finansal rant arayışına sürüklenmiş durumdadır. Sermayenin sermaye olmaktan çıktığı şu büyük durgunluk günlerinde kapitalizmin kaçınılmaz iç çelişkileri daha da belirginleşmektedir. *Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Robert Sadowski, “A Cash Buildup of Business Investment” Federal Reserve Bank of Cleveland, Ocak 2010. ‘Cari açık kırılganlık yaratıyor’ Ekonomi Servisi Financial Times, geniş kapsamlı Türkiye ekinde yer verdiği, “Canlanma, Reform Eksikliğini Gizliyor” başlıklı analizinde Türkiye’yi dış şoklara kırılgan bırakan cari açığın, ‘bariz’ bir tehlike oluşturduğu, sürdürülebilir olmadığı ifade edildi. Türkiye’nin büyüme modelinin tümüyle gözden geçirilmesi gerektiğine işaret edilen analizde kısa vadeli yabancı sermaye girişlerine olan bağımlılığının üstesinden gelinmesi gerektiğine dikkat çekildi ve acilen ele alınması gereken konular arasında iç tasarruf oranının arttırılması, kayıt dışı ekonominin daraltılması, ithal ikamesi ve nükleer dahil alternatif enerjiye daha fazla önem verilmesi sayıldı. Türkiye ekonomisinin geçen yıl yaklaşık yüzde 9 büyüdüğünü, büyümenin çoğunun, ithalatı artıran, krediye dayalı iç tüketimi körüklediğini kaydeden gazete, şöyle devam etti: “Sonucu, bu yılda gayri safi yurt içi hasılanın yüzde 10’una ulaşması beklenen ve büyük ölçüde sıcak para girişleriyle finanse edilen, cari açıktaki artıştır. Bu da Türkiye’yi, Avro Bölgesi’nde tırmanan bir kriz, ABD’deki yeni bir daralma veya Çin ekonomisindeki bir yavaşlama gibi bir dış şoka kırılgan bırakıyor.” 2014’e kadar dünyada 150 milyon kadın teknolojik ürünlere ulaştırılacak Teknolojide kadın hareketi Kadınların teknolojik araçlara ulaşmalarını amaçlayan mWomen programı Türkiye Vodafone Vakfı, Türkiye Bilişim Vakfı ve KAG DER’in katılımıyla başlıyor. Ekonomi Servisi Cherie Blair Vakfı ve Dünya GSM Birliği Kalkınma Fonu’nun küresel ölçekte yürüttüğü mWomen Programı’nın Türkiye ayağı ‘Teknolojide Kadın Hareketi’ Türkiye Vodafone Vakfı, Türkiye Bilişim Vakfı (TBV) ve KAGİDER’in katılımıyla hayata geçiyor. Mobil teknolojinin imkânlarını kadınların hizmetine sunan küresel mWomen Programı kapsamında Türkiye’de yürütülecek ‘Teknolojide Kadın Hareketi’ hayata geçiyor. Program, kadınları iletişim teknolojilerinin sunduğu imkânlarla tanıştırarak, ekonomiye katılımlarına yönelik fırsat eşitliği yaratmayı, sosyoekonomik durumlarını iyileştirmeyi ve girişimciliklerini geliştirmek için gerekli zemini hazırlamayı hedefliyor. Eski İngiltere Başbakanı Tony Program Vodafone Vakfi Başkanı Dr. Hasan Süel (solda), Serpil Timuray, Cherie Blair, KAG DER Başkanı Dr. Gülden Türktan ve TBV Başkanı Faruk Eczacıbaşı’nın attığı imzalarla hayata geçti. Blair’in eşi Cherie Blair programın imza töreninde yaptığı konuşmada, mWomen programının amacının yaklaşık 150 milyon kadına ulaşmak ve bunların 2014’e kadar mobil teknolojiye erişimlerini sağlamak olduğunu söyledi. 2010’da 5.3 milyar cep telefonu kaydının bulunduğunu yani dünya nüfusunun yüzde 90’ının mobil teknolojiye ulaştığını dile getiren Blair, ancak kadın ile erkekler arasında bir teknolojik uçurumun söz konusu olduğunu anlattı. Vodafone Türkiye İcra Kurulu Başkanı Serpil Timuray da “Bugün kadınlarımız için değer yaratarak, teknoloji kullanımındaki cinsiyet eşitsizliğini kapatmak adına somut bir yola çıkıyoruz” dedi. BANKA KARTIYLA ALIŞVER Ş ARTIYOR Ekonomi Servisi Türkiye’deki tüketicilerin son 5 yıldaki harcama trendine bakıldığında, Visa Electron banka kartları ile gerçekleşen alışveriş hacmi 6 kat arttı. Visa Europe verilerine göre, Mart 2006’da her 10 banka kartı işleminden 1’i alışveriş işlemi iken, Mart 2011’de 4 işlemden 1’i alışveriş işlemi oldu. Son beş yılda Visa Electron banka kartlarıyla alışveriş işlem adedi 12 katına çıkarken, kart adedi 2 kat artarak 46 milyona ulaştı. AKBANK’TAN ESNAFA CEP’TEN KRED Ekonomi Servisi Akbank’ın “Esnafa SMS Kredi” ürünü ile küçük işletme sahipleri, şubeye gitmeden SMS ile kredi başvurusunda bulunabilecek. Banka yıl sonuna kadar 100 bin küçük işletmeye ulaşmayı hedefliyor. Akbank Genel Müdür Vekili Hakan Binbaşgil, söz konusu ürünle esnafın 20 bin liraya kadar ticari kredi ihtiyaçlarını karşılamayı hedeflediklerini söyledi. Bankaların maliyetlerinin arttığına işaret eden Binbaşgil, kredi büyümesinin yılın ikinci yarısında özellikle bireysel krediler bazında yavaşlayacağını söyledi. Akbank Bireysel Bankacılık Genel Müdür Yardımcısı Galip Tözge de karşılık oranlarındaki son artışla beraber sektörde fiyatların yıllık 300400 baz puan yukarı çıktığını belirtti. ‘EN Y BANKA’ ÖDÜLÜ YAPI KRED ’N N Ekonomi Servisi Yapı Kredi, finans yayınlarından World Finance tarafından verilen “2011 Yılı Bankacılıkta Mükemmellik Ödülleri” kapsamında, “Türkiye’nin En İyi Bankası” seçildi. Banka, rekabet ve sektör liderliği, müşteri ilişkileri optimizasyonu, inovasyon kültürü ve esnekliği, coğrafi yaygınlığı, gelişime açık olma, ürün çeşitliliği ve sonuç veren stratejiler gibi kriterlere göre değerlendirildi. Tarımda ciddi çözülme süreci başladı. Küçük üretici gözden çıkarıldı. Hayvancılık bitirildi. Sektörde çalışan nüfus azaldı. Tarımdan çıkan nüfus işsizler ordusuna katıldı. İktidarın en başarısız olduğu alanlardan biri tarım oldu. 2010’da Türkiye’nin tarım ve gıda ürünleri ithalatı 20 milyar dolara ulaşmıştı. Çiftçi gübre diye, mazot diye, elektrik borcu diye veryansın ediyordu.. Ancak AKP son seçimlerde bu gözü yaşlı çiftçilerin yaşadığı Orta Anadolu’dan, Karadeniz’den tulum çıkardı... Nedenini sorgulamıyoruz.. Konumuz, Türkiye tarımı yok olma noktasına gelirken ve her iki kişiden biri bu durumdan şikâyet etmezken dünyada tarım politikalarında yaşananlar... Gıda fiyatlarındaki aşırı oynaklık ilk defa G20’nin tarım bakanları tarafından masaya yatırıldı. Geçen hafta Paris’te yapılan ve 2 gün süren zirve sonunda dünyanın en büyük 20 ekonomisinin tarım bakanları, ortak küresel tarım politikası oluşturulmasında karara vardı. Alınan kararlara göre hükümetler gıda üretimi ve tüketimi konusunda global bir veri tabanı oluşturacak ve acil gıda rezerv sistem planına destek verecekler... Gıda fiyatlarındaki aşırı dalgalanmaların çeşitli nedenleri bulunuyor. Küresel ısınma nedenlerden sadece biri, tarım piyasalarında şeffaflığın olmaması ve doğru denetlenmeme gibi faktörlerin de ciddi payı var. Tarım tahminlerimizin ötesinde yaşamsal öneme sahip. Uluslararası yardım kuruluşu Tarımı Yok Edene Alkış... Oxfam, geçen ay dünya liderleri küresel gıda sistemini reformdan geçirmezse, gıda fiyatlarının 20 yılda iki kattan fazla artacağı uyarısında bulunmuştu. Kuruluşun tahminlerine göre, 2030’da başlıca tahılların fiyatları yüzde 120 ila yüzde 180 artacak. Dünya Bankası da küresel gıda fiyatlarındaki artışın hazirandan bu yana günde 1.25 doların altında yaşayan yoksul sayısını 44 milyon daha arttırdığını bildirmişti. BM tahminlerine göre, ülkeler gıda ithalatına bu yıl 1.29 trilyon dolar harcayacak. Bu rakam, ülkelerin gıda ithalatına geçen yıl yaptığı harcamaların yüzde 21 daha fazla üzerinde. G20 ülkeleri, ekilebilir arazilerin yüzde 65’ini ve hububat üretiminin yüzde 77’isini kontrol ediyor. Bildiğiniz gibi Türkiye de bir tarım ülkesiydi ama doğru tarım politikaları ile ülkenin bu doğal zenginliğini katma değerli üretim ile pekiştirerek “hem kendi nüfusunu rahatlıkla besleyebilme, hem de işlenmiş gıda ürünlerini ihraç etme” yerine çarpık kentleşmeyi tercih etti. Köyleri zenginleştirmek yerine köyden kente göçü destekledi. Ekilebilir arazi bakımından dünyanın ilk 10 ülkesi arasındayız. Ama tarım ürünü ihracatımız sadece 13 milyar dolar. Hollanda bizim Konya kadar bir ülke. Onun ihracatı 7080 milyar dolar. Geçen günlerde İzmir Ticaret Borsası’nın toplantısında TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu “Pamuğu bile beceremedik. Tekstil bitti diye pamuktan vazgeçtik. Bizi vazgeçirdiler. Pamuk ekmeyin dediler. Üretimimiz 1 milyon tondan 400 bin tona düştü. Tüketim düşmedi. 1 milyon ton pamuğu ithal ediyoruz. Üretimden vazgeçtik, fiyatı ne oldu? 2003’te pamuğun kilosu 90 kuruştu. 2008’de 2.8 lira oldu. 2011’in ortalaması 6.8 lira. Dünyada hiçbir malın fiyatı bu kadar artmadı..” diye yakınıyordu. Peki, BRIC ülkelerinin önemli oyuncularından Brezilya aynı dönemde ne yaptı? Ülke, reform sonucu ayağa kalktı; ekonomisinin itici gücü haline getirdi. İnternette küçük bir gezinti yaptım bu konuda. Dr. Deniz Gökçe, Brezilya’da tarımın nasıl patlama yaptığını detaylı araştırıp yazmış. “Brezilya’da tarımda devrimin arkasında Embrepa adı ile tanınan ve 1973’te bir kamu şirketi olarak kurulmuş bir bilimsel araştırma şirketinde üretilen stratejiler olduğu her yerde vurgulanıyor” diyen Gökçe’nin yazısını özetleyecek olursak: “Öncelikle toprağın kalitesi iyileştirilmiş, son derece çorak topraklar değerlendirilmiş, özel bir çimen türü üretilerek hayvan yemi olarak kullanılacak büyük mera alanları yaratmış, 5 yıl öncesine kadar hiç üretilmeyen soya fasulyesine kafayı takmış. Soya fasulyesi Kuzeydoğu Asya’da yetişen bir ürünken, Amerika kıtasında da sadece Arjantin ve ABD’de yetişirken, soya başka ürünlerle klasik şekilde aşılanarak en sıcak tropik bölgelerde bile yetişen bir bitki haline dönüştürülmüş. Yeni türün Brezilya’nın asitli toprağından rahatsız olmayacak şekle dönüştürülmesi de sağlanmış. İki kat ürün alınır hale gelmiş.” Le Monde gazetesinde konu ile ilgili uzun bir yazı okumuştum. Çin’in Brezilya’da üretilen soya fasulyesini 10 yıl süreyle satın alması için bir anlaşmadan bahsediliyordu. Nüfusunu besleyebilmek için dünyanın her yerinde arayışlarını sürdüren Çin ile Brezilya arasındaki bu anlaşmanın tam bir kazankazan anlaşması olduğu, Çin’in soya fasulyesini taşımak için ekim alanından, Brezilya’nın bir liman kentine kadar demiryolu ağı döşemeyi kabul ettiği belirtiliyordu. Bunlar Türkiye’nin çiftçisinin, ülkenin tarım bakanlığının ne kadar ilgisini çekiyor bilmiyorum. Bindiğimiz dalı kesmekte üstümüze olmadığı için Türkiye’de de tarımı öldürenleri alkışlıyor ve ödüllendiriyoruz. Sonra da elin adamını imrenerek izliyoruz... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle