17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 25 HAZ RAN 2011 CUMARTES [email protected] 14 KÜLTÜR Patricia Piccinini’nin metal heykelleri ve gerçeküstü yaratıkları 21 Ağustos’a kadar Arter’de Siz nasıl bir yaratıksınız? NAZLI PEKTAŞ Arter’in Başak Temür küratörlüğündeki dördüncü sergisi “Beni Bağrına Bas”, Beyoğlu’nda sergi turuna çıkanları 21 Ağustos’a kadar hiper gerçek bir empati yolculuğuna sürüklüyor. İtalyan asıllı Avustralyalı sanatçı Patricia Piccinini’nin ‘tehlike altındaki’ metal heykelleri ve gerçeküstü yaratıkları, hiper gerçek bir dokunuşla insan olmak ve olmamak arasındaki sınırı sorgulatıyor. Teknolojik müdahaleler, genetik dokunuşlar, ekolojik bozulmalar, iktisadi bunalımlar ve duygusal yaralanmalar, endüstri sonrası dönüşen günlük yaşam… Doğadan ve gerçeklikten kopan kent insanı için ahlak farklılaşır, sezgi azalmaya başlar ve empati unutulur. Birebir iletişim koptukça insani duygular ve özdeşleşme azalır, karşıdaki insanın canlılığı hatırlanmaz, onu bir nesne gibi görme ve ötekileştirme artar. Bunun için de pek çok seyirci ile bağ kurabiliyorum. Bu her günkü gerçeklik ama sanat eserlerinde her an rastladığımız bir gerçeklik değil. İzleyici önce korkuyor yaratıklarınızdan ama sonrasında sarmalamaya başlıyor. Bunun gerisinde kişisel bir tecrübe mi yer alıyor? Annem uzun yıllar çok hastaydı. Onu iyileştirmeye çalışırken tıpla, ilaçlarla, bilimle ilgilendim. Tüm çabalara rağmen sonunda öldü. “Ne doğru, ne yanlış, etik olan ne” soruları arasında gidip gelirken olan bitene rasyonel değil, duygusal bakıyordum. Böylece hissettiklerimle düşünmeye başladım. İşlerimde bu deneyimden sonra empati ön planda oldu. İnsanları korkutmak değil, bendeki soruların insanların kafasında da uyanmasını istiyorum. Bu yaratıkları önce itici bulur, özdeşleşmek istemeyiz, ama sonra empati kurmaya başlarız onlarla. Emzirmek, beslemek, kucaklamak arzusu duyarız. Yani önce hisseder, sonra düşünürüz. ‘Öteki’ne ulaşırken yaratıklarınızı metafor olarak kullanıyorsunuz ve bu noktada işlerinizin politik olduğunu düşünüyorum... Gündelik yaşamın en politik kısmı ise çevre ile olan ilişkimiz. En politik konular çevre meselesi üzerinde dönüyor bugün. Benim işlerim de çevresel sorunlar üzerinde önemle duruyor. Bu yaratıklar ötekini anlamanın metaforik yolu olduğu gibi, aynı zamanda mit de yaratıyorlar. Bunlar var olan yaratıklar değil, ama kabul edilmeyen bir şeye yaklaşmak, duygusal bir bağ kurmak için yöntem öneriyorlar. Yeniden “niçin yaratıyoruz” di ye sorarsak: Çünkü her hayat kıymetlidir. Bu da hepimizin eşit olduğunu kabul etmek demektir ve bu bazıları için işleri zorlaştıracaktır. Tatilde stanbul’dan Kaçılmazdı Tarih öncesinden söz etmiyorum, neredeyse daha düne kadar tatil kavramımız başkaydı. Tatil denilince okul tatili gelirdi akla. Öyle koskoca adamların, evli barklı kadınların tatil yapması... Bu, çoğu kimse için anlaşılır şey değildi. Memurlar yıllık izin kullanırlardı, o kadar. O izni de öyle bir yerlere giderek değil, evde dinlenerek, kahveye çıkarak geçirirlerdi. Meraklısı daha çok kitap okur ya da çiçekleriyle daha çok ilgilenirdi. Ayrıcalıklar da vardı elbet. İstanbul’da oturuyorsanız, yazlık sahibiyseniz, sorun yok. Erenköy’e, Tarabya’ya taşınırdınız. Ya da Adalar’da yazlık ev kiralardınız. Orta halliyseniz, hafta sonları Florya plajıyla, Süreyya Plajı’yla, Moda Plajı’yla, Salacak Plajı’yla yetinmek zorunda kalırdınız. Anadolu kentlerinden birinde yaşıyorsanız, biraz varlıklıysanız ya da üçbeş kuruş biriktirebilmişseniz, bir haftalığına İstanbul’a giderdiniz. İlk gün Beyoğlu’nda bir güzel gezilirdi. TünelTaksim arası birkaç kere arşınlanırdı. Mayer Mağazası, Karlman Pasajı ziyaret edilirdi. Oyuncak istiyorsanız Japon Mağazası. Budak Pastanesi’nde soluk alınır, Anadolu’nun yabancısı olduğu krem şokola denilen tatlıdan yenilirdi. Sonra mutlaka bir sinema. Seçimde film değil, sinema salonunun görkemi göz önüne alınırdı. Kentinize dönünce eşe dosta anlatmak için. Göstermek için de Taksim’deki seyyar şipşakçılara fotoğraf çektirilirdi. Kapalıçarşı da unutulmazdı elbet. Bir gün de oraya, Mahmutpaşa’ya, Eminönü’ne ayrılırdı. Son durak Hacıbekir. Kimlere şeker götürüleceği çok önceden saptanmış olurdu. Kutular paketlenirken birer bardak da demirhindi içilirdi. Akrabalar, tanıdıklar Hacıbekir şekeri beklerlerdi. İstanbul’un en ünlü pastanesinden çikolata götürseniz o kadar makbule geçmezdi. Burun kıvrılırdı. “Bize bunu mu layık gördünüz” gibilerden. Hacıbekir şekeri “İstanbul’dan hediye”nin tek adıydı. Ön planda empati Hiper gerçek heykeller Piccinini, bu toplumsal eğilimi, işlerinin merkezine alarak ve insanın doğayla girdiği mücadelenin etik değerlerini sorgulayarak öyle işler üretiyor ki meselenin kendisindeki gerçeklik, heykeldeki hiper gerçeklik tutkusuyla bütünleşiyor. Sergi, sanatçının 1997’den bugüne ürettiği, çizim ve videolarıyla; heykel ve yerleştirme gibi silikon, fiberglas, poliüretan, deri ve insan saçından oluşan çalışmalarını bir araya getiriyor. Yaratıklarıyla izleyeni önce ürperterek şaşkına çeviren, hemen sonrasında “Korkma sev” mesajını hissettiren sanatçının insanı kendine getiren ve “Asıl sen nasıl bir yaratıksın” sorusunu sorduran tavrı, serginin son katına yerleştirilmiş bir aynayla belirginleşiyor. Önünden geçerken öylece takılıyorsunuz suretinize: “Beni Bağrına Bas.” Dönüşen hayatı ve yaratıklarını Patricia Piccinini ile konuştuk. Tasarladığınız yaratıklarla Yaratıklarıyla izleyeni önce ürperterek şaşkına çeviren, hemen sonrasında ‘Korkma sev’ mesajını veren sanatçının ‘Asıl sen nasıl bir yaratıksın’ sorusunu sorduran tavrı, serginin son katına yerleştirilmiş bir aynayla belirginleşiyor. Aynanın önünden öylece takılıyorsunuz suretinize: ‘Beni Bağrına Bas.’ yeni önermeler sunduğunuz bu atmosferi nasıl tanımlarsınız? Niçin yaratıyorsunuz bu yaratıkları? Yaratmanın tüm çeşitleri ile ilgileniyorum ve yaratma fikrini, bir çevre yaratmayı seviyorum. Yaratırken sorular soruyor ve empati kuruyorum. Bu soruların yanıtları da siyah ve beyaz netliğinde değil. Bu sergi için ürettiğim “Davetli Misafir” işinde olduğu gibi, tavus kuşları yırtıcı hayvanlar için son derece lezzetli olabilirler, ama onlar sadece güzellikleri ile doğada varlar. Benim yaptığım da tam olarak bu. Benim yaratığım da güzel. Bu yaratık, bu suni güzellik de tavus kuşu gibi insanlar tarafından kabul görecek mi? Başka bir iş “Big Mother”ı ise çocuklarımızı beslemek için ürettim. Gözlerine dikkatlice baktığımızda duygusal açıdan kafasının karışık olduğunu görüyoruz. Çünkü fiziksel ve duygusal olarak bebeğe bağlı, ama onun annesi değil. Peki ne düşünüyor, bu bebeğin annesi nerede, çalacak mı onu? Asıl gerçeklik ne peki? Başka bir yaşam, başka bir dünya? Kendi gerçeğimi hepimizin gerçekliğinden kopartmıyorum. Ben de yarattıklarımla bu gerçekliğin içindeyim. Bilimkurgudan değil, gerçek dünyadan esinleniyorum. Benim gerçeğim sizin gerçeğiniz. Benim dünyam sizin dünyanız. Lübnan asıllı Fransız yazar, Assia Djebar’dan sonra Fransız Akademisi’ne seçilen ikinci Arap kökenli yazar oldu Amin Maalouf Fransız Akademisi’nde UĞUR HÜKÜM PARİS Dünyaca ünlü Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf, Académie Française / Fransız Akademisi’ne seçildi. 2004 ve 2007 yıllarında adaylığı iki kez reddedilen, Goncourt ödülü sahibi Maalouf, bu kez birinci turda 24 oydan 17’sini alarak, Claude LéviStrauss’tan boşalan 29 numaralı koltuğa seçildi. Maalouf, tutuculuğuyla bilinen Fransız Akademisi’ne 2005’te seçilen Cezayir asıllı Assia Djebar’dan sonra ikinci Arap kökenli yazar oldu. 1949 Beyrut doğumlu Amin Maalouf, 1976’dan bu yana Fransa’da yaşıyor. 1983’te yayımlanan ilk inceleme kitabı “Arapların Gözünden Haçlı Seferleri” ile ses getiren yazar, ilk iki romanı “Afrikalı Leo” (1986) ve “Semerkant” (1988) ile hem eleştirmenlerin hem de geniş bir okur kitlesinin beğenisini kazanan nadir yazarlardan biri oldu. 1993’te “Tanios Kayası” başlıklı romanıyla da Fransa’nın en saygın edebiyat ödülü Goncourt’a değer görüldü. Katolik eğitimden gelmesine karşın Ortadoğu ve Arap/ Müslüman dünyası üzerine yazdığı, özellikle tarihi romanlar ve inceleme niteliği ağır basan denemeleriyle tanınan Maalouf’un Fransız Akademisi’ne üçüncü kez aday olduktan sonra seçilmesi ise bu tutucu kurumun da dünyaya ayak uydurma zorunluluğunun göstergesi olarak yorumlandı. “Ölümcül Kimlikler”, “Çivisi Çıkmış Dünya” da dahil bütün eserleri Türkçeye de çevrilmiş olan Amin Maalouf dincilik, tutuculuk ve milliyetçiliklerin pençesinde kimlik kavgası verenlerin dünyasına en güzel mesajlarını “Ölümcül Kimlikler” kitabında kendinden hareketle verir: “Kimlik bölümlere ayrılamaz; o ne yarımlardan oluşur, ne üçte birlerden ne de kuşatılmış diyarlardan. Benim birçok kimliğim yok, bir kişiden diğerine asla aynı olmayan özel bir ‘dozda’ onu biçimlendiren bütün öğelerden oluşmuş tek bir kimliğim var... Beni başkası değil de ben yapan şey, iki ülkenin, iki üç dilin, pek çok kültür geleneğinin sınırında bulunuşumdur. Kendimden bir parçayı kesip atmış olsaydım, daha mı gerçek olurdum?..” İlkokuldaydım. Bir yaz babamın iş için birkaç günlüğüne İstanbul’a gitmesi gerekti. “Seni de götüreyim,” dedi. “Bana arkadaşlık edersin.” İstanbul’da ilk gün babamın işleriyle geçti. İkinci gün Beyoğlu’muzu, sinemamızı yaptık. Akşamüstü Hacıbekir’i bile aradan çıkardık. Üçüncü gün, son günümüz, “Karşıya geçelim,” dedi babam. Biraz Kadıköy’ü keşfettik. Sonra bir tramvay. Sahrayı Cedit. Bir süre sonra Süreyya Plajı’nın önündeydik. “Plaja mı gireceğiz?” “Evet,” dedi babam. Elindeki küçük çantayı açtı. İki mayo gösterdi. “Bunları dün boşuna mı aldık?” Aldıklarımız arasında mayo olduğunun farkında bile değildim. “Ben utanırım. Girmem.” “Koskoca Antepli de utanır mıymış?” İşin içine Anteplilik girince diyecek söz yok. Bir kabin aldık. Mayolarımızı giydik. Kumlara attık kendimizi. Hem utanıyorum, hem keyif duyuyorum. Antep’e dönünce arkadaşlara anlatacak çok şey çıktı. “Ayda Bir” dergisinde gördüğümüz mayolu kadınlar şimdi canlı canlı karşımda. Sıcaktan bunaldıkça dizlerime kadar denize giriyorum. Sonra duşun altına. Biraz serinliyorum ama her yanıma yapışan kumlar beni perişan ediyor. Nerde Kavaklık’ın gölgeli ağaçları... Babam baktı ki, dondurma filan kâr etmiyor, kalktı. “Hadi, gidelim istersen,” dedi. “Beyoğlu’na çıkar, bir sinemaya gireriz.” Sonra gülerek saçlarımı okşadı: “Biliyor musun, bu yaşta plaja giden ilk Antepli sensin.” Weiwei ‘Pekin cezaevinde’ Kültür Servisi Çin hükümeti, ülkesinde tutuklu bulunan aktivist sanatçı Ai Weiwei’in kefaletle serbest bırakılmasına karar vermiş olmasına karşın Pekin’i izinsiz terk etmesine yasak getirdi. Yetkililer tarafından yapılan açıklamada, Weiwei’in soruşturmasının halen devam ettiği, bu nedenle de Pekin’i terk etmesine izin verilmediği kaydedildi. ‘Üç Usta’ ile kapanış konseri Kültür Servisi Antalya Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen Antalya Caz Festivali’nin sonuna gelindi. Bugün saat 21.00’de AKM Aspendos Salonu’nda “Üç Usta” başlıklı kapanış konserinde Okay Temiz, Yıldız Usmanova ve Ivo Papazov sahnede olacak. Festival kapsamında Sarp Maden Quartet, Kim Parker Quartet ile Sibel Köse Quartet’in de katıldığı pek çok topluluk ve sanatçı konser vermişti. Kumbaracı50’de yaz okulu Kültür Servisi “Kumbaracı50’de Yaz Oyunu” adlı yaz okulu 4 Temmuz’da başlıyor. “Kendi Kendinin Koçu Ol” alt başlığıyla “Koçum BENim” Çiğdem Nilüfer Umar’ın eğitimiyle, “Kendini Çal/Beden Perküsyonu” alt başlığıyla “Ses BİZde” Tugay Başar, Timuçin Gürer, Ayşe Akarsu ve Gökçe Güray’ın eğitimiyle, “Birlikte Oynayalım / Tiyatro Çalışması” alt başlığıyla “BİZim Oyun” Tolga Yeter’in eğitimiyle sunulacak. 7 Ağustos’a kadar sürecek eğitimler sonunda gençlerle çıkarılacak oyunlar Kumbaracı50 Sahnesi’nde davetliler için sahnelenecek. 9. 10. ve 11. sınıflara göre düzenlenen yaz okuluna son başvuru tairihi 27 Haziran. Eğitime, öğle yemeği ve eğitim sonundaki gösteri için yapılacak olan tüm harcamalar dahil. www.kumbaraci50.com yacıya Arto Tunçbo n lk 3’te yerli filmler Kültür Servisi Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, bu yılın ilk beş ayında, gösterime giren yerli ve yabancı 147 filmin arasında en çok izlenen üç yapım, Türk filmleri oldu. “Eyvah Eyvah 2”, “Aşk Tesadüfleri Sever” ve “Kurtlar Vadisi: Filistin” filmleri, en çok izlenen ilk üç yerli yapım arasında yer aldı. Bu yıl gösterime giren 44 yerli yapım, toplam 13.5 milyon seyirciye ulaşırken, gişede de yaklaşık 120 milyon TL’lik gelir elde edildi. Samatya’da ‘Zil ve Caz’ Kültür Servisi Turizm Araştırmaları Derneği (TURAD) tarafından düzenlenen ve ev sahipliğini Fatih Belediyesi’nin üstlendiği “Samatya’da Müzik: Zil ve Caz” Festivali 29 Haziran1 Temmuz günleri arasında gerçekleştirilecek. Festival kapsamında 29 Haziran’da Kerem Görsev Trio, 30 Haziran’da Arto Tunçboyacıyan Trio ve 1 Temmuz’da Leman Sam saat 21.30’da Samatya Meydanı’nda birer konser verecekler. Konserler ücretsiz olarak izlenebilecek. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle