17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 23 HAZ RAN 2011 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ‘Helalleşmek/Hayırlara Vesile Olmak’ YCHP’nin Yolu Açık Olsun! Yüzde 26’da kaldı! 135 milletvekili çıkardı!.. Önemli bir başarı... Altı ay önce ortaya çıkan bir partiden daha ne beklenir? Bu yeni partinin lideri Kılıçdaroğlu’nu kutlamak gerekir. Durup dururken eline bir fırsat geçti, kullandı, hem lider oldu hem de önemli bir partinin başkanı... Üzülenler var, neden böyle oldu, ilk kurultayda her şey değişmeli diyenler var. Seçim kampanyaları süresince yurdun dört bir yanını, hemen her köşe bucağını gezen Kılıçdaroğlu’nun ağzından ne bir Atatürk sözü çıkmış, ne de laiklik... Aşağı yukarı AKP’ye benzer yeni bir oluşum! Daha ilk günde kara çarşaflıları partiye üye yazdıklarından bu yana!.. Ne oldu Mustafa Kemal’in partisine diyenleri duydukça, şaşırıyorum. Bu parti Atatürk’ün kurduğu parti değil ki! Önce adı bile başka, Yeni Cumhuriyet Halk Partisi... Yani YCHP!.. Baştan başa değişmiş, altı üstüne getirilmiş... Şimdi, gerçek CHP’nin nerde olduğunu, niye ortadan kaybolduğunu düşünmeli, aramalı, bulmalı... Bu kaçıncı kurultay olacak demeyin. Ben sayısını unuttum. Varsın bir kurultay daha yaşayalım. Hem bu kendine dönüş kurultayı olacak. Gereksiz yere değiştirilmiş bir CHP Mustafa Kemal’in ve yandaşlarının partisi olabilir mi? Bir şaşkınlık dönemi geçirdik; gerçek CHP’liler aldandılar, aldatıldılar... Bu hengâmede iktidar, üçüncü kez Tayyip Bey’in AKP’sine gitti. Dört yıl daha “tek adam” dönemini yaşamak zorundayız. Hasdal’larda, Silivri’lerde yatan yüzlerce general, subay, asker ve siville birlikte. Daracık hücrelerde bulaşık yıkayan korgeneraller, yeni yeni ortaya çıkarılacak belgelere dayanarak tutuklanacak “şüpheli” diye adlandırılan kişilerle birlikte... Bütün bunlar vız gelir YCHP’ye... Kendisine kimse dokunmasın yeter! Varsın Türkiye bir çılgınlık çağında yaşamasını sürdürsün! Tayyip Bey’in akıldışı projelerini, İstanbul’u ikiye, üçe bölme hesaplarını, İzmir’de daha nerelerde uygulanacak keşifleri, buluşları, arayışları... Gerçek CHP’liler üzülmesin. Bu seçimde yenik düşen parti CHP değil; o seçime katılmadı, tarihsel çizgisinden, Atatürk devrimlerinden kopmadı. Orta yerdeki parti, YCHP’dir. Yolu açık olsun! Ama ‘Altı Ok’ felsefesinden kaynaklanan devrimci CHP bir gün yeniden doğacaktır. Hem de en kısa sürede... Biz, uluorta “helalleşip” duranların bilip de bilmezden geldikleri gerçekleri görerek Cumhuriyetin kazanımlarını sömüre sömüre yurttaşlık bilincinin erimesine çanak tutan, laik eğitim dizgesini bozan, kavramları tersyüz eden, inanç ve köken farkını siyasallaştıran, sınıf farkını derinleştiren, halkı yoksullaştıran, göz göre göre “haram”ı “helal” diye yutturan, hak ve özgürlüklerimize göz diken kim olursa olsun; hiç kimseyi bağışlamayacağız! Sevgi ÖZEL elevizyonda “izdivaç” izlencesi sunanlar, bu izlencelere katılanlar; dinletisini bitiren şarkıcı türkücüler, yarışmalardan, tartışmalardan “şimdilik” ayrılanlar, kürsülere çıkan politikacılar… Helalleşen helalleşene… Aklınıza gelen her yerde, açılışlarda, kapanışlarda artık kimse, özellikle politikacılar, kişi ve kurumların başarılı ve sağlıklı olması, güzel günler geçirmesi, iyi işler yapması, kötülüklerden uzak durması için iyi dilek belirtmiyor; Türkçenin onlarca sözcüğünden (söz öbeğinden) birini bile kullanmıyor; her olayın, durumun, oluşumun “hayırlara vesile” olması isteniyor. Bir ilköğretimde karne dağıtan yetkili, “çocukları muasır medeniyet seviyesine çıkarma” palavrasını sıkıp ardından karnelerin, “hayırlara vesile” olmasını söylüyor; çevresini kuşatan öğretmen ve ana babalarla “helalleşerek” ayrılıyor. T Helal etmek bağışlamaktır Son on yıldır politikacı ağzıyla birtakım kavramların, inanca vurgu yapılarak yaygınlaştığına tanık oluyoruz. Devletin tepe noktalarında oturan birçok yetkili, büyük küçük herkes, bir yerden kısa ya da uzun süreli ayrılırken ya “helalleşiyor” ya da “bye bye” diyerek Türkçenin onlarca esenleşme sözcüğünü bir kalemde siliyor. İnsanlar, birbirine “alışverişte ya da ay rılma sırasında hakkını” bağışladığını, bir başka deyişle “helal” ettiğini söylerdi. “Helal etmek” Tanrı’yı tanık tutarak (bir şeyi) bağışlamaktır. İnsanların birbirlerini bağışlayacak bir durumla, bir olayla karşı karşıya kalması için bir neden, bir yaşanmışlık olmalı… Örneğin birileri, ekranda beş on dakika gördüğü, hiç tanımadığı insana (insanlara) hangi hakkını bağışlıyor? “Hak” dediğimiz kavram, kolayca ölçülüp tartılacak bir şey mi? Son zamanlarda politikacılar sıklıkla “helalleşme” sözcüğünü kullanır olunca, bu kullanımlarda “din kurallarına aykırı olan, dince yasak olan haram” sözcüğünün karşıtı “helal” ve türevleri de “dinin kurallarına aykırı olmayan, dinsel bakımdan yasaklanmamış olan”ı çağrıştırır oldu. Neresinden bakarsanız bakın, “haram” sözcüğü usumuza ilkin “dince yasak olan”ı getiriyorsa, “helal”in de inançla doğrudan anlam ilişkisi vardır. Ayrıca “helal” yasalardan çok, dinsel kurallara ve geleneklere uygun demek değil mi? Yurttaşlar Yasası’ndan önce erkeğin eşi “helal”iydi; şimdi politikacı “karı, karım” demeyi utanç öğesi gibi gördüğü için alanlarda kükrüyor; “Helalimize dil uzatıldı” diye. Dilimize giren birçok yabancı sözcük gibi “helal” de zamanla benzetmeli anlamlar kazanmıştır; ancak “Helal olsun!” dediğimizde, kişiler, olay, oluşum ve durum lar, her zaman kurallara, geleneklere uygun mudur, uyar mı? Bir hırsız ötekini, “Helal olsun!” diye övgüye boğamaz mı? “Helal para, helal gıda, helal giysi…” dediğinizde, buradaki “helal” neyi anlatıyor, neye göre belirleniyor? Yerli yersiz kullanılan “helal, helalleşmek, helallik…” gibi sözcüklerin toplumun hepsi için değilse de bir kesimi için “hayırlara vesile” olduğunu söyleyebiliriz. Dün “batıl Batı”nın her şeyini “haram” sayanlar, bugün uygulayımın her alanını, her şeyini, toplumu yanıltma pahasına kendileri için “helal” kılıyorlar. Sandığın çindeki Mahkeme... Özel mahkeme... Çadır mahkeme’den sonra bu: Sandık mahkeme... Bu mahkeme de bir nevi seçim sandığı yerine geçiyor; milletvekili seçilen, seçildikten sonra seçilmemiş olabiliyor... Sandıktan çıkıyor da mahkemeden çıkamıyor yani... Seçilemeyen ise bakıyor ki seçilmiş... YSK Başkanı Ali Em, merdivenlerden inerken kazanıp da seçilemeyenleri, ya da seçilip de kazanamayanları gerektiğinde medyaya açıklıyor... Eee tereddüdü olan soruyordur YSK Başkanı Ali Em’e: “Seçildim mi Ali Em’mi?..” İşte; bağımsız Hatip Dicle’nin milletvekilliği... Seçildikten sonra, tam mazbatasını alacakken, baktı ki seçilmiş ama kazanamamış.... YSK kararı öyle... Yerine; seçimde seçilemeyen AKP’li “Oya Hanım kardeşimiz” Meclis’e girecek... Böylece BDP’lilerin oyları ile AKP’li seçilmiş olacak... İyi mi?.. Sandıktaki mahkeme kararı ile... BDP’linin suçu ise: “Terör örgütünün propagandasını yapmak...” Öyle demeyin... Demek ki yeni duydu emmi?.. Taksim’de Atatürk’ün boynuna bile PKK bayrağı astılar da... Ya da: Terör örgütü Habur sınır kapısından PKK bayrakları ile girerken davul zurna ile karşılayanlar... Terör örgütünün elebaşısı ile ateşkes anlaşması yapanlar; 1 başbakan, 22 bakan, 325 milletvekili ile iktidar seçildiler de... Bu “terör örgütünün propagandasını yapmaktan” düz milletvekili seçilemiyor... Zaten bu yazı yazılırken de, sandıktan çıkan Mustafa Balbay’ın, Mehmet Haberal’ın, Engin Alan’ın, mahkemeden çıkıp çıkamayacaklarını oturmuş bekliyoruz. Belki de seçildiler ama kazanamadılar?.. Belki kazandılar ama seçilemiyorlar?.. Ya da belki onlar “milletvekili” olduklarını sanıyorlar, belki mahkeme onları başka bir şey yapacak?.. Bu arada: Meclis aritmetiği de değişiyor... AKP çıkıyor; 330’a biraz daha yaklaştı?.. Sandığın içindeki mahkeme kararı ile... Laik eğitimden uzaklaşmak Bilimin, sanatın, bilgisayarın ve başka uygulayımsal alanların hızını görmezden gelerek ya da yönünü değiştirmeye kalkışarak, laik eğitimden uzaklaşarak dünyaya yalnız inanç penceresinden bakan, herkesin de böyle bakması için koşulları zorlayan kim olursa olsun, bu durum, yıllar yılı “hayırlara vesile” olur mu; bilemeyiz. Kendince kurguladığı her şeyin herkese uygun olduğunu sanan politikacı, sanatçı ya da herhangi biri, yüksek kürsülerden değil, Erciyes’in doruğundan bile haykırsa, yüzü hızla ötedünyaya çevrilen kadınlar ve çocuklarla gerçekten “helalleşebilir” mi; şimdilik bunu da bilemeyiz. Birileri “helalleşedursun.” Biz, uluorta “helalleşip” duranların bilip de bilmezden geldikleri gerçekleri görerek Cumhuriyetin kazanımlarını sömüre sömüre yurttaşlık bilincinin erimesine çanak tutan, laik eğitim dizgesini bozan, kavramları tersyüz eden, inanç ve köken farkını siyasallaştıran, sınıf farkını derinleştiren, halkı yoksullaştıran, göz göre göre “haram”ı “helal” diye yutturan, hak ve özgürlüklerimize göz diken kim olursa olsun; hiç kimseyi bağışlamayacağız! Dinlerin, Dillerin, Uygarlıkların Kardeşliğinde Mardin Mezopotamya uygarlığından bugünlere miras kalan ender görünümlü Mardin’in yaşanmışlığı ve gelecek nesillere aktarımı için, UNESCO’nun “Dünya mirası kentler” sıralamasındaki haklı yerini almalıdır. Ayrıca; devletçe de korunması konusunda gerekli önlem ve destek verilmelidir. mari dokusunun korunması için ulusal ve uluslararası çalışma ve destek kaçınılmazdır. Çünkü, Mardin görkemli yapısıyla ve uygarlıkların getirisiyle barış, hoşgörü ve anlayışı gerçekleştiren bir kenttir. Anadolu mertliğinin kardeşlik şerbetiyle oluşturduğu kopmaz dostluğun merkezidir. Doğu mistisizminin, bereketin ve huzurun örnek bir kenti olmuştur asırlarca. Atatürk, “Geçmişini bilmeyen, geleceğine yön veremez, tarihine sahip çıkmayan bir millet yok olmaya mahkumdur” demişti. Bu özdeyişin ışığında Mardin’i tanımak, görmek, yorumlamak ve değerlendirmek tarihsel bir görevdir. Kentin sorunları karşısında ruhumuz sağır ve gözümüz kapalı olmamalıdır. Geçmişe sahip çıkmalı, gerçeği görmeli... Mezopotamya uygarlığından bugünlere miras kalan ender görünümlü Mardin’in yaşanmışlığı ve gelecek nesillere aktarımı için, UNESCO’nun “Dünya mirası kentler” sıralamasındaki haklı yerini almalıdır. Ayrıca; devletçe de korunması konusunda gerekli önlem ve destek verilmelidir. Zengin birikimleriyle Mardin, evrensel değerdeki kazanımlarıyla ünlü bir “barış kenti” olmanın onurunu taşımaktadır. Kentin bu temel özellikleri Mardin’i turizmin “yükselen yıldızı” konumuna taşımaktadır. Uygarlıklar kenti, / geçmişin kültür durağı, / açık müze, / altın şehir gibi unvan yakıştırmalarını hak eden bir kenttir Mardin. “İnançların ve uygarlıkların durağı” Mardin, bugünlerin de turizm hareketliliğinde aranan bir kent olmuştur. Geçmişte Mardin ve çevresini eğitim ve kültürel değerleriyle aydınlatan Kasımiye ve Zinciriye medreselerinin yerine bugün Artuklu Üniversitesi’nin kurulması sevindiricidir. Halkın değişim, gelişim ve yenileşmesinde Artuklu Üniversitesi’nin önemli değerde katkısı olacaktır. Dinlerin kardeşliğinin yarattığı kültürel değerler Mardin’in kimliğini oluşturmaktadır. Bütün bu temel özellikleri ve çevresindeki ören yerleriyle Mardin herkesçe görülmelidir. “Dokumda sevdan var benim, / Her taşın her yapıtınla tarihim, / Yürek atışımdaki sıla özlemim, / Dizelere, yazılara sığdıramam seni Mardinim.” T . Gürşen KAFKAS / Eğitimci yazar arihi geçmişiyle asırlardır uygarlığa kucak açan Mardin; camileri, kiliseleri, medreseleri, hanları, abbaraları (örtmeler) ve konaklarıyla dünlerin bugünlere getirisidir. Görkemli yapı özellikleriyle süsleme sanatı ustalığında işli taş yapılar içlerinde geçmişin gizlerini saklı tutmaktadırlar. Taş işçilerinin işleme sanatlarında kullandıkları motif, desen, figür ve nakışlarla eşsiz değerde kalıcı eserler yaratmışlar. Yapıların görselliği ve değişkenliği kentin “uygarlıklar beşiği” oluşunda haklı değerlendirmedir... Asırlardır dinlerin, dillerin ve etnik kökenlerin kardeşliğini, barış, özgürlük, hoşgörü ve anlayış içinde sürdüren uy garlıklar kentidir Mardin. Acıyı sevgiye, nefreti umuda, korkuyu barışa dönüştüren her kökenden insanların harmanlandığı hoşgörü ve anlayış kenti. Mardin halkı; ak günleri kara günlerle ortaklaşa paylaşmanın örneğini vermiş tarih boyu. Çok dilli, çok dinli, etnik farklılıklarla halkların yaşamları kardeşliğe gölge düşürmemiş. Halklar birbirlerine inanıyor, güveniyor, hoşgörü içinde birlikte yaşıyorlar. Hiçbir kimse diğerlerini ötekileştirerek, dışlayarak, ayıplayıp karalamıyor. Geçmişten gelen uygarlıkların ortak paylaşımının getirisi huzur, sıcaklık, güvenli ve sakin insanları bir arada yaşatmış. Mardin’i seyrederken altüst olan duygularımız bizleri geçmişe iten düşlerin anılarında yaşatır. Bir açık hava müzesi görünümüyle; geceleri ışıltılı bir gerdanlık, gündüzleri suskun, saygın, durgun bir mezarlığı andırıyor. Dinlerin, inançların kardeşliği; sö mürülmemiş, yıpranmamış, onur kırıcı davranışlardan uzak durmak toplumca gelenekselleşmiş. Toprağın, dinin, dilin ve etnik kökenlerin kardeşliğinin diyarı Mardin, uygarlıkların buluşmasında uç beyliği konumundaydı. Her ne olursa olsunlar birbirlerini anlayışla kucaklayan halk, dinler kardeşliğinin yaratıcısı olmuşlar. Birbirlerine elli metre uzaklıktaki cami ve kiliselerden yükselen “ezan / çan” seslerinin tınısı, semalarda mistik değeriyle inananların yüreklerinde anlayış, hoşgörü ve huzurun yaratıcısı olmuş. “Uygarlık öyle bir ateştir ki ona uzak duranları yakar” diyen Mustafa Kemal, Mardin’in tarihsel uygarlığının ulusal kültürümüze katkısını, hak ettiği değerin verilmesini, beklentilerinin karşılanmasını bu özdeyişinde anlatıyordur diye düşünüyorum. Mardin’in bu zengin tarihsel kimliğinin ve mi Türkçe ile ‘Olimpiyat’ Günay GÜNER Ü lkemizde “sivil toplum örgütleri” içinde Truva Atı konumunda olmayı yeğleyenlerin, özellikle dinsel topluluk (cemaat) yapılanması altında fırsatçı girişimleri Türkçe diye diye Türkçemizi aşındırmaya kadar uzanıyor. Olimpiyat spor için kullanılan yabancı (Yunanca, Fransızca) bir sözcük olarak bilinir. Bir de ne görelim, Türkçe ile olimpiyat bir araya getirilmiş. Ortak dilimiz, Türkçe Olimpiyatı başlığıyla birtakım toplum mühendisliği çalışmalarına araç kılınmış. Truva Atı kanısı nereden mi kaynaklanıyor? Çok açık. Söz konusu girişimin eylemcilerinin birçok yayınla belgelenen ABD ve “İngilizce” odaklı uluslararası yapılanmaları bir yana, Türkiye’de onlarca yıldır dil devrimine, dilde özleşmeye karşı, Arapçanın, Farsçanın yayılması yönünde bir ülkünün uygulayıcıları oldukları bilinmektedir. Bu ülkünün yayılması için Türkçeyi savunur görünerek, Türkçeyi “kullanarak” ortak dilimizi bozmanın çabası içindedirler. Kurdukları bilgisunar sayfalarından bile bu savın kanıtlanması olanaklı. İşte orada kullandıkları sözcüklerden bazıları: Olimpiyat, mevcudiyet, emare, final, stant, keyfiyet, camia, mensup, samimiyet, mekân, şuur, şükran, misafir, tertip, heyet, sponsor… Dolayısıyla Türkçe yanlışlarına düşmeleri kaçınılmaz: Örneğin, “Türkiye’nin dünya ülkeleri ile geliştirdiği ilişkiler, Türkçe öğrenen binlerce öğrencinin mevcudiyeti dilimizin hak ettiği konumu elde edeceğinin emareleri sayılır” benzeri birçok tümce kurabiliyorlar. Güzelim Türkçemizin geliştirilmesi Türkçe olimpiyatçılarına kaldıysa dilimizin vay haline. Ört ki ölem! Hiç kuşkusuz Türkçenin korunması Türkçe karşıtlarının işi olamaz. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle