19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
4 MAYIS 2011 ÇARŞAMBA CUMHUR YET SAYFA 15 Birleşmiş 5Şubat 2001 günü,Konseyi’ne Milletler Güvenlik bomba gibi bir mesaj düştü: Afganistan’daki Taliban yönetimi, kısacık tarihinde ilk kez, uluslararası meşruiyet, yani iktidarlarının tanınması için görüşmeye hazırdı. Çağrı bizzat Taliban Dışişleri Bakanı Muttawakil’in (ya da Mütevekkil) ağzından, İngiliz The Times gazetesinde yayımlanmıştı. Muttawakil, ülkesinin Batı’dan yardım aldığı 1996 öncesi ilişkilere dönmesi karşılığında, muhataplarını başta Usame bin Ladin’in sınır dışı edilmesi, pek çok hassas dosyada memnun etmeye hazır olduklarını bildiriyordu. Taliban hükümeti, petrol şirketlerinin emrindeki Bush yönetimine, Kazakistan petrollerinin Afganistan’dan emniyetli geçişine dair güvence de veriyordu. Washington, Taliban’ın çağrısına olumlu yanıt ve Afganistan ile yeni ilişkiler kurmak yetkisini Leyla Helms’e verdi. Leyla Helms, bir zamanlar CIA Müdürü Richards Helms’in yeğeni, Afgan kökenli bir Amerikalıydı. SSCB’ye karşı Afgan savaşı sırasında, doğrudan Washington’a bağlı Friends of Afghanistan “dostluk” derneğinin başına getirilmiş ve ABD kamuoyunda Afgan mücahitlerine “sempati uyandırma” kampanyasını yönetmişti. Baba Bush yönetimi sırasında, ABD ile Afganistan arasındaki tüm gayri resmi diplomatik ilişkilerden sorumluydu. Leyla Hanım, 1999 yılında NBC televizyonu hesabına Afganistanlı kadınların yaşamını konu alan bir belgesel de çekmişti. Belgeselde öylesine övüyordu ki Taliban rejimini, ne NBC ne de Kofi Annan’ın Afganistan temsilcisi ve aslında ABD’nin has adamı Fransesc Vendrell, Roma’da devrik kral Zahir Şah’la görüşüyor ve kendisinin Afganistan’a “muhtemel” dönüşü üstüne pazarlık yapıyordu. 15 Temmuz’da ABD, Berlin’deki Afganistan toplantısında ilk kez Taliban rejimine karşı muhtemel bir askeri operasyondan söz etti. Ve 17 Temmuz’da, uluslararası Batı ittifakı tarafından Taliban’a iki maddelik bir mesaj niteliğinde haber salındı: Usame bin Ladin’in yakalanması için Afganistan içinde ve Taliban’a karşı bir müdahale düşünülüyordu. Eski Kral Zahir Şah’ın Kâbil’e dönüp iktidarı ele alması için görüşmeler başlamıştı. Sizin anlayacağınız, 2001 yılında bir yandan Taliban’a yeni mali yardımlar çıkarılırken, öte yandan Afganistan’a savaş açılıp Usame bin Ladin’in “bitirilmesi”, 11 Eylül saldırılarından aylar önce kararlaştırılmıştı. Üstelik ABD’nin yanı sıra tüm Batılı müttefikler tarafından… 11 Eylül, aslında harekâtın salt ABD hükümranlığına geçmesini sağladı, ABD’yi tek başına yetkili kıldı, o kadar. Yukarıda okuduğunuz satırlar, Jean Charles Brisard ve Guillaume Dasquié’nin “Bin Ladin, Yasaklı Gerçekler” başlıklı belgeselini özetlediğim ve 2002 yılında yayımladığım yazı dizisinin bir parçasıdır… Zaman geçiyor, taktik değişmiyor, sevgili okurlar. Kaddafi’nin Libya’sı, 13 Mayıs 2010’da BM İnsan Hakları Komisyonu’na üye seçildikten bir yıl sonra, halen “insan haklarını ihlal ettiği” gerekçesiyle bombalanıyor! Arkadan Gelen stimler Fotoğraf : AL AR F ERSEN “Savaş, idam sehpasına gönderen tekil suçu ço ğul işleyip ödül kazanmak sanatıdır.” JEAN HENRI FABRE başka bir televizyon kanalı, bu taraflı “eseri” göstermeye cesaret edememişti. 5 Şubat 2001 çağrısından sonra, kolları tekrar ABD Taliban ilişkilerinin iyileştirilmesi için sıvayan Leyla Helms, 18 ve 23 Mart arasında Molla Ömer’in başdanışmanı Seyid Rahmatullah Haşimi’yi ABD’ye getirtti. Amerikalı araştırmacı gazeteci Wayne Madsen’ın sürdüğü ize bakılırsa, bu beş günlük gezi sırasında Haşimi’nin ilk durağı Directorate of Central Intelligence, yani CIA ile Dışişleri Bakanlığı İstihbarat Dairesi arasındaki köprüyü oluşturan DCI oldu. Ama Haşimi’ye verilen önem, bununla bitmiyordu. Molla Ömer’in sağ kolu, haberalma örgütlerinin özel olarak izlediği ABC televizyonu ve National Public Radio’dan da Afganistan’ın sesini duyurmak şansına sahip oldu. Bu ziyaret sonrası ABD, Afganistan’a 114 milyon dolar ek yardım yapmayı kabul etti. Aynı yılın başından beri devam eden yardımlar toplam 124 milyon doları aşmıştı ve bu durum bizzat Colin Powell tarafından 17 Mayıs’taki bir basın toplantısında açıklandı. Oysa bu açıklamadan sadece bir gün önce, BM Genel Sekreteri Taliban’dan izole edilip malum villaya yerleşince bulunup vuruldu, diyorlar. Bir de şöyle düşünün: Bin Ladin on yıl önce öldürülseydi, ABD bunca zamandır Afganistan’da durabilir miydi? Irak’ı istila edebilir, Kuzey’inde bir Kürdistan, Kürdistan’da da yakın gelecekte İran’ı vuracak 50 bin mevcutlu bir üs kurabilir miydi? Bugün NATO mato, cümbür cemaat Libya vurulabilir, Afrika haritasını yeniden çizecek, Ortadoğu ve belki Türkiye’yi bile yeniden biçimleyecek Arap baharı başlatılabilir miydi? Obama, “Adalet yerini buldu!” diyor. Neyin nerede ne bulduğuna bakarsanız, Adalet’in de kim olduğunu bulursunuz! göçerken Dağdan dağa kıstırılamayan, 1 Mayıs Coşkusu ve Çıkarılacak Dersler Üzerine Şu sıralar herkes 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nün ne denli barışçıl, ne denli coşkulu geçtiğini anlatıyor. Salt emekten, emekçiden yana olanlar değil, emek ve emekçi düşmanlıkları, sözleriyle, yazılarıyla, davranışlarıyla defalarca kayıt altına alınmış, sayıları hiç de az olmayan “müsecceller” katılıyorlar bu koroya. Sendikaların, sol örgütlerin, çok sayıda sivil toplum kuruluşunun katkılarıyla Taksim Alanı’nda 1 Mayıs’ı kutlayan yüz binlere bir sözüm yok elbette; beni sol gösterip sağ vuran o sahtekâr takımı rahatsız ediyor. Yapay coşkuları midemi bulandırıyor. Sözgelimi işveren temsilcileri ne ararlar o alanda? Eğer amaçları emekçilerle dayanışmaksa o alana gelmezden önce fabrikalarında taşeron işçiliğe son vermeleri, sendikal çalışmalara yol açmaları gerekmez mi? Bir yandan işyerinde taşeron işçi çalıştıracaksın, bir yandan özgür sendikacılığın yolunu kesecek, hasbelkader bir sendikaya üye olan işçini işinden edeceksin, bir yandan da Emek ve Dayanışma Günü’nde alanlarda boy göstereceksin. Bu ikiyüzlülüğe kim inanır ki? Aynı ikiyüzlülük gösteri alanlarında kendilerini göstermeye çalışan, iki de bir mikrofon kapmak için birbirleriyle yarışan emek ve emekçi düşmanı, “sermaye mücahidi” AKP’liler için de geçerli değil midir? 1 Mayıs’ta alanlar salt ekonomik değil, siyasal taleplerin de dile getirildiği yerlerdir. AKP’lilerin o alanlarda ne işi vardır? Eğer “demokrasi” sözcüğünü ağzına alacaksan önce yüzde 10’luk seçim barajını kaldır, en azından parlamenter temsiliyeti güvence altına alacak kadar kapitalist/burjuva ahlakına sahip olduğunu kanıtla! Bir de kutlamaların gürültüsüz, patırtısız, barış içinde geçmesini dillerine dolayanları, “Keşke hep böyle olsaydı!” diye topu emekçilere atanları yadırgıyorum. 1977’nin 1 Mayıs’ında işçiler mi birbirini öldürdü Taksim Alanı’nda. O zamanki Intercontinental Oteli’nin dördüncü katından, Sular İdaresi’nin üzerinden alandaki kalabalığı kurşun yağmuruna tutan işçiler miydi? 36 kişi ölmüştü o gün ve aradan geçen yıllar içinde katillerin adları da bilinir olmuştu. Bugün satır aralarında o kıyımın suçunu emekçilere yüklemeye çalışanlar acaba neden son 34 yıl içinde katillerin yargı önüne çıkarılması doğrultusunda kalem oynatmadılar? 1977’yi izleyen yıllarda 1 Mayıs’ın neden bir türlü doğru dürüst kutlanamamasının nedenleri üzerine kafa yoran acaba kaç kişi vardır? O yıldan itibaren girilen uzatmalı sıkıyönetim döneminde konulan yasakları, 12 Eylül 1980 darbesi sonrası askerifaşist yönetimin 1 Mayıs’ı tatil günü olmaktan çıkardığını kim anımsıyor? Nihayet Turgut Özal’ın başbakan, şimdiki AKP’li Abdülkadir Aksu’nun da içişleri bakanı olduğu 1989 yılında sendikalar tarafından bir kutlama girişimi olmuş, polisin durduk yerde ateş açması üzerine Mehmet Akif Dalcı adında 17 yaşında bir genç ölmüş, 2’si ağır 40 kişi yaralanmış, yüzlerce gösterici gözaltına alınmıştı. 1996 yılında Kadıköy’de yapılan 1 Mayıs yürüyüşü sırasında göstericilerle polisler çatışmış, üç gösterici polis kurşunlarıyla can vermişti. 2007 yılı 1 Mayıs’ında yürüyüşleri engellemek bahanesiyle polisin DİSK Genel Merkezi’ni basmasının, sendikacıların üzerine kırmızı sular sıkılmasının, bir hastane kapısına yine polis tarafından sis bombası atılmasının, kadın göstericilerin yerlerde sürüklenmesinin, kafalarının tekmelenmesinin, turistlerin coplanmasının görüntüleri belleklerimizde canlıdır. Dört gün önceki kutlamaların olaysız geçmesinin tek nedeni ise polisin basiretli davranarak göstericilere yersiz müdahalelerde bulunmamasıdır. Dolayısıyla konunun şaşılacak bir yanı yoktur. Bundan bir ders çıkarması gereken varsa emekçiler değil, devlet ve devletin güvenlik güçleridir. K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK ‘ G ’ N O K T A S I [email protected] ‘Aklı Başında’ Tepebaşı entsever’ örnekler O gün, “yıpranan kentin restorasyonu; depreme dayanıklı kent; doğasını, kültürünü yaşatan bir İstanbul hedeflemek neden hayal edilmiyor” diye düşünürken; kimi kentlerimizde izlenen “aklı başında” imar politikalarını anımsadım. Kanala methiyeler düzen malum medyada yer almayan gerçek “kentsever” uygulamalar... Örneğin TOKİ’nin mesire alanlarına göz diktiği ucube bloklarına direnen bir Kırklareli; ya da “çanakçömlek”lerine antik zenginliği olarak sahip çıkan bir Çanakkale; tarihî mekânlarını ve eski çarşılarını çağdaş yaşama kazandıran bir Gaziantep, Muğla, Şanlıurfa; termik ve nükleer santrallara “geçit yok” diye ayağa kalkan Sinop, Bartın ve diğerleri… Akarsularını ak(a)maz kılacak HES’leri geri püskürten ArtKentin kuşaktan kuşağa “güvence”leri... vin, Rize, Köyceğiz ve daha nicelefi yaparız.” Ama baksanıza, yasal ve “de ri... Neden ulusal gündemde hak mokratik” görevi böylesi deva ettikleri yeri alıp alkışlanmazlar; sa bir imar operasyonu için ön neden “çılgın”lar kadar önemce belediye meclisi onayını al senmezler? mak olan Büyükşehir Belediye e Eskişehir’den... Başkanımız mimar Kadir TopYanıtı toplum ve siyaset bibaş ne diyor: “Arazi kapatmak için acele etmeyin; ya ka limcilerimize bırakmaya karar vermiştim ki Eskişehir’den Tenala giderse!” Peki, ya meclis “demokra pebaşı Belediye Başkanı Ahsi”yi anımsayıp da başkana rağ met Ataç aramasın mı? “ Çarşambamı ayarladım; men “İstanbul’a çılgınlık değil programa gelebilirim.” akıllılık gerek” deyiverirse? “ Hemen” dedim ve ekledim: anal ve Kars “Bir kent için aklı başında Aynı gün Kars’taki İnsanlık projelerin neler olabileceğini Anıtı’nın yıkımına da “tekbir”le göstermenin tam zamanı.” Evet… bu akşam İmar Dosbaşlanmıştı... Uzmanlara göre “İstanbul’un idamı” denebile yası’nın konuğu Ahmet Başcek kanalın “sanatın idamı”yla kan... Eski fabrika yapılarının saeşzamanlı açıklanması acaba nat mekânlarına dönüştürülmesinden, bisikletle ulaşımın özenrastlantı mıydı? Sanatçı Mehmet Aksoy’un, dirilmesine; en kimliksiz sokaksadece “insani” duygularla ta larda bile “çağdaş yaşam” orsarladığı heykeline katlanama tamları yaratmaktan; belde evyanlar, gerçekten “İstanbul’a lerine, ekolojik ürünler pazarına âşık” olabilirler miydi? Yanıtı as ve “fastfood”a karşı yerel mutlında kanal projesinin ayrıntıla fağın yaşatılmasına kadar tüm rında: “Oteller, siteler, alışveriş akıllı uygulamaları keyifle komerkezleri...” Yani, İstanbul’u nuşacağız... Tepebaşı projeleri, yürekten düşünenlerin “Artık Büyükşehir Belediye Başkanı yeter, kente daha fazla yükle Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’in meyin” dedikleri, “rant âşığı” hayranlık yaratan kentsel çalışmalarına “ilçe belediyesinden yatırımlar... Bunları hayal etmek İstan kültürel katkı” olarak da önem bul’a sevdalanmaksa, kalan tüm taşıyor... Ulusal Kanal’da ormanları, tarım alanlarını ve su 20.30’da bekliyoruz... Başbakan o gün kendi deyimiyle “muhteşem çılgın” projesini anlatırken, “İstanbul’un içinden ikinci deniz geçecek” deyince salondakilerin nasıl sevindiklerini izlediniz mi? Kanalı “bu nedenle” çılgınca alkışlayanlara bakıp düşündüm: Daha Boğaziçi’ni doyasıya kucaklayamayan; kent içi ulaşımda değerlendiremeyen; hatta şarkılarıyla ünlü Küçüksu Mesiresi’nin bile “şantiye deposu”na dönüşmesine aldırmayanların, Başbakan’ın “ikinci boğaz hayali”ne böylesine kapılmaları nasıl açıklanabilir? Nüktedan biri dedi ki: “Ben de istiyorum; birincisinden umut yok; belki ikincisinde şöyle kanala nazır bir evimiz olur.” Dayanamadım ekledim: “Eh.. biz de gelir balık tutar, tankerleri seyrederek mangal keyhavzalarını “yeni açıklanacak çılgın projeler”le betonlaşmaya açmak da “kara sevda” olsa gerek... ‘K Ç ZG L K KÂM L MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARB SEM H POROY V K HAYAT EP K T YATROSU MUSTAFA B LG N [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Denizcilikte, ti 1 rinket yelkenini açıp gergin tutmakta kul 2 lanılan halat. 2/ Her 3 hangi bir nedenle ar 4 mağan kabul edenin, vermek zorunda 5 olduğu karşılık... Lit 6 yum elementinin 7 simgesi. 3/ Kabartma bir figür oluştu 8 racak biçimde yon 9 tulmuş değerli taş... 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Kendi alanında en önde gelen kimse ya da nesne. 4/ 1 İ N C E G Ö L Ş “Yehova’ya hamd olsun” 2 S A A T T A P İ anlamına gelen ve ayin 3 T A R A M A İ N lerde kullanılan İbranice 4 İ T İ A N İ İ söz. 5/ Doğu Karadeniz’de 5 D Y A L AMU K yetişen ve derideki tahriş6R E E L Z AM leri iyileştirmekte kullanı7 A R A Ş İ R A N lan bir ot. 6/ Bir zaman biEME rimi... Akım şiddeti birimi 8 K O T R A S EMP A T İ K kiloamperin kısa yazılışı... 9 Yiğit, kahraman. 7/ Ortadoğu’da, “Ölüdeniz” de denilen göl... Bir şeyin kalitesini garanti eden işaret. 8/ Atışta hedef tahtasını bile vuramama. 9/ Evlere, çeşmeden su taşımayı iş edinmiş olan kimse... Telli çalgılarda telleri yüksekçe tutan tahta köprücük. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Gürültülü içki âlemi. 2/ Yumurta biçiminde olan... Süs bitkisi olarak yetiştirilen, odunsu gövdeli ve uzun yapraklı bir ağaççık. 3/ Kirpik boyası... Şenliklerde caddelere kurulan süslü kemer. 4/ Sahiplik, mülkiyet... Eski Mısır’da güneş tanrısı. 5/ Bir soru sözü... Düdenden daha geniş olan çukurluklara verilen ad. 6/ Hediye, armağan... “Selam” anlamında Latince sözcük. 7/ “Dağçayı” da denilen ve halk hekimliğinde kullanılan otsu bir bitki. 8/ Telefon sözü... Herkesin gözü önünde yapılan. 9/ Bir İngiliz uzunluk ölçüsü birimi... Sesleri kaydetmeye yarayan daire biçimindeki levha. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle