27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 MAYIS 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA [email protected] EKONOMİ 15 35 mali müşavir birleşerek Türkiye’nin ilk hile avcılığı şirketini kurdu ve ülkenin yolsuzluk haritasını çıkaracak Hile avcıları işbaşında ŞEHR BAN KIRAÇ Türkiye’nin ilk yerli hile denetim şirketi hizmete girdi. Türkiye’de 35 mali müşavirin bir araya gelerek kurduğu Fraud Research Corporation (FRC), şirketlerdeki hileleri, ortaya çıkartacak. 35 kişilik ekip, ABD’deki mali dedektiflik sistemine benzer bir yöntemle şirketlerdeki hileleri yolsuzlukları iz sürerek bulacak. Dünyada her yıl 3 trilyon dolarlık yolsuzluk yapılırken, Türkiye’de bunun miktarı hâlâ bilinmiyor. Türkiye’de özel şirketlerdeki yolsuzlukların ortaya çıkmamasının asıl nedeni ise güven. Özellikle aile şirketleri, yakınlarını ispiyonlamaktan çekiniyor, yapılan hileleri görmez Fraud Research Corporation ABD’deki mali dedektiflik sistemine benzer bir yöntemle şirketlerdeki hileleri, yolsuzlukları iz sürerek bulacak. Ekibin amacı, bir şirkette yolsuzluk yapılmadan bunun önüne geçebilmek. altını çizerek “Türkiye için kesin bir rakam yok. Ancak her yıl şirketler özvarlıklarının yüzde 7’sini hile yoluyla kaybediyor. Bizim amacılımız, şirketlerin kurumsallaşmasını sağlayarak, hile gerçekleşmeden önünün kesilmesi” dedi. Şu anda Türkiye’de sadece citibank’ın hile denetim biriminin bulunduğunu, özellikle finans sektöründe hileye çok başvurulduğunu dile getirdi. Türkiye’de aile şirketlerinde genelde güvene dayalı suiistimaller olduğunu belirten Ecevit, “Çocuk babayı, amca yeğeni kazıklıyor ama birbirlerini affediyorlar. Birçok yönetici de benim elemanım hile yapmaz diye firmasını denetlemiyor. Bir kişinin bulunduğu kademeye göre yaptığı hilenin şirkete verdiği zarar değişiyor” dedi. Türkiye’de halka açık 325 şirketten sadece 22 tanesinin gönüllü olarak ‘Kurumsal Derecelendirme Endeksi’ne girdiğini dile getiren Ecevit, kurumsallaşmanın 100 kriteri olduğunu anlatarak “Biz şeffaflaşma yolunda ilerleyen firmalara hizmet vereceğiz. Bir firmada hile dene den geliyor. İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası’nın Hile Denetimi Kursu’ndan mezun olan aralarında Mesud Ecevit, Hülya Ekinci, Recep Derin ve Fatma Ensar’ın da bulunduğu 35 kişinin kurduğu FRC şirketler için hile avcılığı yapacak. FRC Uluslararası Hile Denetimi ve Danışmanlık Hizmetleri AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Mesud Ecevit, her yıl dünyada 3 trilyon dolarlık yolsuzluk yapıldığının timi yapacağımızda ilk önce firmanın röntgenini çekiyoruz. ‘Hile riski var mı, daha önceden burada hile yapılmış mı, hangi birimlerde hile konusunda açık var’ sorularının cevaplarını arıyoruz. Maddi hileler yapılmış mı, bilgi hırsızlığı gerçekleştirilmiş mi diye şirketin web server’larında araştırma yapıyoruz” bilgilerini verdi. Şirketlere yıllık abonelik sistemi ile hizmet vereceklerini belirten Ecevit, şirketler için farkındalık eğitimleri sunacaklarını, ilk seminerlerine haziran ayında başlayacaklarını kaydetti. Ecevit’in verdiği bilgiye göre şirketlerde en çok başvurulan hile yöntemleri şöyle: Aşırı güvene dayalı hileler, çalışan hileleri, yönetici hileleri ve mali tablo hileleri. Ankara’ya Yanlış Bakış! Ankaralılar için sonunda beklenen büyük gün geldi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul’dan sonra Ankara için de çılgın dediği projelerini 25 Mayıs günü açıkladı. Öncelikle vurgulamam gerekir ki, bir Ankaralı olarak, bu il için atılan her doğru adımı; yapılan her yeni işi, bunu yapanın kimliğine bakmaksızın, olumlu bulurum. Ancak, Başbakan’ın Ankara tasarımı hiçbir övgüyü hak etmiyor. Çünkü Başbakan, Cumhuriyetin Ankara’sının yerine başka bir kent düşlüyor ve bunu yaparken de katılımcı demokrasinin hiçbir değerini dikkate almıyor. Önce, şu tümceye bakar mısınız? “3 Kasım (2002) seçimlerinden itibaren ise Ankara, farklı bir kimliğe, farklı bir hüviyete bürünmüştür. Ankara bugün, sadece diğer 80 vilayete değil, Kâbil’e, Sana’ya, Beyrut’a, Kahire’ye, Saraybosna’ya, Bağdat’a dahi çok ama çok yakın bir şehir haline gelmiştir.” “Derviş’in fikri ne ise zikri de odur” derler ya tam öyle; Başbakan Ankara’yı getirdikleri noktayı işte böyle özetliyor. Başbakan’ın önerilerinde, Cumhuriyetin; sanatı, kültürü, yeniliği ve çağdaşlaşmayı amaçlayan Ankara’sından eser yoktur. Cumhuriyetin kuruluşundan hemen sonra Ankara’ya verilen fiziksel görüntü ve onun içerdiği ilerici ruh, on yıllardır sağcı hükümetlerce adım adım yok edilmekteydi. Başbakan’ın çılgın projeleri, o ilkelleşme sürecini daha da hızlandıracaktır. Örneğin, sağcı hükümetlerin yok ettiği Güven Park’ın canlandırılması yerine, içinde bu parkın bulunduğu ve kentin kalbi özelliğini taşıyan Kızılay’ın Selçuklu mimarisine göre yeniden düzenleneceği Başbakan tarafından müjdeleniyor. Parasal kaynaklarının nasıl bulunacağı, maliyeti, diğer ekonomik ve teknik yönleri bir tarafa, ulaştırmadan sağlığa, savunma sanayisinden inanç ve tarih müzesine, üniversiteden hayvanat bahçesine çok sayıda yeni proje öngörülmesine karşın, kanımca, temelinde bu zihniyetin bulunduğu bir yaklaşımdan Ankara için olumlu bir sonuç çıkmaz! Başbakan, “Güneykent adını verdiğimiz bu projeyle Ankara’ya, 500 bin kişilik yeni bir şehir kazandırmış olacağız” dedikten sonra, çılgın proje yaklaşımının en önemli eksiğini, şöyle dışa vuruyor: “Şehrin kurulacağı alan hakkında şimdilik bilgi vermiyoruz.” Başbakan’ın bu son tümcesi, yani yeni kentin kurulacağı yer konusunda şimdilik bilgi vermiyoruz sözleri, çılgın projelerinin en sorunlu noktasıdır. İstanbul Kanal Projesi’nde olduğu gibi Ankara Güneykent Projesi’nde de, yeni yerleşim yerleri, büyük bir olasılıkla üzerinde arsa rantı vurgunu oluşur kaygısıyla, sözüm ona gizli tutulmak isteniyor. Kimden gizli tutuluyor? Kamuoyundan! Yani, halktan, Ankaralılardan! Sorun da buradan başlıyor. Öncelikle gerek İstanbul’da gerekse Ankara’da kurulacak yerleşim alanlarını yalnızca Başbakan ve yakın çevresi biliyor; bu durumda gizliliğin güvencesi nedir? İnsanların telefonlarının dinlendiği, özel ilişkilerinin gözlendiği ve kayda alındığı bir ortamda, neyin gizliliğinden söz edilebilir? Kamuoyunun yeni kent alanlarıyla ilgili bilgilerin sızdırılmayacağına inanması için çok daha sağlam güvencelere gerek var! Ek olarak, Başbakan’ın projelerinin hazırlanmasına halkın katılımı; meslek oda ve birliklerinin, uzmanların, üniversitelerin görüşlerinin önceden alınması gibi süreçlerden de eser yoktur. Kısaca, bu projelerde, demokratik katılımın hiçbir hücresi bulunmadığı gibi, aslında insan yoktur. Bu projeler Ankaralıların projeleri değildir. Konuşmasında, geçmişteki Ankara’nın “gri devlet binalarından, kravatlı, takım elbiseli memurlarından” söz ederek halka yabancılaştığından yakınan Başbakan, bu projeleri oluşturma yöntemiyle, asıl kendisi Ankara kentini halka yabancılaştırmaktadır! Bu anlayışın, geçmişte, üniversite öğrencilerine, “Eğer bu ülkeye komünizm getirilecekse onu da biz düşünürüz” sözleriyle ünlü, tek parti döneminin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın yaklaşımından farkı mı var? Başbakan bir noktada haklı: Ankara çok daha iyisine layıktır. Ancak kendisi ve önerdiği projelerle değil! Türkiye üretilmeyen ürüne 30 milyar dolar ödedi Ekonomi Servisi Uluslararası düzeyde “gelişmekte olan ülke kategorisinde” tanımlanan Türkiye, bütünüyle üretemediği birçok ileri teknoloji ürünü için her yıl milyarlarca doları yurtdışına akıtıyor. Türkiye yerli otomotiv üretimini tartışırken, İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası’nın (İSMMMO) “Türkiye Sanayi Üretimi ve Gerçekler” raporuna göre, yüksek teknolojide Türkiye büyük zafiyet ve ekonomik kayıp yaşıyor. Türkiye’de üretilemeyen seçilmiş 18 ürün çeşidi için yurtdışına her yıl 7.8 milyar dolar ödeniyor. Son beş yılda ithalat yoluyla dışarıya ödenen paranın toplamı ise 30 milyar dolara yaklaştı. Türkiye’nin net ithalatçı durumunda bulunduğu sektörlerde son beş yılda 719 milyar dolarlık ithalat gerçekleştirildi. İSMMMO Başkanı Yahya Arıkan, “Her yıl milyarlarca doları ithalata ayırmak yerine ArGe’ye önem verip beyin göçleri önlense Türkiye bu işten kazançlı çıkar” dedi. E Y O F 2011 için Trabzon’daki 69 bin öğrenciye gruplar halinde tesisleri gezdirerek ön eğitim verildi. Bu sayı 149 bine tamamlanacak. 49 Avrupa ülkesinden katılımın olacağı olimpiyatlar atletizm, basketbol, bisiklet, cimnastik, hentbol, judo, tenis, voleybol, yüzme olmak üzere 9 branşta yapılacak. Faruk Nafiz Özak Olimpiyatlara 350 milyon TL yatırım Ekonomi Servisi Trabzonspor’a hem futbolcu hem yönetici olarak uzun yıllar hizmet eden spordan sorumlu Devlet Bakanı Faruk Nafiz Özak, şampiyonluk maçından kısa süre önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Fenerbahçeli futbolcu Alex’i kabulü ile kopan fırtınayı iki büyük seçim kozuyla dengelemeye hazırlanıyor. Erdoğan’ın Alex’le görüşmesini izleyen günlerde şampiyonluğun da kaybedilmesi, Trabzon’da deprem etkisi yapmış, AKP’yi ciddi şekilde yara almıştı. Özak’ın ilk kozu, bu olaylardan çok önce planlanan ve hazırlıkları tamamlanmak üzere olan Trabzon’da Başbakan Erdoğan’ın FB’li Alex’i kabulü nedeniyle Trabzon’da büyük yara alan AKP, EYOF 2011 için yapılan yatırımlar ve 200 milyon Avro’luk yeni stat projesiyle durumu dengelemeyi hesaplıyor. 2330 Temmuz’da düzenlenecek 11. Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları (EYOF 2011). Bunun için Trabzon’a 350 milyon TL yatırım yapıldı. 1417 yaş arası genç sporcular kapsayan ve Türkiye’nin olimpiyat düzeyinde düzenlediği ilk spor organizasyonu sayılan EYOF kapsamında 4 bini sporcu olmak üzere 10 bin kişinin kentte bir haftalık konaklama yapması bekleniyor. Özak’ın verdiği bilgilere göre, yaklaşık 350 milyon TL’lik yatırımın 250 milyon TL’lik bölümü yeni tesislere harcandı. Ayrıca olimpiyat köyü olarak kullanıldıktan sonra öğrenci yurdu olacak 2 bin 350 yatak kapasiteli bir tesis de hazırlandı. Özak’ın ikinci büyük kozu da Avni Aker’e karşılık yapılması planlanan 200 bin Avro maliyetli yeni stat projesiyle stat yanına planlanan otel, kamp yeri ve benzeri spor tesisleriyle Trabzonspor için toplam 400500 milyon TL’lik yatırım. Geçen hafta uluslararası medyanın ekonomi yazarları arasındaki tartışmalar ve kimi ilginç gelişmeler sanırım iki olguya işaret ediyordu. Birincisi: Yaklaşık beş yıldır bir mali krizden bir türlü çıkamayan dünya ekonomisinde koşullar yeniden bozulmaya başlıyor. İkincisi: Bu, dünya ekonomisinin yönetiminden sorumlu olanların “artık yönetemediklerini ” gösteriyor. Bu koşullarda, İspanya’dan Yunanistan’a, Arap dünyasına uzanan kitle hareketleri, liberal demokrasiye karşı “gerçek demokrasi” talepleri, “yönetilenlerin de artık eskisi gibi yönetilmek istemediklerini” gösteriyor. Dünya ekonomisinin, ABD, Avrupa, Japonya, Çin gibi en büyük parçalarının son verileri, genel bir yavaşlamaya işaret ediyor. ABD ekonomisi yılın ilk üç aylık döneminde yüzde 1.8 oranında büyümüştü. “High Frequency Economics” uzmanları ikinci üç aylık dönemde büyüme hızının yüzde 4 düzeyine ulaşmasını bekliyorlardı. Şimdi beklentilerini yüzde 2.8’e çekmişler. Geçen hafta açıklanan veriler işsizlik tazminatına başvuranların sayısında yine bir artış olduğunu gösteriyordu (New York Times). ABD’de nisan ayında dayanıklı tüketim mallarına olan talepte görülen yüzde 3.6’lık gerileme de (The Economist) bu beklentiyi destekliyordu. Avrupa’nın durumu malum; bir taraftan Merkez Bankası’nın ve Almanya’nın dayattığı kemer sıkma politikaları, diğer taraftan yüksek borçlanma faizleri ekonomik toparlanmaya izin vermiyordu. Markit ve HSBC’nin bir öncü gösterge olarak kullandıkları “Avro Bölgesi Satın Alma Müdürleri ‘Toparlanma’ yavaşlıyor Anketi”nin son bulguları endeksin, nisanda 57.8 düzeyinden, mayıs ayında, sert bir biçimde 55.4’e gerilediğini gösteriyor (The Economist). Ancak, The Economist’e göre piyasalarda en büyük etkiyi, Çin imalat sanayisi için oluşturulan benzer bir göstergenin, mayıs ayında 51.1’le uzun dönemli ortalama olan 52.3’ün belirgin bir biçimde altına inmiş olmasıydı. Bunlara Japonya’da ekonominin yeniden resesyona girmiş, tüketici fiyat endeksinin nisan ayında yüzde 4.8 gerilemiş olmasını ekleyince ortaya çıkan görüntünün piyasaları olumsuz etkilemesi de kaçınılmazdı. Gelişmiş ekonomilerin borsalarının endeksi MSCI mayıs ayında yüzde 4.2 değer kaybetmiş (Washington Post). Bir Associated Press yorumunda da Dow Jones’un bu ay yüzde 3.5 Asya borsalarının da genelde yüzde 3 dolayında değer kaybettiklerine dikkat çekiliyordu. Geçen hafta UBS AG ve IHS Global Insight’ın, dünya ekonomisine ilişkin 2011 büyüme öngörülerini, sırasıyla 3.9 ve 3.8’den 3.6 ve 3.5’e çektiklerini okuduk. Avrupa’daki bir türlü aşılamayan borç krizine ilişkin tartışmalara geçen hafta çok daha korkutucu bir ekleme yapıldı: ABD’de Federal hükümetin borçlarını zamanında servis edemeyerek temerrüde düşme olasılığının giderek artıyor olmasından, bunun gerçekleşmesi halinde küresel mali piyasalarda bir paniğe yol açmasından korkuluyor. ABD ekonomisi günde yaklaşık Dünya Ekonomisinde Kara Bulutlar… Yeni Rüzgârlar olarak 6 miyar dolar açık üreterek yoluna, 14.294 trilyon dolarlık borç sınırına çarpmak üzere, hızla devam ediyor. Bazı “kötümser” yorumculara göre, FED’in mali piyasaları desteklemek için yarattığı parasal genişleme 30 Haziran’da bitince ya ABD temerrüde düşecek ya da FED yeni bir parasal genişlemeyle muazzam bir enflasyon dalgasını harekete geçirecek. Panik tüccarları bir yana, Wall Street Journal’ın emektar analistlerinden Peggy Noonan da bu konuya geçen haftaki yazısında “On yılın sözcüğü: Sürdürülemez” başlığıyla eğiliyor, “Washington nihayet borç krizini kabul etti. Ama önlem alabilecek mi” diye sorarak devam ediyordu. Ancak Noonan’ın “Bizi bu belanın içine sokanlarla, şimdi bizi bu beladan çıkaracağını iddia edenler aynı siyasetçiler. Kim onların sözünü, niye ciddiye alsın ki” saptaması, bu konuda pek de umutlu olmadığını gösteriyordu. Aslında galiba artık ABD’nin temerrüde düşmesinin engellenemeyeceğine inanılıyor. Öyleyse durumu idare etmenin Ya ABD iflas ederse? u madalyonun öbür yüzü Dünya ekonomisinde “toparlanma” yavaşlıyorsa, gündemde ABD ekonomisinde ya B C MY B C MY B yollarını aramak, panik önlemeye yönelik bir söylem üretmek gerekiyor. Wall Street Journal’da “The Armageddon Lobby” (Temerrüt olunca felaket olacak diyenler) başlıklı yorum, bu temerrüde düşme durumunun aslında “teknik bir iflas” (yalnızca geçici bir aksama) olacağını, etkilerini abartmamak gerektiğini, bono piyasalarının bu durumu anlayarak paniklemeyeceğini savunuyordu. Public Banking Institute’ün direktörü Ellen Brown’un The Asia Times’da aktardığına göre, WSJ’nin yorumuyla ilgili olarak, Suudi Prensi El Valit bin Talat CNBC’ye, 20 Mayıs’ta verdiği bir demeçte “Bu bir kumardır. Siz dünya liderisiniz bununla kumar oynayamazsınız” diyormuş. Ellen Brown, bir temerrüde düşme durumunda “yalnızca hükümet felç olmakla kalmaz, borçlanma faizleri tavana çarpar, bono fiyatları yere çakılır. Bu bonoları karşılık olarak tutan bankaların portföyleri çöker, bankalar piyasasında likidite yine kurur” diyor ve ekliyor “ABD, hemen ‘AAA’ kredi notunu kaybeder”. Brown, 1931’de İngiltere’nin sterlin karşılığında altın veremeyecek duruma düşmesiyle tetiklenen, tarihin en büyük depresyonuyla, bugün ABD’nin temerrüde düşmesiyle tetiklenmesi olası süreç arasından bir paralellik de kuruyor. temerrüde düşme ya da yeni bir likidite genişlemesi olasılığı varsa; bu madalyonun öbür yüzünde işsizlikte de, yoksullaşmada da sıçrama yaratacak yeni bir toplumsal yıkım dalgası var demektir. Mali sermayenin emtia piyasalarında enerji ve temel besin maddelerinin fiyatlarına yukarı doğru güçlü bir basınç yaratarak çalışanların yoksullaşma sürecini hızlandırdığı da bir gerçek. Ama, dünya ekonomisini yönetme iddiasında olanlar ekonomik krize, yoksullaşmaya, işsizliğe bir çare üretmeye gelince, tam anlamıyla bir siyasi ve entelektüel iflas sergiliyorlar. Sağlık, eğitim, işsizlik ödeneği gibi sosyal harcamalara kaynak bulunamazken, “Wall Street Journal S&P 500” endeksindeki firmaların, 960 milyar dolar nakit paranın üzerinde oturduğunu aktarıyor. Yatırılacak verimli alan yokmuş! İşte bu tür saçmalıklardan dolayı Avrupa ve Arap dünyasında meydanları dolduranlar (dünya proletaryası), giderek daha belirgin bir sesle, liberal demokrasiye alternatif, bir “gerçek demokrasi”, buna uygun ekonomi, kaynak yönetimi talep ediyor. BM yeni “ekmek ayaklanmaları” olabilir derken gazeteler artık bu talepleri sayfalarına daha çok taşıyor. İnanılacak gibi değil ama The Guardian, işçilerin fabrikaları kendileri yönettikleri takdirde, daha önce patrona verilen kaynakları, bu kez vergi olarak devlete ya da yerel gelişme projelerine aktararak çok daha akılcı, topluma katkı yapıcı bir biçimde değerlendirebileceklerini savunan geniş kapsamlı bir makaleye sayfalarında yer verebiliyor (R.Wol, 27 Mayıs). Besbelli ki dünyada artık yeni rüzgârlar esiyor... Obama’nın talimatıyla ABD’nin rotası Türkiye Ekonomi Servisi ABD Başkanı Barack Obama’nın talimatıyla harekete geçen ABD şirketleri, Türkiye’yi yatırım markajına aldı. Obama’nın Nisan 2009’da gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti ile iki ülke ekonomik ilişkilerinde yeni bir dönem başladı. Bu kapsamda, haziran ve ekim aylarında iki ayrı işadamı heyeti Türkiye’ye gelerek enerji alanındaki işbirliği ve ortaklık fırsatlarını araştıracak. 2223 Haziran’da İstanbul ve Ankara’da temaslarda bulunacak olan ilk heyette petrol, boru hattı ve doğalgaz alanında faaliyet gösteren şirketler yer alacak. Ekim ayında gelecek olan ikinci heyette ise enerji verimliliği alanında faaliyet gösteren firmalar yer alacak. Türkiye’ye gelecek olan her ABD’li firmaya 15 Türk şirketi ile görüşme ayarlandı. Buna göre, ABD’li şirketler uygun Türk ortağı bulana kadar temaslarda bulunacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle