26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 24 MAYIS 2011 SALI 6 HABERLER Ertekin, HSYK üyeliği seçimlerini ‘Yargının Eşekli Demokrasi ile İmtihanı’ kitabında anlattı Pazarlıkların perde arkası ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) “Yargının Eşekli Demokrasi ile İmtihanı” kitabını kaleme alan Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı ve Beypazarı Hâkimi Orhan Gazi Ertekin, referandum sonrasında HSYK üyeliği için “Adalet Bakanlığı Eşeği aday yapsa oy veririm” diyen yargıcın, Yargıtay üyeliğine seçildiğini açıkladı. Ertekin, olaylardaki isimlere kitabında yer vermemesini ise “süreçteki tartışmaların kişiselleştirilmesi tartışmanın kıymetini azaltacaktı” sözleriyle savundu. Orhan Gazi Ertekin “Yargı Meselesi HallonulduYargının ‘Eşekli Demokrasi’ ile İmtihanı” isimli kitapta, referandum sonrasında HSYK seçimleri sırasında yaşanan pazarlıkların perde arkasını anlattı. HSYK üyeliği seçimlerinde Adalet Bakanlığı’nın “Seçimlerde aday çıkarmamaları karşılığında, bakanlığın listesinde iki Demokrat Yargı adayına yer verilmesi” teklifi götürdüğünün anlatıldığı kitapta, bu teklif için bir yargıcın “Bakanlık eşeği aday gösterse eşeğe de oy veririm” sözlerine yer verildi. Ancak bu kişinin ismi açıklanmadı. Orhan Gazi Ertekin, tartışmalı sözleri dile getiren yargıçların isimlerine kitabında yer vermemesini şu sözlerle açıkladı: “Tartışmaların giderek kişiselleştirilmesi, tartışmanın kıymetini azaltacaktır. Kişiler üzerinde derinleşen tartışma olmasını iste Eğitim: Yeni Yaklaşım Kılıçdaroğlu, yardımcısı Sencer Ayata ve Yüksel Kaynak ile birlikte, “Eşit fırsat, yaşam boyu öğrenme” başlıkları altında, partinin eğitim projesini açıkladı ve köşe yazarlarının sorularını yanıtladı. Böylece, Aile Sigortası, Sivil Toplum, Gençlik, Güneydoğu’nun Kalkınması ve Çocuk projelerine ve ekonomiye ilişkin kapsamlı düşüncelere, yeni bir halka eklendi... Seçimlere kadar 5 proje daha açıklanacak. Rapor üzerine tartışmalarda ve sorulara verilen yanıtlarda, eğitim alanında en önemli meselenin, yeteri kadar doktoralı öğretim üyesinin bulunmadığı üzerinde duruldu. Ayata kendisinin yılda 12 bin doktoralı elemanın Türkiye’ye kazandırılabileceği konusundaki projesinden Kılıçdaroğlu’na da söz ettiğini açıkladı. “CHP’nin Çılgın Projesi” adı takılan bu proje için Ayata, “Bunu gerçekleştirebilirsek Türkiye’nin yüzü tamamen değişir, sadece eğitim meselesini halletmekle kalmaz, ekonomisi de değişir” dedi. Peki kaynak? “Yılda 12 bin doktora yaptırmak için, AB kaynaklarından 600 milyon Avro kadar yardım sağlanabileceği gibi aileler de buna yardım ederler.” Ayata, doktoraların sadece 15 kadar seçkin üniversitede yapılmasını, ODTÜ’nün mükemmel bir öğretim elemanı yetiştirme programı olduğunu belirterek “Bana göre esas çılgın proje bu, her yıl ABD’de 64 bin, Almanya’da 25 bin, İngiltere’de 20 bin, Japonya’da 18 bin, Fransa’da 12 bin doktora veriliyor” diyor. Türkiye’de yılda verilen doktora sayısının ise 3500 olduğu belirtildi... Şüphesiz doktoralı işgücüne ne kadar fazla sahipseniz, o kadar ekonomi ve eğitim sorunlarına egemen olabiliyorsunuz. Türkiye’nin Bilgi Toplumu ve Bilgi Ekonomisi’ne geçmesi söz konusuysa, doktoralı işgücü konusuna öncelikli olarak birinci derecede fen ve mühendislik alanlarında vermek zorundasınız… Bu konuyu sonra tartışacağım… Eğitim Raporu, dünya ve Türkiye’de eğitimi nesnel rakamlarla sergiliyor ve iktidarın eğitim konusunda başarısızlığını vurguluyor. Nitekim, kıyaslamalı sayılar incelendiğinde, Türkiye eğitimde nal topluyor: Gayri safi milli hasıladan eğitime ayırdığı pay yüzde 3 ile 3.8 arası… Honduras gibi ülkelerden bile az! OECD ülkeleri ortalamasına göre ilköğretim öğrencisine 6500 dolar harcama yapılıyor, Türkiye’de ise 1150 dolar. 2010 İnsani Gelişmişlik Raporu’nda Türkiye’nin yeri 87. Ama eğitimin bileşenleri açısında bakıldığında ise 107. sıradayız! Kılıçdaroğlu, iktidarın eğitimin yükünü ailelerin sırtına yüklemeye çalıştığını, bu durumun da eğitimde fırsat eşitliğini derinleştirdiğini belirtiyor. Okullaşma oranı (yurttaşların ortalama okul/eğitim yaşı) 6.5 yıl! OECD ortalaması ise 11.5 yıl! Gelecek açısından ise biz 11.5 yılı hedeflerken onlar ise 15.5 yıla ulaşacak. Mesafeyi bu politikalarla kapatamıyoruz! Eğitimin kalbinde nitelikli öğretmen sayısı bulunuyor ve ayrıca iyi yönetim... CHP buna önem verecek. Liyakat dışlandı, “bizden olsun da ne olursa olsun” anlayışı eğitimde de yaşanıyor. On binlerce öğretmen adayı kadro bekliyor... Test sınav sistemi, öğrenciyi okuldan uzaklaştırdı, “eğitimöğrenim derste verilir” ilkesinden uzaklaşıldı... Okullarımızdaki eğitim düzeyi, PISA araştırmalarında görüldüğü gibi, dünya standartlarının çok altında! Çocukları ve gençliği hedef alan bir eğitim sistemi planlanmalı! CHP iddialı: Adaylara yılda üç kez üniversiteye giriş sınav şansı tanınacak. Öğrenciler randevulu sistemle istedikleri an sınava girebilecekler. Dershaneler de gündemden çıkarılacak. Okulöncesi dönemde okullaşma oranı yüzde 30, gelişmiş ülkelerde bu oran yüzde 79. Zorunlu eğitim 12 yıla çıkacak. “Türkiye’yi, demokrasiyi ve ekonomiyi 21. yy’a taşımak için eğitimde büyük bir dönüşüm planlıyoruz. Bu, sosyal adaletin ve eşitliğin sağlanması için çok önemli...” CHP, fırsat eşitliği için öncelikle anaokulu ve ilköğretime yüklenmeyi planlıyor. Eğer bu “sıfır” noktadaki nesle iyi bir başlangıç yaptırılabilirse, çok iyi mesafe alınabilir, düşüncesinde, parti. Özel okullarda ve seçkin devlet okullarında tekli eğitim uygulanırken diğer okulların büyük kesimlerinde günde ikili eğitim uygulamasının da gençler arasında büyük bir farklılık yarattığına dikkat çekiyor rapor. CHP bunu kaldıracak... Sloganı: Fırsat ve Olanak Eşitliği! Kırsal kesimde kız öğrencilerin eğitimine önem verecekler. Ortaöğretimde okullaşma oranı düşük; yüzde 69. Ama bazı illerde yüzde 90, bazı illerde ise yüzde 30! Sözleşmeli öğretmenliği de bitirecek. Lisanüstü eğitime ağırlık verecek. İstihdama yönelik eğitim önemli. Yaz yaz bitmez bir konu bu... İleride yeniden gündeme gelecek... Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Ertekin tartışma yaratan kitabında HSYK üyeliği için adalet bakanlığı ‘eşeği aday yapsa oy veririm” diyen yargıcın, Yargıtay üyeliğine seçildiğini açıkladı. Bu kişinin ismini açıklamaması konusunda ise Ertekin, “Teker teker isimleri saymanın sıradan bir lince dönüştüreceğini düşünüyorum” dedi. miyordum. İsimleştirmemem bununla ilgili. Ama muhataplarımız tartışırlarsa, tartışmak istiyoruz derlerse kabul ederim, beraberce isimleri ortaya koyarım. Teker teker isimleri saymanın sıradan bir lince dönüştüreceğini düşünüyorum.” “Adalet Bakanlığı aday gösterirse eşeğe oy veririm diyen kişiden çok hayat hikâyesi önemli” diyen Ertekin, bu kişinin yeni HSYK tarafından Yargıtay üyeliğine seçildiğini açıkladı. kaymak potansiyelinin gözleri kamaştırması bekleniyordu. Unvanlar, terfi beklentileri, tayinler, benzeri ikbal alanları ve bakanlık bürokratlarının bu ilk girişimleri; yargıya bir ‘devlet tüccarlığı’ zihniyetiyle bakıldığını gösteriyordu” değerlendirmesini yaptı. Demokrat Yargı’yı birlikte kurduğu Osman Can’a ilişkin “siyasi memuriyet hali” ve “eleman tutarlılığı” ifadeleriyle sert biçimde eleştiren Ertekin, bakışını “Beraber yola çıktığımız arkadaşlarımızı dostluğumuzla değil sözlerimizle değerlendirmeliyiz. Burada anlamlı olan dava arkadaşlığımız değil, davanın kendisidir. Önemli olan yargı programımızla uzağa düşüp düşmediğimizdir” sözleriyle ortaya koydu. Orhan Gazi Ertekin, ikinci bir kitabın yazımına başladığını, Adalet Bakanlığı teşkilatının “bugüne kadarki kıymetli yöneticileri” hakkında olacağını söyledi. Pazarlık diyalogları Ertekin’in kitabında verdiği bilgiye göre, pazarlık diyalogları şöyle yaşandı: Osman Can: Bir yüksek yetkili ile görüştüm. Benden bakanlık listesi için 2 isim vermemizi istedi. Gerekirse ‘daha üst yetkili’ ile görüşerek ve biraz daha bastırarak sayının 3 olmasını sağlayabilirim. Orhangazi Ertekin: Bakanlık tarafından yürütülen ve bürokratların aday olduğu bir listeye dahil olmamalıyız. Demokratik ve sivil yöntemlerde ısrar etmeliyiz. Kıdemli bir hâkim: Yüksek yetkili kim bilmiyorum. Ama HSYK seçimini bakanlık ve müsteşar yürütmektedir. Onlarla oturmadan liste oluşturulamaz. Bu bürokratları da kızdırır. Bu işin tek patronu bürokratlardır. Ben şahsen Adalet Bakanlığı eşeği aday gösterse, eşeğe oy veririm. Çok kıdemli bir hâkim: HSYK ele geçirildiğinde sadece Yargıtay ve Danıştay yeniden yapılanmayacak, hükümetin yürüttüğü siyaseti, özelleştirmeleri engelleyen güçler de devreden çıkacaklar. Ben YARSAV’ın kazanacağı bir sabaha uyanacağıma şeytanla bile işbirliği yaparım. Çok kıdemli bir başka hâkim: Dini bu işlere karıştırmayalım. Bizim için önemli olan kazanmak. Siz ise önemli olan adalettir diyorsunuz. Bu seçim her şeyden önemli. İlerde demokratik bir seçim yapılabilir. Kıdemli bir hâkim: Bizim derdimiz, toplumun tüm renklerinin yeni HSYK’ye yansımasıdır. Yani ele geçirmek değil, ele geçirilemez olmasını sağlamaktır. kinci kitap hazırlığında Ertekin HSYK seçimleri döneminde yaşananları anlatırken “Adliyelerde başsavcılar ve komisyon başkanları aracılığıyla toplantılar yapıldı. Yargıtay ve Danıştay’a yeni daireler kurulacağı ve 100 Yargıtay, 50 Danıştay üyesinin yeni HSYK tarafından seçileceği söylentisi yayıldı. Böylece büyük bir MHP’li Vural’ın Arınç’a açtığı davanın reddinin gerekçesi açıklandı Hâkimden komik gerekçe ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) MHP Genel Başkan Yardımcısı Oktay Vural’ın, “gazetecilere yaptığı bir açıklamada, anayasa değişikliği referandumunda ‘hayır’ oyu verenlere ‘akıl hastası’ dediği” iddiasıyla Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç aleyhine açtığı manevi tazminat davasının reddinin gerekçesi açıklandı. Hâkim Mustafa Koçoğlu’nun yazdığı gerekçeli kararda, “konuşmanın tamamı değerlendirildiğinde, bu sözlerle seçmenin tercihini akıllıca yapması ve neden evet veya hayır oyu verdiğini düşünmesi gerektiğinin” ifade edildiğine yer verildi. Vural’ın avukatı Sedat Aksakallı’nın 15 Ekim 2010’da açtığı 25 bin lira manevi tazminat talepli davanın dilekçesinde, Arınç’ın 9 Eylül 2010’da gazetecilere açıklama yaptığı belirtilmişti. Arınç’ın, açıklamasında, birkaç gün sonra yapılacak anayasa değişikliğine ilişkin referandumda hayır oyu verenlere “akıl hastanesini gösterdiği, dolayısıyla hayır oyu verenlere akıl hastası dediği” kaydedilen dilekçede, Vural’ın, referandumda hayır oyu verdiği, bu nedenle “eleştiri ve ifade sınırlarını aşan Arınç’ın, Vural’ın kişilik haklarına saldırıda bulunduğu” savunulmuştu. Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, davayı geçen günlerde reddetti. Mahkemenin buna ilişkin gerekçeli karar açıklandı. Kararda, Bülent Arınç’ın avukatı Yakup Erikel’in, yargılama aşamasında, dava konusu sözlerin tamamı değerlendirildiğinde hakaret kastı olmadığı ve konuşmanın siyasal tartışma özgürlüğü içinde kaldığını savunduğu belirtildi. Bülent Arınç’ın söz konusu konuşmasında, “Demokrasilerde seçim ve sandık çok önemlidir. Bize düşen aklımızı kullanmaktır, ille de evet demek çok yanlış, ama mutlaka hayır diyeceksin demek de yanlış. Evet diyeceğim, ama niçin ya da hayır diyeceğim, ama neden diye sormak lazım. Aklı olmayanın dini yoktur. Aklı olmayanlar mükellef değildir... Şimdi bize kendi anayasalarını yaptılar diyenler, bunu söyleyecek bir deli varsa, Manisa’da bunun bir hastanesi var” dediğine dikkat çekildi. CHP’nin dış politika kurmayı emekli büyükelçi Korutürk, Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı ‘Referansları çağdaş değerler değil’ BAHADIR SEL M D LEK ANKARA CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun dış politika dümenini emanet ettiği Genel Başkan Yardımcısı Emekli Büyükelçi Osman Korutürk, Amerikalılarda AKP hükümetine ilişkin olarak, “Bunlar ne kadar direnseler, sonuçta, Obama, Tayyip Bey’le konuşunca bunlar kabul eder uygulamayı yapar” izlenimi olduğunu söyledi. Hükümetin dış politikada ne yapacağını şaşırmış durumda olduğu saptamasını yapan Korutürk, AKP’nin referansının Türkiye’nin çağdaş değerleri olmadığını belirterek, “Bunların referansları esas itibarıyla Müslüman Kardeşler’in referansları” dedi. Korutürk, Cumhuriyet’in sorularını şöyle yanıtladı: Libya’dan başlarsak, hükümet bu konuda ne kadar tutarlı? Libya konusunda Başbakan diyor ki Libya’da Türkiye’nin yol haritasını kabul ettirdik. Hangi yol haritasını kime kabul ettirdik? Başbakan ilk başta “NATO’nun ne işi var orada” dedi. Sonra Fransa atladı işin üstüne. Bu askeri operasyonlarla amacını aşar hareketlerde bulundu. Ondan sonra dendi ki, “durum kontrol altına alınmıştır”. Başta “NATO’nun ne işi var orada” diyerek başkalarının orayı yakıp yıkmasına izin verdikten sonra işin içine giriyor. Kimse Başbakan’ı bilgilendirmiyor mu? Etmiyor herhalde ki, Başbakan Kaddafi’ye destek mi olmak istedi, sonra köstek mi olmak istedi. Kaddafi’nin arkasında mı sağında mı solunda mı belli değil. Dışişleri Bakanı çok büyük iftiharla, “Amerika’nın İngiltere’nin o ülkedeki çıkarlarını biz temsil ediyoruz” diye açıklama yaptı. Başbakan’ın “yol haritasını kabul ettirdik” dediği akşam, Trablus büyükelçiliğinin bütün personelini geri çektirdiler, kurtarmak için oradaki saldırılardan. Türkiye’nin Libya’da uyguladığı dış politika ne muhaliflerin ne de yönetimin işine geliyor. Hem muhalifler saldırıyor hem yönetim saldırıyor. Oradan tahliyeleri yaptınız. “İleriye yönelik susuzluktan ölmüş. NATO’nun bunlara hiçbir yardımı olmamış. İkincisi, 78 Mayıs tarihlerinde 600 kişi taşıyan bir tekne alabora olmuş. Kaç kişinin öldüğü bilinmiyor, diyorlar ki, “Biz imdat çağrısı yaptık, gelen olmadı”. Hükümetin bu konuda ne yaptığını bilen yok. Türkiye ne yapabilirdi? Biz NATO’nun tam üyesiyiz, hükümet bu konuda tam sorumludur, hem operasyon konseptine hem çatışma kurallarına yön vermek durumundadır. En baştan NATO’yu yönlendirebilseydi, belki de fiziki olarak orada askeri operasyonun içinde yer rallah ile Hariri’nin arası açılınca, Dışişleri Bakanı atladı gitti, orada diyor ki, “bu bölgesel istikrara büyük zarar verecek önemde bir konudur. Öyle olduğu için biz buna müdahale ettik. Bu bütün bölgeye yansır” Bu yansır da Suriye’deki olaylar yansımaz mı? “Telkin ediyoruz” filan diyor ama oraya bir özel temsilci göndereceksin. Dışişleri Bakanı’nın Nasrallah’a gittiği gibi gidecek orada, konuşacak, kendi halkına baskı yaparsan bunun altından kalkamazsın. Suriye’ye yönelik uluslararası bir müdahale olursa, hükümetin buna ilişkin planı var mı? Obama ile mi Hükümetin dış politikada ne yapacağını şaşırmış durumda olduğu saptamasını yapan Korutürk, “Bunların referansları esas itibarıyla Müslüman Kardeşler’in referansları, zaten aralarında ciddi bir bağ olduğu da öteden beni biliniyor. hvan’la, Hamas’la iyi ilişkisi var, onun dışında kimseyle iyi ilişkisi yok ki... Hamas’la Fetih anlaştı, onun anlaşması bile Kahire’de imzalandı” dedi. irtibatı kesmedik” diyorsunuz ama sefareti kapatıyorsunuz. Bundan daha büyük bir başarısızlık olur mu? Peki NATO operasyonu... Libya ile ilgili hükümetin çok büyük bir ayıbı daha var. Libya’da NATO’nun görevlerinden bir tanesi insani yardım sağlamak. 10 Mayıs itibarıyla Libya’dan 9 bin kişi kaçtı, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre. Bunların kaçtıkları tekneler, öyle denize elverişli tekneler değil. Bunların bir tanesinde 72 kişi varmış bunlardan 61’i açlık ve almayacaktı. NATO içinde bunu dillendirebilmiş mi? Daha ne kadar adam ölecek belli değil, çünkü tekneler sürekli kaçıyor. Bu insani konu değil mi, Mavi Marmara’yı Filistin’e gönderiyorsun da, bu adamlar Müslüman değil mi? NATO’nun denizde yardım konusunu işletmesini sağlaması lazımdı. Suriye meselesine gelirsek, Valla bu hükümet dış politikada ne yapacağını şaşırmış görünüyor. Dış politikada küçük sorunların üstüne atlamasını iyi biliyorlardı. Başta Naspaylaşıyor bilemiyorum. Bir taraftan telkin yapıyorlar Esad yönetimine ama diğer yandan da İhvanı Müslim’i ağırlıyorlar? Bilinçli bir politika uygulamıyorlar. Hükümetin birtakım tekerlemeleri var, sıfır sorun gibi stratejik derinlik gibi... İhvan’la, Hamas’la iyi ilişkisi var, onun dışında kimseyle iyi lişkisi yok ki... Hamas’la Fetih anlaştı, onun anlaşması bile Kahire’de imzalandı. Hükümetin referansları esas itibarıyla Müslüman Kardeşler’in refe ransları, zaten aralarında ciddi bir bağ olduğu da öteden beni biliniyor. Dolayısıyla, Müslüman Kardeşler’e yarayacağı görüşüyle bunu yapıyorlar ama bu da kesin değil. Çünkü bunların dış politikası uygulamaya dayanan dış politika değil. “Dış politika iyi gidiyor” deniyor bunu da daha çok Batılılar söylüyor ama Batılılar bunu kendilerinden küçük gördükleri kimseleri dolduruşa getirmek için söyledikleri şeylerdir. Kendisi gerçekten güçlü olan ülkenin, “ben bölgenin en önemli ülkesiyim” dediğini duymadım. Bunların hoşuna gittiğini bildikleri için bunlara “aslansın, kaplansın” filan diyorlar. ABD’nin bakışı nasıl? Amerikalılarda şöyle bir izlenim var, bu da hoş bir izlenim değil. Bunlar ne kadar direnseler, neticede Obama telefonu açar. Sonuçta, Obama Tayyip Bey’le konuşunca bunlar kabul eder uygulamayı yapar. Bu izlenim nereden? Bu izlenimi doğuran bazı şeyler var tabii, öteden beri baktığınızda bazı kararlar doğru bazı kararlar yanlış ama her şeye baştan bir itiraz geliyor Başbakan’dan. Anders Fogh Rasmussen NATO Genel Sekreteri oluyor, “Nereden çıktı bunu kabul etmiyoruz” diyor Başbakan. Böyle diyorsa, kabul etmemesi lazım. Kendisi dışında oluşmuş, İngiltere, Fransa, Almanya bunu biz yokken pişirmişler. “Kabul etmiyoruz” dediğin zaman kabul etmeyeceksin o zaman. Birisi devreye giriyor, ya Obama ya da Hillary devreye giriyor sonra kabul ediliyor. Çiçek’ten kadro suçlaması ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, özellikle küçük belediyelerin hükümetten afet işleri ile ilgili istedikleri yardımın kadro fazlasının maaşlarına gittiğini iddia etti. Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından, Çevre Referans Laboratuvarı’nda düzenlenen törenle 171 sıkıştırmalı katı atık toplama aracı, katı atık birlikleri ve belediyelere dağıtıldı. Törende konuşan Çiçek, “7 kişinin çalışacağı yerde 27 kişi var. Nerde para var? Afet Fonu’nda. Göstermelik bir evrak, ‘versin Başbakan Yardımcısı 2030 milyar, bununla bu ayın maaşını kurtaralım’. Böyle belediyecilik olmaz” dedi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle