19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 22 MAYIS 2011 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI Geçmişin gölgesinde Y akın tarihte yaşanmış bir olay, eğer tanıkları hâlâ hayattaysa veya o olay bazı ülkelerin mevcut sınırlarının belirlenmesinde ya da ulusal kimliklerin oluşmasında etkili olmuşsa, ister istemez tarihten çok siyasetin alanına girer. Ermeni meselesini buna örnek gösterebiliriz. Bu meselenin Batı’nın Türkiye siyasetinde oynadığı rolü, Ermenistan’ın ve Türkiye’nin iç ve dış siyasetinde oynadığı rolü düşünürsek, bazılarının dediği gibi “tabuları yıkalım” diyerek işin içinden çıkılamayacağını görürüz. Doğu Avrupa ülkeleri açısındansa, İkinci Dünya Savaşı dönemi böyledir. Zira bu bölgede hemen hemen bütün ülkelerin sınırları, bu savaşla birlikte köklü dönüşüme uğramıştır ve bugün de bu ülkelerden bazıları (Romanya gibi), tekrar savaş öncesi sınırlara dönmekten bahsederken savaştan sonra Sovyet yönetimine veya Sovyet nüfuz alanına girmiş ülkeler, bu savaşın Nazi diktatörlüğünün yerine Sovyet diktatörlüğünü getirdiği, bu nedenle de Rusya’nın Avrupa’yı faşizmden kurtarmakla övünmek yerine, Sovyet askerlerinin yaptıklarından ötürü özür dilemesi gerektiğini söyler. Bu nedenle de nasıl ki Türkiye’nin iç ve dış politikasındaki bazı konuları anlayabilmek için Türkiye’nin önüne sürekli ısıtılıp getirilen bazı konuları bilmek gerekiyorsa, Rusya ve Doğu Avrupa ülkelerindeki iç ve dış siyasi tartışmaları iyi takip edebilmek de II. Dünya Savaşı’nı ve tarafların iddialarını biraz bilmeyi gerektiriyor. Ukrayna açısındansa bu konu, dış politikada olduğu kadar, iç politikada da belirleyici etkenlerden biri. Zira savaşta Ukraynalıların önemli bölümünün Sovyet ordusu saflarında çarpışmasına veya partizan direnişine katılmasına karşılık, Batı Ukrayna, Nazileri kurtarıcı olarak karşılayıp Sovyet kuvvetlerine karşı çarpışmış ve savaştan sonra da dağlarda Ukrayna milliyetçileri, ABD ile Sovyetler Birliği arasında üçüncü dünya savaşının çıkacağı umuduyla, 10 yıl kadar, direnişlerini sürdürmüşlerdi. Rusya karşıtlığının en güçlü olduğu Batı Ukrayna, bu nedenle II. Dünya Savaşı kutlamalarına mesafeli davranır. Ukrayna’daki iç siyasi tartışmalarda Batı Ukraynalılar, Rusya yanlılarını “ülkeyi yeniden Stalin’in zamanına döndürmekle” suçlarken, Doğu Ukraynalılar da batıdakiler için, “Nazi işbirlikçileri yine K EV sahnede” ifadesini kullanır, hatta bazıları, Batı Ukrayna’yı ayırıp kurtulmaktan bahseder. Bunun için, siyasi tartışmaları izlerken, çoğu DENİZ zaman II. Dünya BERKTAY Savaşı’nın bitip bitmediğinden emin olmak zordur. Durum böyleyken, geride bıraktığımız 9 Mayıs Zafer Bayramı’nda, bazıları yangına körükle giderek ortalığı birbirine kattı. Güneydeki Odessa ve Kırım bölgelerinden Rusya yanlısı gençlik grupları, Batı Ukrayna’da radikal milliyetçiliğin giderek güçlendiğini bildikleri halde, Zafer Bayramı’nda, yanlarına Sovyet gazilerini de alarak buradaki Sovyet askerlerinin anıt mezarlarında anma töreni düzenlemeye kalkınca, ortalık birbirine girdi. Sonunda silahlar konuştu ve yaralananlar oldu. Olaylarda Rus Konsolosluğu’nun çelengi de parçalandığı için Rusya olaya müdahale ederek saldırganların cezalandırılmasını talep etti. Aslında herkes olayların bir provokasyon olduğunu söylüyor, fakat kimin provoke ettiği belli değil. Ukrayna muhalefeti, olaylardan iktidarı sorumlu tutuyor ve iktidarın, ekonomik sorunları dikkatlerden kaçırmak için bölgesel gerilimleri tetiklediğini iddia ediyor. Ukrayna İçişleri Bakanı’ysa olaylardan “dış mihrakları” sorumlu tutarken, Rusya’nın da provokatörlere parasal destek verdiğini söyledi. (Son zamanlarda, Ukrayna yönetiminin görüldüğü kadar Rusya yanlısı olmadığını artık herkes görüyor. Rusya Başbakanı Putin, geçen ay Kiev’e ziyaret düzenlemiş, fakat hemen hiçbir konuda Ukraynalıları ikna edemeden eli boş dönmüştü.) İktidardan bazı başka yetkililerse ana muhalefet lideri Yulya Timoşenko’nun el altından karışıklık çıkarttığı iddiasında. Son olarak da Ukraynalı ve Rus komünistler, Almanya’nın Sovyetler’e saldırısının yıldönümü olan 22 Haziran’da Batı Ukrayna’da eylem yapacaklarını açıkladılar. Bu durumda ortalığın nasıl birbirine gireceğini tahmin etmek zor değil. Ukrayna’yı kasıp kavuran küresel ekonomik kriz, etnik ve ulusal sorunların tartışmalarını geri plana itmişti. II. Dünya Savaşı konusunun ve bununla bağlantılı etnik ve bölgesel sorunların Ukrayna’nın yeniden altını üstüne getirip getirmeyeceğini önümüzdeki ay göreceğiz. www.avrasyahaber.net ‘Kitaba bakmak parayla’ C orriere della Sera gazetesi, Milano Üniversitesi’nden henüz emekli olan felsefe tarihi profesörü Corradi’nin bir mektubunu yayımladı. Prof. Corradi’nin mektubuna konu olan mekân, Milano’nun tarihi kitabevi Libreria Bocca. Şehre yolu düşen herkesin tanıdığı, Duomo meydanında, Vittorio Emmanuele galerisinin içindeki şu ünlü kitabevi. Corradi’nin mektubunu birlikte okuyalım: “Dün sabah eski bir öğrencimle bir sanat tarihi kitabı için Libreria Bocca’ya gittik. Neoklasik dönem konusunda araştırma yapan öğrencim, incelemek için Canova’nın bir kitabını istedi. Gençlik yıllarımdan danışmak istiyorsanız, bunun bir bu yana gittiğim Bocca, özellikle sanat bedeli olmalı!” Milanolu profesör tarihi açısından Milano’nun en şaşkınlığını gizlemiyor. Öncelikle “Kitap donanımlı kitabevlerinden biridir. danışmanın bir bedeli olacaksa, bunun Görevli bize iki cilt gösterdi. Ama önceden vurgulanması gerekir” diye aradığımız bilgileri içermiyordu. söylese de hemen geri adım atarak Teşekkür ettik, ‘Bir şey değil’ yanıtı “Sonuçta okurlar bir gelmesini beklerken görevli, kitabevine gittikleri zaman ‘Lütfen 5 Avro’ dedi. Önce M LANO kitapların sayfalarını şaka olmalı diye düşündüm. karıştırma özgürlüğüne Ama ciddiydi. Gerçekten de sahiptir. Sonra o kitabı satın 5 Avro istiyordu. Bizden alır ya da almaz!” diye yana döndü: Bocca benim ekliyor. kitabevim. Raflardaki ASLI KAYABAL Bocca’daki öykünün devamını kitapların sahibi benim, bu Prof. Corradi’den dinleyelim: kitabevi için kira ödüyorum, “Ben 5 Avro vermeyi siz benim kitaplarıma reddedince, öğrencimle birlikte ‘Bir daha buraya adım atmayın’ tehdidi ile kapı dışarı edildik. Önce polise gidip suç duyurusunda bulunmayı düşündüm ama sonra size bir mektup yazarak konuyu okurlarla paylaşmayı tercih ettim.” Tarihi Bocca Kitabevi’nin Galleria Vittorio Emanuele’deki mağazaya astronomik rakamlarda bir kira ödediğini duyduğum ve kapanma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu okuduğum için acaba bu kabalık Bocca’nın kendi iç sorunlarından kaynaklanan bir uygulama mı, yoksa Milano’da bu konuda genel bir sorun mu var diye düşünürken Prof. Corradi’nin mektubuna yorum yazan onlarca okurun mektubundan Bocca’yla ilgili pek de olumlu anıları olmadığını fark ettim. Milano’dan yazan bir okuyucu, Libreria Bocca’daki personelin kaba ve terbiyesiz olduğuna vurgu yapıyor. “Yıllar önce de kiranın yüksekliği nedeniyle kapıya bir ilan asmışlardı. Tarihi bir kitabevi olduğu için kurtarmak amacıyla devreye Milano Belediyesi ve bazı dernekler girdi. Ama Bocca’daki yönetim ve personel, okurlara karşı hep kaba olmaya devam etti. Üstelik kitaplar, başka kitabevlerine oranla daha yüksek rakamlara satılıyor” diyor. Bir başka okurdan gelen yorum ise şöyle: “Bocca yeni bir öykü değil! Bu kitabevine hiç kimse ayak atamaz. Ya kitapçı? Herkesi kapı dışarı ediyor!.. Okura hizmet? Kesinlikle yok.” “Utanç verici” başlıklı bir başka yorumda ise “Benim başıma gelse hemen suç duyurusunda bulunurdum. Mağazanın kirası yüksekse, bu onların sorunu”. Milano’da yaşayan ve yolu düşecek kitap tutkunlarının bilgisine… [email protected] akrabaymışız Doçenti Anders Götherstrom da, ammo (Mahmut), İsveç’teki İsveç’in en büyük gazetesi Dagens akrabalarını ziyarete gelir. Nyheter’de, 21 Kasım 2010 günü Birkaç ay dolaşıp geri döndüğünde yayımlanan makalesinde “Kuzeyin köylüleri başına toplanır: “Ula köylüleri Türkiye’den Mammo, de hele, bu İsveç dili nasıl (Anadolu’dan) geldiler” dedi ve bir dildir” diye sorarlar. Mammo, yaptığı araştırma sonuçlarını açıkladı: dilinin döndüğünce yanıtlamaya “Binlerce yıl önce, Kuzey çalışır ama yeterli bulmazlar: Avrupa’yı kaplayan buzullar “Ula Mammo, İsveç dilinde erimeye başladığında, Hasso’ya ne derler?” Ortadoğu’dan, Akdeniz’den gelen “Hasso, derler...” insanlar İsveç’e ve diğer “Husso’ya ne derler?” İskandinav ülkelerine yerleştiler... “Husso, derler.” Bu gruptakiler, avcılık yaparak “Peki, ula, ya Cemo’ya ne derler?” doğadaki bitkileri, yiyecekleri “Ona da Cemo, derler...” toplayarak besleniyorlardı. Ancak, İçlerinden biri atılır: “Ula Mammo, toprağı işlemesini bilmiyorlardı. desene bu İsveççe gayet kolay bir Daha sonra, Kuzey Avrupa’ya dildir...” ikinci bir göç dalgası yayıldı. Yeni Mammo’nun köylüleri haklıdır. gelenler, yiyeceklerini koni Her Türk, İsveç’e yüzlerce sözcüğü şeklindeki kil kaplarda yiyor, kafadan bilerek gelir. Ülkeye ölüleri için büyük taş mezarlar adımınızı attığınızda, eskiler, size ilk yapıyorlardı. İsveççe dersini verirler: “Dikkatini Yakaladıkları av hayvanlarını verirsen İsveççeyi çok çabuk evcilleştirerek çoğaltıyor, toprağı öğrenirsin. Türkçe ile arasında işleyerek ürün elde ediyorlardı. yakın benzerlikler var. Birçok İşte, bu ikinci grupta yer alanlar, sözcüğü ortak kullanıyoruz. Orta Asya’dan, Anadolu’dan gelen ‘Yoğurt, dolma, kalabalık’ aynı... Türklerdi... Bugünkü İsveçlilerin Bizim ‘peder’ olmuş ‘fader’, en az yarısı büyük bir olasılıkla bu ‘birader’e ‘brader’, yumurtlayan Türklerin devamıdır...” kaza ‘gås’ diyorlar. Bitimiz bile ta Abdullah Gürgün, buralara kadar gelmiş; kitabında İsveçli ve Alman ‘bit’e, ‘bet’ diyorlar...” MALMÖ gen araştırmacılarının, Bu garip benzerliği İsveç ve Avrupa’da inceleyen gazeteci dostum, arkeolojik kazılarda sevgili arkadaşım bulunan iskeletler Abdullah Gürgün, deyim üzerindeki DNA yerindeyse, mihrabı tam ALİ HAYDAR bulgularının bu kan bağını yerine oturtmuş... Gürgün, NERGİS ortaya koyan sonuçlarına da Kaynak Yayınları’ndan yer vermiş. Bu kan bağı, çıkan ve önsözünü Doğu Demirbaş Karl’la Perinçek’in yazdığı gelenlerle ve günümüzde İsveçli “İsveçlilerin Türk Kökenleri sarışın dilberlerle evlenen Türklerle Üzerine” adlı araştırma kitabında, birlikte katlanarak sürüyor. Türklerle İsveçlilerin, yüz yıllardan Türk Büyükelçi Karaca Paşa ile beri akraba olduklarını, İsveç’teki İsveç içki kralı Lars Ohlsson tarih ve bilim kaynaklarına Smith’in kızı Mary Luise arasındaki dayandırıyor. dillere destan aşkı kıskanmamak Gürgün, çalışmalarını yürütürken, mümkün değil. Kitapta, Lütfi ile An hiçbir zorlama çabaya girmemiş. Marie Özkök’ün, Güneş ile Barbro İsveç’in en büyük tarihçilerinin, gen Karabuda’nın, İlhan ile Kerstin araştırmacılarının elde ettikleri Koman’ın aşkları da ayrıntılı olarak bilimsel verileri yan yana getirmiş ve Türklerle İsveçlilerin akraba oldukları anlatılıyor...Abdullah Gürgün’ün kitabını okuduktan sonra, kendiliğinden ortaya çıkmış... İskandinav destanlarında (saga), zaten İsveç’te artık yabancı olmadığım düşüncesine kapılarak keyiflendim. Türkler hep vardı. İsveç tarihinin Malmö’nün, birahaneleriyle ünlü babası sayılan Prof. Sven Möllevången Meydanı’na doğru Lagerbrind, daha 18. yüzyılın yürürken “Herhalde bu akrabalığın başlarında, İsveçlilerinin atalarının hatırı için, Ruslara yenilerek bize Türkler olduğunu İskandinav sığınan İsveç Kralı Demirbaş Karl’ı destanlarına, mitoloji kaynaklarına, 5 yıl boyunca ağırladık, yedirdik, efsanelere ve taş yazıtlara dayanarak içirdik... Yetmedi, adam bir sürü kanıtladı. Lagerbring, yazdığı de borç takarak gitti” diye “İsveççenin Türkçe ile düşündüm... Möllevången’de, bir Benzerlikleri” adlı kitabında, birahanede miskin miskin oturan İskandinav mitoloji İsveçli arkadaşım Sven’e birden kahramanlarından Viking tanrısı kanım kaynadı. “Ne haber İskandinavların Zeus’u Oden’in, yeğenim!” diyerek ensesine bir tokat Tirkiar (Türk) denilen bir soydan patlattıktan sonra ona bira geldiğini ortaya koydu. Arkeolojik ısmarladım... kazılarda çıkan insan iskeletleri üzerinde gen araştırmaları yapan [email protected] Uppsala Üniversitesi Evrim Genetiği Vikinglerle M Sürrealist vaziyetler... B taraftan hükümet boşluğundan mümkün elçikalı arkadaşıma “Çalıştığın şirkette olduğunca çok yararlanıp federal hükümetin işler nasıl gidiyor” diye sorunca, “Artık yetkisindeki alanlarda da inisiyatif anlamakta güçlük çekiyorum” yanıtını verdi. kullanıyorlar. Aslında hükümetin Sonra da ekledi “Sürrealist bir ülkede kurulamaması işlerine geliyor. Devam eden yaşadığımızı unutma!” işleri yürütmekle görevli istifa etmiş olan Yıllardır anlamaya çalıştığım Belçika’yı tam önceki hükümet ise sadece sembolik bir önem çözdüm dediğimde karşıma yeni bir labirent ya taşıyor. Her ne kadar asıl başbakanlığında da puzzle çıkıyor. Anladığını sandıkça daha başarısızlıktan başarısızlığa koşan Yves anlaşılmaz ve karmaşık hale gelen bir ülke var Leterme gösterdiği performansla saygınlığını karşınızda. Belki de en iyisi hiç anlamaya çalışmamak, kafayı takmamak! “Sabahlamak” arttırsa da “bütçe” hazırlanması ve “Belçika’nın AB dönem başkanlığı” dışında sözcüğü bana üniversite yıllarımdan hediye. pek kayda değer adım atamadı. Atmaya Ertesi günkü sınava hazırlanmak için sabahlara kalktığında hemen karşısında Flaman kadar ders çalıştığımız yıllardan. “Yazlamak” Milliyetçisi NVA partisini buluyor. Sadece deyimini ise bugünlerde Belçika’da öğrendim. siyasette değil, toplumun her alanında sürrealist “Yazı atlatmak, yaz tatili dönemini bir vaziyetler görmek mümkün. 9 yıl sonra tekrar şekilde geçirmek ve eylüle kadar durumu Belçika Futbol Şampiyonluğu’nu ele idare etmek” diye açıklasam geçiren Racing Genk’i şampiyonluğa belki daha iyi anlaşılır. BRÜKSEL yaklaştıran ilk golü atan Kennedy’nin Hükümet kuramama dünya tişörtünde “İsa seni seviyorum” şampiyonu olan Belçika, bu yazmasına ne demeli? Daha da ilginç durumu “sürrealist” yapısına olan durum, “bana golü İsa attırdı” uygun bir şekilde “halk şenliği”, demesiydi. Şampiyonluk sevinci din “patates kızartması devrimi” adamları tarafından da paylaşıldı. vb. onlarca farklı ve ilginç ERDİNÇ UTKU Belçikalı rahipler ve diğer din etkinlik ve kampanya ile görevlilerinin Racing Genk atkısı ya kutlamıştı. Belçika ele geçirdiği da forması ile futbol ile din dünya rekorunu her gün daha da arasındaki benzerlikleri sıraladığı ve Flaman geliştiriyor. Kısa bir süre sonra, 13 Haziran’da Devlet Televizyonu’nda (VRT) yayımlanan 1 yıl boyunca hükümet kuramama başarısını da programın bir benzerini Türkiye’de yapsalar kayıtlara geçirecek. Bundan eminim. Kral hiç fena olmaz. Trabzon şampiyon olduğunda tarafından hükümeti kurmakla Frankofon Trabzon’daki müftülerin, imamların ve diğer Sosyalist Partisi (PS) Başkanı Elio Di din görevlilerinin maçtaki sevincini ve maç Rupo’nun görevlendirildiği bir anda böyle bir sonrası yorumlarını televizyonda izlemek öngörüde bulunmak istemezdim ama sürrealist ilginç olmaz mı? (Trabzonspor’u ülkedeki eğilim bu yönde. İşte bu nedenle desteklediğimi de nereden çıkardınız şimdi?) siyaset dünyasında “yazlamak” sözcüğü daha Kral tarafından hükümeti kurmakla sık kullanılır oldu. Partiler bir taraftan sanki görevlendirilen Elio Di Rupo siyaset hükümet kurulmasını istiyormuş gibi yaparak arenasına “Jesus I love you” yazan bir tişört zaman kazanacak, diğer taraftan görüşmelerde ile çıksa hükümeti kurma şansı artar mı tribünlere oynayıp seçim için yatırım yapacak. dersiniz? Sonra da TV ekranlarında “Bana Yazdan sonra, tatil dönüşü yapılması olası hükümeti İsa kurdurdu” diye açıklama seçimlere eli güçlü girecek. Tam hükümet yapar. Elio Di Rupo bir sosyalist ve “futbol ve kurma umutlarının yeşerdiği bir anda böyle bir din arasındaki benzerliği ikisi de toplumu kanıya varmak sadece sürrealist Belçika’da uyuşturur diye açıklar” diyorsanız bilemem mümkün. Dil bazında 3 toplumlu (Fransızca, Flamanca ve Almanca), coğrafi olarak 3 bölgeli ama sürrealist Belçika’da her an her şey olabilir! Bir bakmışsınız hükümet bile (Valon bölgesi, Flaman bölgesi ve Brüksel) kurulabilir! federal bir yapıya sahip olan Belçika’da bölge hükümetleri bir taraftan “federal hükümet bir [email protected] an önce kurulsun” çağrısı yaparken diğer C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle