25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 18 MAYIS 2011 ÇARŞAMBA [email protected] 16 KÜLTÜR Yapı Kredi Yayınları, Atatürk’ün ‘Söylev’ini 1927 tarihli özgün basımından Latin harflerine aktardı Latin harfleriyle yeniden Kültür Servisi Mustafa Kemal Atatürk’ün yakın tarihimiz açısından büyük önem taşıyan ünlü eseri “Nutuk”, yıllar sonra Latin harflerine yeniden çevrildi. 1520 Ekim 1927 tarihleri arasında Cumhuriyet Halk Fırkası kongresinde bizzat Gazi Mustafa Kemal tarafından okunan büyük “Nutuk”, iki yıllık bir çalışma sonunda 1927 tarihli orijinal baskılardan Ziver Öktem ve Yücel Demirel tarafından çevrilerek Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı. Demirel’in editörlüğünü de üstlendiği kitabın düzeltisi ise Banu İşlet Sönmez’e ait. “Nutuk”un Arap harfli ilk baskısının metni 627, belgeleri ise 303 sayfadan oluşuyor. 1934 yılındaki ilk Latin harfli Dil Bir Dünyadır Dille dünyalar kurulur. Edebiyat dediğimiz şey de budur aslında: Dil ile yeni, bilinmedik bir dünya kurmak. Dil yalnızca edebiyat için değildir, hayatın her alanında ona gereksiniriz. Evde, işte, okulda, insanlar arasındaki iletişimin temel gerecidir dil. Derdini anlatabilmek, karşındakini anlayabilmek dille olanaklıdır. İşte şu anda elinizdeki gazete: Haberler, yazılar okuyorsunuz; kimi cümleler sizi etkiliyor, onlar üstüne kafanızda yeni düşünceler uyanıyor. Onları cümlelere dönüştürüp siz de bu okuduklarınız üstüne başkalarıyla konuşacaksınız. Dil size konuşma, yazma, düşünme, tartışma, iletişim olanağı sağlıyor. Diller ulusların onurudur. Büyük uluslar en çok dillerinin zenginliğiyle övünürler. O dille yaratılmış yapıtlarla gururlanırlar. Yunanistan’ın dünya üzerindeki saygınlığının temelinde yeryüzünün ilk büyük yapıtlarının bu dille verilmiş olması yatar. Dil durağan, donuk bir yapı değil. Hayatın ve dünyanın değişimleri dilleri de etkiliyor. Kimi diller yeni kavramlarla, deyişlerle, gelişip zenginleşirken, yeni gereksinimleri karşılayamayanlar başka dillerin sözcükleriyle boğuluyor, yoksullaşıyorlar. Ne yazık ki, 1980 sonrası Türk Dil Kurumu’nun kapatılması, Türkçemizin bu yolda büyük yaralar almasına yol açtı. Mağaza isimleri, sokaklardaki tabelalarda Türkçe azınlık dili durumuna düştü. Bir yandan Batı dillerine karşı özenti, öte yandan yeniden hortlayan Osmanlıca düşkünlüğü, dilimizi giderek tanınmaz kılıyor. Genç kuşakların şiir kitaplarında içinde soluk alamayacağınız bir dil karabasanı ile karşılaşıyorsunuz. Oysa dil, sürekli büyüyen canlı bir varlık gibi emek, işlenmek, gelişmek istiyor. “Türkçe ağzımda annemin sütüdür” diyen Yahya Kemal’den yüz yıl sonra şiir dilinin daha gerilere sürüklenmesini anlayabilmek çok güç. Bu noktada da dilbilimcilere, yazarlara büyük görev düşüyor. Bu görevin bilincindeki günümüz yazarlarının baş sıralarında Emin Özdemir geliyor. Uzun yıllar Türk Dil Kurumu’nda etkin görevler alması yanında yazarlığıyla da dilimizi yüceltenlerden. Emin Özdemir’in yeni kitabı “Yüzler ve Sözcükler” (Bilgi Yayınevi), dille edebiyatın görkemli bir buluşması. Tıpkı Rilke’nin Genç Bir Şaire Mektuplar’ında şiir sanatının inceliklerinin öğretilmesi gibi, Yüzler ve Sözcükler de genç okura seslenen, onu dil ile edebiyatın kesişme noktalarında dolaştıran bir yapıt. Dil incelikleri, dil beğenisi konularında gezinirken edebiyatın en seçkin metinlerinden yaptığı alıntılar, göndermeler ve açıklamalarla okurlar için çok özel bir buluşma alanı yaratıyor. Yüzler ve Sözcükler, mektup diliyle yazılmış, okurun dil ve edebiyat beğenisini geliştirmeyi hedefleyen bir denemeler toplamı. Bu niteliği ona aynı zamanda bir “ders kitabı” özelliği de kazandırıyor. Hem öyle yalnızca gençlerin ya da öğrencilerin okuyacakları bir ders kitabı değil, Türkçe konuşan herkesin kendi dil bilincini sınayabileceği bir denek taşı. Bu yüzden eğitim kurumlarının, eğitmenlerin gündemlerinin baş sıralarında olmalı bu kitap. Her mektupdenemenin ayrı bir ders konusu olarak işlenebileceği de unutulmadan. “Sözcüklerin içinde kuşlar vardır öter” der Sabahattin Kudret Aksal. Dilin bu zengin ezgilerini duyabilmek için bir yol nitelikli edebiyat ürünleriyse, bir başkası da böylesi kitapların kılavuzluğunda yol almaktır. Varılacak yer, daha güzel bir dil, daha güzel bir ülke, daha güzel bir hayat olacaktır. Bir kitapla böyle bir yol açılır mı diye sormayın, deneyip görün. Ziver Öktem ve Yücel Demirel tarafından yeniden Latin harflerine aktarılan metnin, 1934 tarihli ilk Latin harfli baskısındaki bazı hatalı okumalar da düzeltildi. Kitaba, özgün basımdaki 10 renkli harita da eklendi. yayını ise belgeler dahil üç cilt yapılmış, Milli Eğitim Bakanlığı da daha sonraki baskılarda eseri çoğunlukla üç cilt halinde yayımlamıştı. Yapı Kredi Yayınları Delta Dizisi’nden çıkan baskının tamamı tek cilt olarak 1197 sayfada toplandı ve kitaba orijinaldeki 10 renkli harita da eklendi. Böylece eserin 1934’teki ilk Latin harfli baskısında yer alan hatalı okumalar ve bu baskıya dayanarak daha sonraki baskılarda yapılan hatalar bu yeni yayında düzeltilmiş oldu. Bu yanlış okumalar arasında “nurdan”ın “Sevr’den” olarak, “tasmîm”in (tasarlama) “tashih” (düzeltme) olarak, “müebbed”in (sonsuz) “müeyyed” (teyit olunmuş) olarak, “salabet”in (katılık, dayanıklılık) “salâhiyet” (yetki) olarak, “müteessir”in (üzgün) “müessir” (etkili) olarak yanlış okunması sayılabilir. Ayrıca “tüfek ve cephane ziyâına ve sui tevzî’ine müteallik” cümlesindeki “sui tevzî’i”nin, “süt tevzî’i” olarak okunması da, sanki Atatürk “Nutuk”ta, “tüfek ve cephanenin kaybolması ve kötü dağıtımı”ndan değil de “tüfek ve cephanenin kaybolması ve süt dağıtımı”ndan söz ediyormuş gibi yanlış okumalara da yol açmış. Söylev’in basım tarihçesi İlk kez 1927’de Türk Tayyare Cemiyeti’nce (Türk Hava Kurumu) eski harflerle Ankara’da 50 bin adet olarak büyük boy sayfaya basılan “Nutuk”un “Belgeler” bölümü de “Vesikalar” adı altında yayımlandı. Yeni Türk harflerinin kabülünden sonra da birinci cilt (19191920 olayları), ikinci cilt (19201927 olayları), üçüncü cilt (Belgeler) olmak üzere, 1934’te , İstanbul Devlet Matbaası’nda üç cilt olarak basıldı. Her üç cildin toplam sayfa tutarı ise 1010’du. Daha sonra, “Cumhuriyet’in on beşinci yıldönümü armağanı olarak” yalnız iki cildi, 1938’de İstanbul Devlet Basımevi’nde tek bir cilt içinde yayımlanan baskısının ardından bundan sonraki baskısı da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Türk Devrim Tarihi Enstitüsü’nce ilk kez 19501952 yıllarında yayımlandı. 1975’te Dr. Birol Emil ve Melin Has Er tarafından az çok sadeleştirilmiş olarak Kültür Bakanlığı’nca iki cilt halinde yayımlanan “Söylev” ilk kez 1963/1964 yıllarında Türk Dil Kurumu’nca günümüzün Türkçesine çevrildi. İki cilt halinde yayımlanan bu metnin altıncı baskısı ise 1974’te çıktı. Her iki cildin toplam sayfa tutarı ise 665’ti. “Söylev”in Cumhuriyet Kitapları’ndan çıkan ve yer yer özetlenip bölümlenerek tümüyle sistematik bir çerçeve içine alınan öz Türkçe metni, iki cilt bir arada olmak üzere Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun kaleminden ilk kez 1978’de Erdini Basımevi’nde 430 sayfa olarak basıldı. Metinde sayılarla gönderme yapılan Belge’lerin tümünü içeren üçüncü cilt ise 1997’de Cumhuriyet Kitapları tarafından yayımlandı. 64. Cannes Film Festivali’nde Terrence Malick’in ‘Yaşam Ağacı’ düş kırıklığı yarattı Tanrı’ya giden yolun açmazı MEHMET BASUTÇU Tiyatro sanatçısı Melahat Hasanoğlu öldü Kültür Servisi İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’ndan emekli sanatçı Melahat Hasanoğlu yaşamını yitirdi. 1932 yılında Giresun’da doğan Hasanoğlu, İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda Dilsizlerin Dili piyesinde sahneye çıkmıştı. Önceki gün yaşama veda eden Hasanoğlu’nun cenazesi, dün Zincirlikuyu Mezarlığı Camii’nde kılınacak ikindi namazından sonra aynı mezarlıkta defnedildi. CANNES Terrence Malick’in “Yaşam Ağacı” (The Tree of Life) uzun süredir beklenen bir filmdi. Daha geçen bahar, ilk çalışma kopyası festivale ulaşır ulaşmaz, Cannes’ın palmiyeleri arasında kendisine bir yer açılmış, ancak film yetişmemişti... “Days of Heaven” (1978) ve “The Thin Red Line” (1998) gibi olay filmler imzalayan, ancak çok az sayıda film yönetmiş olan Terrence Malick (1943), başka bir festivale gitmek yerine yine Cannes’ı yeğleyerek, 1973’ten bu yana gerçekleştirdiği beşinci film olan “Yaşam Ağacı”nın kurgusunu gönlünce yapacak zamanı bulmuştu. Umut alevini körükleyen uzun bekleyişlerin genellikle düşkırıklığına davetiye çıkardığını bildiğimiz için, sabah daha erken kalkıp, bu çok önemsenen sabah ayini için yola çıktık. Amerikan sinemasının saygın ustalarından Malick Hoca’nın, bu kez gerçekten vaaz vereceğini bildiğimizden, tüm sinemasal ve dinsel önyargılarımızdan olabildiğince arınmaya çalışarak, 2300 kişilik ana Terrence Malick’in alabildiğine ahlakçı vaazına ortak olmak zorunda kalan Brad Pitt ve Sean Penn gibi iki usta oyuncu bile yeşertemiyorlar ‘Yaşam Ağacı’nı. Malick’in eski ve ağdalı sinema dili tam bir düş kırıklığı. salonda boş yer bırakmayan kalabalık cemaati, koruyucu meleğe dönüşmüş bir görevlinin umulmadık yardımıyla zar zor delerek, görünmeyen başka bir meleğin en iyi yerde boş bıraktığı koltuğa yerleşip, en iyi niyetli gözlüklerimizle izlemeye başladık. Metafizik boyutunun giderek önem kazanacağı daha ilk görüntü ve notalarda kesinlik kazanan filmin sinemasal bir senfoniye dönüşeceğini ummayı sürdürdük. Görüntü yönetmeni ve orkestra şefi, bestekâr ve güfte yazarı, başkemancı ve sanat yönetmeni olan Terrence Malick’in sergilemesini beklediğimiz virtüözite, ne yazık ki, giderek ağırlaşan, kimin hangi parçayı çaldığı, kimin hangi güfteyi söylediği belli olmayan bir karmaşa içinde yitip gitti… Kameranın yumuşak devinimi, karakterlerini ya yukarılardan, Tanrı’nın gözüyle bakarmışçasına eziyor; ya da, gökyüzünün sonsuzluğuna gizlenen kutsal gücü arayan çaresiz kulların yalvaran bakışlarına tercüman oluyordu. Kameranın bir seçeneği daha vardı: Güneşin ve yıldızların parlaklığına ya da doğanın derin karanlığına dalarak, mistik tınıları giderek yükselen müzik eşliğinde seyircisini inzivaya çağırmak… 1950’lilerden günümüze dek bireyleri yakın takibe alınan orta sınıf aile, neden durmadan Tanrı’nın gazabına uğramaktadır? Katı, otoriter babanın tüm iyi niyetli çabalarına ve ailecek edilen dualara karşın, hangi suçun cezası olarak, çocuk yitirmenin acısını iki kez yaşayacaklardır? Malick Hoca’nın alabildiğine ahlakçı vaazına ortak olmak zorunda kalan Brad Pitt ve Sean Penn gibi iki usta oyuncu bile yeşertemiyorlar “Yaşam Ağacı”nı. Farklı dönem ve karakterler arasında bütünlük sağlayamayan Terrence Malick’in eski ve ağdalı sinema dili tam bir düşkırıklığı… Festivalin ilk yarısı son bulurken, “yaşayan sinema” yerine, yaşatılmak için yoğun bakıma alınması gereken dünün sinemasından bir örnek sunan Terrence Malick’in, önceki günlerde alkışlanan Nanni Moretti’nin, Dardenne Kardeşler’in ya da Michel Hazanavicius’un önüne geçmesi çok zor gözüküyor. Kaldı ki, önümüzde Pedro Almodovar, Lars Von Trier, Aki Kaurismäki ve Nuri Bilge Ceylan var… Resulov’un seyahat yasağı kaldırıldı Kültür Servisi İran’da siyasi suçlamalarla altışar yıl hapis, yirmişer yıl meslekten men ve yurtdışına çıkmama cezasına çarptırılan muhalif yönetmenler Cafer Penahi ve Muhammed Resulov cephesinden sevindirici bir haber geldi. Resulov’un avukatı Iman MirzaZadeh, ISNA haber ajansına yaptığı açıklamada Resulov’un yurtdışına çıkma yasağının kaldırıldığını açıkladı. MirzaZadeh “Sonunda kültür ve hukuk yetkilileri Resulov’un Cannes Film Festivali’ne katılmasını engelleyen sorunları ortadan kaldırdı” dedi. 14 Mayıs’ta Cannes Film Festivali’nin Belirli Bir Bakış bölümünde “Be Omid e Didar” (Hoşçakal) filmi gösterilen Resulov’un festivale katılıp katılmayacağı ise henüz belli değil. Penahi’nin cezasıyla ilgili bir açıklama yapılmazken yönetmenin “In Film Nist” (Bu Bir Film Değil) filmi ise ana seçki içerisinde 20 Mayıs’ta izleyiciyle buluşacak. SERG TOPHANE AM RE TEK KUBBE B NASI’NDA Oğuz Aral 75 yaşında... C MY B Kültür Servisi Bu yıl ilki düzenlenen “Uluslararası Mizah Festivali” kapsamında açılan “Oğuz Aral Gerekli Taramalar” sergisi Tophanei Amire Tek Kubbe Binası’nda izleyiciyle buluştu. 2004’te yitirdiğimiz Oğuz Aral’ın 75. doğum gününde açılan serginin küratörlüğünü Turgut Yüksel üstleniyor. Aral ailesinin de katkılarıyla hazırlanan sergide Oğuz Aral’ın Gırgır ve diğer yayınlar için yaptığı çizimlerin orijinalleri, yağlıboya tabloları, kitap kapakları, eskiz defterleri yer alıyor. Ayrıca Aral’ın diğer ilgi alanlarından müzik, tiyatro, sporla ilgili notlarıyla yemek tariflerinin bulunduğu not defterleri, gözlük, çizim takımı, kalem gibi kişisel eşyaları da yer alıyor. Oğuz Aral’ın mizah temelinde yükselen çok yönlü sanatçı ve gazeteci kimliğini ortaya koyan sergi, 25 Mayıs’a kadar sürecek. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle