16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 17 N SAN 2011 PAZAR [email protected] 16 PAZAR KONUĞU Anayasa Hukuku Uzmanı Prof. Dr. brahim Kaboğlu Türkiye’deki geri kalmış hukuk anlayışına parmak bastı: Anayasa yapmak uzmanlık işidir SÖYLEŞ LEYLA TAVŞANOĞLU Anayasa hukuku uzmanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’yla Türkiye’nin hukuk sistemini ve son yıllarda ortaya çıkan yeni anayasa yapılması takıntılarını konuşuyoruz. Kaboğlu, mevcut anayasanın maddelerinin bile doğru dürüst uygulanamadığı bir ülkede yeni anayasa tartışmalarını açmanın gereğini anlayamadığını söylüyor. On yıl önce sizinle yaptığımız söyleşi sırasında stanbul Barosu nsan Hakları Merkezi başkanıydınız. O dönemle bu dönemi kıyasladığınızda neler görüyorsunuz? İ.K. O görevden sonra yavaş yavaş Ankara’ya yöneldim. Ankara’da Prof. Dr. İoanna Kuçuradi, İnsan Hakları Eğitimi Ulusal Komitesi başkanıydı. Beni oraya çağırdı. Ben hâkim ve savcıların insan hakları eğitimi formasyonundan sorumlu üye olarak çalışmaya başladım. Türkiye Barolar Birliği de o sırada bizden bir anayasa taslağı istemişti. O vesileyle o metni hazırlıyorduk. Daha sonra Türkiye Barolar Birliği bünyesinde İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi’ni kurduk. 20012005 arası o merkezi yönettim. Ecevit hükümeti döneminde Türkiye’nin AB’ye üye adaylığı resmen kabul edilmişti. Bunun ardından Kopenhag Kriterleri’ne uyum çalışmaları adı altında bir atılım başlatılmıştı. Aynı hükümet yine aynı mahkemelerin kurulması, insan hakları ve hukuk devletleri adına çok şikâyet ettiğimiz kırılma noktasıdır. Bunun esas vahameti Ergenekon süreci içinde ortaya çıktı. dönemde İnsan Hakları Danışma Kurulu’nu oluşturmuştu. 2003’ün başında kurul ilk toplantısını yaptı. Beni de başkan seçti. Ama 2005’in başında AKP hükümeti bizi tasfiye etti. Bütün hazırladığımız raporlar yargıya intikal ettirildi. Böylece yeni bir süreç başladı. 2001’le 2005 arasında gerçekten insan hakları alanında çok yoğun çalışmalar yapılmıştı. Ama ondan sonraki dönem bizim insan hakları alanında yaptığımız çalışmaların mahkemelerde hesabını vermekle geçti. Yani 2005’ten itibaren bir dönüş oldu. Daha açık söylemek gerekirse AKP hükümeti 2005’e kadar insan hakları alanında atılan adımların bir tür rövanşını alır bir tutum izledi. Zaten 2007 itibarıyla Ergenekon davasıyla birlikte insan hakları alanında ciddi bir ayrışma gözlenmeye başlanmadı mı? İ.K. İnsan hakları ve hukuk devleti kavramını ciddi biçimde sorgulatan bu uygulama da dediğiniz gibi bu ayrışmayı gösteriyor. 2004’te yapılan anayasa DGM’lerin kapatılıp özel yetkili Bizde anayasa sürekli değiştiriliyor. Ama bu değişiklikler Türkiye’yi daha sivil, demokratik bir rejime mi götürüyor, yoksa iktidarın gücünü daha mı pekiştiriyor, sorusunu yıllardan beri soruyoruz. değişikliğiyle DGM’lerin kapatılması ve 2005’te özel yetkili mahkemelerin hayata geçirilmesi de zaten yargıda tuhaf gelişmeler olmaya başlayacağının işareti değil miydi? İ.K. Evet. Anayasada yapılan 2001 değişikliği en önemli değişiklik diyebiliriz. Çünkü hak ve özgürlükler alanında gerçekten çok somut, kayda değer ilerlemeler sağlandı. 2004 değişikliği de çok sınırlı olduğu halde önemlidir. Çünkü 2001’in bıraktığı tortuları temizledi. Örneğin ölüm cezası 2001 değişikliğinde sadece barış zamanı için kaldırılmıştı. 2004 değişikliği tümüyle kaldırdı. Ayrıca söylediğiniz gibi DGM’ler kapatıldı; özel yetkili mahkemeler kuruldu. Değindiğiniz nokta Türkiye’de bugün insan hakları ve hukuk devleti adına çok şikâyet ettiğimiz kırılma noktasıdır. Bunun esas vahameti Ergenekon süreci içinde ortaya çıktı. Özellikle de Erzincan savcısı İlhan Cihaner olayı çok belirgin oldu. 2004 anayasa değişikliğiyle AB uyum kriterlerine karşı hile yapıldı. DGM’ler kalktı ama daha fenası geldi. Ben bu deyimi çok kullandım. Eleştirildim. Ama daha fenası demek DGM’lere yandaş olmak anlamına gelmiyor. Doğrusu özel yetkili mahkeme süreci DGM’leri aratır hale geldi. Bir de şöyle bir durum doğdu. Olağan mahkeme içinde ayrı bir statü oluştu. Bakın, Erzurum savcısının gidip Erzincan savcısını yaka paça polislere götürtmesi dehşet verici. Bu ancak sıkıyönetim dönemlerinde yapılır. DGM’ler olsaydı Erzurum savcısı, Erzincan savcısını o şekilde yaka paça tutuklatabilir miydi? İ.K. Böyle bir durum söz konusu olamazdı. Bir televizyon programında, “İlhan Cihaner cemaat dosyasına ilişmeseydi şimdi cezaevinde olmayacaktı” demiştim. Bir gazeteci hanım da bana, “O da dokunmasaydı” diye karşılık verdi. İlhan Cihaner daha sonra göreve iade edildi. Evet, belki tenzili rütbe oldu. Ama savcı olarak göreve devam etti. Onun terör örgütüyle bir ilişkisi olsaydı savcılığa iade edilir miydi? Savcılığa iade Başbakan’ın demagojik söylemleri Geçenlerde Başbakan Erdoğan’ın, “Bundan sonra anayasayı halk yapacak” sözlerini nasıl karşıladınız? İ.K. Bu konudaki yanılsama bölümüne getirdiniz. Bir anayasa yapılırken elden geldiğince halkın geniş kesimlerinin katılması, görüşünün alınması önem taşıyor. Ama halk cumhuriyeti dediğimiz ülkelerde bile halk anayasa yapmadı. Bırakın halkın anayasa yapmasını biz demokrasinin halk egemenliği versiyonunu bile kabullenmiş değiliz. Anayasa referandumunu bile politikacılar bir tür kendi gelecek seçimleri için araçsallaştırdılar. Dolayısıyla, “Anayasayı halk yapsın” söylemi demagojik bir söylemdir. Bu oyuna gelmemek lazım. Bu aynı zamanda bir uzmanlık işidir. Anayasa yapılırken birlikte düşünmek gerekir. Birlikte düşünmek sadece kendi içimizde değil, diğer devletler açısından da önemlidir. Artık insan hakları tabanı ortaktır. Yani, tutukluluk süresi başka ülkelerde bir yıl, ama Türkiye’de beş yıl olsun diyemezsiniz. Anayasa evrensel temellere dayanır. Türkiye’ye göre yargı şöyle olsun, diyemezsiniz. Yasama ve yürütmeyi de yargı bağımsızlığını ihlal etmeyecek biçimde düzenlemek durumundasınız. O nedenle anayasa bilimi vardır, anayasa yapmak bir uzmanlık alanıdır. Bir başbakan, bir bakan çok şey bilebilir. Ama unutmamak gerekir ki onlar her konunun uzmanı olamazlar. O zaman ben 40 yıldır sadece Türkiye’de değil uluslararası alanda bu işin çalışmasını yapıyorum? Dünyada çok yoğun anayasa çalışmaları var. 1991 yılından beri en az 30 yeni anayasa yapıldı. Dünya durmuyor. Yeni anayasalar yapılırken bütün büyük sorunlar da karşılıklı danışılarak ele alınıyor. P O PROF. DR. İBRAHİM KABOĞLU R Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi anayasa hukuku profesörü. Avrupa ülkeleri, özellikle de T Fransa’nın değişik üniversitelerinde konuk öğretim üyesi ders, konferans ve seminerler veriyor. Avrupa R olarak ve uluslararası düzeyde yürütülen birçok ölçeği E araştırma projesinde yer alıyor. nsan haklarıyla ilgili pek çok kuruluşta çalıştı. 20072009 arası D SK adına hazırlanan “Özgürlükçü, eşitlikçi demokratik ve sosyal yeni bir anayasa için temel ilkeler” raporunu hazırlayan kurulun başkanlığını yaptı. nsan Hakları Danışma Kurulu’nun “Azınlık hakları ve kültürel haklar raporu” nedeniyle Prof. Dr. Baskın Oran’la birlikte 5 yıl hapis cezası talebiyle yargılandı: Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararıyla beraat etti. 1 Nisan 2011’de otuzu aşkın anayasa hukukçusuyla birlikte Anayasa Hukuku Araştırmaları ve ncelemeleri Derneği’ni kurdu. edilmesi yapılan hatanın bir itirafıdır. Bu da ne yazık ki özel yetkili mahkemeler nedeniyle oldu. Siz dünyanın hangi ülkesinde bir davanın bir cezaevinde görüldüğünü biliyorsunuz? İ.K. Çok vahim. Bu ancak askeri darbeler döneminde gördüğümüz mahkemeleri andırıyor. Görülmekte olan o davalar zincirinde çok ciddi hatalar yapılıyor. Silivri Cezaevi de Ergenekon davası için sonradan yaratılan bir yer oldu. Hukuk devleti açısından bu durumu ciddi olarak üzerinde durup sorgulamamız gerekiyor. Bir grup anayasa hukukçusu olarak bu ay başında Anayasa Hukuku Araştırmaları ve ncelemeleri Derneği’ni kurdunuz. Böyle bir dernek kurma fikri sizde ne zaman şekillenmeye başladı? İ.K. Anayasa hukukçularının dernek çatısı altında örgütlenmesi bağlamında Türkiye çok gerilerde. Yunanistan 1980’li yılların başında Anayasa Hukuku Uluslararası Derneği’nin kurucuları arasında yer alıyor. Biz bu derneği 1990’lı yılların başlarında Prof. Dr. Bülent Tanör’ün ölümünden kısa süre önce kurmak üzereydik. O sırada eski kanuna göre bürokratik engeller çok fazlaydı. Onun için yapamadık. Ancak on yıl sonra bu projeyi gerçekleştirebildik. Anayasa hukukçuları bu değişen ve gelişen dünyada artık sadece kendi ülkelerinde değil çevreleriyle de konuşup çalışmaları iyice yaygınlaştı. Bir bakıma dünya sorunlarına anayasal çözüm arayışları başladı. Bu çalışmalarda biz fazla içe dönük kalıyoruz. Türkiye’de anayasa çok güncel bir konu. Yeni anayasa konuşuyoruz. Onun ötesinde bizde anayasa sürekli değiştiriliyor. Ama bu değişiklikler Türkiye’yi daha sivil, demokratik bir rejime mi götürüyor, yoksa iktidarın gücünü daha mı pekiştiriyor sorusunu da yıllardan beri soruyoruz. 1991’de anayasanın yenilenmesi fikri 1991 seçimlerinden önce de gündeme gelmemiş miydi? İ.K. 1991 seçimleri öncesi Mülkiyeliler Birliği dergisinde yayımlanan bir yazımın başlığı “Gündem: Anayasa”ydı. Bunun üzerinden tam beş parlamento geçmiş. Altıncısını seçmek üzereyiz. Bu yirmi yıl içinde hep anayasanın yenilenmesi umudu sıcak tutuldu. Ama o beş parlamentonun hepsi de mutlaka anayasada değişiklikler yaptı. Ama anayasayı yenileme fikrine hiç yanaşmadılar. Az önce insan hak ve özgürlükleri bağlamında 2001 ve 2004 değişikliklerinden söz ettik. Demek ki Türkiye’de ciddi bir anayasa sorunu var. İkinci olarak da bu konu parlamentoda çoğunluğu olan partiler tarafından araçsallaştırılmış bulunuyor. Bu süreçte de birçok gazeteci, yazar televizyonlarda anayasa adına konuşuyorlar. Bunun bir bakıma olumlu bir tarafı var. Demek ki toplumda anayasa konusunda kafa yoran birçok kesim var. Çünkü anayasalar toplumların ortak mutabakat belgeleridir. Ama herkesin konuşmasının tehlikesi de şurada: Anayasa bir de uzmanlık işidir. Bunun için tez yazan, doktorasını yapan, doçent, profesör olan insanlar var. Anayasalar bugünün değil gelecek kuşakların metinleri olmalıdır Zaten Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasıyla birlikte pek çok yeni devlet ortaya çıkmadı mı? Yeni sorunların tanımlanması, çözüm bulunması gerçeğiyle yüz yüze kalmadık mı? İ.K. 1982 Anayasası yapılırken hiç kimse Çernobil felaketinin yaşanacağını aklına getirebilir miydi? Hukukun bilim ve teknolojiyle geleceğe yönelik olarak ortaya çıkabilecek gelişmelere kafa yorması anlamına geliyor. Dolayısıyla dünyayla birlikte düşünmek zorundayız. Bir de Türkiye’de şöyle bir gelişmeye tanık oluyoruz: Bakın, üniversite mensupları politikacılardan, klasik kamu görevlilerinden farklı bir konuma sahip. Çünkü akademisyenlerin varlık nedeni, görevi araştırmaktır, gerçeğe ulaşmaya çalışmaktır. Ulaştığı sonuçları da halkla, toplumla paylaşmaktır. Bu, iktidar yörüngesine mesafeli olunmasını da gerekli kılıyor. Ama son yıllarda bir kesim iktidara tamamıyla karşıyken bir kesim de iktidar ne derse alkışlıyor. Üç yıl önce AKP’ye karşı Anayasa Mahkemesi’nde açılan kapatılma davasında bir kısım meslektaşımız o davanın açılmasının mümkün olamayacağını söylediler. Bir kısmı, “Bu bir yargı darbesidir. AKP savunma yapmamalı” dedi. Ama AKP bu “akıl hocalarını” dinlemedi. İyi ki de dinlemedi ve Anayasa Mahkemesi önünde ciddi savunma yaptı. Yani bir kısım öğretim üyesi bugün kraldan fazla kralcı mı davranıyor? İ.K. Hatta partiliden daha fazla partili. Bu olamaz. Bunu yaptığınız zaman hukuk devletini ileriye götüremezsiniz. Bu bir bilimsel etik konusudur. Biz Anayasa Hukuku Araştırmaları ve İncelemeleri Derneği’ni kurarken hiçbir siyasal eğilim ya da kıdem ayrımı yapmadan Türkiye’deki bütün anayasa hukukçularını davet ettik. “Anayasa Hukuku Araştırmaları ve İncelemeleri Derneği ideolojik kamplaşmaların değil, bilimin sesinin konuşulduğu, tartışıldığı bir dernek olsun” dedik. Bunu yaparken de anayasanın bugünün ve bugünün politikacılarına indirgenebilecek bir sorun olmadığını, ama gelecek kuşakların sorunu olduğunu vurguladık. Gelecek kuşakların metni olunca da bugünkü siyasal çekişmelere, ayrışmalara indirgenemeyecek bir metin olduğunu kabul etmiş oluyoruz. MEVCUT ANAYASA DOĞRU UYGULANSIN, YETER Gelecek kuşaklar dediniz. Gelecek kuşaklar nasıl bir ülkede yaşayacaklar? Tüketilmiş mi yoksa nitelikli bir ülke mi olacak? İ.K. Artık anayasalar bu sorunlar konusunda da çözüm arayan metinlerdir. Avrupa’nın en demokratik ülkesi olarak bilinen İsviçre 11 yıl önce, 125 yıl sonra anayasasını yeniledi. Bu anayasanın en belirgin özelliği ülkenin nasıl korunacağı sorusuna cevap aramak. 12 Eylül referandumundan birkaç gün sonra Almanya’da Avrupa anayasa hukukçuları kongresi vardı. Bana uluslararası antlaşmaların da ulusal metinlerin de Anayasa Mahkemesi’nin denetiminden geçip geçmediğini sordular. “Anayasa Mahkemesi uluslararası sözleşmeleri denetleyemiyor. Bu nedenle birkaç ay önce Rusya’yla nükleer santral kurulması konusunda anlaşma yapıldı. Oysa böyle bir anlaşmaya ihtiyaç yoktu. Öyle anlıyorum ki bu anlaşmayı Anayasa Mahkemesi’nin denetiminden kaçırmak için bunu yaptılar” dedim. Derken Polonyalı bir meslektaş kalktı, “Hayır, Anayasa Mahkemesi onu denetleyebilir. Polonya Anayasa Mahkemesi’nin bu konudaki kararı örnek olur. Alman Anayasa Mahkemesi’nin şu yorumu gereği bu yapılabilir” dedi. Demek ki ben bir Türk anayasa hukukçusu olarak Alman, Polonya ya da başka bir devlet anayasa hukukçusuyla işbirliği yapmak durumundayım. Çünkü anayasa hukukçuluğunu ancak o şekilde ilerletebilirsiniz. Siz istediğiniz kadar mükemmel anayasa metinleri yazın. Türkiye’de hâkim olan bu mantıkla bu metinler nasıl yorumlanır ve uygulanabilir? İ.K. On yıl önceki bakışımızla bugünkü bakışımız çok değişti. On yıl önce bir anayasa arıyorduk. Şimdiyse, “Bırakın mevcut anayasayı uygulayalım, yeter...” noktasına geldik. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle