23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 N SAN 2011 PAZAR CUMHUR YET SAYFA 19 Fransa’nın varsıl kentidir. Bordeaux,Paris’in varlığına bir kıyasla “Devlet başkenti oradaysa şarapçılık başkenti de Bordeaux’da!” dedirtir ve zaten dünyanın en fiyakalı şaraplarına da adını verir. Nisan ayı için erken sayılacak bir yaz güneşi altında vardığım Bordeaux Kitap Fuarı’nda, diğer davetlilerle sohbet ederek katılım dosyamı almak için sıra bekliyordum. Adımın nasıl yazıldığını soran bir gazeteciye, “Fransızcada mayın gibi…” derken, önümdeki yazarla ilgilenen görevli, yerinden fırlayıp “Hoş geldiniz Mine Kırıkkanat, sizi sabırsızlıkla bekliyordum!” demesin mi? Şaşkınlıkla baktım, gözlerinin içi gülen güzel bir genç kadın. Yanıma geldi, sarıldık, öpüştük. Türkçeyi hem çok güzel, hem de Karadeniz şivesiyle konuşuyor. Saç ve göz renkleri de tutuyor, önce bizim ellerden kopup gelmiş Temel ve İdris’lerden, ikinci kuşak Türk sandım. Değilmiş. Bordeaux’nun civarından, yedi göbek Sablons’lu bir Fransız doğmuş, ama kendi deyişiyle “Laz kızı” olmuş! Ben daha bizim Karadeniz’le Fransa’nın Atlantik Okyanusu’na hısım Sablons arasındaki kız alışverişini tam çözemeden, adının Claire Lajus olduğunu öğrendiğim hatun, cıvıl cıvıl bir sesle: “Gamze de akşam gelecek sizi görmeye!” diye müjdeledi. “O da mı Laz kızı?” dedim. “Evet, o da annesi Amasyalı, babası Erzurumlu Laz!” demesin mi? Gerçekten de kaşları yay, belliydi, üstelemedim. Gamze’nin hayali, doktoradan sonra Türkiye’ye dönüp biyoistatistikçi gençler yetiştirmek. “Burada kalmak istemez misin” diye sordum. “Hayır” dedi, “Ülkeme yararlı olmak istiyorum. Öylesine parlak gençler var ki, ellerinden tutsanız dünya çapında bilim insanları olurlar”... Türkiye’de o pırıl pırıl gençlerin gözlerinin nasıl bağlandığını, yıllarca çalıştıkları ve 21. yüzyılda “atlara” bile reva görülmeyen bir yarışta, üniversiteye girebilme haklarının nasıl korkunç bir planla ellerinden alındığını düşündüm Gamze’yi dinlerken…. Aileler, çocukları üniversitelere girebilsin diye etinden sütünden kesip, dünyanın hiçbir eğitim sisteminde olmayan dershanelere kürekle para öderken… Dershaneye gidemeyen kimi çocuklar intihar eder, gidenlerin gözlerinin feri sönerken çalışmaktan… Salt falancanın cemaat okullarından, filancanın cinnet dershanelerinden geçmiş beyni bağlı gençler, kafası bağlı kızlar üniversiteye girebilsin diye uydurulan şifreleri, kodları düşündüm. Sen, ben, bizim dershane tezgâhı ortaya çıktığında, düzeneğin tatmin edenle tatmin olan bıyıklı tezgâhtarları geldi gözümün önüne. İğrendim, sustum. Cumhuriyet’in son kızlarından Gamze’ye kendisi gibi gençler için beslediği umutlara cebren girildiğini, hileyle el konulduğunu söyleyemediğim için sustum. “Civciv, horozdan öğrendiği gibi öter.” RAWLINSON Gülen ve Ağlayan Umutlarımız gözleri kemençe, endamlı bir esmer güzeli çıkıp geldi, gece: Gamze Karslı. Gamze ile Claire’in öyküsü, birbirinin ufkunu açan iki gencin örnek dostluklarından öte, kız çocuklarının eşit fırsat verildiğinde devirdikleri dağlar, aştıkları sınırlar ve kazandıkları başarılar dizini. Fransa’da Fransız Dili ve Edebiyatı okuyan Claire Lajus, 2004 yılında AB’nin Comenus programı çerçevesinde, Türkiye’ye Fransızca dil eğitmeni olarak gelmiş. Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nde Gamze Karslı ile arkadaş olmuşlar. Gamze’nin dört yıl süren İstatistik Bölümü öğrenciliği sırasında, birbirlerine Türkçe ve Fransızca öğretmişler. Derken Claire, anayurduna dönüp Bordeaux Üniversitesi’nde Çağdaş Edebiyat üzerine master hazırlamaya başlamış. Ya Gamze? Üniversiteyi bitirir bitirmez önce Fransa’nın TSF diye anılan dil sınavını, ardından Bordeaux Üniversitesi’nde Biyoistatistik master’ı yapmak hakkını kazanmış mı size? Henüz yirmili yaşlarında olmalarına karşın, başarılarıyla Samsun, toplumsalNe anlamda İstanbul’dan daha uygar bir kent. Denizin Ortasında Türkiye’yi Düşünmek Yazının başlığına bakınca beni denizin ortasında bir teknede sanmayın; bu hafta üç günlüğüne son doğa aşkım Gökçeada’daydım. Gökçeada bu mevsimde en ıssız, en sessiz günlerini yaşıyor. Şansıma hava güneşli, arada bir denizden gelen serin bir yel tenimi ürpertse de hava kalın giysiler gerektirmeyecek ölçüde ılıktı. Üç günümü kadim bir Rum köyü olan eski Bademli’de geçirdim. Köy, adanın özgün tarihsel dokusunu korumayı başarmış az sayıdaki yerleşim birimlerinden biri; taş ve çoğu yıkıntı durumundaki evlerin sahipleri olan Rum yurttaşlarımızın büyük çoğunluğu çeşitli nedenlerden ötürü Yunanistan’a, başka ülkelere ya da İstanbul’a göçtüklerinden köye ıssızlık egemen olmuş. Köyde sürekli yaşayan Rumların sayısı yalnızca 15, bir de büyük kentlerin karmaşasından kurtulup dingin bir yaşam sürmek isteyen çok az sayıda Türk var. Yıkıntıları sit kurallarına uygun olarak yeniden yaşanacak konutlara dönüştürmüşler. Fakat çoğu köye yaz aylarında geliyor. Yazlığa gelen Rumlarla birlikte köy nüfusu iyice artıyor, eski Bademli renkleniyor. Gökçeada’nın bir özelliği de koyun ve keçilere tanınmış olan “serbest dolaşım hakkı(!)” Bu bir gelenek, fakat sergilediği hoş görüntülerin yanı sıra olumsuz bir yanı da var. Köy yollarında, kırlarda, tepelerde, hemen her yerde koyunlarla, keçilerle bir aradasınız, doğurma mevsimi ya, çoğunun peşinde hoplayıp zıplayan bebeleri var. Bu hayvanların tümü sahipli ve hangi hayvanın kime ait olduğu postlarına sürülmüş boyaların renginden anlaşılıyor. Olumsuz yan ise bu hayvanların adanın yeşillenmesine, çiçeklenmesine olanak tanımamaları. Zakkum dışında ne ekerseniz, ne dikerseniz hemen gelip yiyorlar. Bu nedenle bahçelerini çiçeklendirmek isteyenler çevresini hayvanların aşamayacağı yükseklikte parmaklıklarla, dikenli tellerle korumaya alıyorlar. Yerlileri adalarının güzelleşmesini, zenginleşmesini istiyorlar, fakat gerekli önlemleri almıyorlar. Sözgelimi “pet şişe” ve “plastik poşet” önemli ölçüde doğa kirliliğine yol açıyor. Belediyenin ilk yapması gereken işlerden biri adada bu “doğa düşmanı” malzemenin kullanımını yasaklamak olmalı. Adalılar da cam şişeyi ve bez torbayı benimsemeliler. Eğer adaya “nitelikli” turist gelmesi isteniyorsa adayı her yönüyle çekici kılacak birtakım adımlar atılmalı diye düşünüyorum. Bir Türk’ün yaşadığı en korkunç çelişkilerden biri de herhalde minicik bir kuzunun annesinin memesini emerken, ÖSYM rezilliğini düşünmesi olmalı. Bir yanda tarifsiz bir masumiyet, öbür yanda tarifsiz bir rezalet! Ya da minik bir keçi yavrusunun başını okşarken, aklınıza birden “Tufan operasyonu”nun gelivermesi! Korkunç bir çelişki değil mi? Az sayıdaki açık balık lokantalarından birindeyim; Başbakan’ın deyimiyle “dünyayı şişenin içinden görme” niyetiyle bir masaya oturmuş, bir duble rakı söylemişim. Balığımı bekliyorum. Karşı duvarda bir televizyon var, açık fakat sesi kısık. Tam kendi kendime “Ne güzel bir gündü…” diye mırıldanacağım, ekranda bizzat kendisi beliriyor. Sesini duymuyorum, duymama da gerek yok, çünkü şimdiye kadar önceden bilemeyeceğimiz hiçbir şey söylemedi ki! Sinirim bozuluyor, sırtım televizyona gelecek biçimde yerimi değiştiriyorum. Olmuyor. Arkamda onun olduğunu bilmek huzurumu kaçırıyor. Koca bir yudum alıyorum rakımdan. O sırada garson balığımı getiriyor. Ona, “Televizyonda ne var” diye soruyorum. “Maç” diyor. Bir müşteri İspanyol Valencia’nın maçını izlemek istemiş, kanalı değiştirmişler. Derin bir soluk alıyorum. Bir ara yeniden yerimi değiştireyim mi diye geçiriyorum kafamdan, sonra vazgeçiyorum. Ne olur, ne olmaz! Eğer Türkseniz dünyanın neresine giderseniz gidin Türkiye peşinizi asla bırakmıyor. Sinirinizin bozulacağını, huzurunuzun kaçacağını bile bile televizyonu açmadan, bir gazete aramadan edemiyorsunuz. Diyelim başardınız, ne var ki bunun için ille de televizyon, gazete olması gerekmiyor. Kendinizi kırlara, dağlara, tepelere vursanız, bir adaya kaçsanız, doğayla kucak kucağa olsanız, en masum görüntülerle çevrelenseniz bile bin bir sorunlu ülkeniz sizi orada buluveriyor. Diyalektik düşüncede “karşıtların birliği” denen çelişkili durum bu olsa gerek, fakat bu durumu kavramanız için mutlaka felsefeci olmanıza gerek yok, bu ülkeyi biraz olsun seven bir Türk olmanız yeterli. sınırları aşıp ufuklarını genişleten iki genç kız, kendi alanlarında 2. master’larını bu yıl bitirip, “doktora” yapmak hazırlığındalar. Claire, akademisyen kariyerinin yanı sıra başta Özdemir İnce, önemli ozanlarımızın şiirlerini Fransızcaya çeviriyor. Gamze’ye “Biyoistatistik ne demek?” diye sordum. İnsan sağlığı üzerine yapılan istatistik çalışmalarıymış. “Örneğin benim 2. master’ım biyoistatistik uzmanlığı dalında kamu sağlığı” dedi. Epeyce karışık bir iş olduğu var ki Samsun’da cuma namazına giden bir arkadaşım, bu uygar kentte bile imamın, ahaliye “Karılarınızı dövebilirsiniz, ancak görünmeyen yerlerine vurun!” diye öğütlediğini kulaklarıyla duymuş. Üstelik cuma hutbeleri ortak, yani bütün camilerde aynı “dersi” veriyor imamlar. Böylece bazı imamlar ve kimi ahalinin de kadını niçin tesettüre soktukları anlaşılıyor: Dövdükleri kadının görünmez yerlerini arttırarak, kum torbasını genişletiyorlar. Gözler de peçelendiğinde, şampiyonluk garanti! Kalıyor geriye, altındaki morluklara üstündeki kara çarşafın mı yakışacağı, yoksa mavi burkanın mı çürük mora daha çok uyacağı… Fotoğraf : DAN EL COLAGROSS K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK ‘ G ’ N O K T A S I behicak@yahoo.com.tr zmirliler Uyarmıştı Anınca bile insanın içini “huzur” kaplayan İzmir’imiz, günlerdir “huzursuz”… sömürgeci koalisyonun Libya operasyonlarını yönetecek NATO kurmayları, Kuzey Afrika’nın karşısındaki Napoli yerine neden binlerce kilometre uzaktaki İzmir’i seçiyor? Bu uğursuzluk sanki geçen yıldan belliydi… Ufukta ne Mısır, ne de Libya ayaklanmaları vardı... Hele emperyalistlerin Kaddafi’ye başkaldırıyı fırsat bilerek Libya’ya füze yağdıracakları, akla bile gelmezdi. İzmirli sivil kuruluşların 2010 Şubatı’ndaki “yaşamsal uyarı”ları özetle şöyleydi: “Napoli’deki NATO üssü İzmir’e taşınıyor. 4000 ABD askeri için Urla’da ev aranıyor. Mordoğan’da bir askeri havaalanı inşaatı başladı.” Basına pek yansımayan bu uyarılar şöyle noktalanmıştı: “Tepemizden her gün bomba yüklü uçaklar geçecek.” Libya operasyonu için NATO karargâhının İzmir’de kurulacağını duyduğumdan beri düşünüyorum: “İzmirliler yoksa falcı mı; bir yıl önceki feryatları neden duyulkeri hedef olacaktır.” TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Ferdan Çiftçi de özetle şunları söylüyor; “NATO üssüne ve füze kalkanına karşı barıştan yana olan siyasi partiler, yerel yöneticiler, meslek odaları, sendikalar ve demokratik kitle örgütleriyle birlikte mücadele etmeye hazırız.” “Kızılçullu Köy Enstitüsü” alanında bulunan NATO tesislerinin bir an önce kenti ve ülkeyi terk etmesini isteyen Çiftçi şunları da ekliyor: “Bu alanda, sadece İzmir’i değil tüm ülkemizi savaşın merkezi haline getirecek üs yerine, Köy Enstitüleri eğitim müzesi kurulmalıdır.” avur zmir’de ceza Bu tepkilere siyasi kesimden katılanlar ise Başbakan’ın “Gâvur İzmir” söylemini anımsatarak, iktidar partisine yüz vermeyen kentin sanki “cezalandırıldı”ğı kanısındalar. CHP İzmir İl Başkanı Tacettin Bayır bu nedenle “İzmir, verdiği oylar yüzünden mi hedef haline getirilmektedir?” diye sorarak şu değerlendirmeyi yapıyor: “Füze sistemi için iktidarın ‘Gâvur İzmir’i tercihinden endişe ediyorum. Bu, kentimizi savaşa sokmaktır. Oysa İzmir, herkesi kucaklayan bir barış kentidir, üslerle donatılamaz.” Aslında, özgürlüklerini emperyalizme karşı kurtuluş mücadelemizle elde etmiş tüm zmir’deki NATO Hava Komutanlığı . kentlerimiz “sömürgeci Batı’nın ileri karakolu” olamazlar. Nitekim Başbakan’a yömadı; neden önemsenmedi?” Kuşkusuz fal açmamışlardı ama nelttiği soru önergeleri yanıtsız kaNATO’nun “İzmir hazırlıkla lan CHP İzmir Milletvekili Bülent rı”nın bir “neden”i olması gerek Baratalı da diyor ki; “Komuta katiğini düşünüyor olmalıydılar... demesi ABD’de olsun füze saYoksa şu son gelişmeler “önceden vunma sistemi Türkiye’nin ulusal savunmasına ne ölçüde katkı sağplanlanmış” tertipler miydi? layacak? Ülkemiz bu oyunun akaygılar, tepkiler... törü olmamalıdır.” Mustafa Kemal, 100 yıl önce Cumhuriyet’in Ege ilavesi, İzmir’in “karargâh kenti” yapılma Libyalıların İtalyan işgaline karşı sına tepkileri yayımlıyor. Hakan direnişini örgütleyerek Kuzey AfriDirik’in haberine göre, demokratik kalıların gönlünde yer etmişti… kuruluşlarla birlikte “kentini se Fransız sömürgeciliğine direnen ven” siyasiler karşı çıkıyorlar... (22 Cezayirlilerin iç ceplerinde Atatürk’ün resmini taşımaları da bunMart 2011) Örneğin, geçen yılki “İzmir’de dandı… Bağımsızlık Savaşımız da Füze Kalkanı” projesini anımsa emperyalistlerin himayesindeki tan İzmir Barosu Başkanı Sema Yunan kuvvetleri 9 Eylül 1922’de Pekdaş, bu girişime karşı “ortak “İzmir’den kovularak” tarihsel mücadele platformu” çağrısında zaferine ulaştı. Aynı işgalcilerin şimdiki kurdiyor ki; “Gündemdeki füze kalkanı tesislerinin muhtemelen İz mayları, “benzer amaçlı” savaş kamir’deki NATO Müttefik Hava rargâhlarını kurmak için işte o “deUnsur Komutanlığı’nda yer ala nize döküldükleri” İzmir’e adeta cağı anlaşılmaktadır. Böylece ül “yeniden çıkartma” yapacaklar! kemiz ve İzmir, ABD ve İsrail ile Bunun tezkeresine “evet” diyen veİran arasındaki olası savaşta as killerimiz hiç mi tarih bilmiyorlar? G Ç ZG L K KÂM L MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARB SEM H POROY K UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇEL K fhakancelik@mynet.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Rize’nin Çamlı 1 hemşin ilçesinde bir yayla. 2/ Birbirine 2 yakın adalar toplu 3 luğu... Bir müzik 4 sesini belirtmeye yarayan işaret. 3/ 5 Giysi kolu... Ri 6 ze’nin Çamlıhem7 şin ilçesinde bir başka yayla. 4/ Tar 8 la sınırı... Bakımlı 9 küçük orman. 5/ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Tavana yakın küçük pencere... Kadın seslerinin en 1 B A N D U R İ E kalını. 6/ Amaç... Arna 2 U Y A R L A M A K vutluk’un plaka imi. 7/ 3 L A A V N İ Y E Katranla kıldan yapılan 4 A Ş A M A T A ve kalafat işlerinde kulla 5 M Y N B A A nılan bir tür macun... Bir 6A Y A K İ S İ S etkinliğin geçici olarak durdurulduğu süre. 8/ İz 7 Ç A Ğ A T A Y C A T A R A T O R mir’in Selçuk ilçesindeki 8 9S I N A V N A R ünlü antik kent... Dolunay, mehtap. 9/ Kayseri’nin Yahyalı ilçesinde, doğal güzelliğiyle tanınmış şelaleler. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Geleneksel Türk evlerinde, üstü kapalı, bir ya da birkaç yanı açık sofa... Avcı ya da bekçi kulübesi. 2/ Boğa güreşi yapılan alan... Bir işi yerine getirme. 3/ Çanakkale’nin bir ilçesi... Büyük iplik çilesi. 4/ Vilayet... “Glokom” da denilen göz hastalığına verilen bir başka ad. 5/ İtalya’nın en uzun akarsuyu... Rütbesiz asker. 6/ Su geçirmez kumaştan yapılan bir tür spor ceket... Eski dilde su. 7/ Bir tür kokulu çörek... Avuç içi. 8/ İskambilde koz... Tarla, bağ, bahçe gibi yerlerden toplanan üründen arta kalanlar. 9/ Tabaka... Görünüşe göre olacağı sanılan. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle