18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
21 MART 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA [email protected] EKONOMİ 13 Bülent Eczacıbaşı: Gelir dağılımını düzeltmeden Türkiye’nin büyük ekonomi olmasıyla övünemeyiz Hukukta örnek olalım bütçe açıklarının yüzde 3’ün, kamu borcunun yüzde 40’ın FRANKFURT Eczacıbaşı altına çekilmesi, özelleştirme giHolding Yönetim Kurulu Başbi çok şey başarıldı. Bunlar, ‘olkanı Bülent Eczacıbaşı, Türmaz’ denilen şeylerdi. kiye’nin sadece ekonomisini Bir işadamı olarak bazı değil demokrasisinin kalitesini psikolojik faktörleri de aştık. Bide yükseltmek zorunda oldurincisi, kamu yönetimine güven ğunu vurgulayarak “Bir hukuk duyuluyor, tahminler tutuyor, devleti olarak örnek olamazkararlar genelikle zamanında sak, ekonomi ile örnek olmaalınabiliyor. İkincisi, bize öznın bir anlamı yoktur” dedi. güven geldi. Eczacıbaşı Yapı Ürünleri Bunlar, birinci nesil reGrubu bünyesindeki VitrA ve formlardı. Şimdi sıra ikinci neBurgbad ile Villesil reformlarda. Bunlar roy&Boch standınTürkiye’nin rekabet daki karo seramiklegücünü yükseltecek, rinin yer aldığı ülkeyi cari açık baEczacıbaşı, demokrasimizin kalitesinin, Frankfurt’taki ISH ğımlılığından muhakfuarında bir grup gakak kurtaracak rehukuk devleti olmanın koşullarının ikinci zeteci ile sohbet topformlardır. Bunlar için nesil reformlar içinde en ön sırada gelen lantısı düzenleyen ortam hazır. Eczacıbaşı, TürkiBirincisi, işgücünü konular olduğuna dikkat çekti. ye’nin son on yılda nitelikli hale getirecek eğitim reformu yapıl‘olmaz’ denilen çok malı, ikincisi enerji fişeyi başardığını ve yatları rekabetçi dü‘birinci nesil reformlar’la ekonominin aktör rürlüğe koydu. Bu önlemlerin zeylere çekilmeli, üçüncüsü lerine özgüven geldiğini belir ne ölçüde başarılı olacağını katma değer yaratan sanayiler terek “Şimdi sıra ekonominin söylemek için erken. Bu yılın geliştirilmeli, endüstriyel tarekabet açığını kapatacak ve ilk yarısında yüksek büyüme, it rım, turizm, yazılım, markaülkeyi cari açık bağımlılığın halatta hızlı artış devam edecek. laşma, ArGe teşvik edilmelidir. Türkiye’nin 2013’te dündan kurtaracak ikinci nesil re Bu nedenle seçim sonrasında, formlara geldi” dedi. Toplan yani yılın ikinci yarısında Mer yanın en büyük 10 ekonomisi tıda yöneltilen soruları yanıtla kez’in mevcut önlemleri revize arasına girme hedefini gerçekyan Eczacıbaşı, özetle şunları etmesi beklenebilir. Yüzde 6 gi çi buluyorum. Ama önemli bi bir büyüme, yüzde 6.57 gi olan ülkenin büyük ekonomi olsöyledi: Türkiye, büyüme hızı or bi bir enflasyon oranı tahmini ması değil, insanımızın ne kadar zenginleştiğidir. Gelir damiz var. talaması düşük bir ülke. Son 10 yılda Türkiye bü ğılımını düzeltmeden Türki2010’daki hızlı büyümenin getirdiği olumsuzluk cari açığın yük bir değişim geçirdi. Kamu ye’nin büyük ekonomi olmayeniden yüzde 6’nın üzerine finansmanının dengelenmesi, sıyla övünemeyiz. HASAN ER Ş yükselmesi oldu. Bu yıl sonunda yüzde 89’luk bir cari açık oranı ile karşılaşabiliriz. Bu da oldukça riskli. Cari açık çok önemli, hafife alınacak bir konu değil. Artık bizim sanayimizin yapısını, ihracatımızın yapısını değiştirerek, rekabet gücümüzü arttırarak bundan kurtulmamız gerekiyor. Cari açıktaki yükselmeye karşı Merkez Bankası yaratıcı, deneysel önlemler paketini yü ‘Şartlarımızı Bilmiyorlar’ Yanlışı! Son haftalarda Avrupa ve ABD basınında, Türkiye’de basın özgürlüğünün durumu çok ağır eleştiriler alıyor. Avrupa ve ABD kamuoyu, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yoğun çabalarının da katkısıyla, AKP iktidarının demokrasiden uzak demokrasi gerçeğini geç de olsa görmeye başlıyor. Başbakan her zamanki saldırganlığıyla “yabancılar şartlarımızı bilmiyorlar” diye esip savuruyor. Bu anlayış ve bu bakış açısı tamamıyla yanlıştır ve çok da tehlikelidir. Yanlıştır! Eğer ülkeyi yöneten kişi hak ve özgürlüklere bizim koşullarımız farklıdır gözlüğünden bakarsa, hak ve özgürlüklerin çerçevesini de kendi öznel ya da sübjektif görüşüne göre çizer. Oysa başta basın yayın özgürlüğü olmak üzere hak ve özgürlükler, yüzyıllar süren savaşımların sonucu insanlığın kazandığı vazgeçilmez ve de evrensel değerlerdir. Özgürlükleri kendi şartlarınıza göre tanımlamaya kalkarsanız, özgürlüğü değil, keyfiliğin sonu görünmeyen karanlığını savunur duruma gelirsiniz! Türkiye Başbakanı tam da bunu yapıyor. Şartlarımıza göre özgürlük anlayışı ülkeyi hak ve özgürlükler yönünden ikinci ya da üçüncü sınıf bir ülke saymak anlamına gelir. O zaman sekiz yıllık Başbakan’a neden ülke demokrasisini birinci sınıf düzeyine yükseltmedin diye sorulmalıdır. Özenle vurgulanmalıdır ki, Başbakan’ın şartlarımız anlayışından gerçek anlamda demokrasi çıkmaz. Yalnız basın özgürlüğünü değil, diğer hak ve özgürlükleri de kolayca şartlarımıza göre tanımlarsınız. Sonuçta, ne kadınerkek eşitliği kalır, ne kişi dokunulmazlığı, ne de can ve mal güvenliği! Sahi, Başbakan daha birkaç ay önce milyonlarca kadının gözünün içine baka baka, “Ben kadınerkek eşitliğine inanmıyorum” dememiş miydi? Asıl sorun da bu hak ve özgürlük bilinci eksikliği ve yetersizliğidir. Eğer basın özgürlüğüne “bizim şartlarımızda” bakılacaksa, yapılması gereken, basın özgürlüğünün güçlendirilmesidir. Öncelikle, Türkiye’de, düşünce ve anlatım özgürlüğü üzerinde var olan ve basının elini kolunu bağlayan yasal sınırlamalar kaldırılmalıdır. Başbakan, şu anda hapiste bulunan gazeteci sayısını 27 olarak veriyor. Kendince basın üzerinde öyle fazla bir baskı yok demeye getiriyor. Oysa, değil 27, tek bir gazetecinin bile gazetecilik işini yaptığı için özgürlükleri elinden alınıyorsa, o ülkede basın özgürlüğünün varlığından söz edilemez. Kaldı ki basın örgütlerinin açıklamalarına göre tutuklu ve cezalı basın çalışanı sayısı 68’dir ve iki bin dolayında gazeteci yargılanıyor; dört bin dolayında gazetecinin haklarında soruşturma açılmış bulunuyor. Başbakan, bu ülkenin hapishanelerinde bir tek gazeteci kalmamalı diye uğraşacak yerde, bu büyük özgürlük ayıbını ve demokrasi açığını küçümsemeye uğraşıyor. Sonra, ülkemizde basınyayın sermayesinin, enerjiden konuta, ticaretten turizme, basındışı alanlarda da faaliyet göstermesi, basın çalışanları üzerine ayrıca bir baskı oluşturuyor. Basınsermaye ilişkileri, basın özgürlüğünü koruyacak ve güçlendirecek yönde düzeltilmelidir. Daha da önemlisi, Türkiye’de basınyayın çalışanlarının sendikaları çok zayıftır; örgütlü hak arama olanakları yok denecek düzeydedir. Basın çalışanları hem düşünce ve anlatım özgürlüğü hem de tekelci sermayenin ikili sıkıştırması altındadır. Bu sıkışmadan çıkış için önemli bir adım olarak, basın çalışanlarının sendikal haklarının tam anlamıyla uygulanması sağlanmalıdır. Demokrasilerde basın dördüncü güçtür. Türkiye’de güçlerin ilk üçü, yani, yasama, yürütme ve yargı güçlerinin yapısı ve işleyişindeki bilinen büyük aksaklıklar, giderek bu üç gücün üzerinde Başbakan’ın çok açık olan belirleyiciliği, demokrasinin işleyişi yönünden özgür basının varlığını ve önemini çok daha arttırıyor. Yabancılar bizim şartlarımızı bilmiyorlar derken, Başbakan sakın basını da diğer güçler gibi kendi biçimlendirme alanının içinde görme çabasında olmasın?! Hak ve özgürlükler için bundan daha büyük ve yakın bir tehlike olabilir mi? Nükleer için referandum yapılmalı Bülent Eczacıbaşı, Türkiye’de nükleer santral inşa edilmesiyle ilgili olarak, Japonya’da meydana gelen son olaydan sonra bunun çok tartışılacağını vurguladı. Eczacıbaşı’na göre, “Türkiye’de önemli bir enerji sorunu bulunuyor. Teknolojik imkânlara bakıldığında nükleer enerji kaçınılmaz gözüküyor. ‘Nükleer enerjiden yararlanmayalım, nükleer santral kurulmasın’ demek çok kolay. Ama bunu söylemeden önce biraz rakamlara bakmak lazım. Türkiye’nin enerji ihtiyacı nedir, nasıl sağlanabilir, bugün çok sempati duyarak sözünü ettiğimiz yenilenebilir kaynaklar acaba ne getirebilir, bunların fizibilitesi nedir? Böyle baktığınızda nükleer enerjinin çok önemli olduğunu görüyorsunuz. Ama riskleri de küçümsenecek gibi değil. Bu tartışmanın Türkiye’de çok daha açık ve şeffaf cereyan etmesi gerekiyor. Nükleer santralların riskler, modern teknolojilerin sağladığı imkânlar, seçilen kuruluş yerinin özellikleri, bunlar çok ince değerlendirilmeli, gerekirse yatırımlar ertelenmeli. Konu mutlaka bütün detaylarıyla kamuoyuyBülent Eczacıbaşı, basın özgürlüğü konusunda hükümete la paylaşılarak, tartışılayönelik eleştirilerle ilgili olarak Türkiye’nin bölgesinde örrak belki de referandunek ülke olması için pek çok neden olduğunu, kendi bölgema götürülerek çösinde zaten ayrışmış bir ülke ama daha hâlâ gelişmekte olan ülzülmeli.” keler sınıfını tam olarak geride bırakmadığını aktardı. Sayaçlarda yabancı tekeli kalkıyor ANKARA (AA) Doğalgaz, elektrik ve su sayaçları gibi ölçüm cihazlarının piyasaya sürülmesi veya kullanıma sunulması için yabancı onaylanmış kuruluşlara başvurma zorunluluğu kaldırılıyor. Türk Standartları Enstitüsü de bu tür sayaçlara uygunluk belgesi verebilecek. Türkiye’de henüz; su sayaçları, gaz sayaçları ve hacim dönüştürme cihazları, aktif elektrik enerji sayaçları, ısı sayaçları, su haricindeki sıvıların miktarlarını sürekli ve dinamik ölçen ölçme sistemleri, otomatik tartı aletleri, taksimetreler ve egzoz gazı analiz cihazlarıyla ilgili uygunluk belgesi, denetim ve değerlendirme faaliyetlerini yürütecek yerli onaylanmış kuruluş bulunmuyor. Bu durum sanayicileri, ürettikleri ölçü aletleri için yabancı onaylanmış kuruluşlara başvurmak zorunda bırakıyor. Bu nedenle önemli ölçüde döviz kaybı, uygulamada da yaşanıyor. Türkiye fındıkta liderliği kaptırmıyor ANKARA (AA) Tarım sektöründeki üretim değeri baz alındığında dünya sıralamasında 8. sırada bulunan Türkiye, fındıktan vişneye, kayısıdan incire, biberden nohuta, zeytinden domatese 24 ürünün üretiminde dünyada ilk beşte yer alıyor. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürlüğü 2009 yılı verilerine göre, 500 bin ton üretimiyle dünyadaki fındığın yaklaşık yüzde 61’ini üreten Türkiye, fındık üretiminde dünya lideri. Dünyadaki toplam üretim ise 821 bin ton. Türkiye yaklaşık 193 bin ton vişne, 418 bin ton kiraz, 34 bin ton haşhaş (tohum), 661 bin ton kayısı üretimiyle de dünyada ilk sırada yer alıyor. İncir, mercimek, bal, antepfıstığı, kestane, hıyar, biber, kavun, karpuz üretiminde ise ikinci sırada bulunan Türkiye’de, dünyadaki incirin yüzde 20.62’si, mercimeğin yüzde 8.41’i, antep fıstığının yüzde 14.28’i üretiliyor. [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA Son günlerde dünya iki ucundan birden yanan bir muma benziyor. Mumun bir ucundaki ateş Japonya’dan gelen rüzgârlarla hızlandı. Öbür ucundaki ateşe de Bahreyn’de, Libya’da benzin döktüler. ki Ucundan Birden... savaşlarını körüklüyordu. Financial Times’ın, 8 Mart’ta aktardıkları da dünya ekonomisinde havanın yeniden bozulmaya başlamış olduğunu gösteriyordu. Piyasaların yakından tanıdığı, Chris Shumway, Carl Icahn gibi fon yöneticileri gelişmeler karşısında sorumlu durumda kalmamak için müşterilerinin paralarını geri vermeye başlamışlar. Icahn, müşterilerine gönderdiği mektupta, borsalarda son yıllarda yaşanan hızlı toparlanmaya, ekonomik koşullardaki bozulmalara, Ortadoğu’daki gelişmelere değinerek bu koşullarda fonlarını yönetmek istemediğini yazıyormuş. İngiltere Merkez Bankası Başkanı Mervyn King, Japonya’daki olaylarla ilgili bir açıklama yaparken, “Bu yaşadığımız mali krizin altında yatan nedenlerden hiçbiri temizlenemedi... Dahası serbest piyasayla istikrarlı bir uluslararası parasal ve mali sistemi bağdaştırma sorununu hâlâ çözebilmiş değiliz” diyordu. Japonya olaylarının ilk etkisi borsalarda ani bir sarsıntı olarak kendini gösterdi. “Traders, Guns&Money” kitabının yazarı, ekonomist Satyajit Das’ın deyimiyle, “Fukuşima işçileri ölümü göze alarak reaktörleri kontrol altına almaya çabalarken mali yatırımcılar korku içinde, ölümden ve yıkımdan para kazanmak için yeni fırsatlar arıyorlardı”. Deprem bölgesinde birçok sanayi tesisinin yıkılması, uluslararası tedarik zincirlerinde özellikle yüksek teknoloji sektörlerini etkileyen kopmalar, birçok ülkede üretim aksamalarına yol açtı. Şimdilik maliyetinin 200 milyar dolara ulaştığı hesaplanan yıkıma ilişkin onarım için gerekli finansman sürecinin de dünya ekonomisi üzerinde olumsuz etkiler yapması bekleniyor. Japon hükümeti vergilerle yeni kaynaklar yaratabilir, piyasalardan borçlanabilir. Ancak Satyajit Das’a göre piyasalar Japonya’nın, elindeki 900 milyar dolarlık ABD hazine kâğıtları da dahil, uluslararası finansal yatırımlarının bir kısmını satacağını düşünüyorlar. Bu durumda, ABD faizlerinin ve yenin değerinin artması kaçınılmaz görünüyor. Japonya’daki gelişmelerin dünya ekonomisini, nükleer enerji sektörü üzerinden de etkilemesi bekleniyor. Son yıllarda, küresel ısınma, yüksek petrol ve gaz fiyatlarına ilişkin tartışmaların etkisiyle bir canlanma yaşamakta olan nükleer enerji sektörü yeniden çok olumsuz bir iklime girecek (Financial Times. 16/03/11). Bunun ilk işaretlerini İsviçre, Almanya hatta Çin’den gelen reaktör kapatma, yeni projeleri askıya alma haberlerinde görüyoruz. Financial Times bu gelişmelerin enerji ve CO2 permileri piyasalarını sarstığını, Avrupa’da kömürün nisan teslim fiyatının yüzde 10.8 yükseldiğini aktarıyor. Japonya’nın enerji açığını kapatmak için doğalgaz ithalatına dönmesi, bu sektörde de önümüzdeki dönemde fiyat artışlarının hızlanacağını gösteriyor. ir ‘dönüm noktası’ daha... Alman Şansölyesi Merkel, nükleer santrallara ilişkin ‘askıya alma ve gözden geçirme’ kararını açıklarken, “Japonya felaketi teknoloji temelli toplumların tarihinde bir dönüm noktasıdır” demiş. CIA’de 20 yıl kitle imha silahları uzmanı olarak dirsek çürüttükten sonra, “İsimsiz” imzasıyla yayımladığı “Imperial Hubris” başlıklı kitapla ünlenen Michael Scheuer de, National Interest’te perşembe günü yayımlanan, “Bütün Korkuların Toplamı” başlıklı yorumunda, “Batı’nın gözleri Libya, Mısır ve Yemen’e odaklanmış görünüyor ama ABD, Arap dünyasına yönelik 35 yıllık müdahalenin faturasını ufacık Bahreyn’de ödeyecek gibi görünüyor” dedikten sonra ekliyordu: “Bahreyn pekâlâ da, bizim bildiğimiz haliyle dünyanın biteceği yer olabilir.” Libya’ya hava saldırıları başlarken Scheuer Bahreyn’in önemini abartıyor olabilir, ama çok fazla değil. Geçen hafta, önce 1000 asker ve zırhlı araçlarla, helikopterlerle Suudi Arabistan ordusu, ardından Kuveyt dahil körfez ülkelerinden askerler ve tanklar Şii ağırlıklı ayaklanmayı bastırmak için Bahreyn’e girdiler. Böylece bölgedeki Şii Sünni gerginliği bir derece daha yükseldi. New York Times, “Suudilerin Bahreyn’de Şiir ağırlıklı bir rejimin oluşarak kendi ülkelerindeki Şii nüfusu da cesaretlendirmesine B dünya ekonomisi Japonya depremi İlk bakışta, Japonya felaketinin dünya ekonomisini çok fazla etkilemeyeceği düşünülebilir. Japonya dünyanın üçüncü büyük ekonomisi, ama dünyanın toplam hasılası içindeki payı yüzde 10’un biraz altında. ABD ve Çin ihracatı içinde Japonya pazarının payı sırasıyla yüzde 5 ve yüzde 8. Depremin yarattığı yıkımın maliyeti de Japonya’nın altından kalkamayacağı bir büyüklük değil. Ancak, Morgan Stanley Asya’nın CEO’su Stephen Roach’un işaret ettiği gibi Japonya felaketinin etkileri, dünya ekonomisinin zaten, yeniden kötüleşmeye başlayan koşullarının üzerine geldi. Son aylarda, dünya ekonomisinde petrol ve gıda fiyatları artıyordu. Avrupa’da ve birçok ABD eyaletinde devletin mali krizi ağırlaşmaya devam ediyordu. Geçen iki yılda borsalarda yaşanan toparlanma, büyümeye değil devlet politikalarına (kaynaklarına) dayanıyordu. Dahası Roach’un da işaret ettiği gibi merkez bankaları, hükümetler, krize müdahale araçlarını tüketmişlerdi. Faizler düşük düzeylerde dolaşıyor, bütçe açıkları, kamu borçları olağanüstü yüksek seviyelerde seyrediyordu. Geriye parasal genişlemeden başka bir araç kalmamıştı, bu da enflasyonist eğilimleri, döviz katlanamayacağını”, bu yüzden ABD’nin önerilerine, “özellikle Obama, Mübarek’i terk ettikten sonra”, “kulaklarını kapadıklarını” anlatıyordu. Al Ahram da Suudi yetkililerin “Bu daha sürecin başı, Bahreyn’e gereken yardım yapılacak. Bu ucu açık bir harekât” dediğini aktarıyordu. Operasyon Suudilerin İran ve Şii korkusundan kaynaklandığına göre, süreç, gerçekten de açık uçlu hale gelebilirdi. Scheuer’i korkutan olasılık da işte bu. Scheuer’e göre, eğer Sünni güçler Şii muhalefeti bastıramaz, hatta silahlı bir direnişle karşılaşırlarsa, Bahreyn’de 5. Filosu’nu üslendiren ABD’nin, İsrail lobisinin “İran destekli Şii teröristler” olarak niteleyeceği gruplara karşı devreye girmesi gündeme gelebilir. Bu durumda da Kaddafi’nin iktidarda kalması, Bahreyn’de ABD’nin ödemek zorunda kalacağı faturanın yanında, önemsiz bir sorun olacaktır. Bu sırada Başbakan Erdoğan’ın Bahreyn ile Kerbela arasında kurduğu bağlantıya Tarık Alhomayad’ın, Suudi destekli Asharq Alawsat’ta verdiği cevap ilgi çekiciydi. Alhomayad, Kerbela benzetmesine şiddetle karşı çıkıyor, Erdoğan’ın Libya politikalarını “Osmanlı liderliği hayaline”, Mısır’da Mübarek karşıtı tutumunu da Müslüman Kardeşler’e olan yakınlığına bağlayarak, küçümser bir tonla eleştiriyordu. Suudi kaynaklarına yakın bir yerden gelen bu tepki AKP yönetiminin bölge liderliğine, Libya’ya yönelik saldırılar da uluslararası etkisine ilişkin fantezilerinin dayandığı zeminin ne kadar çürük olduğunu gösteriyordu. 1 kilo erik 300 TL Ekonomi Servisi Mersin’in Silifke ilçesine bağlı Göksu Vadisi köylerinde örtü altına alınan erik, ilçe merkezindeki manavlarda tadımlık olarak kilosu 300 liradan satışa sunulmaya başladı. Pazarlamacı Habib Topçu, örtü altına alınan seralarda yetiştirilen eriğin tam olgunlaşmamasına karşın yurt genelindeki aş eren hamile kadınlar tarafından büyük ilgi gördüğünü ifade etti. Fiyatın yüksek olması ve tam olgunlaşmaması nedeniyle tadımlık olarak az miktarda toplanan eriği 100 gramlık kaselerde 30 liradan sattıklarını vurgulayan Topçu, “Türkiye genelinde ilk turfanda can eriğinin Silifke’de çıktığını herkes biliyor. Bu nedenle de aş erip canı erik çeken kadınlar için eşleri uzak yerlerden gelerek tadımlık olan bu eriklerden alıp gidiyorlar” dedi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle