18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 13 MART 2011 PAZAR [email protected] 12 PAZAR KONUĞU İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Taner Gören Sağlıkta Dönüşüm Programı’nı anlattı: Sağlık sistemini de altüst ettiler SÖYLEŞ LEYLA TAVŞANOĞLU Bugün Ankara’da büyük bir miting var. Türk Tabipleri Birliği şemsiyesi altında binlerce sağlık çalışanı, doktoru, hemşiresi, laborantıyla Sıhhiye Meydanı’nda AKP hükümetinin Sağlıkta Dönüşüm Programı adı verilen “ucube” icraatını protesto edecek. İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Taner Gören’le programın ne mene bir şey olduğu ve uygulamada neler yaşandığını konuşuyoruz. Gören, esas amacın bütün sağlık sektörünü özelleştirmek olduğunu önemle vurguluyor. AKP hükümetinin Sağlıkta Dönüşüm Programı’nı Türk Tabipleri Birliği ve İstanbul Tabip Odası olarak çok sert biçimde eleştiriyorsunuz. 13 Mart’ta (bugün) da bu programın son aşamasının yürürlüğe girmesiyle birlikte Ankara’da geniş katılımlı bir protesto mitingi düzenleyeceksiniz. Sağlıkta Dönüşüm Programı’na karşı çıkış nedenlerinizi anlatır mısınız? T. G. Türkiye’nin sağlık sistemi 224 sayılı yasa olarak bilinen rahmetli Nusret Fişek hocamızın büyük gayretleriyle yapılmış olan yasayla büyük ölçüde düzenlenmişti. O yasaya göre birinci, ikinci, üçüncü basamak sağlık kurumlarıyla tıp fakültesi hastaneleri şeklinde bir sistem kurulmuştu. Birinci basamakta sağlık ocakları, ikinci basamakta dispanserler ve eğitim görevi olmayan hizmet hastaneleri, üçüncü basamak sağlık kurumları da büyük devlet hastaneleriyle sosyal sigortalara bağlı hastanelerdi. Bunlar aynı zamanda uzmanlık eğitimi veren sağlık kurumlarıydı. Tıp fakültesi hastaneleri de hem tıp eğitimi veriyor hem de uzman ve akademisyen yetiştiriyordu. Bu sistem sürmekteyken yavaş yavaş sağlığın Bütün üniversite hastanelerinin parasal çok gelir, rant getiren bir alan olduğu gerçeği görülmeye başlandı. Bu rant getirme, sağlıktan para kazanma düzeninden yola çıkan global yerli ve yabancı sermaye buna yönelmeye başladı. Böylelikle 224 sayılı yasanın kurduğu sistemden başka türlü bir sisteme doğru gidiş ortaya çıktı. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra bunun gerçekleşmesi için epeyce bir uğraş verildi. Özellikle burada devreye Dünya Bankası ve IMF eliyle yabancı sermaye girer oldu. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın teorik dönemi 1980’le 2002 arasında oluştu. İyi de bu Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın hayata geçmesi için neden bu kadar uzun zaman beklendi? Çünkü 2002’ye kadar hep zayıf, koalisyon hükümetleri iktidardaydı. Sonuçta AKP’nin tek başına iktidara gelmesiyle sağlık alanında acil eylem planı adı altında projenin ilk uygulamaları yayımlandı. Ondan sonra da kademe kademe hayata geçirildi. Örneğin sigorta ve devlet hastaneleri birleştirildi. Vatandaşın özel hastanelerden hizmet almasını sağlayan değişiklikler yapıldı. Bunu yapabilmek için sosyal güvenlik kurumları olan Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu ve BağKur birleştirilerek adı Sosyal Güvenlik Kurumu oldu. Bu arada Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası yasası oluşturuldu. Ama yasalaşmış olmasına rağmen henüz bunun sıkıntıya sokulmak suretiyle Sağlık Bakanlığı’na bağlanması hedefleniyor. Parayı biz veririz, siz iyi yönetemiyorsunuz, biz yönetiriz, siz de çalışırşınız, deniyor. Tıp fakültelerindeki öğretim üyeleri görevlerinden ayırlmaya zorlanıyor. Emekli olup da muayenehane açmak imkânsız hale geldi. Amaç muayenehaneleri batırıp oralara giden hastaları özel hastane çarkının içine sokmak. Aslında sağlık ocaklarının sayısı yetersizdi. Bunları yeterli hale getirmek yerine, “Bu sistem yürümüyor. Biz bu sistemi değiştiriyoruz” diyerek bu aile hekimliği sistemi getirildi. Bu aynı zamanda birinci basamak sağlık hizmetleri alanının ticarileşmesine yol açtı. Nasıl ticarileşti? Aile Sağlığı Merkezi’nde çalışan aile hekimi devletle sözleşmeli çalışıyor. Daha önce sağlık ocağında çalışan hekim 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’na bağlı bir memur konumundaydı. Şimdi aile hekimi özel hekim. Devlet onunla bir sözleşme imzalıyor. Var olan sağlık ocağı binaları bu hekimlere kiralanıyor. Aile sağlığı merkezindeki doktor küçük bir işletme sahibi konumunda. Adeta bir muayenehane mi? Öyle gibi. Bina giderlerini, yanında çalışan elemanın maaşını o ödüyor. Peki, bunun parası nereden geliyor? Devlet o hekimle sözleşme yaparken ona 4 bin 500 lira aylık, ayrıca giderler için de 2 bin 700 lira bir para ödüyor. İstanbul’da yaklaşık 900 civarında ASM ve bu ASM’lerde yaklaşık 3500 Aile Hekimliği Birimi oluşturulmuş durumda. ASM’ler, daha önce de söylediğim gibi, genelde iki ile altı doktorun bir arada bulundukları mekânlar. İşin ilginç yanı devletin bu doktorlardan ne gibi görevler istediği. Her bir aile hekimine 3 bin 500 nüfus kayıtlı. Tek büyük ölçüde uygulanabilirliği yok. Neden? Çünkü bu yasanın uygulanabilmesi için altyapı yetersiz. İstim arkadan gelsin, kervan yolda düzülür anlayışı hâkim oldu. Sağlıkta Dönüşüm Programı projeleri devam etti. 2005’te birinci basamak alanını düzenleyen aile hekimliği pilot yasası çıktı. Aile Hekimliği Pilot Yasası o zamana kadar var olan sağlık ocağı sistemini ortadan kaldırdı. Sağlık ocakları kaldırıldı ve Aile Sağlığı Merkezleri adı altında yeni sistem oluşturuldu. Bu sağlık sisteminde çalışan hekimlere aile hekimi; hemşirelere ve diğer personele de aile sağlığı elemanı adı verildi. bir doktor bunlara bakacak, muayene edecek, ufak tefek tetkikler isteyecek. Hastalığın altından kalkamayacak gibiyse hastayı bir hastaneye sevk etme yetkisi var. Aslında aile hekimliği sisteminde esas olarak, bir sevk zincirinin kurulması amaçlanmıştı. Aile hekimlerinin hastaları gerekli gereksiz hastanelere sevk etmemesi için de belli sayıda hastanın üzerinde sevk olursa doktordan parasının kesilmesi şeklinde cezası sistemi öngörülmüştü. Ancak bu sevk zinciri kurulamadı. Çünkü aile sağlıkta dönüşüm programı ile kamu hastanelerinde performansa dayalı çalışma sistemine geçilmişti. Yani devlet hastanelerinde doktor ne kadar çok hastaya bakarsa o kadar yüksek gelir elde edecekti. Aile hekimliğinde sevk zinciri uygulaması ilk olarak Isparta’da denendi. Ama bir de bakıldı ki devlet hastanelerine sevk azaldı ve oradaki doktorların performansı düştü. Bunun üzerine bu sistemin ertelenmesi kararı verildi; sevk zinciri süresiz olarak ertelendi. İşin esprisi, bu sistemin amacı sağlıklı bir sevk zinciri oluşturmasını sağlamaktı. Ama olmadı. Aile hekimliği komedisi Aile Sağlığı Merkezi kimlerden oluşuyor? Kısaca ASM olarak ifade edilen Aile Sağlığı Merkezlerinde iki ile altı Aile Hekimliği Birimi bulunmaktadır. Bir aile hekimliği birimi, aile hekimi adı verilen bir doktor ve bir aile sağlığı elemanından oluşan bir ünite. İlk olarak Düzce’de uygulanmaya başlandı. Aslında pilot yasada ilk uygulamalar yapılacak, ardından da esas yasa çıkacaktı. Ama esas yasa çıkmadan 2010 sonu itibarıyla tüm Türkiye’de aile hekimliği sistemine geçildi. Burada da kervan yolda düzülür zihniyeti hâkim. Sanal aile sağlığı merkezleri Tek bir doktor nasıl 3 bin 500 hastaya bakarak bunun altından kalkabilir? Doktor bir hastaya en az 10 dakika ayırmak zorunda, diyelim. Ayrıca ondan, başka performanslar da bekleniyor. Gebelerin durumunu takip edecek. Çocukların aşılarını yapacak. Lohusaların durumlarını izleyecek. Evde yatalak hasta varsa eve gidecek ve orada tedavisini yapacak. Adli olaylarda raporlar yazacak. Bunun dışında merkezdeki bilgisayara bütün hastalara ne gibi işlemler yapıldığını harfiyen girecek. Ayrıca o bilgisayar programının da doğru dürüst çalışmadığı duyumlarını alıyoruz. Şu andaki durumu anlatayım. Aile hekimi ancak gelen hastalara bakabiliyor. Verileri bilgisayara girebiliyor. Onun dışında kendisine düşen sağlık hizmetlerini yerine getirebildiğini söylemek çok zor. Oysa koruyucu hekimlik dediğimiz olay bir ekip işidir. Ben yılların hekimiyim. Beni bu aile sağlığı merkezine koyun. Aşı nasıl yapılır, gebeler nasıl izlenir, bilmem ki. Bu bir eğitim işidir. Aile hekimi dediğimiz doktorlara çok yetersiz eğitim verildiği haberlerini okumuştum. Ayrıca ne kadar pratisyen doktor varsa bunların aile hekimi yapıldığını öğrendim. Nasıl bir eğitim aldılar? Bu doktorlara bir haftalık bir eğitim verildi. Bakın, aile hekimliği diye bir uzmanlık alanı vardır. Bu üç yıllıktır. Aslında ASM’lerde bu aile hekimliği uzmanlarının görev yapması hedeflendi. Ancak şu anda İstanbul’da yaklaşık olarak toplam 250 aile hekimi var. Dediğiniz gibi halen aile hekimi konumunda olan doktorların çoğu önceden bu işi bilmiyorlardı. Geçmişte sağlık ocaklarında ekipler vardı. Bu yeni sistemle o ekipler de dağıldı. Bu aile sağlığı merkezlerinin bir bölümünün binası da yok. Sadece adı var. Bu binası olmayan merkezler nasıl hizmet verecek? Aile sağlığı merkezlerinde görev yapacak doktorlara belli yerleri seçmeleri için seçenek hakkı tanındı. Seçmeler temmuzda yapıldı. Uygulamaya 1 Kasım’da geçildi. Ama dediğim gibi bu seçilen merkezlerin bir kısmının binası yok. Doktor temmuzda aile sağlığı merkezini seçiyor. Buna sanal aile sağlığı merkezi deniyor. Doktor bina bulmak için emlakçıları dolaşıyor, belediyelere gidiyor. İl Sağlık Müdürlüğü yardım ettiğini söylüyor ama ne kadar yardım edebiliyor, onu bilmiyorum. Şu anda hâlâ binası olmayan, faaliyete geçememiş aile sağlığı merkezleri var. Böyle olunca komşu aile sağlığı merkezinde küçük bir odada geçici olarak çalışıyor. Kendine bina bulursa tadilatını yaptırıyor. Bütün masrafları kendi cebinden karşılıyor. Bunu da birkaç doktor birleşerek yapıyor. Tam Gün Yasası kölelik yasası Yani birinci basamak böyle sistemsiz bir biçimde mi hayata geçirildi? Evet. Bu iş nasıl olacak diye benim aklım almadı. Zaten geçen bu üç ayın sonunda aile sağlığı merkezlerindeki doktorlar ancak gelen hastaya bakabiliyorlar. Onun dışındaki işleri nasıl yapacaklar? Durum meçhul. Bir de diyelim ki bir merkezde çalışan doktorun hastalarla diyaloğu çok iyi. Ama öbür merkezdekinin onun kadar iyi değil. Hastalar beğenmedikleri doktoru bırakıp öbürüne gidebiliyorlar. Dolayısıyla da garip bir rekabet ortaya çıkıyor. Sağlıkta rekabete dayalı sistem olabilir mi? Bir de pek çok hekimden yakınmasını işittiğim Tam Gün Yasası ne getirip ne götürüyor? Tam Gün Yasası’nı, “doktorun elini hastanın cebinden çıkaracağız” söylemiyle hayata geçirdiler. Yani, hastaların paralarının muayenehanelerde alındığı zihniyetinden yola çıkıldı. Türkiye’de muayenehanesi olan doktor oranı yüzde 1520. Öte yandan yeni sistemle her semtte ikiüç tane özel hastane kurulmaya başlandı. Muayenehanecilik zaten bitmeye yüz tutmuştu. Söylenen şu oldu: “Biz muayenehaneleri kapattıracağız ve doktoru sadece hastanede çalışır konuma getireceğiz.” Zaten sistem esasında aşağı yukarı o hale gelmişti. Biz Tam Gün Yasası’na “Tam Gün Kölelik Yasası” diye yorum getirdik. Biz hastanelerde tam gün çalışma prensibini savunduk. Çünkü biz bütün günümüzü hastaneye vermek istiyoruz. Ama bunun karşılığında emeğimizin karşılığı olan ücret verilsin, insanca ve güvenceli çalışma koşulları sağlansın istiyoruz. Emekliliğimize yansıyacak bir ücretimiz olsun. Ama bu ücreti verirken de şu anda olduğu gibi bizi performansa zorlamasın. P Prof. Dr. TANER GÖREN O Rize, Pazar, 1952 doğumlu. Ortaöğrenimini stanbul Vefa Lisesi’nde, yükseköğrenimini R Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde yaptı. Askerlik Ü T dönüşü işsiz kaldı. 197779 arası Sosyal Sigortalar Kurumu’na bağlı Eyüp Hastanesi’nde R pratisyen hekim olarak çalıştı. O sırada stanbul Tabip Odası’na üye oldu. 1983’te stanbul Tıp E Fakültesi’ndeki (Çapa) ihtisas çalışmasının ardından iç hastalıkları uzmanı oldu. Giresun Sosyal Sigortalar Hastanesi’nde mecburi hizmetini yaptı. 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne sınav kazanarak yardımcı doçent unvanıyla girdi. Daha sonra stanbul Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı’nda kardiyoloji ihtisası yaptı. 1998’den beri aynı anabilim dalında profesör olarak çalışıyor. 2010’da yapılan seçimde stanbul Tabip Odası Başkanlığı’na seçildi. Sağlık Bakanlığı tıp fakültesi hastanelerini tek tek ele geçiriyor Kapasitenizin üzerinde hastaya baktığınız zaman hekimlik performansınız düşmez mi? Evet. Ne kadar çok hasta bakarsanız o kadar çok para kazanırsınız, anlayışı hâkim. Yönetmeliğe baktığınız zaman sadece sayısal değil nitelikle ilgili performansa da bakılacağı söyleniyor ama bu kriterler daha doğru dürüst belirlenmiş değil. Bakın, sistem belli değil; yönetmeliği çıktı. Esas kriterler oluşuncaya kadar Sağlık Bakanlığı kriterleri uygulanır, diyor. Bir de Sağlık Bakanlığı tarafından çıkarılan İşbirliği Yönetmeliği var. Bu üniversite hastaneleriyle Sağlık Bakanlığı’nın işbirliği yapmasını içeriyor. Peki, üniversite hastanesinin Sağlık Bakanlığı’nın yönetimi altında olmasının ne sakıncası var? Tıp fakültesi hastaneleri bugün bir yandan eğitim veriyor, bir yandan da hasta bakıyor. Ancak zaman içerisinde tıp fakültesi hastaneleri, hasta bakma açısından, işi sadece hasta bakmak olan özel hastanelerle rekabet eder duruma getirildi. Biz ve özel hastaneler paramızı Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan alıyoruz. Ancak tıp fakültesi hastaneleri, hasta bakımı yanında daha da önemli olan eğitim ve araştırma faaliyetleri nedeniyle bu rekabete dayanamadılar. Ekonomik sıkıntı içine girdiler. Özel hastaneler olabildiğince daha çok hastaya bakıp devletten daha çok para alıyorlar. Böylece de sağlıkta dönüşüm sürecinde tıp fakülteleri hastanelerinin Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan aldığı pay yüzde 19’lara düştü. Özel hastanelerin aldığı pay yüzde 30’lara çıktı. Yani Sosyal Güvenlik Kurumu’nun parasının büyük bölümü özel hastanelere gitmeye başladı. Amaç bu muydu? Bir torba yasa kapsamında ufak bir yasa çıkarttılar. Buna göre ekonomik sıkıntıya düşen üniversite hastaneleri isterlerse hükümete başvuracaklar. Maliye, Sağlık ve diğer ilgili bakanlıklardan oluşacak bir komisyon sıkıntılı hastanenin durumunu inceleyecek. Borcunu saptayacak. O hastaneye, hükümetin belli koşullarına uyması şartıyla mali destek verilecek. 22 üniversite hastanesi o komisyona başvurmak zorunda kaldı. Uygulamayı zaman içinde göreceğiz. Bütün üniversite hastanelerinin böyle parasal sıkıntıya sokulmak suretiyle bakanlığa bağlanması hedefleniyor. Parayı biz veririz, siz iyi yönetemiyorsunuz, biz yönetiriz, siz de çalışırsınız, deniyor. Amaç üniversite özerkliğini yok etmek Bakanlığın iyi yöneteceği ne belli? Ne kadar iyi yönettiğini kendi hastanelerinde görüyoruz, zaten. Ortaya şu çıkıyor. Evrensel bir kural olan üniversite özerkliği ortadan kalkıyor. Bir yandan sıkıntıya düşmüş üniversite hastaneleri var. Bir yandan tam gün yasasıyla muayenehaneleri kapatacağız, diyorlar. Aslında bu göstermelik bir söylem. Bütün öğretim üyeleri hastanelerde özel muayene yapıp ona göre de belli bir ücret alıyorlardı. Şimdi bunu da kaldırdılar. Böylece o gelirden mahrum kalan öğretim üyelerinin bir kısmı Tam Gün Yasası’ndan sonra emekli olmaya çalışıyor. O zaman da devlet üniversitelerinin tıp fakültelerindeki öğretim üyeleri ayrılmaya zorlanıyor. Emekli olup da muayenehane açmak da hemen hemen imkânsız hale getirildi. Amaç muayenehaneleri bitirip oralara giden hastaları özel hastane çarkının içine sokmak. Devlet üniversitelerinin tıp fakültelerinden ayrılan öğretim üyeleri ne yapıyor? Özel vakıf üniversitelerinin hastanelerine transfer oluyorlar. Şu anda vakıf üniversiteleri tıp fakültelerinin sayısı 16’yı geçti. Bu tıp fakültelerinin yıllık eğitim ücreti öğrenci başına 30 bin lira civarında. Böylece tıp eğitimi de paralı hale geliyor. Biz, hekimi, hemşiresi, hasta bakıcısı, laborantı, teknisyeni, tüm sağlık çalışanları, “Çok Ses Tek Yürek” olarak, sorunlarımızı yüksek sesle yetkililere ve tüm kamuoyuna duyurmak için 13 Mart 2011’de Ankara’da olacağız. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle