18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 MART 2011 CUMA CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 17 KAMER Vakfı’ndan Acil Çağrı: Ahlâk ve Özgürlük... ‘Ahlâksız’ bir özgürlük kavramı ve anlayışı olabilir mi? Neye ilişkin olursa olsun, özgürlük, ahlâk temeline dayanmadan gerçekleşebilir mi? Kendi ahlâkını oluşturamamış bir özgürlük anlayışı, insanı gerçek anlamda özgür kılar mı? Özgürlük, kendini yalnızca varsayımlar temelinde inşa edebilir mi? Tümünün karşılığı ‘hayır’ olan sorular. Ya da, gerçekte hiçbir zaman özgürlük ile tanışamamış bir coğrafyanın hazin haritası. Özgürlüğe ‘olmazsa olmaz’ niteliğiyle eklediğimiz ahlâk sözcüğünü de açalım. Burada, zamanın akışı içersinde donup kalmış, hayatın gerisine düşmüş, fosilleşmiş, sırf eskiden konulmuş diye uyulan kurallardan oluşma bir bütünden söz etmiyoruz. Çünkü ahlâk, ancak insanı insan kılan değerler ve erdemler üzerinde sürekli düşünmeyle elde edilen ve hep ‘bugün’ ile bağlantılı kılınan, yani hayatın ve insanın sürekli değişkenliğini göz ardı etmeyen davranış biçimlerinden ve kurallarından oluştuğu takdirde ‘insan ahlâkı’ diye nitelendirilebilir. Böylesi, insanı yalnızca içgüdüleri ve çıkarları ekseninde yaşayan bir yaratık olmaktan çıkaran bakış açısıdır. Özgürlüğe gelince, geçen yüzyılın en önemli düşünürlerinden T.W. Adorno, bu kavram için şu unutulmaz ifadeyi kullanmıştı: “Özgürlük de öğrenilmesi gereken bir şeydir...” Öğrenilmesi gerekiyor ise eğer, o zaman özgürlük de, insanların birlikte yaşamalarını düzenleyen bütün kavramlar gibi, her şeyden önce ‘insanca ahlakı’ oluşturulmaksızın hayata geçirilemeyecek bir kavram niteliğiyle karşımıza çıkar. Biz, bugün türlü özgürlüklerden yoksun kaldığımızdan veya bırakıldığımızdan yakınırken, çok önemli bir noktayı –kısmen bilgisizlikten, ama daha çok öyle yapmak istediğimizden– unutuyoruz: Bizler, yaşadığımız coğrafyada aslında hiçbir zaman ve hiçbir bakımdan gerçek anlamda özgür olmadık, çünkü her şeyden önce, özgürlüğün ‘öğrenilmesi gereken’ bir şey olduğunu aklımızın kenarından bile geçirmedik. Özgürlük sözcüğünü ağzımızdan düşürmemek ya da yazılması gereken her yere yazmak, bizim için yeterli oldu. Bu yüzden kendimizi olur olmaz yerlerde hep özgür sandık. Ya da, özgürlük bağlamında hep ‘gibi’ yaşadık: Gerçekte varolmayan/kazanılmamış/edinilmemiş özgürlüklerimizi yitirdiğimiz kanısıyla, arkalarından ağladık. Özgürlük adına öylesine öylesine yanılsamalara ve yapaylıklara kapıldık ki, günün birinde kendimizi neredeyse kazara gerçek anlamda özgürlükçü bir anayasa ortamında bulduğumuzda, ona dayanamadık. “Bu da fazla lüks geldi…” gerekçesiyle fırlatıp bir yana attık. “İnsanoğlunun temel haklarına ve özgürlüklerine” gelince, o konuda da yalnızca bol keseden konuşmakla yetindik. Çünkü bu hakların ve özgürlüklerin işimize gelmeyecek yanlarını budamanın yolunu bulmuştuk: Söylemdeki ‘insanoğlu’ kelimesine kısıtlama getirdik. Herkesi insandan ‘saymadık’, oldu bitti. Coğrafyamızda içinde yaşadığımız ‘toplum’un tamamı için özgürlük istediğimiz, zamanla gittikçe daha çirkinleşen bir yalandı. ‘Toplum’ derken adlandırdığımız, yalnızca o anda biz hangi zümreden, öbekten veya kesimden isek, oydu. Özgürlüğü ve eşitliği hep savunduk –ama kendimizi ve bizden saydıklarımızı hep ötekilerden biraz, çoğu zaman da epeyce, daha özgür ve eşit saymak koşuluyla. Çünkü, özgürlük kavramı bağlamında hep ahlâksız olduk. Özgürlüğü sözde isterken, ahlâkından hep korktuk. Şimdi ise özgürlükten yoksun kaldığımızdan yakınırken, aslında bu büyük ahlâksızlığın bedelini ödemekte olduğumuzun –ne yazık ki, hâlâ!– farkında bile değiliz! [email protected] Kriz masaları oluşturulsun! Bu ne müthiş beceridir! Bu ne olağanüstü yetenek! Ne inanılmaz başarı! Bu görülmemiş zekâ! Ne yaptık ettik, yine Türkiye’nin gündemini gerçek sorunlardan uzaklaştırıp, uçkur meselesine döndürebildik! Hüküm yemediği halde üç yıldır hapis yatanlardan, gazetecilik mesleğini en doğru en dürüst biçimde yapanların, kitap yazanların tutuklanmasından, işsizliğin artan boyutlarından, ülkenin binbir derdinden söz yok! Varsa yoksa CHP’nin altını oyma, CHP’dekileri birbirine düşürme çabaları… İnanılır gibi değil! 8 Mart’ı geride bıraktık ama ben henüz bu konuda söyleyeceklerimi tamamlayamadım… Giresun Belediyesi’nin davetlisi olarak, Giresun Şehir Tiyatrosu’nda muhteşem bir kucaklaşmayla geçirdiğim kendi 8 Mart’ımı bir başka yazıya bırakıp, KAMER Vakfı’nın çok önemsediğim araştırmasına yer vermek istiyorum bugün… lardan “tehlikeli” çalışmalar sürdürmeleri! Tek amaçları, kadının insan haklarını korumak… İçlerinde kendilerini Türk, Kürt, Arap, Zaza, Azeri olarak tanımlayanlar, farklı farklı inanç gruplarından olanlar var. KAMER’in mimarı ve itici gücü olan Nebahat Akkoç “Bizi buluşturan şey bütün farklılıklarımıza rağmen kadın olmaktan kaynaklanan sorunlarımızın aynı olması” diyor. Bu saydığım özellikler onları sonsuz güçlü kılıyor. pılmış. İstemediği bir evliliğe zorlanan kadınların yüzde 84’ü akraba evliliği yapmış. Genel olarak bakıldığında akraba evliliği oranı yüzde 35 civarında gerçekleşmiş. Doğu ve Güneydoğu’nun 23 ilinden toplanan bu veriler, bu sayılar sadece bölgeler arası uçurumu değil, kadına yönelik şiddetin nedenlerini de ortaya koyuyor: “Bölgedeki siyasi gerginlik ve yoksulluk, kadınların yaşadığı şiddeti arttırırken, kadına yönelik şiddetin öncelikli bir insan hakkı ihlali olarak kabul edilmesinin ve kadınların destek mekanizmalarına ulaşabilmesinin de önüne geçiyor. Göç, dilden kaynaklanan iletişimsizlik, düşük okuryazarlık ve düşük okullaşma oranı da bölgedeki kadınların yaşadıkları ayrımcılık ve şiddetle mücadele edebilmelerini zorlaştırıyor” diyor KAMER ve acil tedbirler alınmasını istiyor. Son yıllarda artan kadın katliamını durdurmak için acilen, Tüm illerde kadına yönelik şiddete karşı ortak mücadele edebilecek koordinasyon kurulları oluşturulmasını, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü bünyesinde kadın kuruluşlarının çeşitli engellemeleri ve dirençleri bildirip çözebilecekleri kriz masaları oluşturulmasını talep ediyorlar. Bu çığlığa herkes kulak vermeli! NOT Sevgili okurlar, 12 Mart Cumartesi günü Bursa Kitap Fuarı’ndayım… Hem kadınların bitmeyen koşusu üzerine sohbet (13.45) hem de Cumhuriyet Kitap standında… Yolu düşenleri beklerim. oksulluk ve açlık sınırı KAMER’in bu 8 Mart’ta yayımladığı bilgiler çarpıcıydı. 2010 yılında, örgütlendikleri 23 ilde mahalle çalışmalarında 80 bin hane ziyaret etmişlerdi. Toplanan veriler, ataerkil feodal sistem ve siyasi şiddet ortamının yanı sıra ürkütücü boyutlara ulaşan yoksulluk ve işsizliğin de kadın ve çocuklar üzerinde yıkıcı etkiler bıraktığını ortaya koyuyordu. Şöyle ki: Ziyaret edilen hanelerin yüzde 85’i yoksulluk sınırının altında, yüzde 48’i de açlık sınırına çok yakın veya altında yaşıyordu. (Oysa TÜİK 2009 yoksulluk çalışması, bu oranları Türkiye genelinde yüzde 18 ve yüzde 0.84 diye veriyor.) Bu sayılar bölgeler arasındaki korkunç eşitsizliği en çarpıcı biçimde ortaya koyuyor! Ziyaret edilen hanelerin yüzde 10’unun hiçbir geliri yokken, görüşülen kadınların yüzde 90’ının gelir getiren bir işi yok. Görüşülen kadınların yüzde 48’i mahallelerinin en büyük so Y KAMER’in gücü KAMER (Kadın Merkezi) Vakfı, 1997’de bir avuç kadın tarafından Diyarbakır’da kuruldu. Bugün Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin 23 ilinde şubeleri var. Onları bence tüm öteki kadın STK’lerinden farklı kılan, birebir evden eve, kadından kadına çalışmaları, kuramlarla değil, uygulamayla, yaşamla her an fazlasıyla içli dışlı olmaları. Şiddetin en tırmandığı yörelerde yoğun, yorucu ve çeşitli açı rununun yoksulluk, mahalle kadınlarının en büyük ihtiyacının da iş olduğunu ifade ediyor. Görüşülen kadınların yüzde 48’i göç etmiş. Güvenlik, evlenme ve ekonomik nedenlerden. Bu kadınların şehre entegre olmalarını sağlayacak hiçbir politika öngörülmemiş. Okuryazar olmayan kadın oranı yüzde 40. Hiç okula gitme fırsatı bulamamış kadın oranı yüzde 52. Çocuk gelinler Görüşülen kadınların yüzde 46’sı çocuk yaşta evliliğe zorlanmış. Çocuk evliliklerinin yüzde 47’si 15 ve daha küçük yaşlarda ya BURSA TÜYAP K TAP FUARI’NDA BUGÜN YARIN HARB YE MUHS N ERTUĞRUL SAHNES ’NDE B R TÖREN DÜZENLENECEK Şirin Devrim son yolculuğuna uğurlanıyor Kültür Servisi Şehir Tiyatrosu’nda oyun sahneleyen ilk kadın yönetmen, tiyatro sanatçısı Şirin Devrim için yarın saat 10.30’da Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde tören düzenlenecek. Devrim, törenden sonra Teşvikiye Camii’nde kılınacak öğle namazının ardından Büyükada Mezarlığı’nda toprağa verilecek. Şakir Paşa ailesinde yetişen, ünlü ressam Fahrelnissa Zeid ile yazar İzzet Melih Devrim’in kızı, ressam Nejad Devrim’in kız kardeşi, yazar Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) ile gravür sanatçısı Aliye Berger’in yeğeni, seramik sanatçısı Füreya Koral’ın kuzeni olan Devrim, 6 Mart Pazar günü, uzun yıllardır yaşadığı New York’ta geçirdiği şiddetli soğuk algınlığı sonucu yaşama veda etti. 1926 yılında İstanbul’da doğan Devrim, çocukluğunu İstanbul ve Bağdat’ta geçirdi, Avrupa’nın birçok kentinde yaşadı. İstanbul Amerikan Kız Koleji’nden mezun olan Devrim, 1948’de New York’a giderek Yale Üniversitesi’nin tiyatro bölümünü bitirdi. Türkiye’ye döndükten sonra İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda oyuncu ve yönetmen olarak birçok oyunda görev alan Devrim, İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda oyun sahneleyen ilk kadın sanatçı oldu. Devrim, 1966 yılında Muhsin Ertuğrul’un İstanbul Şehir Tiyatroları’ndan ayrılması üzerine kurumdan istifa ederek ABD’ye gitti, orada pek çok tiyatroda sahneye çıkan Devrim, CarnegieMellon ve Wisconsin üniversitelerinde ders verdi. Devrim, ailesinin öyküsünü İngilizce olarak kitaplaştırmış, kitap daha sonra “Şakir Paşa Ailesi” (Doğan Kitap) adıyla Türkçe olarak da yayımlanmıştı. Sanatçı, 20. yüzyılın ilk çeyreğinden günümüze uzanan anılarını “Şirin” (Doğan Kitap) adıyla kitaplaştırmış, kitabında İstanbul’dan Berlin’e, Bağdat’tan New York’a, yaşadıklarını, tanığı olduğu olayları, aşklarını ve tiyatro yıllarını anlatmıştı. Şirin Devrim (sağda) Şehir Tiyatroları’nda ‘Kadınlar’ adlı oyunda. (1962, 63) Söyleşi: “1 Saatte İngilizcede Tüm Zamanlar” Yer: Çekirge Salonu Saat: 12.0013.00 Konuşmacı: Murat Kurt Düzenleyen: MK Publications Söyleşi: “Gizemli İzlerle Dolu Bir Macera: İstanbul’u Çalıyorlar!” Yer: Çekirge Salonu Saat: 13.1514.15 Konuşmacı: Gülsevin Kıral Düzenleyen: Günışığı Kitaplığı Panel: “Medeniyetimizin Kadın Ufukları” Yer: Çekirge Salonu Saat: 14.3015.30 Konuşmacı: Sibel Eraslan Düzenleyen: Timaş Yayınları Söyleşi: “Nâzım’ın Bursa’daki Dostları” Yer: Çekirge Salonu Saat: 15.4516.45 Konuşmacılar: Nermin S. Nalbantoğlu, N. Akgün, Fevzi Kavuk, G. Özkılınç, Şaban Akbaba Düzenleyen: Evrensel Basım Yayın Söyleşi: “20 Yılda 1000 Sayı” Yer: Çekirge Salonu Saat: 17.0018.00 Konuşmacılar: Leman Yazarları ve Çizerleri Düzenleyen: LEMAN Dergisi ‘GOD IS AN ASTRONAUT’ TOPLULUĞU LE 75 DAK KALIK B R ASTRAL YOLCULUK Ölgün ışıklı ve sisli sahnenin arkasında, Hiroşima’nın bombalanışından elektrikli sandalye infazlarına kadar bir dizi tarih trajedisiyle dolu sahneler geçerken, rlandalı topluluk, parçaları albümlerindekinden daha sert çalıyor. arkaya kafasını sallayarak tempo tutan, belli belirsiz light bir headbang yapan, sahnedekilerin gazıyla ellerini çırpan, ileriye doğru karamsar ve şüpheci gözlerle bakan, elindeki içeceğe sıkı sıkıya sarılan bir dinleyicisi… Zeki Müren’den Ajda Pekkan’a pek çok assolistin ilk kez sahneye çıktığı tarihi gazino (şimdiki adıyla Romeo & Juliet), deri koltuklarından, localarına kadar titriyor astral yolculuğa çıkmış müzik müminlerinin sıcak vücutları ve “Remembrance Day”den, “World in Collision”a, “Route 666”den “Fire Flies and Empty Skies”a uzanan doyurucu sözsüz repertuvarla. Konser bitiminde sahneye uzanan ellerin hiçbirini boş çevirmiyor ülkemize ikinci kez ayak basan topluluğun üyeleri, bir tokayı çok görmüyor bu vefalı dinleyiciye. Bu sıcak teması dışarıda yok etmeye hazırlanan havada, kar tanelerinin arasında sarı bir karaltı çarpıyor insanın gözüne: “Hey, Taksi”. ([email protected]) Müziğin ateşi karı eritti MURAT BEŞER Televizyonlarda “bembeyaz bir sabaha uyanacaksınız” uyarısının yapıldığı sert rüzgârlı ve karlı bir İstanbul gecesinde, hava muhalefeti vız gelip tırıs gidiyor God is An Astronaut’a. İki hafta önce eksi 27 derecede Rusya turnesi yaptıklarından, burada geçirdikleri zamanlarda üstlerine bir palto geçirme gereksinimi bile duymamış; İstiklal Caddesi’ni incecik tişörtlerle arşınlamışlardı. Aynı ateş çarşamba gecesi Romeo & Juliet sahnesinde de sürüyor; topluluk 75 dakikalık konseri kısa kollu tişörtlerle tamamlıyor. Sadece topluluğa değil, ölümüne bağlı oldukları müzikle gözü dönmüş fanatiklerine de vız gelip tırıs gidiyor zalim soğuk. Çünkü mekân dışardaki acımasız geceye açılan uzun giriş koridoruna kadar tıka basa dolu. Saatler 22.10’u gösterirken sahnedeki sis perdesini yaran gitarcı Torsten Kinsella oluyor, yanında kendilerine yeni katılan klavyeci Jamie Dean ile. Kısa bir giriş yapıyorlar, ses manzarasından oluşan. Ardından basçı Niels Kinsella ile davulcu Lloyd Hanney’nin Fotoğraf: Merve Goulding gelişiyle mahşerin dört atlısı tamamlanıyor ve film “Fragile”ın “All is Violent All is Bright” ile iç içe çalınmasıyla başlıyor. Prusya mavisinin hâkim olduğu ölgün ışıklı ve sisli sahnenin arkasında, Hiroşima’nın bombalanışından, elektrikli sandalye infazlarına kadar uzanan bir dizi tarih trajedisiyle dolu sahneler geçerken, adını Erich von Daniken’in ünlü eseri “Tanrıların Arabaları”ndan alan İrlandalı topluluk, parçaları albümlerindekinden daha sert çalıyor. Son albümlerine adını veren rock riffli heavy “Age of The Fifth Sun”, mekânın sesi uzaklara fırlatan güçlü açık hava hoparlörlerinde patlıyor. Arpejlerle örülü hikâyeler anlatan, kıyamet senfonileri seslendiren, birkaç akorla ipnotize etkisi yarayan bir müziği var God is An Astronaut’un. Yanı sıra yere çakılı durarak transa geçen, öne C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle