18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
4 ŞUBAT 2011 CUMA CUMHUR YET SAYFA DİZİ 9 Kaos içindeki Mısır’a yön verebilecek iki odak var: Ordu ve Müslüman Kardeşler SÖZDEN YAZIYA SÜHEYL BATUM İktidar sahibini arıyor Oyunu Bozmak, Yeniden Kart Dağıtmak (3) Sevgili dostlar, geçen yazıda bir Türkiye analizi yapmaya başlamıştık. 1980 sonrasının nasıl oluşturulduğu, İslamcı fonlar, bankalar, yatırım ortaklıklarının rollerinin ne olduğu, yani kısaca yeni sistemin nasıl oturtulduğu yönündeki düşüncelerimizi paylaştık. Tabii ayrıca, soldan sağa, MHP’den liberalizme dönen birkaç gazeteci ve sözüm ona “aydının” rolünü de! 1990’lı yıllar ise küresel sermayenin, küresel güçlerin çok daha güçlendiği yıllardı. Küresel güçlerin, küresel sermayenin, sadece ekonomiyi, finansal piyasaları ve kurumları etkilemekle yetinmeyeceğinin anlaşıldığı yıllardı. Bunun yerini, küresel sermayenin, siyasal kurumlar, giderek siyasal rejimler üzerinde doğrudan müdahale ettiği, doğrudan kendi istediği düzenleri, rejimleri oluşturduğu yıllardı. Yeni dünya düzeni, yeni statüko böyle kuruldu. Gorbaçov bile, bu yeni statüko için fazla tutucuydu. Yeltsin bulundu. Ama meşruluk kazandıracak bir şeyler bulunmalıydı. Ne yani her ülkede aynı şey olacak değildi ya! Birinde “askerlerle anlaşıp, iki, üç ay içeri atıp, sonra büyükelçi omuzunda başkente götürmen” yeterli olurdu, kiminde ise bir tankın üzerine çıkartman. Nitekim Rusya’da öyle oldu. Pekiyi sonra ne oldu? Tankın üzerindeki kahraman Yeltsin’in ilk yaptığı, “Rusya’nın yeraltı ve yerüstü kaynaklarının, petrolünün, doğalgazının tümünü Batılı ve en başta da ABD’li şirketlere peşkeş çekmek” oldu. Tabii ki ikinci işi de, “ileri demokrasiyi” Rusya’da uygulamaya başlamak oldu. Nasıl mı? 1993’te Rusya Parlamentosu’nu topa tuttu. Bazı kaynaklara göre en az 200 kişi öldü. Bu “ileri demokrasi” uygulaması, ABD ve AB tarafından coşku ile karşılandı. Rusya’nın ve Yeltsin’in demokrasi yolundaki mücadelesi övgü aldı. Sadece Rusya mı? Gürcistan’da Saakaşvili; yani bir yıl önce New York sokaklarında, eli cebinde gezen genç avukat, nasıl oldu da Şevardnadze’yi devirdi? Peki ya Ukrayna’da? Küresel sermayenin, Yeltsin’i, Saakaşvili’yi, Yuşçenko’yu, Timoşenko’yu (hani genç, güzel, sarışın kadın) seçtirip, Türkiye’de etken ve etkin olmaması düşünülebilir miydi? Ve 2002 seçimlerinde “merkez medyanın”, Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Seçim Kurulu gibi bazı anayasal kuruluşların, büyük işadamlarının, onların herkesin de bildiği bazı temsilcilerinin ve tabii ki tümünün başında “dost ve müttefik ülkenin” büyük desteği ile plan gerçekleştirildi. Planın ilk aşaması, diğer ülkelerde olduğu gibi, başarı ile tamamlanmıştı. Ama esas aşamaya geçilmesi zorunlu idi. Hani “Yeltsin’e parlamentosunu yıktıran ikinci ve esas aşamaya” geçiş. O günden bugüne her şey yapıldı. Tarım bitirildi, hayvancılık bitirildi. Kendi kendini besleyen 7 ülkeden biri olan Türkiye, buğdayını, tütününü ithal eder oldu. Petrol Yasası çıkarıldı, Madencilik Yasası çıkarıldı. Tüm limanlar, TEKEL, TÜPRAŞ, Telekom, Petkim satıldı. Ofer, Türkiye’nin en büyük yatırımcısı oldu. Galata Limanı, Ofer’e, mayınlı araziler İsrail şirketlerine verilecekti; İETT arsası, bilmem ne şeyhine aktarılacaktı. Anayasa Mahkemesi ve Danıştay bazı satışları iptal etti ya anayasa değiştirilmeliydi ve değiştirildi. Hem de AKP’nin kitapçığında, aynen şu yazılarak; “Küresel sermaye, satışların iptaline çok kızıyor, bu nedenle kamu yararı gerekçesini kaldırıyoruz” diyerek. Sayın Başbakan her hafta sonu bir açılış yapıyor. Hem de artık “bir iki değil, en az 40 tesis”. Genelde ise 5060 tesis. On hafta deseniz, eder size en az 500 tesis. Alın elinize kâğıdı, kalemi, bir yazın bakalım. Bırakın 500 ü filan, 5 tane fabrika, 5 tane sanayi tesisi saysın görelim. Dikkat edin, işsizliğe çare olacak kuruluş diyorum. Bir saysınlar bakalım. İşte Türkiye’nin 1980’lerden sonra başına gelenlerin dökümü ve sonuçları. Tümü ortada. Tabii bir tek boşluk kaldı. Bu kadar aldatmaca nasıl, herkesin gözü önünde yapıldı? Neden açıkça hepimiz göremedik? Çok basit. 1980 sonrası, “Bırakın 12 Eylül’ü filan, bakın artık ne güzel viski buluyoruz, neskafe buluyoruz” diyen gazetecilerin, aydınların(!) sayısı arttırıldı, tüm gazete ve televizyonlara onlar geçirildi ve “gerçekler dünyası” dışında, tamamı ile bir “yalanlar dünyası” kuruldu. Yandaşlar dünyası yaratıldı. İşte aynen böyle! Bırakın tümünü, “yalanlar dünyasını” anlatmak için, tek bir örnek vereyim, yeter. Başbakan’ı ve TOKİ Başkanı’nı, 30.000 onurlu Galatasaray taraftarı protesto ederken televizyonda aynen şöyle denmiş; “Eyvah, dış sesi derhal kesin”. Ve televizyonlar başlamış; “Galatasaray taraftarı açılışı coşku ile alkışlıyor” demeye ve sonra da soyunma odalarını göstermeye. Eşim ve arkadaşlar da, Sayın Başbakan’ın neden kızdığını ve stadı neden terk ettiğini hiç anlamamış. Çok sonra anlamışlar! Artık saklamak mümkün olmayınca. nce şu saptamayı yapmakta yarar var: “Mısır henüz devrim aşamasında değil; büyük karmaşa egemen.” (İsam el Hafaci, El Hayat, 29) Bu kaos içinde siyasete yön verebilecek iki odak var: Ordu ve Müslüman Kardeşler. Ordu, iç ve dış baskılar ile içindeki dengeler sonucu kararsızdır. Çünkü herkesin orduya ilişkin hesabı kitabı farklıdır. Örnekler verelim: “ABD, milyarlarca dolar yardım etti Mısır ordusuna. Şimdi sınav zamanı; ordu, rejimi mi koruyacak yoksa muhalif saflara mı geçecek?” (Washington Post, 29 Ocak 2011) Ülkenin temel direği ve savunma güvencesi olması gerçeği bir yana, Mısır ordusunun onun Ö ekonomik güç olarak partiler üstü sosyopolitik bir merkeze dönüşmesi, kriz sırasında gözlerin kendisine çevrilmesini sağlıyor. (Abdullah İskender, El Hayat, 2 Şubat 2011) Ordu, önderliği olmayan muhalefet güçleriyle birlikte. Çözüme ulaşabilir. (Gassan Şerbel, El Hayat, 1 Şubat 2011) Göstericiler de geçiş aşaması için orduya sıcak bakıyor. (El Şark El Awsat, 2 Şubat 2011) Mısırlı aydınlar, “meşruluğu bitmiş rejime karşı, ordunun halkın tarafında olması” yönünde çağrı yaptılar. Tanıklar; kimi asker ve subayların, gösterici sloganlarını tekrarladıklarını ifade ediyorlar. Göstericilerin oluşturdukları Halk Komiteleri ile ordu birlikleri, Kahire’de ortaklaşa asayiş ve düzeni koruyorlar. Ancak ordunun polis gibi kullanılmasının, askeri yıpratmak ve halk ile karşı karşıya getirme amaçlı olduğundan kuşkulananlar da az değil. Unutmamak gerekir; “komuta kademesi hâlâ Mübarek’e bağlılık gösteriyor. Mübarek ordu kartını oynuyor; bilinçli göstericiler ise değişim için orduya güvenmeme konusunda uyarılarda bulunuyorlar. Önümüzdeki günlerde ya Mübarek asker ağırlıklı bir hükümet vasıtasıyla isyanı denetim altına alır, yahut halk direnişi orduyu tarafsız kalmaya mecbur eder.” (Wisam Mune, El Sefir, 31 Ocak 2011) “Ordunun sokağa inişi, Mübarek rejiminin sonu demektir. Rejimle birlikte ordu da çökmüş olacak. Bir dönemin kurtuluş ordusunu işadamlığına yönelten Mübarek, hem halkı hem orduyu aşağılamış oluyor.” (Yayın yönetmeni Abdulbari Atwan, El Quds El Arabi, 28 Ocak 2011) Aynı yazar, kendisiyle çelişen iyimser bir saptama yapıyor: “Ordu, gösterilere karışmamakla tarafsız ve hatta halkın yanında olduğunu göstermiştir.” (El Quds El Arabi, 30 Ocak 2011) Bir gerçeği hatırlatalım: “Ordu, eskiye oranla daha zayıf ve siyasette etkisiz olmakla birlikte; isyanın sürmesi halinde ya duruma el koyar fakat çok kan dökülür, yahut halkın lehine tavır takınır.” (El Sefir, 29 Ocak 2011) TAKT Ğ TERS TEPK YARATTI Mübarek’in son kozları evlet Başkanı Hüsnü Mübarek, halka yönelik ikinci konuşmasında bazı vaatlerde bulundu ve yeni hükümeti görevlendirdi. 2 Şubat’ta ise yandaşları, göstericileri yaylım ateşine tuttular. Mübarek’in oyalama ve karşı saldırı taktiği, kamuoyunda ters tepki yarattı. Sebeplerini sıralamada, önceliği, Muhammed Haseneyn Heykel’e verelim. Çünkü kendisi ülkenin en büyük gazetesi El Ehram’ın eski yönetmeni ve ulusalcı lider Cemal Abdülnasır’ın sırdaşı idi. “Siyaset boşluğunda meydanı boş bulup ortaya atılan fırsatçı ve entrikacı güçler var. Diyalog süreci gereğinden fazla uzarsa, bunun halka ve ülkeye maliyeti çok ağır olur. Mevcut sistem, siyasi bir rejimden ziyade sermayeonun silahlı kuvveti ve polis gücüne dayalı bir oligarşidir. Korku duvarını aşmış halkın değişim isteğine karşı bir şey yapamaz. Halk iradesini belirleyince, Mübarek çekilse de çekilmese de, madara olmuş şahsıyla birlikte temsil ettiği başkanlık sistemi artık bitmiştir. Halk ile gençler, toplum ile devlet, ordu ile göstericiler arasında eski ilişkiler bitmiş; yenileri kurulmak üzeredir. Bunları görmeden, sorun temelden çözülmez.” (El Sefir1 Şubat 2011) ABD ile İsrail’e sırtını dayayan Mübarek, parti ve aile desteğini kaybetmesine rağmen çekilmiyor; suların durulmasını bekliyor; Ömer Süleyman’ı yardımcı olarak atadı. Bu da çare olmaz. Mübarek, er ya da geç, gidicidir. (Abdülbari Atwan, El Quds El Arabi, 30 Ocak 2011) Ömer Süleyman’ı yakından tanıyalım: “Süleyman, İsrail siyasetçileriyle en içli dışlı Mısırlı diplomat ve istihbaratçıdır. Mübarek, koltuğuna göz diktiğini bile bile onu, iki nedenden yardımcısı yaptı: Bir; general olarak asker üzerinde nüfuzu var. İki; istihbarat şefi olması sıfatıyla İslamcıları şiddetle bastırma konusunda acımasızdı.” (Yaser Zeatra, El Cezire.net, 1 Şubat 2011) Amerikan Foreign Policy dergisi, Beyaz Saray toplantılarına katılan üç danışmandan şu bilgiyi almış: “Obama, direkt olarak Mübarek’e iktidardan çekil demedi. Ona neler yapılması gerektiği yolunda mesajlar iletti. Mübarek’in yardımcısı Ömer Süleyman’ın onun yerine başkan olması muhtemel gözükmüyor; ancak ara çözüm olarak, bu atama ABD’ye verilmiş bir mesaj sayılır. Böylece Obama, Mübarek’i kimseye yem etmeksizin göstericilere üstü kapalı destek verecek.” (El Sefir, 2 Şubat 2011) Amerikalı yorumculara göre “Süleyman, halkı değil, orduyu memnun etmek” üzere atandı. İsrail basınına göre ise devlet aygıtını elinde tutan Mübarek, krizlere karşı şerbetlidir; kendisinin bölge için öneminin farkında. Hemen düşmez. ABD GÖZÜYLE MISIR ABD penceresinden ordunun nasıl algılandığını anlamaya çalışalım: Amerikan Carnegie Foundation yöneticisi Paul Salim uyarıyor: “Siyasete bulaşırsa ve yıkılmakta olan başkanın yanında yer alırsa ordu biter. Ordunun tutumu henüz açık değil, ayrıca ticari, sanayi ve mali işletmelerin sahibi olduğundan, generaller ile sokaktaki subay ve erler arasındaki bağın kopma ihtimali netlik kazanmamış. Ordu, geçiş aşaması için arabulucu ve garantör rolü olabilir. (El Quds El Arabi, 31 Ocak 2011) Mısır Genelkurmay Başkanı Sami Hafız Enan, son ABD ziyaretinde mesajı almış: Göstericilere kurşun sıkılmayacak. Savunma Bakanı Hüseyin Tantawi, bu görüşte değil. Ayrıca Enan, hâlâ Mübarek’in talimatlarını uyguluyor. (Tülin Daloğlu, Odatv.com, 31 Ocak 2011) “Ordudan dürüst ve insaflı bir komutan birleştirici olabilir; Müslüman Kardeşler veya şimdiki kokuşmuş yöneticiler değil.” (Subhi Fuad, El Quds El Arabi, 28 Ocak) D Ü YARIN: DEĞİŞİM TÜRKİYE VE BÖLGEYİ NASIL ETKİLER? C MY B C MY B lkedeki en yaygın ve disiplinli örgüt sayılan İslamcıların durumu nedir? İngiliz ve Amerikan basını, bir demokratik ortamdan en fazla yararlanacak gücün İslamcılar olacağı konusunda hemfikir. Bu ihtimal, İsrail ile Batı’yı ürkütüyor. Müslüman Kardeşler hareketinin önde gelen ismi Dr. İsam El Ariyan, günün taktiğini açıklıyor: “Halkın razı olacağı talepler, bizim için geçerlidir. Bu aşamada, halktan ayrı davranmayız.” ABD Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Richard Haass’a göre: “Şiddete başvurmadıkları ve Mısır halkına ters düşmedikleri sürece, Amerikan yönetimi kendileriyle diyaloğa geçmeyi ister.” (El Cezire.net,1 Şubat 2011) Aynı komisyonun elindeki bir rapor, “Mübarek sonrasında bu örgütün iktidara gelişini, Amerikan ve İsrail güvenliği açısından felaket” olarak görüyor. “Mısır’da, İslamcı devrimden korkanlar da var. (Emel Abdülaziz El Hezani, El Şark El Awsat, 29 Ocak 2011) Sözgelimi, Hıristiyanlar, İslamcıları zalim fi Müslüman Kardeşler bilmecesi ravunlara benzetirler. Economist dergisine göz atalım: “İslamcı korkusundan, Arap liberalleri sıkı bir yönetim istiyorlar.” Müslüman Kardeşler, diğerlerine oranla büyük bir güç. Fakat yediği darbeler sonucu çok temkinli; kararsız ve hantal. Siyasi projelerinin çekiciliği yok. Örgüt, sadece adaletsiz yönetimin hatalarını avlıyor ve mağdur edebiyatıyla işi kotarmaya çalışıyor. Ayrıca bu İslamcı hareket; demokrasi, seçim yoluyla iktidarın devri, kadının toplumdaki rolü, şeriatın siyasetin temel başvuru kay nağı olması gibi örgüt içinde bile tartışmalı konularda, topluma güven vermiyor. Bizce, İslamcılar göstericileri, bir mayın temizleyicisi ve iktidara ortak olma veya elde etmek en için tarihi bir fırsat olarak görüyorlar. Toplumdaki temsil oranı yüzde 20 ile 25 arasında. Muhtemel senaryolara ilişkin birkaç örnek daha: “Halk ayaklanması ya devrime dönüşür, yahut sistemin kendini yenilemesiyle sonuçlanır. İkinci olasılık daha ağır basacaktır. Çünkü isyan hareketinin ulusal ölçekte kabul gören bir ideolojisi, siyasi programı, politik deneyimi ve birleşik önderliği yoktur.” (Mustafa Şuman, El Hayat, 2 Şubat 2011) Baradey gibi halktan kopuk kâğıttan kahramanlar, geçiş aşamasının kurtarıcısı gibi sunulabilir ve halkın kazanımlarının üstüne oturabilirler. (El Yom El Sabiu, 28 Ocak 2011) Mısır’a AKP modeli uygulanabilir. (Muhamed El Nureddin, El Sefir, 1 Şubat 2011) İktidar içi dengeler, gelişmelere bağlı olarak her an değişebilir. Öğrencilerden Koşaner’e ziyaret Hakkâri’nin Şemdinli ilçesi Yukarı Aydınlık İlköğretim Okulu öğrencileri, öğretmenleri nezaretinde Ankara’ya geldi. Ankara’da Anıtkabir dahil çeşitli ziyaretlerde bulunan minik öğrenciler, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner’i de ziyaret etti. Koşaner öğrencilerle anı fotoğrafı çektirirken Hakkârili miniklerle sohbet etti ve kendilerine küçük hediyeler verdi. Koşaner’in konuklarıyla çektirdiği anı fotoğrafı Genelkurmay Başkanlığı internet sitesine de konuldu. (AA)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle