18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 16 CUMHUR YET 20 ŞUBAT 2011 PAZAR Yüz yıldır eskimeyen bu öykü, daha yüzlerce okuyan kuşağı etkileyecek bir tazelik ve heyecan içermekte. Çünkü bir insanın kendi eliyle kestiği koluna, her insana sonsuza kadar bedel ödetecek özgürlük istemini yüklüyor. Her şeyin bir bedeli olan yaşamda, özgürlük kuşkusuz en pahalı ödenen değer. Ömer Seyfettin’in “Diyet” öyküsünde özgürlük için saptadığı bedel öylesine gerçekçi ki, yakın zamanda Amerikalı bir dağcı tarafından ödendi. İnsanların çocuklukla erişkinlik arasında geçirdiği erinlik (buluğ) çağı, yaşamın belki de en zor, çünkü taptaze kişiliğin her türlü etkilenmeye açık ve kırılgan olduğu dönemdir. Bazıları, erinlik çağında kırılmışlığın damgasını, ömür boyunca güvensizlik ya da düpedüz aşağılık duygusu olarak taşır. Aron Ralston, yalnız akıllı değil, gücü kuvveti yerinde, yakışıklı bir gençti. Ama görünüşteki tüm değerleri, kendisine güven duymasına yetmiyordu. Olmayan güven duygusunu, olmadık koşullarda hem de tek başına canını tehlikeye atarak kazanmaya, aslında kendisini kendisine kanıtlamaya çalışıyordu. 27 yaşında, deneyimli bir dağcıydı. 2000’li yıllarda Colorado eyaletinde 4000 metrenin üstündeki 40’ı aşkın zirveye, yalnız başına tırmandı. Ta ki 26 Nisan 2003’te, yaşamla ölüm arasında gidip geleceği yolculuğa çıkana kadar. Aron Ralston o gün yine kimseye haber vermeden, kuş uçmaz kervan geçmez Utah boğazlarındaki Blue John Canyon’un en dar çatlağını tırmanıyordu. Sağ eli, tepeden kopup yuvarlanan bir kaya ile tırmandığı yüzey arasında sıkıştı. Genç dağcı, elini kurtaramadı. 127 saatin sonunda, bilek kemiklerini kendisi kırıp, sağ elini kendisi keserek, “özgürlüğüne” kavuştu. Bütün bunları yaparken, küçük kamerasıyla filme de çekiyordu. Zaten çekmese, sanırım kimse yaşadıklarına inanmazdı. Aron Ralston, o gün bugündür ‘ G ’ N O K T A S I tutturduğundan mıdır nedir, perhiz bırakıldı, diyete başlanıldı. Ve bu değişim, Türkiye’nin toplumsal dönüşümüne pek yakıştı. Farsça bir sözcük olan “perhiz”in bire bir karşılığı “diyet”, Yunanca... Arapçada da diyet var, ama İslam hukukunda “bedel” anlamına geliyor. Dolayısıyla memleketin ahvalini de gözler önüne seriyor: Gırtlağını Türkçe tutamayan ahali, Farsça perhizi bıraktı, Arapça şeriata uygun zayıflama bedelini, Yunanca diyet yaparak ödüyor! Neyse. O diyet bu diyet olmadan önce, Ömer Seyfettin’in en vurucu öykülerinden biriydi, “Diyet”. Hâlâ da öyledir. Satırla kopardığı kolunu, Hacı Kasap’ın önüne, “Al bakalım şu diyetini verdiğin şeyi!” diye fırlatan ve kolsuz kalan yenine sıkı bir düğüm atıp uzaklaşan demirci ustası Koca Ali’yi kim unutabilir? diyet Bir zamanlar Türkiye’deSonra değil, perhiz yapılırdı. “niyet”le “diyet” kafiye RÖVEŞATA MİNE G. KIRIKKANAT Niyet Özgürlükse, Faturası Diyet “huzurlu” bir insan artık. Evlendi, bir oğlu var, çok mutlu ve çalışmak zorunda değil. Ailecek, Aron’un “kesik eli”nin getirisiyle yaşıyorlar. Yazdığı kitap hem çok sattı, hem de bir sinema filmine konu oldu. Bugünlerde “127 saat” adıyla Türkiye’de de vizyona giriyor. Artık 34 yaşında olan Ralston, filmin promosyonu için Paris’e geldiğinde, kendisiyle röportaj yapan Liberation gazetesi, onu sağ bileğine takılı kancayla şen şakrak dans figürleri yaparken fotoğraflamış. Yaşam sevincinden hiçbir şey yitirmemiş Ralston. Tam tersine, belki de bir elini verdiği için yaşam sevincine kavuşmuş sayılır. Yaşamın değerini bilmek için ölümle sınanmaya değer miydi? Aron Ralston açısından, sanırım değerdi. Kopuk elin getirdiği şan, şöhret, paraya değil, sonunda vardığı “huzura” değerdi. *** Ama dikkat ederseniz, genç dağcı elini keserken kendi eliyle; huzuru düşünmüyordu, vücudunun geri kalanını, canını kurtarmaktı hedefi. Başka bir deyişle, özgürlüğe diyet ödemiş, aradığı huzuru sağ elini feda ettiği özgürlük vermişti ona. Neyse ki Türkiye’de ne huzur var, ne de insanların özgürlük için diyet ödemelerine gerek... Özgüre özgürlüğün bedelini zaten zorla, tutuklayarak ödetiyorlar. Ama o gönüllü yalakalık tutsakları var ya, bedel ödememek için hep kıvıran; onların ömür boyu temenna mahkumiyeti, zorla tutuklanmaktan beter! [email protected] www.minekirikkanat.com “Rastladığın tüm insan lara kibar davran, belki seninkinden daha zorlu savaşlar veriyorlardır.” PLATON PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Bir Engellinin Sabah Gezintisi Asansörlü bir apartmanda oturmanın bir engelli için belirleyici bir ayrıcalık olduğunun ayırdına bir sabah gezintisi yapmak düşüncesi aklıma ilk geldiği anda vardım. 5. katta oturuyoruz ve bencilliğim kimseye, “Beni aşağıya taşır mısın?” diye soracak kadar ölçüsüz değil. Asansöre geri geri gidip yerleşmem de giriş katına inmem de zor olmadı. Yüzüm asansör kapısına dönük olduğundan kolayca açıp çıktım. İlk zorlukla sokak kapısına yaklaşırken karşılaştım; yukarı çıkan merdivenin geniş tutulmuş alt basamağıyla yan duvarın köşe çıkıntısının arasından sandalyemle geçmem olanaksızdı. Ufak çaplı bir cambazlık yapmak zorundaydım. Merdivenin demir trabzanına tutunarak sol ayağımın üzerinde sağ elimle sandalyeyi kaldırıp engeli aşırttım. Yine sandalyeme oturup kapıya gittim, açtım. Temiz havaya çıkmayalı iki hafta olmuş; derin bir “Ohhh,” çektim. Şimdi sorun apartmanın 30 cm’lik eşiğinden kaldırıma inmek ki bunu tek başına başarmam olası değil. Önümden birçok insan geçiyor, göz göze geldiklerim hafifçe gülümsüyorlar. Anlayışlı yüzler. Herhalde akıllarından, “Zavallı adamcağız, kapının önüne temiz hava almaya çıkmış” diye geçiriyorlar. Tanımadığım insanlardan yardım isteyemem ki... Bekliyorum. Alışverişlerimizi yaptığımız karşıdaki marketin çalışanlarından biri görüyor beni; sokağı geçerek yanıma geliyor, “Hayrola?” diyor. Başımdan geçenleri anlatıyorum. “Abi sen ayağa kalk, ben sandalyeyi indireyim” diyor. Duvara tutunup yine sol ayağım üzerinde ayağa kalkıyorum, o da sandalyeyi indirip bir atakta oturacağım biçimde eşiğin yanına yerleştiriyor. Oturuyorum. Artık harekete hazırım. Belediye sokakları yenilerken, her iki yanına yağmur sularının akışını kolaylaştıracak akaklar yapmış. Yağmur için iyi, engelliler için kötü, çünkü sandalyenin küçük ön tekerlekleri akağa girince hareket yeteneğiniz ortadan kalkıyor. Çaresiz kalıyorsunuz. Neyse, bir yabancının yardımıyla karşı kaldırıma geçiyorum. Ondan sonrası tekerlekli sandalyeli bir engelli için tek sözcükle felaket. Moda, İstanbul’un sözde en gelişmiş semtlerinden biri. Ne var ki Moda Caddesi’nin çarşı bölümünün kaldırımlarında bir engele takılmaksızın sekiz metre ilerleyebileceğiniz tek bir düzlük yok. Bu da bir engellinin tek başına, örneğin, bir Moda turu yapamayacağı anlamına geliyor. O zaman koskoca semtin sokaklarında niçin hiçbir tekerlekli sandalyeliye rastlamadığınızın nedenini anlıyorsunuz. O insanlar evlerinde tutsak; kent yaşamında yer almak herkes gibi onların da hakkı, fakat bu hakkı kullanamıyorlar. Yapılaşmasını 1960’lı yılların sonlarında büyük ölçüde tamamlamış Moda böyle olursa varın başka semtlerdeki durumu siz düşünün! Anayasa ve yasalar yurttaşlar arasında eşitliği öngörüyor; fakat devlet için de, belediyeler için de bu eşitlik kâğıt üzerinde kalıyor. Sokakları, caddeleri, alanları ya da tek sözcükle kenti, engelliler sağlam yurttaşlarla eşit biçimde kullanamıyorlar. Temel haklar bağlamında bu anayasa hükmü devlet tarafından yerine getirilmiyor. Devlet için de, ülke için de büyük bir ayıp. Değerli okurlarım, gezintimin sonunu herhalde merak etmişsinizdir; bir dostumun özverili yardımıyla gezintimi kısa bir turla tamamladım. Önüme çıkan, bir tekerlekli sandalye için “aşılmaz” olan engelleri “taşınarak” aştım. Bir kez daha buna cesaret edebilecek miyim, bilemiyorum. Her “şer”de bir “hayır” vardır, derler; bu diyalektik bir saptamadır. Benim engelliliğim büyük olasılıkla birkaç hafta sonra son bulacak. Bugüne kadar engelli yurttaşlarımızın sorunlarıyla pek ilgilenmemiştim. İnsan bilmediği konularla gerektiğince ilgilenmiyor. Ama artık en azından engellilerin bir bölümünün çektiği sıkıntıları bizzat yaşadım. Deneyimlerimi belleğime kazıdım. Kullanacağım. İyi pazarlar. [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com Yaşam, İsmail Gülgeç’e büyük bedeli, başından ödetmişti. Bacaklarını vermişti İsmail, ta çocukken, hayatta kalmaya karşılık, bir sinsi hastalığa. Ama yitirdiği ne varsa, kollarının gücünü katlamış, ellerinin yeteneğine akmış, ince zekâsını, yaratıcılığını ışıklandırmış, iradesini perçinlemişti. Ömrü savaşmakla geçti İsmail Gülgeç’in. Herkes savaşır yaşamak için, ama o üstün bir savaşçıydı. Alabildiğine yürekli, yürekli olduğunca ilkeli. Yirmi yıl önce, Cumhuriyet’te başladı dostluğumuz. Tutsak bedeninin üstünde bir özgürlük anıtıydı, sanatı. Özgür düşüncenin ancak ve yalnız muhalif olduğunu biliyordu. İnsanlar ve hayvanların aynı âleme ait olduklarını, ayrı yaratıldıklarını sananların cehaletini, insanları hayvan, hayvanları insan kalıbına sokarak anımsatıyordu. Ne var ki İsmail’in ‘Entellektüel Ayı’sı, öykündüğü insanlardan çoğu kez daha sevimli, her zaman daha akıllıydı. Çünkü İsmail Gülgeç, ancak cesurların olabildiğince iyi bir insandı. Onu çok özleyecek ve hiç unutmayacağız. ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ Tarihimizdeki Mısır zi’nin yanıtı ise şöyleymiş: “Yarım milyon insanınız bu uğurda ölebilir mi?” Mısırlı lider “Fakat Paşa Hazretleri, başımızda siz olacaksınız, neden ölsünler?” diye diretince, Ulu Önder noktayı koymuş: “Benimle olmaz; ne vakit halkınızın yarım milyonu ölmeye karar verirse, o zaman ararsınız.” Mısırlıların Atatürk’e hayranlıklarını asıl kanıtlayan ise ölümünün ardından yazılanlardır. İşte 1938’in Kasımı’ndan bazı gazete haberleri: “Çağının, belki de tüm tarihin en olağanüstü kişilerinden biriydi.” (Egyptian gazete, Kahire) “Türkiye’yi kulluktan kurtaran, istilacıların esaret antlaşmalarını yırtan, milletini diğer milletlere saydırtan adam öldü.” (Mısır gazetesi) “Atatürk milletin atası ve son asırların yetiştirdiği en büyük adamdı. Kurduğu eserin semerelerini gördü. Dünyadan muvaffak ve muzaffer olarak çekildi.” (MısırElehram) “Türkler, Atatürk’ü olağanüstü bir tutkunlukla seviyorlar. Bir çocuğa İstanbul veya Ankara’dan hangisini sevdiğini sordum. Ankara’yı sevdiğini söyledi. Nedenini sorduğumda: Boğaziçi’nin incilerinden ‘Ankara’da Atatürk buMısır Sefarethanesi... lunduğu için’ cevabını mıştır. Bebek’teki “Mısır Sefa verdi.” (Mısır, El Bela gazetesi) rethanesi” de en görkemli yalılardan biridir ve Abbas Hilmi Pa Kardeş şehirlerimiz şa’nın annesi Emine Hanım taraMısır’la yakınlıklar Cumhurifından Mısır’a “elçilik” binası yet döneminde özelikle “kentler olarak armağan edilmiştir. arası ilişkiler”le sürmüştür. BurMısır’la “bayındırlık” ilişkile sa, Ankara, İzmir, Diyarbakır rimiz o denli yoğundu ki bundan ve Adana’nın yanı sıra İstanbul ötürü “projelerin karıştığı” ör da Kahire ile “kardeş şehir”dir nek ise çarpıcıdır... 1900’lerin ve özellikle İstanbul’la “yazgı başlarında Dalaman’a (Muğla) birliği” vardır. Kahire’nin de tabir köşk, İskenderiye’ye de tren rihi merkezi UNESCO’nun Dünistasyonu yaptırmak için Fran ya Mirası listesinde ve tıpkı İssa’da hazırlanan projelerle birlik tanbul gibi yeterli koruma sağlate mimarların da bindikleri gemi namadığı gerekçesiyle listeden çıler “yanlış liman”lara yönlendi kartılması gündemde... rilince, İskenderiye’deki istasyon MÖ 300’lerde Büyük İskenbinası “köşk” şeklinde, Dala der’in kurduğu İskenderiye ise man’daki köşk ise “gar” biçi Yavuz Sultan Selim’in 1517’de minde yapıldı... Mısır’ı fethiyle Osmanlı kenti olmuş, bu kimliği 1800’lerdeki Atatürk’e hayranlık Fransız ve İngiliz işgallerine dek ABD’de Demokrat Parti Sena sürmüştü... törü Mark Udall, son gelişmele“Tarihimizdeki Mısır” işte ri yorumlarken “Mısır’ın da Ata böylesine yakın ilişkilerle yoğrultürk gibi bir lidere ihtiyacı var” muş “ortak yaşanmışlıklar”ı demiş. Ne var ki bu söz Mısır için içeriyor... Ne dersiniz? Mısır’dayeni değil... tam 90 yıl önce bir ki gelişmelerin Türkiye’yi de etMısırlı yurtsever Mustafa Ke kilemesinden kaygılananlar, belmal’e demiş ki; “Bizim bağım ki de haklı değiller mi? sızlık hareketimizin de başına geçmek istemez misiniz?” Ga [email protected] 30 yıllık diktatörlüğe son veren “halk isyanı”yla dünya gündemine yerleşen Mısır’ın tarihimizdeki yeri bir başkadır... Örneğin Kahire’de milyonlar “Mübarek git” diye haykırırken, Kanlıca sırtlarındaki “Hıdiv Köşkü”nde çaylarını yudumlayanlar, bu ismin “Mısır Valileri”ne verilen unvan olduğunu biliyorlar mı? Osmanlının genç Hıdivi Abbas Hilmi Paşa, 1907’de İtalyan Mimar Delfo Seminati’ye bir kasır ve Boğaziçi’ne hâkim bir kule yaptırmış; İngilizler Mısır’ı alınca İsviçre’ye sürgüne gönderilen paşanın ailesi 30’lara kadar bu kasırda kalmıştı. Ya Eminönü’deki “Mısır Çarşısı”? 1660’ta Turhan Sultan’ın mimar Kazım Ağa’ya yaptırdığı “Valide Çarşısı”, Mısır’dan gelen baharatların satılmasından ötürü bu isimle bilinir oldu… Yeniköy’deki 64 odalı Şehzade Burhaneddin Efendi Yalısı ise Mısırlı Ahmet İhsan Bey tarafından satın alındıktan sonra “Mısırlılar yalısı” olarak anıl KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK Fotoğraf: AL AR F ERSEN [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1/ Kuru kala 1 balığın ya da çetelerin ikti 2 dar olduğu yö 3 netim biçimi. 4 2/ Eskiden 5 uzay boşluğunu doldurdu 6 ğu varsayılan 7 esnek madde... 8 Muğla’nın Milas ilçesine 9 bağlı turistik bir bel 1 2 3 4 5 6 7 8 9 de. 3/ Sabahattin 1 S A T R A N Ç B Ali’nin bir öykü ki 2 A Y A R A İ Y E tabı... Batılı tacirle 3 T A R A K L E Y rin, ticaret için gel4R A S S EMA dikleri Osmanlı liE N manlarında gümrük 5 A R K M E 6N A S E R E N dışında ödemek zoEM İ R runda kaldıkları her 7 Ç İ L E 8 Y EME N İ E şey için kullandıkları deyim. 4/ Vila 9 B E Y A N R E Y yet... Bir işletmenin ani batışı. 5/ Düzgün sarılmış halat yumağı... Mektup. 6/ Sivas’ın bir ilçesi... Yabancı. 7/ Yurdumuzun sulak alanlarında da yaşayan bir ördek cinsi... Dört Halife’nin sonuncusu. 8/ Soy, sülale... Acınma, yerinme. 9/ Siyasal hakların yalnız varlıklı sınıfa tanındığı yönetim biçimi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Manisa’da her yıl düzenlenen geleneksel şenliğe ve bu şenlikte dağıtılan macuna verilen ad... Uğur, talih. 2/ Kürkü değerli bir yaban kedisi... Oylumlu. 3/ Bir müzik parçasının, dinleyicilerin isteği üzerine bir kez daha çalınması... Özellikle makarna yapımında kullanılan bir buğday cinsi. 4/ Siper, hendek... Bir tür pamuklu kumaş. 5/ Hicap... Bir renk. 6/ “İkinci karşılaşma” anlamında spor terimi... Rütbesiz asker. 7/ İri taneli bezelye... Baston. 8/ Tekil ikinci kişi adılı... Köpeklerde yaş. 9/ Kayınbirader... “Beşparmak” da denilen, pamuklu bir kumaş. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle