23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 19 ŞUBAT 2011 CUMARTES 2 YABANCI bir büyükelçi basın özgürlüğü ile tutuklamalar arasındaki çelişkiden söz ederken “anlamıyoruz” dedi, ortalık karıştı. Peki, sizler ve bizler bu çeşit çelişkileri anlıyor muyuz? Anlaşılamayan çok şey var bu ülkede. İsterseniz, bir hafta sonu sabahına uygun olarak, çok hafif bir konuyu, Beşiktaş Dinamo Kiev maçını ele alıp anlamaya çalışalım. eşiktaş ki, o maç akşamı yedisi tam yabancı, ikisi sonradan yerli olmuş, ancak ikisi vatandaş olarak doğmuş müthiş bir takımla sahaya çıkmıştı. Kötü bir oyunla 41 yenildi. Aslında, oyun iyi olsaydı, yeni spor ve özellikle futbol anlayışına göre çok da şaşılacak bir durum sayılamayabilirdi bu. Artık ulusallıktan, renk tutkusundan, hatta kazanma hırsından pek söz edilmediğini, insanların o gibi duyguları çoktan geride bıraktığını, önemli olanın seyirciye iyi oyun sunmak olduğunu düşünürseniz, bütün bunlar yeni doğan bu tür bir OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL “endüstri” açısından doğal ve anlaşılır sayılabilir. O gözle baktığınızda da, sonuçta ortaya çıkan tablo o yeni endüstrinin kuralları açısından bile anlaşılır gibi mi? Düşünün ki, öyle bir takımın kurulması için muazzam miktarda para ayrılmış ve çabalar harcanmış. Ama, sonuç da ortada. Yalnız Beşiktaş için değil, zaman zaman aynı durumlara düşen başka kulüpler açısından da sorulması ve iyi tartışılıp anlaşılması gereken soru şudur: Acaba aynı paralarla çabalar çok daha verimli, yararlı ve sonuç verici bir tutum için harcanamaz mıydı? İnsan gücü açısından altyapı geliştirme, ülkedeki yetenekleri bulup yetiştirme, çalıştırıcıların ufkunu açacak dış olanakları kullanma, yerli Anlaşılmaz Durumlar B teknik direktör uzmanlığına gereken özeni ve özveriyi gösterme, kısacası kaynakları bu yönde kullanıp camianın, hatta bütün toplumun beklentilerini bu yollardan karşılayan bir tutum niçin olmasın? Başka türlüsü, boşuna didinme, nafile israf ve ardından hayal kırıklığı, özgüven kaybı oluyor. Kolay anlaşılabilir bir durum mu bu? öyle bir düşünce, ister istemez başka alanları da akla getiriyor. Örneğin, büyük kentlerin caddeleri “dershane” tabelasından geçilmiyor; okuldan çok dershane var. Çocukları yukarı aşamadaki sınavlara hazırlanıp iyi okullara girsin diye ailelerin nasıl bir özveriyle nelere katlandıkları da biliniyor. Hazır böyle bir toplum bulmuşken, bu özveriyi akılcı malî yöntemlerle öğretmenleri ve öğrencileri birlikte gözeten verimli bir ulusal öğretim düzenine aktarıp dershane anlamsızlığının giderilememiş olması anlaşılır bir durum mu? Hırsızın Meslek Meyvesi... Nusret ERTÜRK ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN K B [email protected] ırşehir ADD Başkanı avukat, yazar Adil Gülvahaboğlu’nun bağ evi yine soyulmuş. Haberi, 15 Ocak tarihli Kırşehir Çiğdem gazetesinden öğreniyoruz. Geçen yıl evi soyulunca Adil Bey dış duvara şunları yazmış: “Ey hırsız kardeş! Hırsızlığın da bir şerefi olmalı. Bahçemden götürdüğün bakır kap ve kazanlarımı, iki adet hindimi, üç adet ördeğimi bari getir bırak!” Çaldıklarını geri getirse, hırsızlığın şerefi lekelenmez mi? Sözlükler hırsızı şöyle tanımlıyor: “Başkasının olan bir şeyi gizlice alma, çalma.” Bu tanım yeterli mi? Gün ortasında alavere dalavere oyunlarıyla hırsızlık yapılmıyor mu? Hem de insanın gözünün içine baka baka. Sadece malımız mı çalınıyor? Emeğimiz? Ya geleceğimizi, umutlarımızı çalanlar? “Yesin ama yapsın!” sözünü biri bize anlatsın. Bu sö zü söyleyen de yiyenin ortağı değil midir? “Hırsızlığın da şerefi olmalı” mı? Adil Bey’deki insancıllığa bakınız. Üstelik, hırsıza bir de “kardeş” demesin mi? Mizahçı kişiliğinden kaynaklanıyor. Küçüğüyle büyüğüyle, “Onlar umudun düşmanıdır/ Akarsuyun / Meyve çağındaki ağacın / Serpilip gelişen hayatın düşmanı.” Onlar, tüm güzelliklerin hırsızıdır. Geleceğe umutla bakan kaç kişi var? Akarsular, dereler kaynağında kurutulmuyor mu? Yaşamın tüm güzellikleri kirletilmiyor mu? Siz hiç kitap hırsızını duydunuz mu? Kitap değersiz olduğu için mi çalınmaz? Kitap çalınmıyor ama yasaklanıyor, yakılıyor, suç kanıtı sayılıyor. Bu da hırsızlık değil mi? Şerefli hırsızı boşuna aramayın, bulamazsınız. Aisopos’un sözüdür: Hırsızın küçüğünü asarız da büyüğünü baş tacı ederiz… Neremizi Keselim?.. Ertuğrul Özkök, Tansu Çiller döneminde (kadınların yönetimlere yürüyüşlerinin heyecanına kapılarak) bıyıklarını kestiğini yazınca, dalıp o eski günlere gittim… Aslında olacakları kestirememiştik… Bir anda badem bıyıklılar geldiler… Kestirmeden… Arap Müslümanların istila ettikleri İspanya kıyılarında, acele sünnet olup pipisini kestiren yerlilerden daha şanslıydık neyse ki… Bıyık dediğin, kesersin uzar… Öbürü uzamaz da… Badem bıyıklılar, daha bizler ne olup bittiğini kestiremeden başladılar kesime aslında… Manşetler kesildi… Yazılar kesildi… Ses kesildi… Söz kesildi… Kelleler kesildi… Kesmeyene ceza kesildi… Kesimhaneye döndü medya… Ertuğrul’un hâlâ umut kesmediği “yönetimlerde kadınların çoğunlukta olduğu” medeni, gelişmiş, çağdaş ülkenin başkentindeki ABD büyükelçisi sonunda dayanamadı işte… “Bir yandan basın özgürlüğü diyorsunuz, bir yandan gazetecileri hapishanelere dolduruyorsunuz, ben bir şey anlamadım” dedi… Demek ki ABD elçisinin dahi aklı kesmedi… Ne yapalım?... Kestik kestik… Yetmedi… İşte… En son, rezilliklerini ortaya döken WikiLeaks’i gözleri kesmeyince, faturanın Odatv’ye kesilmesi gibi… Gece karar kesinleşti: Tutuklama… Yeter mi?... Kesmez… Nitekim Başbakan tutuklamaların daha sabahında (dün) yaptığı hiddetli konuşmada “Odatv yöneticileri yazılarından, düşüncelerinden dolayı değil, başka şeyden yargılanıyorlar” diyerek kestirip attı… “Başka şey?..” Ne olabilir, kestiremiyor insan… Olmadı… Keseriz… [email protected] C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle